1. Anasayfa
  2. Danıştay 6. Dairesi Kararları

Danıştay 6. Dairesi E: 2016/4016 K: 2017/8357 T: 26.10.2017


Uyuşmazlıkta, acele kamulaştırmaya yönelik Bakanlar Kurulu kararının dört ayrı sebebe dayalı bulunduğu; bu dört sebebin birlikte, birbirleriyle koordineli bir biçimde, altyapıları da ele alınmak suretiyle ve bir an önce uygulamaların gerçekleştirilebilmesi için acele kamulaştırma kararının alındığı ve bu haliyle Kamulaştırma Kanununda öngörülen acelelik halinin dava konusu Bakanlar Kurulu kararı yönünden gerçekleşmiş bulunduğu görülmektedir.

Davanın Özeti:  Diyarbakır İli, Sur İlçesi, A1 Mahallesi, 301 ada, 3,4,88 ve 89 parsel sayılı taşınmazların acele kamulaştırılmasına ilişkin 25.03.2016 tarihli, 29664 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan21/03/2016 tarihli, 2016/8659 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali istenilmektedir.

Davalı Başbakanlık’ın Savunmasının Özeti: Bölgenin 2012 yılında teknik raporlara dayanılarak riskli alan ilan edildiği, alan içinde bulunan yapıların can ve mal güvenliği yönünden tehlike arz ettiği, bölgedeki kültür varlıklarının tahribatının engellenmesi ve oluşan tahribatın restorasyon, bakım, onarım, güçlendirme, iyileştirme, sağlıklaştırma çalışmalarının biran önce yapılarak gerçek kimliğinin kazandırılması gerektiği, bölgede meydana gelen terör olayları sonrasında bir çok yapının zarar gördüğü, bölgenin kentsel dönüşümünün ivedilikle gerçekleştirilmesi gerektiğinden bahisle davanın ve yürütmenin durdurulması isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Davalı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Savunmasının Özeti:Davaya konu 4 parsel sayılı taşınmazın bina, 3 ve 89 parsel sayılı taşınmazların kargir ev, 88 parsel sayılı taşınmazların kerpiç ev niteliğinde olduğu bu nedenledavanın her taşınmaz için ayrı ayrı açılması gerektiği, uyuşmazlığa konu alanın 1988 yılında başlayan kentsel sit kararıyla ve devamında yapılan koruma amaçlı imar planlarıyla koruma altına alınmaya çalışıldığı, tüm bu çalışmalara rağmen bölgenin sağlıksız yapılaştığı, alanın Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığının 15.10.2012 tarihli, 5414 sayılı “Sur içi bölgesindeki 2 katın üstündeki yapıların ekonomik ömrünü tamamlamış olduğu, can ve mal kaybı riski taşıdığı” yazısı dikkate alınarak riskli alan olarak ilan edildiği, bu doğrultuda mühendislik hizmeti almış sağlıklı yapılaşmanın biran önce gerçekleştirilmesinin hedeflendiği, bölgede bulunan kültür varlıklarına ilişkin envanter çalışmasının yapıldığı, dava konusu acele kamulaştırma kararına esas alınan riskli alan ilanı öncesinde tüm etüd çalışmalarının yapıldığı, zemin ve yapı stoğu yönünden risk haritalarının çıkarıldığı, bölgedeki ruhsatsız yapılaşmanın üst düzeyde olduğu, terör olayları sonrasında oluşan mağduriyetlerin ivedilikle