1. Anasayfa
  2. Danıştay 6. Dairesi Kararları

Danıştay 6. Dairesi E: 2019/16852 K: 2022/3149 T: 16.3.2022


İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliğin “riskli yapı olduğu tespit edilenler, inşaat alanında değişiklik yapmamak, kullanım amacını değiştirmemek ve üzerinde bulunduğu taşınmazları ifraz işlemine tabi tutmamak şartıyla yıkılarak yeniden inşa edilebilir” şeklindeki hükmünün söz konusu yapıların mevcut haliyle kalması durumunda can ve mal güvenliği açısından yaratabileceği tehlikelerin önüne geçmesi açısından kamu yararına uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Yönetmelikteki mevcut yapı tanımı dikkate alındığında, söz konusu riskli yapıların, aynı zamanda, daha önce mevzuata uygun olarak gerekli izinleri almış yapılar oldukları dikkate alındığında, dava konusu düzenlemenin, bu yapıların maliklerinin mülkiyet haklarının korunması açısından, kazanılmış hakların korunması ilkesine de uygun olduğu açıktır.

DAVANIN KONUSU: 28/10/2017 tarih ve 30224 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliğin 9. maddesinin 2, 5, 6, 7, 8, 11, 12, 13 ve 15. fıkraları, 10. maddesinin 2, 5, 8, 10, 12 ve 13. fıkraları, 11. maddesinin 8 ve 11. fıkraları, 12. maddesinin 4, 5, 6, 7, 8 ve 11. fıkraları ile 13. maddesinin 2 ve 3. fıkralarının iptali istenilmektedir.

DAVACININ İDDİALARI:

Dava konusu Yönetmeliğin “Mutlak koruma alanı” başlıklı 9. maddesinin 2., 5., 6. ve 7. fıkralarının, bu alanların bir kısmının kamulaştırılmamasının, bu kısımlarda tarım ve insan aktivitesinin devamına sebep olacağı ve alanın bütününde yapılaşma talepleriyle kirlilik riskini artıracağı, bu alanlardaki yerleşmelerin bütünüyle kamulaştırılarak kaldırılması ve gelişme planlarının iptal edilmesi gerektiği; 8. fıkrasının, arıtılmış dahi olsa havza içine atıksu deşarjına izin verilmemesi gerektiği; 11., 12. ve 13. fıkralarının, dava konusu alanın kamulaştırılmak yerine çitle çevrildikten sonra bu alanda gösterilecek faaliyetlere izin verilmesinin bir çekim alanı yaratacağı, bunun da beraberinde alandaki yoğunluk ve kirliliği artıracağı, bu alanda organik dahi olsa tarıma izin verilmemesi gerektiği; 15. fıkrasının, akaryakıt istasyonlarında oluşabilecek herhangi bir kazanın bile mutlak koruma alanlarına verebileceği zararlar dikkate alındığında bu alanlarda akaryakıt istasyonlarına hiçbir koşulda izin verilmemesi gerektiği; “Kısa mesafeli koruma alanı” başlıklı 10. maddesinin 2. fıkrasının, kısa mesafeli koruma alanındaki yapıların kamulaştırılarak buradan kaldırılması gerektiği, riskli yapıların yıkılarak yeniden yapılmasının buralarda yapılaşma taleplerini artıracağı ve göl alanı açısından kirlilik riski yaratacağı; 5. fıkrasının, bu alanlarda yeni yapılaşmaya ve ifrazlara izin verilmeyip, mevcut yapıların da kamulaştırılarak kaldırılması gerektiği; 8. fıkrasının, arıtılmış dahi olsa havza içine atıksu deşarjına izin verilmemesi gerektiği; 10. fıkrasının, bu alanlarda yeni yapılara izin verilmemesi gerektiğinden bunlara ait hafriyat ve döküme de izin verilmemesi gerektiği; 12. fıkrasının, kirlilik riskini artıracağından, bu alanlarda, yerleşik halkın zati ihtiyaçları dışında hayvancılık faaliyetlerine izin verilmemesi gerektiği; 13. fıkrasının, akaryakıt istasyonlarında oluşabilecek herhangi bir kazanın bile mutlak koruma alanlarına verebileceği zararlar dikkate alındığında bu alanlarda akaryakıt istasyonlarına hiçbir koşulda izin verilmemesi gerektiği; “Orta mesafeli koruma alanı” başlıklı 11. maddesinin 8. fıkrasının, arıtılmış dahi olsa havza içine atıksu deşarjına izin verilmemesi gerektiği; 11. fıkrasının, belirsizlik taşıdığı, hayvancılık faaliyetinin tanımının netleştirilmesi gerektiği; “Dere, çey ve nehirler için genel esaslar ve koruma alanı” başlıklı 13. maddesinin 2. fıkrasının, arıtılmış dahi olsa, içme kullanma suyu temin edilen veya eidlmesi planlanan su kaynağına atıksu deşarjına izin verilmemesi gerektiği; 3. fıkrasının, 2000 metre olarak belirlenen koruma alanının yeterli olmadığı, su alma yapısı bulunan dereler için içme kullanma suyu sağlayan baraj gölleri gibi koruma alanlarının belirlenmesi gerektiği iddialarıyla iptalinin gerektiği öne sürülmüştür.

