1. Anasayfa
  2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 2005/20-327 K: 2005/377 T:8.6.2005


Kadastro tespitinin kesinleştiği tarih aynı zamanda tescil tarihi olmakla; bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz.

Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; G. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 15.4.2004 gün ve 2002/586-20041188 sayılı kararın incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 9.12.2004 gün ve 2004/7515-12820 sayılı ilamı ile,

(… Davacı, A. Köyü 104 ada, 225 parselin kadastro sırasında orman olarak tespit ve tescil edildiğini, ancak taşınmazın 25 dönümlük bölümünün kendi zilyetliğinde bulunduğunu ve bu bölümün tapusunun iptali ile kendi adına tescilini istemiştir. Mahkemece davanın kabulü ile 16.9.2003 tarihli bilirkişi raporunda 586/A ile gösterilen 8334.215 m2 taşınmazın davacı adına tapuya tesciline karar verilmiş, hüküm davalı Hazine tarafından temyiz edilmiştir.

Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde tespit tarihinden önce orman kadastrosu yapılmamıştır.

Mahkemece hükme esas alınan orman bilirkişi raporunda eski tarihli resmi belgelerin uygulanması sonucu çekişmeli taşınmazı “beyaz renkli orman içi boşluk” niteliğinde orman sayılmayan yerlerden olduğunun açıklanması nedeniyle ve zilyetlik koşullarının davacı yararına oluştuğu gerekçe gösterilerek davanın kabulü yönünde hüküm kurulmuştur.

Çekişmeli taşınmaz, 1992 yılında yapılan arazi kadastrosu sırasında 563 hektar 3250 m2 yüzölçümüyle ve orman niteliği ile Hazine adına tespit edilmiş, tespite itiraz edilmemesi neticesinde taşınmazın orman niteliği kesinleşmiştir. 28.5.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3373 sayılı Yasa ile değişik 6831 sayılı Yasa’nın 11. maddesi, tapu maliklerine 10 yıllık süre içinde genel mahkemelerde orman tahdidine itiraz imkanı tanımış ise de somut olayda davacının tapu kaydına değil, değişir sınırlı 4000 m2 yüzölçümlü vergi kaydına dayanması nedeniyle davanın dinlenme olanağı bulunmamaktadır.

Mahkemece bu olgu göz önünde bulundurulmadığı gibi çekişmeli taşınmazın dört tarafının kesinleşen 225 no’lu orman parseli olması nedeniyle 6831 sayılı Yasa’nın 17/2. maddesi gereğince çekişmeli taşınmazın orman içi açıklık olduğu ve zilyetlikle kazanılacak yerlerden olmadığı da dikkate alınmamıştır.

Bu nedenlerle davanın tümü ile reddi gerekirken, dosya kapsamına uygun olmayan gerekçelerle (A) ile gösterilen 8334.215 m2 taşınmaz bölümünün davacı adına tesciline karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır…)

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kadastro sırasında 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4/3. maddesi hükmüne göre, kadastro ekiplerince orman niteliği ile tespit tutanağı düzenlenip kesinleşmesi sonucu Hazine adına orman niteliğiyle tapu kaydı oluşturulan parselin, vergi kaydı ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık süre içinde açılan orman kadastrosunun ve dolayısıyla tapu kaydının iptaline ilişkindir.

Davacının isteminin özeti: Davacı Ali, 2.7.2002 havale tarihli dilekçesinde, A. Köyü 5.633.250 m2 yüzölçümündeki 104 ada 225 parsel sayılı taşınmazın yaklaşık 25 dönümlük bölümünün 100 yılı aşkın bir süredir önce dedesi, sonrasında babası ve fiili paylaşım sonucu da kendisi tarafından çekişmesiz, aralıksız kullanıldığı halde kadastro sırasında Hazine adına orman niteliğiyle tespit ve tescil edildiğini ileri sürerek Hazine adına olan tapunun iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

B- Davalıların cevabının özeti: Davalı Hazine vekili, dava konusu taşınmazın kadastro tespiti sırasında orman niteliğiyle Hazine adına tespit edilip kesinleştiğini, orman niteliği ile tahdit ve tespit edilip kadastro işlemleri kesinleşen taşınmazlarda zilyetlik iddiasının dinlenme olanağının bulunmadığını ileri sürerek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Katılan Orman Genel Müdürlüğü temsilcisi de davanın reddini istemiştir.