giderilmesi gerektiği, ileri sürülerek davanın ve yürütmenin durdurulması isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi:  Dosyanın incelenmesinden, davacıya ait taşınmazların Protestan Kilisesi ve müştemilatı olarak kullanıldığı ve herhangi bir hasarlarının bulunmadığı iddiası nedeniyle Danıştay Altıncı Dairesi’nce, anılan taşınmazların durumunun, korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli olup olmadıklarının ve hangi amaçla kamulaştırıldıklarının sorulması üzerine, davalı idarelerce verilen yanıtlardan, 4 parsel sayılı taşınmazın tescil kaydının bulunmadığı, ancak tescilli Meryem Ana Kilisesinin korunma alanında kaldığı, koruma amaçlı imar planında da kilise alanı olarak belirlendiğinin belirtildiği anlaşıldığından, korunma alanı olarak tescil edildiğine yönelik bir belge olmamakla birlikte 4 parsel sayılı taşınmazın korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmiş bulunan kilisenin korunma alanında kaldığı tartışmasız olmakla, bu taşınmaz yönünden 2863 sayılı Yasada öngörülen prosedür izlenmeksizin acele kamulaştırılması yönünde tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Uyuşmazlığa konu diğer taşınmazlar yönünden ise uyuşmazlığa konu alan için gerekli ayrıntılı teknik çalışmaların yapıldığı, bunun sonucunda bölgenin riskli alan ilan edildiği, bu riskli alan ilanı doğrultusunda bölgenin sağlıklı yapılaşmasının taşınmaz kültür varlıklarının ihya ve restorasyon çalışmalarının ivedilikle aslına uygun olarak tamamlanmasının sağlanmasının hedeflendiği, acele kamulaştırmaya konu taşınmazların mahalle, ada ve parsel numarası gösterilmek suretiyle tek tek belirlendiği dolayısıyla mülkiyet hakkına kamu yararı amacı doğrultusunda yapılması söz konusu olabilecek müdahalenin parsel ölçeğinde ele alınarak ve alanın bütünlüğü de göz önünde bulundurularak acele kamulaştırma kararı verilmiş olduğundan, kullanılmaz halde bulunan bölgenin kent çeperinde çöküntü alanı oluşumunun önlenmesi ve imar ıslahının bir an önce yapılabilmesine imkan veren dava konusu Bakanlar Kurulu kararında hukuka aykırılık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, uyuşmazlığa konu A1 Mahallesi, 15 pafta, 301 ada, 4 parsel sayılı taşınmaza yönelik olarak dava konusu 21.03.2016 günlü, 2016/8659 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptaline, 3, 88 ve 89 parsel sayılı taşınmazlara yönelik olarak ise davanın reddine karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı Düşüncesi:  Dava, Diyarbakır İli, Sur İlçesinde ilan edilen riskli alan içerisinde bulunan, A1 Mahallesi, 15 pafta, 301 ada, 3, 4 88 ve 89 parsel sayılı taşınmazların acele kamulaştırılmasına ilişkin 25.03.2016 günlü, 29664 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 21.03.2016 günlü, 2016/8659 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle açılmıştır.