DAVALININ SAVUNMASI:

Dava konusu Yönetmeliğin 9. maddesinin 2. fıkrasına ilişkin olarak, her bir koruma alanının kendine has özellikler gösterdiği, bu özelliklere göre kamulaştırma yapılabilmesi için idareye bir takdir yetkisi tanındığı, ayrıca, mutlak koruma alanının bütünüyle kamulaştırılmasının önüne geçen bir düzenlemeye maddede yer verilmediği; 5. fıkrasına ilişkin olarak, mutlak koruma alanlarında yeni yapılaşmaya izin verilmeyeceğinin açıkça belirtildiği, maddede yalnızca mevcut yapılarda bakım ve onarım yapılmasına ve bu alanlardaki riskli yapıların yıkılarak, maddede öngörülen şartlara uygun olmak kaydıyla yeniden inşasına izin verildiği, bunun da kazanılmış hakların korunması ilkesine uygun olduğu; 6. ve 7. fıkralarına ilişkin olarak, madde kapsamında, yeni gelişme alanlarının açılmayacağının hüküm altına alınmış olduğu; 8. fıkrasına ilişkin olarak, içme kullanma suyu havzalarının fiziki özelliklerinin değişkenlik gösterdiği ve birçok havzada atıksuların havza dışına çıkartılmasının mümkün olmadığı, bu gibi durumlarda ne yapılabileceğine ilişkin olarak mevzuatta boşluk bulunduğu, düzenlemenin bu boşluğu gidermek amacıyla yapıldığı; 11. fıkrasına ilişkin olarak, 3. fıkra düzenlemesiyle, mutlak koruma alanlarının çekim merkezi olmasının önüne geçildiği; 12. fıkrasına ilişkin olarak, mutlak koruma alanlarında öncelikli olarak organik tarımın yapılmasının öngörüldüğü, organik tarım yapılamayacağının teknik olarak raporlandığı durumlarda iyi tarım uygulamalarına izin verildiği, iyi tarım uygulamaları kapsamında suni gübre ve tarım ilacı kullanımının çok az miktarlarda, kontrollü olarak yapılabileceği; 13. fıkrasına ilişkin olarak, fıkra kapsamında sadece mutlak koruma alanlarındaki yerleşik halkın zati ihtiyaçlarını karşılayacak büyüklükte hayvancılık faaliyetlerine izin verildiği, bunun su kaynağının kirlenmesine sebep olmayacağı; 15. fıkrasına ilişkin olarak, ülkede mevcut akaryakıt istasyonlarının çok azının mutlak koruma alanlarında bulunduğu, bunların kamulaştırılabilmeleri için uzun vadeli sözleşmelerin feshedilmesi neticesinde yüksek tazminat bedellerinin ödenmesi gerektiği, bununla birlikte akaryakıt istasyonlarından faydalanan bir çok yerleşim yerinin alternatifi bulunmadığı, dolayısıyla, ekonomik ve sosyal hayat göz önünde bulundurularak dava konusu düzenlemenin yapıldığı; 10. maddesinin 2. fıkrasına ilişkin olarak, Yönetmelik yürürlük tarihi itibarıyla, mevzuata uygun olarak gerekli izin ve ruhsatları almamış yapılan Yönetmelik kapsamı dışında tutulduğu, kısa mesafeli koruma alanlarındaki riskli yapıların yıkılarak yeniden inşa edilmesine izin verilmesinin, bunların yıkılma tehlikesinin sebep olabileceği can ve mal kayıplarının önüne geçeceği ve düzenlemenin, kazanılmış hakların korunması ilkesine uygun olduğu; 5. fıkrasına ilişkin olarak, mutlak koruma alanlarının dahi tümüyle kamulaştırılması dahi bazı havzalarda ekonomik ve sosyal açıdan mümkün değilken, kısa mesafeli koruma alanı gibi geniş bir bölgenin kamulaştırılmasının uygulanabilir olmadığı; ifraz uygulamalarına ilişkin olarak, 5403 sayılı Toprak Kanununa ve Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliğine atıfta bulunulduğu; 8. fıkrasına ilişkin olarak, her havzanın fiziki özelliğinin farklı olduğu, belli bir atıksu bertaraf yönteminin her havzanın özelliklerine uygun olamayabileceği, bu nedenle dava konusu düzenlemenin alternatif yöntemlerin uygulanmasına imkan tanıyacak şekilde düzenlendiği; 10. fıkrasına ilişkin olarak, kısa mesafeli koruma alanlarının bütünüyle kamulaştırılmasının sosyoekonomik olarak mümkün olmadığı, yeni yapılaşmaya ise, yerleşik halkın zaruri ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için izin veirldiği; 12. fıkrasına ilişkin olarak, kısa mesafeli koruma alanlarındaki yerleşik halkın mağdur edilmemesi için, yalnızca bunların zati ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla dava konusu düzenlemenin getirildiği; 13. fıkrasına ilişkin olarak, ülkede mevcut akaryakıt istasyonlarının kamulaştırılabilmeleri için uzun vadeli sözleşmelerin feshedilmesi neticesinde yüksek tazminat bedellerinin ödenmesi gerektiği, bununla birlikte akaryakıt istasyonlarından faydalanan bir çok yerleşim yerinin alternatifi bulunmadığı, dolayısıyla, ekonomik ve sosyal hayat göz önünde bulundurularak dava konusu düzenlemenin yapıldığı;