C- Yerel mahkeme kararının özeti: Yerel mahkemece “Dava konusu taşınmazın bilirkişi raporlarına göre orman vasfında olmadığı, davacının ve onlara satanların zilyetliğinin 40 yıldan fazla devam ettiği, bu nedenle dava konusu taşınmazın davacı adına tapuya tescili için gerekli tüm koşulların gerçekleştiği” gerekçesiyle davanın kabulüne, ekli krokide 586/ A harfiyle gösterilen 8.334,21 m2 yüzölçümlü bölümün, 225 parselin kayıt ve haritasından iptali ile davacı adına tesciline karar verilmiştir.

D- Temyiz evresi bozma ve direnme: Hüküm davalı Hazine vekilinin temyizi üzerine, özel dairece yukarıda açıklanan gerekçe ile bozulmuştur. Yerel mahkeme, aynı gerekçesini tekrar etmiş ve ek olarak “kadastro tespitinin 3402 sayılı Kadastro Kanunu hükümlerine göre yapıldığını, kadastro komisyonunun içinde ziraat ve orman bilirkişilerinin olmaması nedeniyle bu heyetin taşınmazın orman sayılan yerlerden olup olmadığını belirleyebilecek bilgi düzeyine sahip bulunamayacaklarını, bozma kararında belirtildiği gibi 6831 sayılı Orman Kanunu hükümlerinin burada uygulanamayacağını, komisyon çalışma usullerinin her iki yasada farklı olduğunu, uzman bilirkişilerce yapılan keşif sonucu, taşınmazın orman niteliğinde bulunmadığının anlaşıldığını, ayrıca tespit nedeninin tutanakta açıkça belirtilmediğini, taşınmazın öncesinde orman olmaması ve kesinleşmiş orman sınırları içerisinde bulunmaması nedeniyle 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süre içerisinde dava açılabileceğini, davanın görülebilmesi için tapu kaydına dayanılmasının gerekli olmadığını, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 17/2. maddesinde, Devlet ormanlarının yanma ya da işgal nedeniyle açıklıklarının tapuya tescil edilemeyeceğinin vurgulandığını, somut olayda ise, bu vasıfların hiçbirinin bulunmadığını” belirterek ilk kararında direnmiştir.

E- Gerekçe: a- Her ne kadar katılan Orman Genel Müdürlüğü temsilcisi direnme kararını temyiz etmiş ise de yerel mahkemenin verdiği ilk kararı temyiz etmemiş olduğundan direnme kararını temyiz etme hakkı bulunmamaktadır. Bu nedenle temyiz isteminin reddedilmesi gerekir.

b- Özel daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlık; yörede 3402 sayılı Kadastro Kanunu hükümlerine göre yapılan kadastro sırasında, aynı yasanın 4/3. maddesi hükmüne göre, arazi kadastro ekiplerince orman niteliğiyle tespiti yapılıp kesinleşerek, bu niteliği ile Hazine adına tapuya tescil edilen taşınmazlar hakkındaki işlemin orman kadastrosu işlemi olup olmadığı, bu tür taşınmazlar hakkında kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayalı olarak açılacak iptal ve tescil davalarında 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesindeki 10 yıllık hak düşürücü sürenin mi, yoksa 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 11/1. maddesi ile sadece tapulu taşınmazlar yönünden getirilen 10 yıllık hak düşürücü sürenin mi uygulanacağına ilişkindir.

10.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4/3 maddesinde, “… iki ay içinde orman kadastro komisyonlarınca orman sınırlarının belirlenmemesi halinde kadastro çalışma alanı sınırları kadastro ekiplerince belirlenir ve çalışmalar bu kanun hükümlerine göre yürütülür. Kadastro ekiplerince bu şekilde tespit ve ilan edilen yerlerde orman kadastro işlemleri de ikmal edilmiş sayılır. Orman kadastrosu kesinleşmiş yerlerde bu sınırlara aynen uyulur.”, yine aynı yasanın 16 maddesinde “devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlar, bu yasada hüküm bulunmayan hallerde özel yasaları hükümlerine tabidir” hükümleri bulunmaktadır. Orman hukukuna ilişkin düzenlemeler özel yasa niteliğindeki 6831 sayılı Orman Kanununda yer almıştır. 3402 sayılı Kadastro Kanunu, 6831 Sayılı Kanunun hiçbir maddesini yürürlükten kaldırmamış, aksine ormanlar hakkında mevcut olan özel Orman Yasasının uygulanacağını öngörmüştür. Bu bakımdan, niteliği orman olan taşınmazlar hakkında hukuk ve ceza konularında çıkacak uyuşmazlıkların tümünün özel Orman Yasasında yazılı hükümlere göre çözümlenmesi gerekir. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4/3. maddesi gerçekten uzman kuruluş olan orman kadastro komisyonlarının görevini, yani ormanları tespit etme işini, gerektiğinde genel arazi kadastro ekiplerine vermiştir. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun hazırlık evresindeki Hükümet ve Adalet Komisyonu tasarılarında 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4/3. ve maddesi bu şekilde olmadığı, T:B.M.M.’deki görüşmeler sırasında verilen önerge ile maddenin şimdiki halini aldığı görülmektedir. Önergede, bu değişikliğin bir zorunluluk sonucu getirildiği bildirilmiştir.

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun yürürlüğünden önce uygulanmış ve uygulanmakta olan 2613, 5602 ve 766 sayılı Yasaların hükümleri gereğince, arazi kadastro ekipleri orman niteliğindeki yerler hakkında hiçbir işlem yapmadan, yani tespit tutanağı düzenlemeden ve kadastro paftasında, o yere parsel numarası vermeden çalışma alanı dışında, tespit ve tescil harici bırakmaktaydı. O yerde arazi kadastrosunun yapılıp kesinleşmesinden yıllar sonra o bölgede orman kadastrosu yapıldığından tespit ve tescil harici bırakılan ormanların mülkiyeti belli olmadığından ormanlar üzerindeki tahribat ve işgal devam ediyor, ya da arazi kadastro ekiplerinin yıllar önce özel mülk sayıp tapusunu kesinleştirdiği yerler orman sınırı içine alındığından, bu durum birçok hukuk ve ceza davalarına konu oluyordu. İşte 3402 sayılı Kadastro Kanunu; 1. maddesinde tanımlanan yasanın amacına uygun olarak, bir yerde kadastro işlemleri başlayınca, orman niteliğindeki (madde 4/3) özel mülke konu araziler (md. 13, 14) ile kamu malları (md. 16) ve şimdi tarım alanı olmayan; ancak, ileride tarım alanına dönüştürülmesi veya ekonomik yarar sağlaması mümkün olan yerlerin (md.18/I.) tespit ve tescil edilmesi hükümlerini getirerek o yerin, kadastro paftasında boşluk bırakmadan tüm arazinin nitelik ve mülkiyetini belirleme yolunu benimsemiş, kamu mallarının tahribini, imar-ihya ve zilyetlik yoluyla kazanılmasını önlemiş, böylece yurt genelinde yıllardan beri sürmekte olan arazi çekişmelerine son vermek suretiyle sosyal ve toplumsal barışın sağlanmasını amaçlamıştır.

3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4/3. maddesi hükmüne göre, bir çalışma alanında orman belirleme işi; ister orman kadastro ekiplerince, isterse arazi kadastro ekiplerince belirlensin, kadastro ekiplerince bu şekilde tespit ve ilan edilen yerlerde orman kadastro işlemleri de ikmal edilmiş saymıştır.

İkmal etme, tamamlama değildir. İkmal edilen ya da yapılan işlemin ilan edilmesi ve ilan süresinde dava açılmayarak kesinleşmesi veya ilan süresi içinde dava açılması halinde dava sonunda verilecek kararın kesinleşmesi ile orman kadastrosu kesinleşecektir. Yasa’nın 4/3. maddesi hükmüne göre yapılan tespit işlemi aslında bir orman kadastro işlemidir. Yasa maddesindeki “orman kadastro işlemleri de ikmal edilmiş sayılır” tümcesi yapılan işlemin isminin orman kadastro işlemi olduğunu, hiçbir yoruma gerek olmadan açık şekilde bildirmektedir.

Yapılan ve kesinleşen işlem orman kadastrosu olduğuna göre, temyize konu dava, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 1213. maddesi hükmüne göre açılan, tapu iptali davası değil, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 11/I. maddesi hükmüne göre açılan, orman kadastrosunun iptalidir.