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun hükümleri ile riskli alan olarak ilan edilen bölgelerde taşınmaz malikleriyle anlaşma sağlanamayan durumlarda acele kamulaştırma yoluna da gidilebileceği öngörülmüştür.

Anayasa’nın 13. ve 35. madde hükümleri uyarınca mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla Anayasa’ya uygun olarak yasayla sınırlandırılması mümkündür. Ancak buna ilişkin düzenlemeler öncelikle kamu yararına dayanmalıdır. Ülkemizin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1 Nolu Protokolüyle de mülkiyet hakkı bir insan hakkı olarak kabul edilmiş ve bu hakkın orantılılık ilkesi çerçevesinde kamu yararı gözetilerek sınırlandırılabileceği ifade edilmiştir. Buna göre, bir taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının kamulaştırma yolu ile kaldırılması (mülkiyetin el değiştirmesi) kamu yararının karşılanması zorunluluğunun özel mülkiyet hakkının korunmasından üstün tutulması şartına bağlıdır. Bu çerçevede, 2942 sayılı Yasanın 27. maddesi incelendiğinde, kamulaştırma işlemlerinde öngörülen yöntemlerin bir kısmının uygulanmayarak taşınmaza acele el konulabilmesi yolu istisnai olarak başvurulabilecek bir yöntem olarak düzenlendiğinden, madde hükmü ile üç durumda acele kamulaştırma yolu ile taşınmaza el konulmasına olanak tanınmıştır. Bu koşullardan ikisi Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya özel kanunlarda öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olması halleri şeklinde açıkça sayılmak suretiyle üstün kamu yararının ve kamu düzeninin korunmasının gerçekleştirilmesi amacıyla acele kamulaştırma yoluna gidilebileceği belirtilmiştir. Bu kapsamda üçüncü koşul olan aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar verilebilmesi için de kamu yararı ve kamu düzenine ilişkin olma halinin maddede yer alan diğer iki koşula paralel nitelik taşıması gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, uyuşmazlığa konu taşınmazların da yer aldığı Diyarbakır İli, Sur İlçesi, Suriçi bölgesinin 29.09.1988 günlü, 38 sayılı Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı ile kentsel sit alanı ilan edildiği, ancak zaman içerisinde ruhsatsız yapılaşmalar, geleneksel yapıların yıkılması ve tahribi sonucu bölgenin tarihi kent özelliğini kaybettiği, mevcut yapı stokunun can ve mal güvenliği açısından risk oluşturduğu, bu yapıların aynı zamanda tescilli kültür varlığı değeri taşıyan yapıları da olumsuz etkileyerek tarihi yapı ve dokunun bozulmasına ve çöküntü haline gelmesine neden olduğunun saptanması üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan teknik rapora dayanılarak 04.11.2012 günlü, 3900 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. maddesi uyarınca bölgenin riskli alan olarak ilan edildiği, 2015 yılında Diyarbakır Kalesi ve Hevsel bahçeleri kültürel peyzajının Dünya Mirası olarak tescillendiği; Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 16.03.2016 günlü, 2088 sayılı yazısı ile riskli alan ilan edilen alanda gerçekleştirilecek dönüşüm uygulamaları ile riskli yapı stoku içinde yaşayan nüfusun can ve mal güvenliğinin sağlanması, riskli yapılardan kaynaklanacak afet risklerinin azaltılarak ülkemizin önemli kültürel zenginlikleri arasında bulunan alanda taşınmaz kültür varlıklarının tahribatının engellenmesi, ülkemizin ve dünyanın kültürel zenginlikleri arasında yer alan sur içi bölgesinin bu nitelik ile bağdaşmayan, yapı ve kültür bütünlüğünü bozan veya kültürel varlıkları tahrip eden yapıların dokuya uyumlu hale getirilmesi; alanda mevcut kültür varlıklarının restorasyon, bakım, onarım, güçlendirme ve iyileştirme çalışmalarının yapılması ve bölgede yaşanan terör olayları sonucu zarar gören yapıların yıkım ve yenileme işlemlerinin gerçekleştirilebilmesi için alan bütününde çalışma imkanının sağlanmasının gerektiği hususları gözetildiğinde riskli alan sınırları dahilinde bulunan taşınmazlardan, hazırlanacak Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında malikleri ile anlaşma sağlanamayanların 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu uyarınca Bakanlık tarafından acele kamulaştırılmasına ilişkin karar alınması yolunda yapılan başvuru üzerine dava konusu Bakanlar Kurulu kararının alındığı; bölgenin riskli alan ilanına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle Danıştay Ondördüncü Dairesi’ne açılan davalarda yürütmenin durdurulması istemlerinin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 7. maddesinde korunması gerekli kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanlarının tespit ve tescili düzenlenmiş, 8. maddesinde, bu alanlarda inşaat ve tesisat yapılıp yapılamayacağı konusunda karar alma yetkisinin koruma kurullarına ait olduğu belirtilmiş, 9. maddesinde Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşai ve fiziki müdahalede bulunulamayacağı, bunların yeniden kullanıma açılamayacağı veya kullanımlarının değiştirilemeyeceği öngörülmüş, 15. maddesinde de taşınmaz kültür varlıkları ile bunların korunma alanlarının kamulaştırılması usul ve şartları düzenlenmiştir. Diğer taraftan, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 9. maddesinde, 2863 sayılı Kanun ve 5366 sayılı Kanun kapsamındaki alanlarda uygulamada bulunulması halinde alanın sit statüsü de gözetilerek Kültür ve Turizm Bakanlığının görüşünün alınacağı hükme bağlanmıştır.

Yukarıda yer verilen hükümler gözönünde bulundurulduğunda, riskli alan sınırları içerisinde kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanında kalan taşınmaz bulunması halinde, yapılacak uygulamalar kapsamında anılan korunma alanlarının kamulaştırılabilmesi için özel kanun niteliğindeki 2863 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanması gerekmekte olup, buna göre, koruma bölge kurullarınca izin/onay verilen fonksiyon veya projeler kapsamında yapılabilecek müdahaleler dışında herhangi başka bir müdahalede bulunulmaması; kültür varlığının korunma alanı olarak kamulaştırılmasının zorunlu olduğunun açıkça ortaya konması gerekmektedir.