  1. maddesinin 8. fıkrasına ilişkin olarak, her havzanın fiziki özelliğinin farklı olduğu, belli bir atıksu bertaraf yönteminin her havzanın özelliklerine uygun olamayabileceği, bu nedenle dava konusu düzenlemenin alternatif yöntemlerin uygulanmasına imkan tanıyacak şekilde düzenlendiği; 11. fıkrasına ilişkin olarak, Sularda Tarımsal Faaliyetlerden Kaynaklanan Nitrat Kirliliğinin Önlenmesine Yönelik İyi Tarım Uygulamaları Kodu Tebliği uyarınca, yeni planlanan bütün hayvancılık işletmelerinin iyi tarım uygulamaları koduna uygun olarak planlanması gerektiği, bu çerçevede, işletmelere ait ahır tabanları ve gübre çukurlarının sızdırmaz olması, işletmelerdeki hayvansal gübre yönetiminin ilgili Tebliğ ve Yönetmelik gereği sularda kirliliğe sebep vermeyecek şekilde yapılması gerektiği; 12. maddesinin 4. fıkrasına ilişkin olarak, uzun mesafeli koruma alanında yerleşik halkın gelecekteki zaruri ihtiyaçlarının karşılanması maksadıyla buradaki yerleşimlerin planlı gelişmelerine gerekli çevresel altyapı ve kirlenme kontrolü tedbirlerinin yerine getirilmesi ve Bakanlık ile Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının görüşlerine uyulması şartıyla izin verildiği; 6. fıkrasına ilişkin olarak, uzun mesafeli koruma alanının 2000 ila 5000 metre arasında kalan bölümünde izin verilen sanayi tesislerinin sadece evsel nitelikli atıksu ürettikleri, bunların bertarafının havzadaki yerleşim yerlerinden kaynaklı evsel nitelikli atıksularla aynı usule tabi olduğu; 7. ve 8. fıkralarına ilişkin olarak, her havzanın birbirinden farklı, kendine has özelliklere sahip olduğu, atıksuların ve sızıntı sularının teknik ve ekonomik nedenlerle havza dışına çıkartılmasının mümkün olmadığı durumlarda uygulanabilecek yöntemler konusunda mevzuatta boşluk olduğu ve bunun da uygulamada problemlere yol açtığı, anılan düzenlemelerle bu boşluğun ve uygulamada yaşanan problemlerin giderildiği; 11. fıkrasına ilişkin olarak, havzada yerleşik halkın zaruri ihtiyaçlarını karşılamak üzere yapılacak istasyonların alternatif yer bulunmaması sebebiyle, uzun mesafeli koruma alanlarında yapılmasına maddede öngörülen şartlara uyulması kaydıyla izin verildiği; 13. maddesinin 2. fıkrasına ilişkin olarak, maddenin bütünü dikkate alındığında, dere, çey ve nehirler için getirilen içme kullanma suyu su alma yapısından itibaren 2000 metrelik alanın, baraj göllerine ait mutlak, kısa ve orta mesafeli koruma alanlarının karşılar nitelikte olduğu, dolayısıyla, davacının iddiasının aksine, dere, çay ve nehirler için içme kullanma suyu baraj göllerine kıyasla daha sıkı koruma tedbirlerinin öngörülmüş olduğu; 3. fıkrasına ilişkin olarak, içme kullanma suyu sağlanan baraj göllerinin durgun sular, dere, çay ve nehirlerin ise akış halindeki su kaynakları olduğu, bu nedenlerle dere, çay ve nehirler için getirilen koruma alanları ve esaslarının durgun su niteliğindeki baraj gölleriyle farklılık arz ettiği; dava konusu düzenlemelerin hukuka uygun olduğu savunulmuştur.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ …’IN DÜŞÜNCESİ:

