1. Anasayfa
  2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E: 2015/11020 K: 2018/10329


Dinlenen davacı tanıkları, temlikin muvazaalı olduğu yönünde görüş bildirmemişler, davalı tanıkları ise; işlemin gerçek satış olduğunu beyan etmişlerdir. Toplanan somut deliller, yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde; miras bırakanın mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla hareket etmediği ve temlikin muvazaalı olmadığı sonucuna varılmaktadır.

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın davacı … yönünden dava feragat nedeniyle reddine, diğer davacılar bakımından ise; muvazaa olgusunun ispatlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’in raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davacı … yönünden dava feragat nedeniyle reddedilmiş, diğer davacılar bakımından ise; muvazaa olgusunun ispatlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; miras bırakan……, 32520 ada 10 parsel sayılı taşınmazını 12.05.1998 tarihinde davalı çocukları ….. satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir.

Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında vurgulandığı gibi, görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun 706, Türk Borçlar Kanunu’nun 237. (Borçlar Kanunu’nun 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de, Ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı hususlarının araştırılmasında ve satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Somut olaya gelince; dinlenen davacı tanıkları, temlikin muvazaalı olduğu yönünde görüş bildirmemişler, davalı tanıkları ise; işlemin gerçek satış olduğunu beyan etmişlerdir.

Toplanan somut deliller, yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde; miras bırakanın mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla hareket etmediği ve temlikin muvazaalı olmadığı sonucuna varılmaktadır.

Bilindiği üzere, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davalarda, taşınmazın tapuda gösterilen satış bedeli ile gerçek değeri arasındaki aşırı oransızlık tek başına muvazaanın kanıtı değildir.

Diğer taraftan, HMK.’nun 266. maddesi uyarınca ”Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. ”

6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 3. maddesinin 2. fıkrasında ise; ” Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz.” hükmü yer almakta olup;anılan maddenin 3. fıkrasında da; ”Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Ne varki, eldeki davada, bilirkişi heyeti yetkilerini aşarak raporlarında hakimin kararını etkileyecek biçimde hukuki nitelendirme yapmışlardır.

Hal böyle olunca, davacı … dışındaki davacılar yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirmeyle, davanın kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

Davalıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 17.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.