Olayda, riskli alan olarak ilan edilen uyuşmazlığa konu bölgenin sağlıklı yapılaşmasının, taşınmaz kültür varlıklarının ihya ve restorasyon çalışmalarının gecikmeksizin aslına uygun olarak tamamlanmasının hedeflendiği, dokusu bozulan ve kullanılamaz hale gelen bölgenin önemi ve özelliği dikkate alınarak bütünlüğünün sağlanması amacı doğrultusunda acele kamulaştırma yoluna gidildiği anlaşılmakla, 2942 sayılı Yasanın 27. maddesinin uygulanabilmesi için gerekli olan olağanüstü durumun, acelelik halinin ve bu yönteme başvurulması ile amaçlanan kamu yararının bulunduğu sonucuna varılmıştır.Diğer taraftan, davacıya ait taşınmazların Protestan Kilisesi ve müştemilatı olarak kullanıldığı ve herhangi bir hasarlarının bulunmadığı iddiası nedeniyle Danıştay Altıncı Dairesi’nce, anılan taşınmazların durumunun, korunması gerekli kültür varlığı olarak tescilli olup olmadıklarının ve hangi amaçla kamulaştırıldıklarının sorulması üzerine, davalı idarelerce verilen yanıtlardan, 4 parsel sayılı taşınmazın tescil kaydının bulunmadığı, ancak tescilli Meryem Ana Kilisesinin korunma alanında kaldığı, koruma amaçlı imar planında da kilise alanı olarak belirlendiğinin belirtildiği anlaşıldığından, korunma alanı olarak tescil edildiğine yönelik bir belge olmamakla birlikte 4 parsel sayılı taşınmazın korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmiş bulunan kilisenin korunma alanında kaldığı tartışmasız olmakla, bu taşınmaz yönünden 2863 sayılı Yasada öngörülen prosedür izlenmeksizin acele kamulaştırılması yönünde tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Uyuşmazlığa konu diğer taşınmazlar yönünden ise, dava konusu Bakanlar Kurulu kararında hukuka aykırılık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, uyuşmazlığa konu A1 Mahallesi, 15 pafta, 301 ada, 4 parsel sayılı taşınmaza yönelik olarak dava konusu 21.03.2016 günlü, 2016/8659 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptaline, 3, 88 ve 89 parsel sayılı taşınmazlara yönelik olarak ise davanın reddine karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosya incelendiktensonra işin gereği görüşüldü:

Dava, Diyarbakır İli, Sur İlçesi, A1 Mahallesi, 301 ada, 3,4,88 ve 89 parsel sayılı taşınmazın acele kamulaştırılmasına ilişkin 25/03/2016 tarihli, 29664 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 21/03/2016 tarihli, 2016/8659 sayılı Bakanlar Kurulu kararınıniptali istemiyle açılmıştır.

Davalı idarelerden Çevre ve Şehircilik Bakanlığının usule ilişkin itirazları yerinde görülmeyerek işin esasına geçilmiştir.

Anayasanın 35. maddesinde: “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” hükmü yer almaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1 Nolu Protokolünün “Mülkiyetin korunması” başlıklı 1. maddesinde: “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” hükmüne yer verilmiştir.

Anılan mevzuat hükümleri açısından bakıldığında, özel mülkiyet hakkının, korunması gereken temel insan hakları arasında öngörüldüğü, Anayasa ve uluslararası sözleşmelerde mülkiyet hakkını korumaya yönelik düzenlemelere yer verildiği, bu düzenlemelerde mülkiyet hakkına müdahalelerin olabileceğinin öngörüldüğü, ancak bu müdahalelerde kamu yararı gerekçesi, kanuni düzenleme gereği ve ölçülülük yada orantılılık gibi uluslararası hukukun genel ilkelerinin varlığının dikkate alınması gerektiği; aksi durumda müdahalenin mülkiyet hakkı ihlaline neden olacağı kabul edilmiştir. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarıyla da bu hususların açık bir şekilde ortaya konulduğu görülmektedir.

Bu açıdan, kamu gücü kullanılarak özel mülkiyetteki taşınmazların kamu eline geçirilmesini ifade etmesi anlamında kamulaştırmanın yargısal incelemesinde, mülkiyet hakkına söz konusu müdahalede yukarıda yer alan hükümler çerçevesinde kamu yararının varlığının, kanuni düzenleme gereğinin ve orantılılık noktasında adil dengenin sağlanıp sağlanmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun “Acele kamulaştırma” başlıklı 27. maddesinde; 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın 10. madde esasları dairesinde ve 15. madde uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına 10. maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabileceği kuralına yer verilmiştir.

2942 sayılı Kanunun 27. maddesi incelendiğinde, kamulaştırma işlemlerinde öngörülen yöntemlerin bir kısmının uygulanmayarak taşınmaza acele el konulabilmesi yolu istisnai olarak başvurulabilecek bir yöntem şeklinde düzenlendiğinden, madde hükmü ile üç durumda acele kamulaştırma yolu ile taşınmaza el konulmasına olanak tanınmıştır. Bu koşullardan ikisinde Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya özel kanunlarda öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olması halleri şeklinde açıkça sayılmak suretiyle üstün kamu yararının ve kamu düzeninin korunmasının gerçekleştirilmesi amacıyla acele kamulaştırma yoluna gidilebileceği belirtilmiştir. Bu kapsamda, üçüncü koşul olan aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar verilebilmesi için de kamu yararı ve kamu düzenine ilişkin olma halinin maddede yer alan diğer iki koşula paralel nitelik taşıması gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, dava konusu acele kamulaştırmaya ilişkin 21.03.2016 tarihli, 2016/8659 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında bahsi geçen riskli alan kararının 22.10.2012 tarihli, 3900 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. Maddesi uyarınca alındığı, söz konusu riskli alan kararı öncesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından Diyarbakır İli, Sur İlçesi, Suriçi Bölgesi için hazırlanan teknik raporda: uyuşmazlık konusu bölgenin mevcut yapı stoğunun niteliklerinin araştırıldığı; bölgedeki özel ve kamu taşınmazları belirlenerek, alana ilişkin yerinde fiziki tespitleri yapıldığı; alandaki yapıların; risk unsuru, kat adetleri, yapısal, ruhsat ve tescilli kültür varlığı durumlarının tespitinin gerçekleştirildiği; deprem risk analizlerinin yapıldığı ve bu başlıklara ilişkin haritaların çizildiği, bölgenin afet geçmişinin araştırıldığı; Suriçi Bölgesinin yıllar itibariyle değişen imar durumunun irdelendiği, bölge içerisinde yer alan anıtsal ve sivil mimarlık örneği teşkil eden korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının tespit edildiği ve bu taşınmazlara ilişkin envanterin çıkarıldığının belirtildiği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Başbakanlığa hitaben göndermiş olduğu 16.03.2016 tarihli, 2088 sayılı yazı ile 2012 yılında riskli alan ilan edilen ve Suriçi bölgesi içerisinde yeralan ada ve parsel numaralarıyla belirtilen taşınmazların acele kamulaştırılması için Bakanlar Kurulu kararı alınmasının istenildiği, söz konusu teklif yazının ekinde yer alan gerekçe raporunda; uyuşmazlığa konu alanda gerçekleştirilecek dönüşüm uygulamaları ile riskli yapı stoku içinde yaşayan nüfusun can ve mal güvenliğinin sağlanması, riskli yapılardan kaynaklanacak afet risklerinin azaltılarak ülkemizin önemli kültürel zenginlikleri arasında bulunan alanda taşınmaz kültür varlıklarının tahribatının engellenmesi, yapı ve doku bütünlüğü bozularak aykırılık teşkil eden yapıların dokuya uyumlu hale getirilmesi, kültür varlıklarının restorasyon, bakım onarım, güçlendirme, iyileştirme, sağlıklaştırma, vb. yönünde yapılacak müdahalelerle bölgeye kazandırılmasına yönelik çalışmaların yapılması ve alanda terör örgütü mensuplarınca zarar verilen konut ve işyerlerinin sağlıklı ve güvenli hale getirilmesi ve mağduriyetlerin giderilmesinin amaçlandığı, terör olayları sonucunda Sur Bölgesinde birçok ev ve işyerinin hasar gördüğü, Suriçinin sit alanı olması, birçok tescilli yapı bulunması nedeniyle alandaki zarar tespit işlemlerinin yapılacağı Sur bölgesi içerisinde yıkılan yerlerden başlamak suretiyle yıkım ve yapım işlerinin etaplar halinde gerçekleştirileceği, Sur İlçesinde yapılacak yıkım ve yenileme işlemlerinin 60 ayda yapılmasının planlandığı, koruma amaçlı imar planı kararları doğrultusunda kültürel taşınmaz varlıklarının röleve, restütisyon ve restorasyon işlemlerinin gerçekleştirileceği, bu kapsamda alanın riskli alan olarak ilan edilmesi gerektiği, alan içinde bulunan yapıların can ve mal güvenliği açısından risk teşkil etmesi taşınmazların tahliyesinin ve yıkımının ve akabinde yeni yapıların yapımının bir an önce başlatılması ve bitirilmesinin zaruri olduğu, terör örgütü mensuplarınca zarar verilen konut ve işyerleri sebebiyle yaşanan mağduriyetlerin ivedilikle giderilmesi gerektiği, alanda anlaşma sağlanan parsellerde altyapı uygulamalarına başlanıldığı ve altyapı uygulamalarının bütüncül bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için alan bütününde çalışma imkanının sağlanmasının gerektiği hususları gözetildiğinde riskli alan olarak ilan edilen sınırlar içerisinde dönüşümün ivedilikle gerçekleştirilebilmesini sağlamak üzere alan sınırları dahilinde bulunan taşınmazlardan, hazırlanacak kentsel dönüşüm projesi kapsamında malikleri ile anlaşma sağlanamayanların 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu uyarınca Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından acele kamulaştırılması gerektiği, saptamalarına yer verildiği anlaşılmıştır.