28/10/2017 günlü, 30224 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliğin, Dairemiz kararında belirtilen gerkeçelerle, 9. maddesinin 8. fıkrasının son cümlesi ile 12. fıkrasının 2. cümlesinin; 10. maddesinin 5. fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “yapılacak yapılara ve” ifadesinin, 8. fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan” ifadesi ile 3. cümlesinin ve 10. fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapıların inşası” ifadesinin; 11. maddesinin 8. fıkrasının son cümlesi ile 11. fıkrasının, 12. maddesinin 5, 7 ve 8. fıkralarının son cümlelerinin iptaline; 9. maddesinin 2., 5., 6., 7., 11., 13. ve 15. fıkraları, 8. fıkrasının 1. ve 2. cümleleri ile 12. fıkrasının 1. cümlesi; 10. maddesinin 2., 12. ve 13. fıkraları ile 5. fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “yapılacak yapılara ve” ifadesi dışındaki bölümü, 8. fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan” ifadesi ile 3. cümlesi dışındaki bölümü ile 10. fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapıların inşası” ifadesi dışındaki bölümü; 11. maddesinin 8. fıkrasının son cümlesi dışındaki bölümü; 12. maddesinin 4., 8., 11. fıkraları ile 5., 7. ve 8. fıkralarının son cümleleri dışındaki bölümleri ve 13. maddesinin 2. ve 3. fıkraları yönünden ise davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.

DANIŞTAY SAVCISI …’IN DÜŞÜNCESİ: Dava, 28/10/2017 günlü, 30224 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliğin 9. maddesinin 2, 5, 6, 7, 8, 11, 12, 13 ve 15. fıkraları, 10. maddesinin 2, 5, 8, 10, 12 ve 13. fıkraları, 11. maddesinin 8. ve 11. fıkraları, 12. maddesinin 4, 5, 6, 7, 8 ve 11. fıkraları ile 13. maddesinin 2 ve 3. fıkralarının iptali istemiyle açılmıştır.

