1. Anasayfa
  2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 2017/1-1211 K: 377 T: 28.03.2019


Murisin özellikle bir parça taşınmazını devretmek suretiyle bakımını sağlayabileceği yerde, tüm mal varlığının yarısına yakın olan değerli üç parça taşınmazını davalıya temlik ettiği gözetildiğinde devirdeki asıl amacın bakım sağlamak değil mirasçılardan mal kaçırmak olduğu, böyle olunca da yapılan temlikin muvazaa ile illetli olduğundan iptali gerektiği sonucuna varılmıştır.

Miras bırakanın oldukça ileri yaşta olması nedeniyle temlik tarihi itibariyle bakım ihtiyacı içerisinde bulunmakta ise de kendisine tüm çocukları tarafından sırasıyla bakıldığı, murisin özellikle bir parça taşınmazını devretmek suretiyle bakımını sağlayabileceği yerde, tüm mal varlığının yarısına yakın olan değerli üç parça taşınmazını davalıya temlik ettiği gözetildiğinde devirdeki asıl amacın bakım sağlamak değil mirasçılardan mal kaçırmak olduğu ve temlikin muvazaa ile illetli olduğundan iptali gerektiği-

Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Soma 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.04.2013 tarihli ve 2004/48 E., 2013/256 K. sayılı kararın davacılar vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 09.12.2013 tarihli ve 2013/14300 E., 2013/17430 K. sayılı kararı ile:

“…Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 330, 378 ve 1532 parsel sayılı taşınmazların miras bırakan Y.Ş. tarafından 17.01.2003 tarihinde davalıya ölünceye kadar bakım akdiyle devredildiği görülmektedir.

Davacılar, miras bırakan tarafından yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.

Bilindiği üzere; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) m. 611. maddesine göre ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akittir. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) m. 511). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (TBK m. 614 (BK) m. 514)).

Hemen belirtmek gerekir ki, bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.

Kural olarak, bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikin de muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır. (TBK m. 19 (BK m. 18)). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu’nun 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur.

Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.

Somut olaya gelince; davalıya ölünceye kadar bakım akdiyle temlik edilen taşınmazların miras bırakanın tüm mal varlığına oranı değerlendirildiğinde ve yapılan temlikler yukarıda açıklanan ilke ve olgulara göre irdelendiğinde, işlemlerde bakımın değil, bağış amacının üstün tutulduğu, murisin bir parça taşınmazını devretmek suretiyle de bakımını gerçekleştirebileceği yerde, değerli üç parça taşınmazını davalıya temlik ettiği, dolayısıyla bu temlikin mirasçılardan mal kaçırmaya yönelik ve muvazaalı olduğu sonucuna varılmaktadır.

O halde, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere reddine karar verilmesi doğru değildir.

Kabule göre de; dava reddedildiğine göre maktu karar ve ilam harcına hükmedilmesi gerekirken nispi karar ve ilam harcına hükmedilmiş olması da isabetsizdir…” gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Davacılar vekili, müvekkilleri ile davalının kardeş olduklarını, babaları muris Y.Ş.’ın 04.04.2003 tarihinde vefat ettiğini, ölümünden kısa bir süre önce 17.01.2003 tarihinde Turgutalp Köyündeki 1532 parsel sayılı ev ile Avdan Köyündeki 330 ve 378 parsel sayılı tarlalarını davalıya ölünceye kadar bakma akdi ile devrettiğini, oysa ki murise tüm çocukları tarafından sırasıyla bakıldığını, bu nedenle murisin bakılıp gözetilme gibi bir kaygısının bulunmadığını, davaya konu devirden önce 305 parsel sayılı taşınmazını kardeşinin oğluna sattığını, ayrıca kira geliri de bulunduğunu, yapılan işlemin mirasçıdan mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, davacıların miras payları oranında tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.