Uyuşmazlıkta, acele kamulaştırmaya yönelik Bakanlar Kurulu kararının dört ayrı sebebe dayalı bulunduğu; bu sebeplerden birincisinin, alanda riskli yapılar olduğu ve bu riskli yapı stoğu içinde yaşayan nufusun can ve mal güvenliğinin sağlanması, riskli yapılardan kaynaklanacak afet risklerinin azaltılması ve nihayetinde ortadan kaldırılması, ikincisinin, ülkemizin ve dünyanın kültürel zenginlikleri arasında yer alan sur içi bölgesinin bu nitelik ile bağdaşmayan, yapı ve kültür bütünlüğünü bozan veya kültürel varlıkları tahrip eden yapıların dokuya uyumlu hale getirilmesi, üçüncüsünün, alanda mevcut kültür varlıklarının restorasyon, bakım, onarım, güçlendirme ve iyileştirme çalışmalarının yapılması, dördüncüsünün de terör olayları sonucu zarar gören yapıların yıkım ve yenileme işlemlerinin gerçekleştirilmesi olduğu, bu dört sebebin birlikte, birbirleriyle koordineli bir biçimde, altyapıları da ele alınmak suretiyle ve bir an önce uygulamaların gerçekleştirilebilmesi için acele kamulaştırma kararının alındığı ve bu haliyle Kamulaştırma Kanununda öngörülen acelelik halinin dava konusu Bakanlar Kurulu kararı yönünden gerçekleşmiş bulunduğu görülmektedir.

Ancak, davacı tarafın uyuşmazlığa konu taşınmazların Diyarbakır Protestan Kilisesi ile Kilise müştemilatı olarak kullanıldığı, yaşanan terör olaylarından herhangi bir zarar görmediği, ibadete açık olduğu, hepsinin tescil kaydının bulunduğu iddiaları karşısında Dairemizce verilen üçüncü ara kararı ile davalı idarelere anılan bu hususlardan bahsedilerek anılan yapıların, mevcut durumunun, kullanım şeklinin, korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olup olmadığının ve korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescilli ise anılan taşınmazın hangi kullanım amacı için kamulaştırıldığı sorulmuş, Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca 4 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydından da anlaşılacağı üzere taşınmazın betonerme bina niteliğinde olduğu, Başbakanlık tarafından verilen cevapta 4 parsel sayılı taşınmazın üzerinde bulunan yapının tescil kaydının bulunmadığı fakat Meryem Ana Kilisesinin koruma alanında kaldığı bu nedenle koruma amaçlı imar planında kilise alanı olarak tanımlandığı ifade edilerek taşınmazın işaretli bulunduğu plan pafta örneğinin sunulduğu anlaşılmaktadır.

Bu durumda, Protestan Kilisesi olarak kullanılan ve koruma alanında kalan 4 parsel sayılı taşınmaz yönünden dava konusu Bakanlar Kurulu kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, Diyarbakır İli, Sur İlçesi, A1 Mahallesi, 301 ada, 4 parsel sayılı taşınmaz yönünden dava konusu işleminİPTALİNE, 3, 88 ve 89 parsel sayılı taşınmazlar yönündendavanın REDDİNE, aşağıda ayrıntısı yer alan 338,60-TL yargılama giderlerinden haklılık oranına göre 169,30-TL’nin ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca takdir edilen 1.800,00.-TL avukatlık ücretinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine, 169,30-TL nin davacı üzerinde bırakılmasına, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca takdir edilen 1.800,00.-TL avukatlık ücretinin ise davacıdan alınarak davalı idarelere verilmesine, artan posta avansının karar kesinleştikten sonra davacıların göstereceği hesaba iadesine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 20/A maddesi uyarınca bu kararın tebliğini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere 26/10/2017tarihinde oybirliğiyle karar verildi.