2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 1. maddesinde, kanunun amacının, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamak olduğu, 9. maddesinin, (h) bendinde, ülkenin deniz, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının ve su ürünleri istihsal alanlarının korunarak kullanılmasının sağlanması ve kirlenmeye karşı korunmasının esas olduğu hükme bağlanmıştır.

Dava konusu yönetmeliğin yayımlandığı tarihte yürürlükte olan 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin “Görevler” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasının c) bendinde, su kaynaklarının korunmasına ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasına dair politikalar oluşturmak, ulusal su yönetimini koordine etmek. Bakanlığın görevleri arasında sayılmış; “Su Yönetimi Genel Müdürlüğü” başlıklı 9. maddesinde de genel müdürlüğün su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımının sağlanmasına yönelik olarak görevleri ayrıntılı şekilde düzenlenmiş, 26. maddesinde, “(1) Bakanlık; görev, yetki ve sorumluluk alanına giren ve önceden kanunla düzenlenmiş konularda idari düzenlemeler yapabilir.” hükmüne yer verilmiştir.

2872 sayılı Çevre Kanununun 8, 9, 11, 12, 15 ve 20. maddeleri ile 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun, Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğünün görevlerini düzenleyen 9. maddesine dayanılarak, 31.12.2004 günlü, 25687 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği ile ülkenin yeraltı ve yerüstü su kaynakları potansiyelinin korunması ve en iyi bir biçimde kullanımının sağlanması için, su kirlenmesinin önlenmesini sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde gerçekleştirmek üzere gerekli olan hukuki ve teknik esasları belirlemek amacıyla, su ortamlarının kalite sınıflandırmaları ve kullanım amaçları, su kalitesinin korunmasına ilişkin planlama esasları ve yasaklar, atıksuların boşaltım ilkeleri ve boşaltım izni esasları, atıksu altyapı tesisleri ile ilgili esasları ve su kirliliğinin önlenmesi amacıyla yapılacak izleme ve denetleme usul ve esasları belirlenmiş; bu kapsamda yönetmeliğin “Su Kalitesine İlişkin Planlama Esasları ve Yasaklar” başlıklı dördüncü bölümünde, içme ve kullanma suyu temin edilen kıta içi yüzeysel sularla ilgili kirletme yasakları (m.16) ile içme ve kullanma suyu rezervuarlarına yakınlık mesafesine göre mutlak koruma alanı (m.17), kısa mesafeli koruma alanı (m.18), orta mesafeli koruma alanı (m.19) ve uzun mesafeli koruma alanı (m.20) belirlenmesine ve içme kullanma suyu rezervuarlarının korunması için, bu alanlarda yapılabilecek ve yapılamayacak faaliyetlere ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.

645 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin, yukarıda yer verilen 2., 9. ve 26. maddelerine dayanılarak çıkarılan dava konusu İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelik ile içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan bütün yerüstü ve yeraltı suyu kaynaklarının kalitesinin ve miktarının korunmasına ve iyileştirilmesine ilişkin usul ve esasların düzenlenmesi amacına yönelik hükümler öngörülmüş ve Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde yer alan koruma alanları yeniden düzenlenmiştir. Bakılmakta olan davanın devamı sırasında da 14.02.2018 günlü, 30332 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yukarıda yer verilen 16, 17, 18, 19 ve 20. madde hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.

2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun uyarınca içme ve kullanma suyu temin edilen havzaların korunması, kendi sınırlarında geçerli olmak üzere çıkaracakları Su Havzaları Koruma Yönetmeliği uyarınca Büyükşehir Belediyelerinin; Büyükşehir Belediyeleri haricinde içme ve kullanma suyu temin edilen havzalar ile içme ve kullanma suyu temin edilmeyen havzaların korunması ise Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği uyarınca Bakanlığın yetkisindedir.