Davalı vekili, murise sırasıyla bakıldığı iddiasının tamamen gerçek dışı olduğunu, murisin ölümünden yıllar öncesinde bile davalı dışındaki hiç bir çocuğunun kendisi ile ilgilenmediğini, murisin yaşlı olduğunu, eşinin yıllar önce öldüğünü, yeme içme, temizlik, hastalandığında tedavi gibi ihtiyaçlarının bulunduğunu, kardeşinin oğlundan yıllarca aldığı borç paralar nedeniyle 305 parsel sayılı taşınmazını devrettiğini, çekişme konusu taşınmazlar dışında 60 dönümden fazla taşınmazı olan murisin bunları davacılar arasında paylaştırdığını, mal kaçırma kastının olması hâlinde vasiyet gibi yolları kullanabileceğini, murisin erken ölmüş olmasının da akdin geçerliliğini etkilemeyeceğini belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, Yargıtay’ın yerleşik kararlarına göre ölünceye kadar bakma akdi ile yapılan işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içinde bulunmasının zorunlu olmadığı, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı olguları irdelendiğinde; murisin yaşlı, dul ve yalnız yaşayan, vücudunda sonda ile dolaşan, bedensel rahatsızlıkları bulunan bir kişi olduğu, yardım ve bakıma muhtaç durumda olduğu, davalının ise gerek tanık beyanları gerekse kolluk marifetiyle yapılan araştırma ile sabit olduğu üzere son yıllarında murisin bakımıyla yakından ilgilendiği, eşi ile birlikte ihtiyaçlarını giderdiği, böyle olunca davalının ölünceye kadar bakma akdinden kaynaklanan bakım borcunu yerine getirdiği, murisin de sağlığında akde aykırılık nedeniyle bir dava açmadığı, murisin davaya konu taşınmazları dışında daha değerli taşınmazlarının da bulunduğu ve iradesinin diğer mirasçılardan mal kaçırmak değil gerçekten bakım sağlamak olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacılar vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda karar başlığında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece, önceki gerekçeler yanında ölünceye kadar bakma akdine konu taşınmazların murisin tüm taşınmazlarına oranının 1/3’den az olduğu gibi daha değerli taşınmazları bulunduğu, ancak bakımla orantılı ve sınırlı olmak üzere dokuz taşınmazından sadece üçünü devrettiği, yerleşik ve kaliteli bir bakım isteğinin hayatın olağan akışına uygun olduğu, öncesinde değişik sürelerde farklı çocuklarının bakımından sıkılan murisin ölümünden önceki iki yılını davalının bakımında geçirmiş olduğu, bakım ve gözetimi karşılığında oğluna bir kısım mallarını bırakmak istediği, murisin ve davalının ölüm tarihini tahmin etme imkanına sahip olmadıkları, bakım alacaklısının daha uzun süre yaşaması ve bakıma muhtaç olması ihtimalinin sözleşmenin yapıldığı tarihte mevcut olduğu, yapılan devirde bağışın değil bakım amacının üstün tutulduğu gerekçesiyle önceki kararda direnilmiş, direnme kararı davacılar vekilince temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tarafların ortak mirasbırakanı tarafından davalı oğluna ölünceye kadar bakma akdiyle yapılan temlikin, gerçekte diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki; irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.

Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir.

Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü/intibaını yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz.

Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.

Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması hâlinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanununun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” karar verilmiştir.

1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşımaktadır.

Ölünceye kadar bakma sözleşmesi ise 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) 611. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun (BK) 511.) maddesinde düzenlenmiş ve bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir malvarlığını veya bazı mal varlığı değerlerini ona devretme borcunu üstlendiği sözleşme şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere ölünceye kadar bakma sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir sözleşmedir. Diğer bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da almış olduğu malların değerine ve bakım alacaklısının daha önce sahip olduğu sosyal durumuna göre hakkaniyetin gerektirdiği edimleri, bakım alacaklısına ifa etmekle yükümlüdür. Bakım borçlusu, bakım alacaklısına özellikle uygun gıda ve konut sağlamak, hastalığında gerekli özenle bakmak ve onu tedavi ettirmek zorundadır (TBK. m. 614).

Diğer yandan ölünceye kadar bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz.

Ayrıca, evladın elverdiğince ebeveynine bakıp yardım etmesi ahlaki bir görev ise de görev sınırının aşıldığı, ana babanın normal bakım ötesinde ihtimama muhtaç olduğu durumlarda evladın hizmetin karşılığında bir şey istemesi hukuka uygun düşeceğinden, böyle bir durumda temlikin ivazlı olduğu kabul edilmelidir.

Ne var ki, muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık anlatımla, 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır. Bu nedenle bu tür uyuşmazlıkların çözümünde bakım borçlusuna yapılan temlikin gerçek yönünün, eş söyleyişle miras bırakanın gerçek irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması önemlidir. Bunun için de, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul nedeninin bulunup bulunmadığı, bakım borçlusu ve diğer mirasçılarla ilişkileri, murisin yaşı, sağlık durumu, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; eldeki davanın muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açıldığı ve çekişme konusu taşınmazların yukarıda değinildiği gibi TBK’nın 611 ve devamı maddelerinde düzenlenen ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile davalıya temlik edildiği açıktır. Miras bırakanın oldukça ileri yaşta olması nedeniyle temlik tarihi itibariyle bakım ihtiyacı içerisinde bulunmakta ise de kendisine tüm çocukları tarafından sırasıyla bakıldığı hususu da dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Böyle olunca, miras bırakanın elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın tüm mamelekine oranı ve bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekmektedir. Yerel mahkemece murisin dokuz parça taşınmazından sadece üçünü temlik ettiği ve bunun makul sayılabilecek sınırda kaldığı belirtilmiş ise de dosyada mevcut tapu kayıtları incelendiğinde murisin beş parça taşınmazda tam malik iken bunlardan özellikle kargir ev vasfında bulunan ve diğer taşınmazlarına göre oldukça değerli olan 1532 parselle birlikte üç parça taşınmazını ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile temlik ettiği, 334 ve 245 parsel sayılı taşınmazlarda sadece 17/80 payının bulunduğu, 318 ve 383 parsel sayılı taşınmazların ise kendisinden önce ölen eşi adına kayıtlı olduğu görülmektedir. Murisin özellikle bir parça taşınmazını devretmek suretiyle bakımını sağlayabileceği yerde, tüm mal varlığının yarısına yakın olan değerli üç parça taşınmazını davalıya temlik ettiği gözetildiğinde devirdeki asıl amacın bakım sağlamak değil mirasçılardan mal kaçırmak olduğu, böyle olunca da yapılan temlikin muvazaa ile illetli olduğundan iptali gerektiği sonucuna varılmıştır.

Hâl böyle olunca; Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 28.03.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi