Davaya konu taşınmazların öncesi orman olup; bu niteliğini koruduğu sıradaki zilyetliğe değer verilemeyeceğinden; taşınmazın orman tahdit hattı dışında bırakıldığı tarihten dava tarihine kadar da zilyetlikle mülk edinme şartları gerçekleşmemekle; açılan tescil davasının reddine karar verilmesi gerekir.
Taraflar arasındaki “tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; A. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 2.10.2001 gün ve 1996/259 E: 2001/604 K: sayılı kararın incelenmesi davalılar Hazine, Orman Genel Müdürlüğü DSİ.Genel Müdürlüğü vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesi’nin 26.9.2002 gün ve 2002/6042-6592 sayılı ilamı ile; (…Davacı, dava dilekçesinde mevkii ve sınırları yazılı taşınmazın adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Hazine, Orman İdaresi ve DSİ vekilleri davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır. Mahkemece davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmesi üzerine; hükmün, kabule ilişkin bölümleri davalı Hazine Orman İdaresi ve DSİ vekilleri taraflarından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.
Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine ve takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına, 1957 yılında Devlet ormanı niteliğiyle tespit dışı bırakılan dava konusu taşınmaz bölümlerinin 1984 yılında yapılan 1988 yılında kesinleşen orman sınırlandırma harita ve tutanaklarına göre, orman sınırlandırma hattının dışında kalan, orman sayılmayan yerlerden bulunduğu ormancı bilirkişi, DSİ ye ait kanalların kamulaştırma alanı dışında kaldığı teknik bilirkişi tarafından gerekçeli olarak açıklandığına göre aşağıda belirtilen husus dışında davalı idare vekillerinin temyiz itirazları yerinde bulunmamaktadır.
Davalı Belediye vekili tarafından verilen 25.4.2000 günlü cevap layıhasında; tescil konusu taşınmaz bölümlerinin belediye teşkilatının kurulması tarihinden önce Türkler Köyü Tüzel Kişiliği tarafından köy orta malı olarak kullanılan bir yer olduğunu savunmuştur.Mahkemece ileri sürülen bu savunma üzerinde durulmamıştır. Gerçekten de bir yerin belgesizden tapuya tesciline karar verilebilmesi için diğer kazanma koşulları yanında niteliği itibariyle kazanılmaya elverişli yerlerden olması gerekir.Taşınmazın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilecek ve tescil edilecek yerlerden bulunup bulunmadığı kesin olarak belirlenmeden yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava kadastro çalışmaları sırasında tespit hariç bırakılan taşınmazın kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayalı olarak tescili istemine ilişkindir.
Davacı 30-35 yılı aşkın bir zamandır malik sıfatıyla zilyet olduğu dört adet taşınmazın, kadim ziraat arazisi olduğunu ileri sürerek adına tescilini talep etmiştir.
Davalılardan Hazine vekili, taşınmazların devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğunu, Belediye Başkanlığı vekili, taşınmazların bulundukları yerin önceden köy olup dava konusu taşınmazların köy tüzel kişiliğine ait, köylülerce kullanılan yerler olduğunu, Orman İdaresi vekili, taşınmazların öncesinin orman olduğunu,
DSİ, Genel Müdürlüğü vekili, taşınmazların üzerinden sulama kanaletleri geçtiğini, ileri sürerek davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen karar Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkeme kararında direnmiştir.
Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık davaya konu taşınmazların zilyetlikle iktisaba elverişli yerlerden olup olmadığı, zilyetlikle iktisaba elverişli ise zilyet yararına iktisap şartlarının oluşup oluşmadığı konusundadır.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu bölgede arazi kadastrosu 1957 yılında 5602 sayılı Kadastro Kanunu’nun yürürlüğü sırasında yapılmıştır. Kadastro sırasında taşınmazların tespit dışı bırakıldığı tartışmasızdır. Burada halledilmesi gereken sorun kadastro çalışmaları sırasında taşınmazın hangi vasıfla tespit dışı bırakıldığı hususudur.
3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun uygulanmaya başladığı tarihe kadar kadastrosu yapılacağı ilan edilen ve önceden sınırları belirlenen çalışma alanları içerisindeki ormanlar tespit dışı bırakılmışlardır. Bir diğer anlatımla arazi kadastrosu ekipleri ormanların kadastrosunu yapmamış, ancak bölgede daha önce orman kadastrosu yapılmış ve kesinleşmiş ise bu işleme ait kayıtların, birliğin tapu kütüğüne aktarılması ile yetinilmiştir. Bölgede orman tahdidinin yapılmadığı durumlarda ise; arazi kadastrosunun yapılacağı bölgedeki, ormanların sınırlandırılması Orman İdaresinden istenmiş, İdarenin orman sınırlarını belirlemesinden sonra arazi kadastro ekipleri bu sınırlamayı esas almak suretiyle kadastro çalışmalarını yürütmüşlerdir. Bu uygulama yukarıda da belirtildiği üzere 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihe kadar sürdürülmüş, 3402 sayılı Kanun’un yürürlüğünden sonra ise anılan kanun’un 4. maddesi gereğince işlem yapılmıştır. Her olaya olayın meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan yasa hükümlerinin uygulanması gerekir. Bu nedenle dava konusu somut olayın 5602 sayılı Kanun hükümleri gereğince irdelemesinin yapılıp uyuşmazlığın buna göre çözümlenmesi zorunludur.
1957 yılında yapılan genel arazi kadastrosu sırasında davaya konu taşınmazlarla, bu taşınmazların doğusunda bulunan arazi bölümlerinin tespit dışı bırakıldığı, çekişmeli taşınmazların batısındaki arazi bölümünün ise tarım arazisi niteliğiyle zilyetleri adına tespit ve tescil edildikleri anlaşılmaktadır. 1988 yılında yapılan orman kadastrosu sırasında davaya konu parsellerin de içerisinde yer aldığı şerit biçimindeki arazinin orman tahdit hattı dışında kaldığı yapılan uygulama ile belirlenmiştir. Arazinin konumu, davalı parsellerle orman arasında ayırıcı bir unsurun olmayışı ve arazi kadastrosunun yapıldığı yıllardaki kadastro ekiplerinin ormanlarla ilgili yukarıda anlatılan çalışma yöntemleri nazara alındığında davaya konu taşınmazların yer aldığı arazi bölümünün de orman olarak tespit dışı bırakıldığının kabulü zorunlu bulunmaktadır. Her ne kadar bilirkişi ve tanıklar taşınmazın öncesinin orman olmadığını, üzerinde imar-ihyayı gerektirecek nitelikte maki veya benzeri bitki örtüsünün bulunmadığını, taşınmazların davacıya irsen intikal edip 30-40 yıldır kullanıldığını ifade etmişler ise de; kadastro işlemi olan tespit dışı bırakma işlemine, zemine ve eylemli duruma uygun düşmeyen bilirkişi ve tanık sözlerine değer verilemez. Mevcut deliller karşısında taşınmazın öncesinin orman olmadığının bunu iddia eden tarafça maddi ve kesin delillerle kanıtlanması gerekir. Davacı taraf taşınmazın öncesinin orman olmadığını kesin delillerle kanıtlayamamıştır. 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 1. maddesi gereğince “Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaçcık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır.” lması halinde arazi kadastrosu sırasında mera niteliğiyle sınırlandırılması gerekirdi. Taşınmaz orman olarak tespit dışı bırakıldığına, dava tarihine kadar bu yönde bir uyuşmazlık da çıkmadığına göre mera ve köy orta malı yönünden ayrıca bir araştırma gereksizdir.
Bu itibarla davaya konu taşınmazların öncesi orman olup bu niteliğini koruduğu sıradaki zilyetliğe değer verilemez. Taşınmazın orman tahdit hattı dışında bırakıldığı tarihten dava tarihine kadar da zilyetlikle mülk edinme şartları gerçekleşmemiştir. Açıklanan nedenlerle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunduğundan direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK: nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, 12.5.2004 gününde ikinci görüşmede bozmada oybirliği sebebinde oyçokluğuyla ile karar verildi.
Karşı Oy: Dava kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayalı olarak TMK: nun 713/1., 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesi gereğince açılan tescil davasıdır.
Mahkemece, kazanma koşullarının davacı yararına gerçekleştiğini belirterek davanın kabulüne karar verilmesi üzerine, Hazine tarafından temyiz edilen hüküm dairece; “davalı Belediye vekili tarafından 25.04.2000 günlü cevap dilekçesinde; tescil konusu taşınmaz bölümlerinin Belediye teşkilatının kurulması tarihinden önce Türkler köyü tüzel kişiliği tarafından köy orta malı olarak kullanılan bir yer olduğunu savunmuştur. Mahkemece, ileri sürülen bu savunma üzerinde durulmamıştır. Gerçekten de bir yerin belgesizden tapuya tesciline karar verilmesi için, diğer kazanma koşulları yanında niteliği itibariyle kazanılmaya elverişli yerlerden olması gerekir. Taşınmazın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yolu ile edinilecek ve tescil edilecek yerlerden bulunup bulunmadığı kesin olarak belirlenmeden yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir” gerekçesiyle ve oyçokluğuyla hüküm bozulmuştur.
Yerel mahkeme direnme kararında; “Dava; tarafların iddia ve savunmaları üzerine yürütülecektir. Bir olayda aksini ispat eden taraf bu iddiasını ispat ile mükelleftir. Belediye taşınmazın orta malı olduğunu tanık ve belge ile ispat etmek zorundadır. Hakimin kendiliğinden re’sen taşınmazın köy orta malı olduğunu araştırarak delil toplaması usule uygun olmayacaktır” gerekçesine dayanmıştır.
Direnme kararı; Yüksek Hukuk Genel Kurulunun Sayın çoğunluğunca; “Taşınmazların doğu yönünde paftasında DEVLET ORMANI yazılı bulunması nedeniyle taşınmazların öncesinin de Devlet ormanı sayılan yerlerden olduğu, 1984 – 88 yılları arasında orman kadastro çalışmalarının yapılması nedeniyle kesinleşen orman sınırlandırma hattının dışında bırakıldığı, orman kadastro çalışmalarının 1988 yılında kesinleştiği, zilyetliğin bu tarihten itibaren başlaması gerektiği görüşü ile davanın reddine karar verilmesi için kesin bozma yapılmıştır.
Uyuşmazlık konusu taşınmaz 6.8.1956 yılında yapılan kadastro çalışmaları sırasında tespit harici bırakılan bir yerdir. Kadastro dışı bırakılma nedeninin Kadastro Müdürlüğünden sorulması üzerine, Kadastro Müdürlüğü 27.11.1996 tarihli yazısında “Dava konusu taşınmazlar kadastro çalışmaları sırasında Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu”gerekçesiyle tespit dışı bırakıldığı, ikinci yazısında ise, “Türkler Köyünde kadastro çalışmalarının 8.6.1956 tarihinde başlandığı, 06.07.1957 tarihinde bitirildiği, parsel numarası olmayan yerlerin hangi sebeple tespit dışı bırakıldığının bilinmediği” bildirilmiştir.
Yerel mahkeme ile daire arasındaki uyuşmazlık; taşınmazların “orta mal” sayılan yerlerden olup olmadığı, orta mallarla ilgili araştırma ve incelemenin mahkemece kendiliğinden yapılması gerekip gerekmediği, Yüksek Hukuk Genel Kurulu ile Daire arasındaki görüş ayrılığı ise, orman kadastro çalışmalarının kesinleştiği 1988 yılından önceki zilyetliğe değer verilip verilmeyeceği ve bu tarihten öncede taşınmazların orman sayılan yerlerden olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Dava konusu taşınmazlar 8.5.1956 tarihinde ve o tarihte yürürlükte bulunan 5602 sayılı Kanunun 8/son ve 14.maddeleri gereğince işleme tabi tutulmuş ve tapulama dışı bırakılmıştır. Kural olarak, arazi kadastro komisyonları, bir yerin orman sayılan yerlerden olup olmadığı veya toprağının orman toprağı sayılıp sayılamayacağı konularında yetkili bulunmamaktadırlar. 8.6.1956 tarihinde yürürlüğe giren 6831 sayılı Kanunun muvakkat 1. maddesi uyarınca; bir yerin orman sayılan yerlerden olup olmadığı konusunda tek yetkili makam olarak Tarım Orman ve Köy İşleri Bakanlığı kabul edilmişti. Bakanlık’tan orman olup olmadığı konusunda mütalaa alındıktan sonra mahkemelerce hüküm verilmekteydi. Ancak, 23.9.1983 gün ve 2896 sayılı Kanunun 61.maddesi ile 6831 sayılı Kanunun muvakkat 1.maddesinin kaldırılmasıyla aynı Kanunun 7.maddesi uyarınca oluşumu öngörülen orman kadastro komisyonlarına bir yerin orman olup olmadığı konusunda yetki verilmiştir. 1984-1988 yılları arasında orman kadastro çalışmaları ile 6831 sayılı Kanunun 2/B maddesine ilişkin uygulamanın birlikte yapılması ve bu çalışmaların 1988 yılında kesinleşmesi ile uyuşmazlık konusu taşınmazların kesinleşen orman sınırlama hattının dışında bırakıldığı saptanmıştır. Arazi Kadastro Komisyonları bir yerin orman olup olmadığını belirleme yetkisine sahip olmadıklarından, taşınmazların doğusunda paftasında yazılı bulunan Devlet ormanı ibaresi esas alınarak taşınmazların bulunduğu yerin orman sayılan yerlerden olduğunu kabul etmek doğru değildir. Sadece 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 4.maddesi ile getirilen istisna uyarınca bölgede kadastro çalışmaları başlanıldığında; Kadastro Müdürlüğü orman sınırını belirlemesi için Orman Genel Müdürlüğüne durumu bildirir. Anılan genel müdürlük kanunda öngörülen iki aylık süre içinde orman sınırını belirlemediği takdirde arazi kadastro komisyonlarınca çalışmalara başlanır, arazi sınırıyla orman sınırını bu komisyonlar belirler.
Aynı maddenin 3.fıkrası uyarınca, “Kadastro ekiplerince bu şekilde tespit ve ilan edilen yerlerde orman kadastro işlemleri de ikmal edilmiş sayılır” hükmü gereğince kesinleşen orman sınırlandırmasına uyma zorunluluğu doğar. Bu fıkranın son cümlesinde ise; “Orman kadastrosu kesinleşmiş yerlerde bu sınırlara aynen uyulur.” hükmüne yer verilmiştir. Şayet, bu yerler Devlet ormanı sayılan yerlerden olsaydı veya toprağı orman toprağı kabul edilseydi 1984-1988 yılları arasında yapılan orman kadastro çalışmaları sırasında önce bu yerlerin kesinleşen orman sınırları içine alınması ve daha sonrada 6831 sayılı Kanunun 2/B maddesi uyarınca da orman sınırları dışına çıkarılması gerekirdi. Orman sayılan yerler için uygulanan esas ilke bu olmaktadır. Bu yönüyle de olaya bakıldığında; söz konusu yerlerin Devlet ormanı sayılan yerlerden olduğunu kabul etmek olanaklı değildir. Öte yandan, orman kadastrosu yapılmış ve kesinleşen orman kadastrosuna ait harita ve belgeler olduğu takdirde öncelikle bir yerin orman sayılan yerlerden olup olmadığı bu harita ve belgelerin uygulanmasıyla belirlenir.
Orman kadastrosu yapılmamış, kesinleşen orman haritası ve belgeleri yok ise, o takdirde, bölgeye ait gizli memleket ve amenajman haritaları ile hava fotoğraflarından yararlanılarak uzman orman bilirkişileri vasıtasıyla bu konu saptanır. Somut olayda; kesinleşen orman harita ve belgelerine göre, taşınmazlar orman sınırlama hattının dışında bulunduğundan artık “MAH” denilen yöntemin burada uygulanması olanağı bulunmamaktadır. 3402 sayılı Kadastro Kanununun 22/son fıkrası uyarınca; “Taditleri yapılarak kesinleşmiş ve tescil edilmiş ormanlara ait kayıt ve belgeler tapu kütüğüne olduğu gibi aktarılır” denilmiştir. Şu halde; kesinleşen orman haritası var ise, MAH yöntemi uygulandığı takdirde hazırlanacak harita ve belgelerin tapuya aktarılmasına yasal olarak olanak bulunmamaktadır.
Kaldı ki; Bük mevkiinde bulunan taşınmaza komşu 179, 180 ve 181 no’lu parsellere uygulanan 1944 tarih 36 sıra no’lu vergi kaydı taşınmaz yönünü Ahmet, Arabi (Kekili) mevkiinde bulunan taşınmaza komşu 319, 320 ve 321 no’lu parsellere revizyon gören 2.12.1949 tarih 22 sıra no’lu tapu kaydı taşınmaz yönünü “Katipzadeler veresesini” okumakta olup, ormanı göstermemektedir. Bu açıdan da olaya bakıldığında, özel mülkiyete konu taşınmazlardan sonra şahıs arazisi, yani dava konusu yerler ve daha sonra Devlet ormanı gelmektedir.
Türkler Köyünde arazi kadastro çalışmalarına 6.3.1956 tarihinde başlanmış olup, 7.6.1957 tarihinde bitirilmiştir. 6831 sayılı Kanun ise 8.9.1956 tarihinde yürürlüğe girdiğine göre, kadastro çalışmalarına başlama ile orman kanunun yürürlüğe girdiği tarih gözetildiğinde, 9 aylık gibi kısa bir sürede Orman Bakanlığından anılan kanunun 1.maddesi uyarınca mütalaa alınması ve buna göre taşınmazların tespit dışı bırakılması zaman açısından mümkün olmadığı görülmektedir.
O halde; açıklanan bu hukuki ve somut olgular karşısında 1988 yılında kesinleşen orman sınırlandırma hattının dışında kalan taşınmazların öncesinden itibaren orman olmadığı, davacının zilyetliğinin 45 yılı aşkın bir süreden beri başladığı anlaşıldığına göre, bu yerler belediye vekilince iddia edildiği şekilde “Orta mal sayılan” yerlerden olmadığının da belirlenmesi halinde kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile bu gibi yerlerin edinilmesi mümkündür. Orta mallar, kamu emlaki niteliğinde olup, bunlarla ilgili her türlü araştırma ve inceleme mahkemelerce re’sen (kendiliğinden) yapılması zorunluluğu vardır. Bu husus kamu düzeniyle ilgili bulunduğundan mahkemenin gösterdiği gerekçeye bu bakımdan katılma olanağı yoktur. Biran için taşınmazların orman sayılan yerlerden olduğu kabul edilse dahi, Alanya yöresinde maki bitki örtüsünün bulunduğu göz önünde tutularak bu açıdan en azından araştırma ve incelemenin yapılması gerekir. Çünkü, anılan bölgede genelde 1952 yılında makilik alanlar ormandan tefrik edilmişlerdir. Yüksek Hukuk Genel Kurulu ve Yargıtay uygulaması ile de makilik alanların zilyetlik, imar ve ihyayla kazanılması mümkün bulunmaktadır.
Tüm bunlar birlikte değerlendirildiğinde; komşu parsellerin kayıtları getirtilerek uygulanması, bozmada belirtildiği şekilde orta malı araştırma ve incelemenin yapılması, hatta gerek görüldüğü takdirde orman amenajman ve gizli memleket haritaları ile hava fotoğraflarından yararlanılarak taşınmazın kesin niteliğinin belirlenmesi ve makilik alan olup olmadığının saptanması şeklinde genişletici bir bozma yapılması Yüksek Kurulca daha uygun görülmesi gerekirken, taşınmazların öncesinin orman olduğu, orman kadastro işlemlerinin kesinleştiği 1988 yılından itibaren zilyetliğin başlayacağı kabul edilerek kesin bozma sevk edilmesi şeklinde gerçekleşen Yüksek Hukuk Genel Kurulu Sayın çoğunluğunun görüşüne açıklanan nedenlerle katılmıyoruz. 12.5.2004