Kıyı kenar çizgisi Valiliklerce oluşturulan komisyonca tesbit edilir. Böyle bir belirleme yapılmamışsa, istem halinde anılan komisyonca bunun yerine getirilmesi zorunludur.
Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 12.11.1986 gününde verilen dilekce ile kıyı kenar çizgisine vaki elamanın önlenmesi ve kal’ istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda, davanın reddine dair verilen 15.11.1989 günlü hükmün Yargıtay’ca incelenmesi davacı Hazine vekili tarafından istenilmekle; süresinde oldugu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek, gereği düşünüldü: 3621 sayılı Kıyı Kanununun 9. maddesi gereğince, kıyı kenar çizgisinin Valiliklerce kamu görevlilerinden oluşturulacak enaz beş kişilik komisyonca tesbiti öngörülmüştür. Bu durumda, sözü edilen komisyonca yapılmış bir tesbit olup olmadığı Valilikten sorulmalı, varsa haritası ve belgeleri getirilerek yerine uygulanmalı ve sonucuna göre bir karar verilmelidir. Böyle bir belirleme yapılmamışsa aynı Kanunun 5. maddesinin son fıkrası gereğince talep vukuunda sözü edilen komisyonca yerine getirilmesi zorunluluğu bulunduğundan davacı Hazineye, Valiliğe başvurmak üzere önel verilmeli ve yapılacak tesbit sonucu da beklenerek uyuşmazlık açıklanan esaslara göre çözümlenmelidir. Mahkemece seçilen bilirkişi aracılığı ile yapılan incelemeye göre karar verilmesi özel yasa hükmüne uygun düşmemiştir.
Sonuç: Temyiz itirazlarının yukarıda gösterilen nedenlerle kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), 11.7.1991 gününde bozmada oybirliği ve sebebinde oyçokluğu ile karar verildi.
Davacı Hazine vekili, taşınmazın Medeni Yasanın 641. maddesine göre Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğunu, ayrıca kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını ileri sürerek, bu tür taşınmazların, herhangi bir şekilde kazanılamayacağını özel mülk olamayacağını belirterek davalı tarafın vaki el atmasının önlenmesini, tapunun iptalini ve binanın yıktırılmasını istemiş; yerel mahkeme davayı reddetmiştir.
Öncelikle taşınmazın tapusu olmadığı gibi, davalı tarafın hiçbir dayanağı bulunmadığı anlaşılmıştır. Temyiz incelemesi sırasında Dairemizde çoğunluk, kararın kıyı kenar çizgisinin 3621 sayılı Yasa gereği saptanması için taraflara önel verilmesi gerektiği düşüncesiyle kararın bu sebeple bozulması görüşünü benimsemiştir. Kararın bozulması gerektiği düşüncesine katılmakla beraber, bozmanın bu sebep dışında başka hususları da içermesi ve geniş kapsamlı olması gerektiği kanısı ile, değinilen tek sebebe yönelik bozma düşüncesine katılmak olanaksızdır.
Şöyle ki, davacı Hazine vekili bu taşınmazın hem kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını, hem de Medeni Yasanın 641. maddesi çerçevesinde Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğunu, özel mülk olamayacağını ileri sürerek el atmanın önlenmesi ve yıkım istemiştir. O halde, öncelikle davayı yalnız kıyı kenar çizgisi ile sınırlı saymak olanaksızdır. Bir taşınmazı kıyı kenar çizgisinin dışında kalsa bile, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olması mümkündür ve bu sebeple özel mülk olarak kazanılamaz.
Olayımızda, taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalıp kalmadığı yetersiz bir şekilde araştırılmış, tek jeolog bilirkişi kendi görüş ve değerlendirmesini esas alarak bu taşınmazın kıyı kenar çizgisi dışında kaldığını bildirmiş ve mahkeme bu raporu esas alıp hüküm kurmuştur.
Oysa bu rapor, 3621 sayılı Yasanın 9. maddesinde tanımı yapılan kurul raporu olmadığı gibi, Yüksek Yargıtay’ın 13.3.1972 tarih ve 1972/7 E: , 1972/4 K: sayılı İnançları Birleştirme Kararına da uymamaktadır. Şimdi, çoğunluk düşüncesine göre olayda 3621 sayılı Yasanın 9. maddesine göre kurul oluşturulması ve bu kurulun inceleme yapması sağlanmak üzere taraflara önel verilmesi yeterli sayılmıştır. Ne varki, yasada, kıyı kenar çizgisini saptayacak kurulun oluşturulması yolunda tarafları zorlayan ve mahkemenin de bu yolu izlemesini gerektiren amir bir hüküm mevcut değildir. 3621 sayılı Yasanın 9. maddesi bu kurulun oluşum şeklini göstermiş ve aynı Yasanın 5. maddesinin son fıkrasında (tesbitin yapılmadığı bölgelerde talep vukuunda 3 ay içinde kıyı kenar çizgisinin tesbiti zorunludur) denilmiştir.
Kimin, hangi halde talep hakkına sahip olduğu yasada yazılı değildir. Kaldı ki, bu konu her ihtiyaç duyanın isteği halinde derhal çözümlenecek kadar basit değildir. Zira, kıyılar gibi en önemli kamu malı niteliğine sahip taşınmazların, Valilik tarafından oluşturulacak bir idari kurula bırakılması esasen kamu mallarının yönetimi ve özelliği ile ilgili Anayasanın 35 ve 43. maddelerine aykırı olduğu gibi yukarıda da değindiğim şekilde kimin bu tesbiti hangi hallerde istemek hakkına sahip olduğu da belirlenmemiştir. Kaldı ki, Kıyı Yasasının Anayasaya aykırılığı ileri sürülerek Anayasa Mahkemesi’nde açılmış ve halen inceleme konusu bir dava mevcuttur. Bu sebeple Anayasa Mahkemesi’nin bu yolda vereceği kararın beklenmesi gerekir. Aksi halde iptal kararı verildiği takdirde bu yasaya göre verilen kararlarla bu yasanın ötesinde Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı doğrultusunda konuya verilecek yeni yöntem farklı olacak ve ikili bir uygulama ile Adalet rencide olacaktır.
