Asıl dava, hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ile tescil; birleştirilen 2007/277 E. sayılı dava ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ile tescil; birleştirilen 2008/16 E. sayılı dava hile ve ehliyetsizlik hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ile tescil olmazsa tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, hile ve hata hukuksal nedenine dayalı tapu iptal davası bakımından davacı …’nin tapuda devir işlemleri sırasında bedelin tamamını nakden aldığı, bedel karşılığında davacıya kooperatif payları verildiği, davacının kooperatifteki dairede bir süre oturarak tasarruf ettiği bu durumda davalıların hileli hareketlerinin ispatlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine; davacılar … …. ile ….. …. yönünden ise davacıların akit tarihinde reşit olmadığı, velisi tarafından yapılan devir işlemine onay vermedikleri bu durumda ehliyetsizlik nedeniyle iş bu davacılar yönünden iptal-tescil isteğinin kabulüne; davacı … yönünden Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Dairesi’nden elde edilen raporla akit tarihinde davacının fiil ehliyetine haiz olmadığının belirlendiği gerekçesi ile iptal-tescil isteğinin kabulüne karar verilmiştir.
Hemen belirtilmelidir ki; temliki işlemin tarafların anlaşmalarına uygun biçimde gerçekleştirildiği, işlemin iradi ve geçerli bir hukuki sebebe dayalı olduğu olayda hilenin gerçekleştiğini söyleyebilme olanağı bulunmadığına göre davacı …’nin taşınmazdaki kendi payının satışına ilişkin davanın reddine karar verilmesi doğru olduğu gibi davacı (kısıtlı) …’ın işlem tarihinde Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Dairesi’nden elde edilen rapor gereğince ehliyetsiz olduğu belirlenmekle …’ın payına ilişkin ilk el konumundaki davalı …’a satış suretiyle yapılan temlikin hukuken geçersiz olduğunun benimsenmesinde de bir isabetsizlik yoktur. Davacı … vekilinin tüm temyiz itirazları ile davalı … vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.
Davalı … vekilinin öteki temyiz itirazları ile davalı … vekilinin temyiz itirazlarına gelince; Davalı 2. el durumundaki ….’in 4721 sayılı TMK’nın 1024. maddesi hükmü uyarınca durumu bilen ve bilmesi gereken konumda olduğu ve aynı Yasa’nın 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı tartışmasızdır.
Davalı … da taşınmazı edinen 2. el olup Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde sicilin aleniyeti ve güvenirliği prensibine dayalı olarak edinmesinin korunacağı açıktır.
Ne varki; mahkemece bu konuda hükme elverişli olacak nitelikte bir araştırma yapıldığı söylenemez. Bilindiği üzere; Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları ,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiş tir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.
Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır.İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen “tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1.fıkrasına göre “Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz” biçiminde öngörülmüştür.
Ancak; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma,toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.
Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir.
Nitekim bu görüşten hareketle “kötü niyet iddiasının def’i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (re’sen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir.
Öte yandan; Ana ve baba veya velayet bunlardan yalnızca birinde ise, velayet hakkına sahip olan ebeveyn, velayet hakkı kapsamında kural olarak çocuk malları üzerinde hakimden izin almaksızın tasarrufta bulunabilirler. Eş deyişle, velayet hakkına sahip olanın, bu hak çerçevesinde çocuğun yasal temsilcisi sıfatıyla çocuk malları üzerinde tasarrufta bulunabilmesi için kural olarak hakimin iznine ihtiyacı yoktur (4721 sayılı TMK. m. 342/3). Ancak, çocuğun bakımı, yetiştirilmesi ve eğitimi için zorunluluk varsa,hakim ana ve babaya, ilerde sorumluluk davasıyla karşılaşmamaları için belirlediği miktarlarda çocuğun mallarına başvurma yetkisi tanıyabilir (4721 sayılı TMK. m. 356/2). Dolayısıyla Türk Medeni Kanununun 462. maddesindeki vesayet kurumundan farklı olarak; velayeti üstlenen kişileri (veli) velayet altındaki küçüğün mallarını satarken hakim iznine tabi tutmamıştır.
Somut olaya gelince;davacı anne (….) akit tarihi itibariyle küçükler … ve …..’ın velisi ve yasal tek temsilcisidir. Bu itibarla, davacı …’nin (velinin) 4721 sayılı TMK. nun 342/3. maddesinde tanınan izin almaksızın tasarruf yetkisi bulunduğu gözetildiğinde küçükler … ve …..’ın payının satışı geçerli olduğu gibi temliki işlemin tarafların anlaşmalarına uygun biçimde gerçekleştirildiği açıktır.
Hâl böyle olunca; … ve …..’ın asıl ve birleştirilen 2008/16 E. sayılı davasının reddine karar verilmesi, birleştirilen 2008/16 E. sayılı davada kısıtlı …’ın payına ilişkin olarak yukarıda açıklanan ilkeler gözetilmek suretiyle davalı kayıt maliki Abdullah’ın iyiniyetli olup olmadığının araştırılması, bu konuda taraf delillerinin toplanması ve varılacak sonuca göre bir hüküm kurulması gerekirken noksan soruşturma ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmadığı gibi birleştirilen 2007/277 E. sayılı davada dava (15.10.2007) tarihinde davalı … ve ….’in kayıt maliki olmadıkları (tapu iptal davalarının kayıt malikine yöneltilmesinin zorunlu bulunduğu) gözetilerek davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi ve davada kendisini vekil aracılığı ile temsil ettiren davalı … yararına vekâlet ücreti takdir edilmesi ve birleştirilen davalar göz ardı edilerek tek bir dava varmış gibi işin esası hakkında hüküm kurulması isabetsizdir.