Orman niteliğinde olan bir yerin kadastro işlemi kesinleşmekle o taşınmaz kamu malı orman niteliği kazanır. Yukarıda açıklandığı gibi, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 16/D maddesinde ormanlar hakkında özel yasanın uygulanacağı yazılıdır. Kesinleşen orman kadastrosunun nasıl iptal edileceği 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nda değil, 6831 sayılı Orman Yasasının 11/I. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddede ise, kesinleşen orman kadastrosunun ipta1inin ancak, tapulu taşınmazlar yönünden, tapu sahiplerinin 10 yıllık hak düşürücü süre içinde istenebileceği öngörülmüştür. Vergi kaydına, zilyetliğe dayanılarak kesinleşen orman kadastrosunun iptali dava edilemez.

Yasaların yorumlanmasında yalnızca o madde değil, o maddeyi ilgilendiren diğer yasalardaki tüm hükümlerin birlikte değerlendirilerek sonuca ulaşılması gerekir.

3402 sayılı Kadastro Kanunun 12/3. ve 6831 sayılı Orman Kanunun 11/I. maddesinde belirtilen hak düşürücü süreler kamu düzeni ile ilgilidir. Hak düşürücü süre davanın görülebilirlik koşuludur. Bir davada hak düşürücü sürenin bulunup bulunmadığı davaya bakan hakim tarafından, tarafların istemi olmadan doğrudan göz önünde bulundurulması zorunludur.

Hak düşürücü süre geçmişse davanın esası incelenemez. Davacı, davasında haklı bile olsa hak düşürücü süre davanın özünü ortadan kaldırmış olduğundan o davanın esasına girilemez ve dava dinlenemez. Kadastro yasaları tasfiye amacını gütmektedir.

Yasa koyucu, kamu düzenini hak arama hürriyetinden daha önemli görmüş ve hak düşürücü süreye üstünlük tanımıştır.

Somut olayda; 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4/3. maddesi hükmüne göre yapılan orman kadastrosu 1992 yılında kesinleşmiş, dava konusu parselin orman niteliği ile Hazine adına tapu kaydı oluşmuş ve taşınmaz kamu malı olmuştur. Temyize konu dava 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde anılan 10 yıllık süre içinde vergi kaydı ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak açılmıştır. Ne var ki; kesinleşen orman kadastrosunun iptali 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 16/0 ve 6831 sayılı Orman Kanunun 11/1. maddesi gereğince ancak tapuya dayanılarak 10 yıllık hak düşürücü süre içinde istenebilir. Davacı tapuya dayanmadığından hak düşürücü süre nedeniyle kesinleşen orman kadastrosunun iptalini isteyemez.

O halde; dava konusu taşınmazın 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 17. maddesinde tanımlanan orman içi açıklığı olup olmadığı, zilyetlik koşullarının davacı yararına oluşup oluşmadığı konularıyla ilgili direnme kararı bozma nedenine göre inceleme konusu yapılmaksızın Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle, direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: 1- Katılan Orman Genel Müdürlüğü vekilinin temyiz itirazının (a) bendinde açıklanan nedenle reddine, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine,

2- Davalı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının (b) bendinde ve özel daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı HUMK’nun 429. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 8.6.2005 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

Karşı Oy: Dava konusu taşınmaz bölümünü kapsayan 563 hektar 3250 m2 yüzölçüme sahip 104 ada 225 parsele ait kadastro tutanağında özel mülkiyete konusu teşkil etmeyen Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan orman niteliğinde bulunan yerlerden olduğunun muhtar ve bilirkişiler tarafından bildirilmesi üzerine 8.8.1992 tarihinde orman niteliğiyle Hazine adına tespit edilmiş, 29.9.1992 tarihinde tapuya tescil edilmiştir.

Davacı, miras yoluyla intikal eden 100 seneyi aşkın kazanmayı sağlayan zilyetlik nedeniyle tapu kaydının iptaliyle adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, davanın kabulüne ilişkin hüküm Hazine vekilinin temyizi üzerine Yüksek Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nce uyuşmazlığın orman sınırlamasına itiraz niteliğinde bulunduğu, davanın 6831 sayılı Kanunun 11. maddesinde belirtilen süre içerisinde açılmaması nedeniyle dinleme olanağının bulunmadığı, ayrıca davacının zilyetliğinde bulunan uyuşmazlık konusu taşınmaz bölümünün dört tarafının ormanla çevrili olması nedeniyle 6831 sayılı Kanunun 1712. maddesi hükmü uyarınca zilyetlikle kazanılacak yerlerden bulunmadığı vurgulanmak suretiyle davanın reddine karar verilmesi gereğine işaret edilmiştir.

Az yukarıda açıklandığı üzere; 104 ada 225 parsel arazi kadastro ekibince orman niteliğiyle Hazine adına tespit edilmiştir. Bozma ilamında ve Hukuk Genel Kurulu’nda yapılan görüşmeler sırasında 225 parselin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4. maddesi uyarınca arazi kadastro ekibince sınırlamasının yapıldığı açıklanmış ise de, dosya içeriğine göre dava konusu parsel anılan kanunun 6 ve devamı maddeleri hükümleri uyarınca tespit edilmiştir. Dosya içeriğine göre, dava konusu yeri kapsayan 225 parsel Kadastro Kanunu’nun 4. maddesine göre orman sınırlaması yapılan bir yer değildir. Dava dilekçesindeki açıklamalara göre davacı tespitten önceki sebebe dayanarak iptal ve tescil istemiş bulunduğuna, tutanağın kesinleştiği tarihten itibaren davanın 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde belirtilen süre içerisinde açıldığına göre uyuşmazlığa el konularak çözüme kavuşturulması gerekir.

Dava konusu parselin 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4. maddesi hükmü uyarınca orman olarak sınırlamasının yapıldığı sorununa gelince; orman sınırlama işlemlerine karşı yapılacak itiraz ve açılacak davalar hak düşürücü süreye bağlanmıştır. O halde sınırlamaya karşı açılacak davalar 3402 sayılı Kanununla yazlı süre içinde mi açılacak, yoksa 6831 sayılı Orman Kanunu’nun getirdiği süreler mi uygulanacaktır. Somut olayda; davacı tapu kaydına dayanmadığına göre yüksek dairenin bozma kararında da açıklandığı üzere 3373 sayılı Kanunla değişik 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 11. maddesinde yazılı 10 yıllık süreden yararlanması mümkün değildir. Hemen belirtelim ki orman kadastrosu söz konusu olması halinde, özel-genel hüküm düzenlemesi göz önüne alınarak, özel hüküm niteliğinde bulunan 6831 sayılı Orman Kanunu’nun öngördüğü itiraz sürelerinin uygulanması düşünülür ise de, 3402 sayılı Kanun ile 6831 sayılı Orman Kanunu’nun öngördüğü sürelerin farklı olması, hak kayıplarının önüne geçirilmesi bakımından, olaya 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun kesinleşmesinden sonra dava açmaya imkan tanıyan 12/3. maddesinin uygulanması gerekir.

Başka bir anlatımla bu tür durumlarda hak arama yolunun açık tutulması ve lehe olan sürelerin uygulanması gerekmektedir. Tutanağın kesinleştiği tarihten itibaren 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde belirtilen 10 yıllık hak düşürücü süre içinde dava açıldığına göre iddia ve savunma çerçevesinde taraf delillerinin toplanarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken özel daire bozma kararındaki gerekçe benimsenmek suretiyle Orman Kanunu’nda yazılı sürenin geçmiş olması nedeniyle davanın dinlenme olanağının bulunmadığı yolunda oluşan Yüce Genel Kurul’un değerli çoğunluğunun görüşüne katılmak mümkün olmamıştır.

Karşı Oy: Dava zilyetliğe dayalı tapu iptal tescil davasıdır.

Davacı, 2.7.2002 tarihli dava dilekçesinde A. Köyü 104 ada 225 parsel numaralı taşınmazın yüz yılı aşkın bir süreden beri önce dedesi, sonrasında babası ve mirasçıları arasında yapılan rızai taksim sonucunda kendisi tarafından nizasız, fasılasız kullanıldığını, ancak arazi kadastrosu sırasında Hazine adına orman olduğundan bahisle tespit edildiğini, süresinde itiraz edilmemesi nedeni ile bilahare Hazine adına orman niteliği ile tescil edildiğini, oluşan tapunun iptali ile adına tescilini istemiştir.

Davalı Hazine, dava konusu taşınmazın orman vasfı ile adına tescil edildiğini, taşınmazın orman niteliğinde bulunduğunu davanın reddini savunmuştur.

Davaya katılan orman genel müdürlüğü davanın reddini savunmuştur.

Dava konusu 104 ada 225 parsel numaralı taşınmaz 08.08.1992 tarihinde orman niteliği ile Hazine adına tespit edilmiş, askı süresi içerisinde İtiraz edilmemesi nedeni ile 29.9.1992 tarihinde kesinleşerek orman niteliği ile Hazine adına tescil edilmiştir. Yani dava konusu taşınmaz hakkında tapulama tespit tutanağı tanzim edilmiştir.

Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde daha önce orman kadastrosu yapılmamıştır.

Yerel mahkeme gerekli araştırmaları ve incelemeleri yaparak davanın kabulüne karar vermiştir. Yüksek Yargıtay 20. Hukuk Dairesi dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde 1992 yılında yapılan arazi kadastrosunda tespite itiraz edilmemesi neticesinde taşınmazın orman niteliğinin kesinleştiğini, 25.5.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3373 sayılı Yasa ile değişik 683 i sayılı Yasa’nın 11. maddesinin sadece tapu maliklerine 10 yıllık süre içinde genel mahkemelerde orman tahdidine itiraz imkanı tanıdığını, somut olayda davacının tapuya dayanmadığını, değişir sınırlı vergi kaydına dayandığını, davacının davasını süresinde açmaması nedeni ile davanın dinlenme olanağının bulunmadığından bahisle kararı bozmuştur.

Yüksek Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin bozma kararı kendi içinde çelişkilidir. Anılan bozma ilamında, yapılan kadastronun arazi kadastrosu olduğu kabul edilmektedir. Kadastronun hem arazi kadastrosu olduğunu kabul edeceksiniz, hem de yapılan işlemin orman kadastrosu olduğunu iddia ederek yerel mahkeme kararını bozacaksınız. Bu mütenakız anlayış karşısında vatandaşların yargıya olan güveninin azalacağı izahtan varestedir. Vatandaşa yasaca tanınan hak, maalesef yüksek yargı marifeti ile elinden alınmaktadır.

Dava konusu taşınmazın bulunduğu mahalde kadastro 3402 sayılı Yasa hükümleri çerçevesinde ve aynı yasanın 3. maddesinde belirtilen 2 kadastro teknisyeni, mahalle ya da köy muhtarı ve 3 kişilik tespit bilirkişilerinden oluşan ekip tarafından yapılmıştır. Görüleceği gibi arazi kadastrosunu yapan ekibin içinde uzman orman bilirkişisi ya da uzman zirai bilirkişi bulunmamaktadır. Bu nedenle taşınmazın niteliğinin orman olma ihtimali şüphelidir. Zira bir taşınmazın orman niteliğinde olup olmadığını belirleyecek uzman bilirkişiler ormanla ilgili ihtisas yapmış ormancı bilirkişileridir. Dava konusu taşınmazın orman sınırlarına bitişik bir bölgede bulunması nedeni ile orman niteliği ile Hazine adına tespit ve bilahare süresinde itiraz edilmediği için Hazine adına orman vasfı ile tescil edilmesi, o taşınmazın orman olduğunu göstermez.

Tespitin kesinleştiği tarih aynı zamanda tescil tarihidir. 3402 sayılı Yasa’nın 12/3. maddesi “bu tutanaklarda belirtilen haklara, sınırlandırma ve tespitlere ait tutanakların kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz” demektedir.

Dava konusu taşınmazın bulunduğu mahalde 3402 sayılı Yasa ile öngörülen kadastro tespiti yapıldığı kesindir. Davacı dava dilekçesini 2.7.2002 tarihinde mahkemeye vermiş olup, anılan yasada öngörülen 10 yıllık hak düşürücü süre içinde ve 10 yıllık sürenin dolmasına henüz 2 ay 2 gün kala vermiştir. Davacı dava açma hakkını süresinde kullanmış olup Yüksek Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin 3402 sayılı Yasa hükümlerine göre yapılan ve kadastro tespiti sonucu oluşmuş olan tapunun, 6831 sayılı Orman Yasası’nın 11. maddesinde öngörülen sürelere tabi olacağından bahisle ve bu sürelerin geçirildiği gerekçesi ile yerel mahkeme kararını bozması, Türk Hukuk sistemini alt-üst edecek mahiyettedir. Vatandaşların hak arama özgürlüğünü kısıtlayıp bertaraf eden yüksek özel dairenin bozma kararı Anayasa’ya, yasaya, evrensel hukuk normlarına aykırı olup, yerel mahkemenin direnme kararı doğru ve yerindedir. Bu itibarla Yargıtay 20. Hukuk Dairesi’nin ve çoğunluğun bozma yönündeki kararına katılmıyorum, yerel mahkemenin direnme kararı doğru olduğundan dosyanın dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.