Bu sakıncanın giderilmesi için Anayasa Mahkemesi’nin kararı beklenmelidir. Şayet bu karar beklenmeyecek ise bu durumda, yukarıda değindiğim nedenlerle bu kurulu oluşturmak ve işlem yaptırmak zorunluluğu bulunmadığı için ancak yasadan sonra uygulanması gereken 13.3.1972 tarih ve 1972/7-4 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı doğrultusunda araştırma yapılmalıdır. Sözü geçen Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının asıl özü şudur: “Kıyılar herkesin yararlandığı kamu malıdır, özel mülk olamaz ve kıyı kenar çizgisinin tesbitinde esas dalgaların en taşkın zamanında karada ulaştığı kara sınırının belirlenmesidir.” O halde, olayımızda öncelikle Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’ndan bu bölgede kıyı kenar çizgisinin 3621 sayılı Yasanın 9. maddesi uyarınca tesbit edilip edilmediği sorulmalı, bu tesbit yapılmış ise ilgili harita, kroki ve kararlar alınıp yerine uygulanmalıdır.
Eğer bu tesbit yasasının gerektirdiği biçimde yapılmamış ise, yukarıda anılan Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı esas alınarak jeolog ve ziraat yüksek mühendislerinden oluşacak bilirkişi kurulu ile keşif yapılarak kıyı kenar çizgisi bu kurala uygun şekilde tesbit edilmelidir.
Yasanın tanımladığı kurulun oluşturulması ve bu kurulun tesbit yapması yolunda taraflara önel verilmesini zorunlu kılan bir yasal dayanak mevcut değildir.
Kaldı ki, bu taşınmazın bir an için kıyı kenar çizgisi dışında kaldığı varsayılsa dahi Hazine MY.nın 641. maddesine göre bu yerin Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğunu ileri sürdüğüne göre bu yolda da araştırma yapılması gerekir. Şöyle ki, Ayvacık’ta tapulama ve kadastro işlemlerinin daha önce yapılmış olması doğaldır. O halde Tapu Sicil Müdürlüğü ile Kadastro Müdürlüğünden, taşınmazın bulunduğu kesimde ve bölgede tapulama-kadastro tesbitlerinin yapılıp yapılmadığı sorulup, yapılmış ise ilgili pafta ve haritalar alınıp yerine uygulanarak çekişmeli taşınmazın tesbit ve tahditte ne olarak saptandığı tesbit dışı bırakılıp bırakılmadığı toprak sayısı, çevresi ve niteliği belirlenmelidir.
Bu taşınmaz tapulama veya kadastro sırasında tesbit dışı bırakılmış, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden ise yine kazanılamaz ve özel mülk olamaz. Bu sebeple olayı yalnız kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine bağlı kılmak yeterli ve adil değildir. araştırmanın geniş kapsamlı olarak yapılması zorunludur. Davalı tarafın hiçbir dayanağı mevcut değildir. Taşınmaz kıyı kenar çizgisi dışında kalabilir, ama yine Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olabilir, bu durumda özel mülk olarak yine kazanılamaz.
Açıkladığım duruma göre taşınmazın gerçek niteliğinin saptanabilmesi için değindiğim belgeler ve varsa komşu parsel tutanak ve dayanakları da alınarak detaylı keşif yapılmalı işaret ettiğim yönler araştırılmalıdır.
Bu yönler gözetilmeden davanın reddi doğru olmadığı gibi, yalnız 3621 sayılı Yasanın 9. maddesine göre kıyı kenar çizgisini belirleme ve bu maddeye göre belirtme yapacak kurulun oluşturulmasını sağlamak üzere taraflara önel verilmesini amaçlayan bozma kararı da olaya somut ve kalıcı çözüm getiremez.
S o n u ç : Yukarıda açıkladığım nedenlerle: a) 3621 sayılı Kıyı Yasasının iptali yolunda Anayasa Mahkemesi’nde görülen davanın sonucu beklenmelidir.
b) Bu yol benimsenmediği takdirde kararın tek sebeple bozulması yeterli değildir. Zira, Kıyı Yasasında mahkemeyi ve tarafları, kıyı kenar çizgisinin saptanması için kurul oluşturmaya zorlayan bir hüküm olmadığı gibi olayı bu yolda çözüme götürecek başka yasal bir dayanak da mevcut değildir. O halde yukarıda değinilen 1972 tarihli İnançları Birleştirme Kararına göre araştırma yapılmalıdır.
c) Olayda bu taşınmazın kıyı kenar çizgisinin içinde veya dışında kalıp kalmadığının tesbiti yeterli değildir. Zira, dışında da kalsa Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden ve özel mülk olarak kazanılamayacak nitelikte olması mümkündür. Dolayısı ile bu yolda da araştırma ne inceleme yapılması zorunludur.
Yerel mahkeme kararının bu gerekçe ve bu sebeplerle geniş kapsamlı olarak b o z u l m a s ı gerektiği inancı ile tek sebebe dayalı bozma gerekçesine katılmıyorum, tek nedenli, eksik bozma gerekçesini içeren çoğunluk düşüncesine karşıyım.
Ferruh ATBAŞOĞLU Üye