Yukarıda yer verilen düzenlemeler değerlendirildiğinde, çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamak amacıyla çıkarılan 2872 sayılı Çevre Kanunu’na dayanılarak, ülkemizdeki tüm su kaynaklarının potansiyelinin korunması ve en iyi bir biçimde kullanımının sağlanması için gereken usul ve esasları belirleyen Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nin bu konuda genel bir düzenleme niteliğinde olduğu, büyükşehir belediyeleri tarafından içme ve kullanma suyu temin edilen havzaların korunması için 2560 sayılı Kanun uyarınca çıkaracağı havza yönetmeliklerinin genel düzenleme olan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğine uygun olması gerektiği, dava konusu yönetmelik hükümleri ile içme ve kullanma suyu havzalarının korunmasına yönelik olarak ayrı bir düzenleme yapılmış olmakla birlikte, yönetmeliğin yayımlandığı tarihte yürürlükte olan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 16, 17, 18, 19 ve 20. madde hükümleri ile öngörülen koruma ve kullanma esaslarına aykırı hükümler içeremeyeceği sonucuna varılmıştır.

Dava konusu yönetmeliğin iptali istenilen maddelerine gelince:

Yönetmeliğin 9. maddesinin 2. fıkrası: Madde ile mutlak koruma alanı düzenlenmiştir. 1. fıkrada, mutlak koruma alanının, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerin, maksimum su seviyesinden itibaren yatayda 300 metre genişliğindeki kara alanı olduğu, söz konusu alan sınırının içme-kullanma suyu havzası sınırını aşması halinde, mutlak koruma alanının, havza sınırında son bulacağı, 2. fıkrada, içme-kullanma suyu temin edilmesi amacıyla yapılması planlanan baraj gölü ve göletler ile su alınması planlanan tabii göllerin çevresinde, maksimum su seviyesinden itibaren içme-kullanma suyu alma yapısını merkez alan, yarıçapı 300 metre genişliğindeki alanın kara kısmındaki bölümünün, içme-kullanma suyunu kullanan idare tarafından kamulaştırılacağı, içme-kullanma suyunu kullanan idarece gerekli görülmesi durumunda yarıçapı 300 metre genişliğindeki alana ilave olarak mutlak koruma alanının bir kısmı veya tamamının kamulaştırılabileceği kurala bağlanmıştır.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yürürlükten kaldırılan 17. maddesinde maksimum su seviyesinden itibaren 300 metre genişliğindeki alanın kamulaştırılacağı hükmü ile mutlak koruma alanında herhangi bir ayrıma gidilmeden tamamının kamulaştırılacağı öngörülerek su kirliliğinin önlenmesinin en önemli dayanaklarından biri olan mutlak koruma alanının kirlenme ihtimalinin ortadan kaldırılmasına yönelik önlem alınmışken, kamulaştırılması gereken söz konusu alanın objektif ve bilimsel bir gerekçe olmaksızın dava konusu düzenleme ile maksimum su seviyesinden itibaren içme-kullanma suyu alma yapısını merkez alan, yarıçapı 300 metre genişliğindeki alanın kara kısmındaki bölümünün kamulaştırılacağı belirtilerek daraltılmasında hukuka ve yönetmeliğin su kaynaklarının korunması ve iyileştirilmesi amacına uyarlık bulunmamaktadır. Her ne kadar madde hükmü ile idarece gerekli görülmesi halinde alanın kalan bir kısmı veya tamamının kamulaştırılabileceği belirtilmişse de, günümüzde su kaynaklarının hızla kirlendiği ve azaldığı göz önünde bulundurulduğunda, su kirliliğinin önlenmesi ve su rezervuarının korunması için gerekli olduğu bilimsel ölçütlerle tespit edilmiş olan ve bu doğrultuda tümünün kamulaştırılması öngörülen mutlak koruma alanının bir bölümünün kamulaştırılması konusunun idarenin takdirine bırakılmasında hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. maddenin 5. fıkrası: Maddenin 3. fıkrasında, mutlak koruma alanında içme-kullanma suyu projesine ve mevcut yapıların kanalizasyon sistemlerine ait mecburi teknik tesisler haricinde hiçbir yeni yapılamayacağı hükme bağlanmış; 5. fıkra hükmü ile mevcut yapıların aynen korunacağı belirtildikten sonra, tehlikeli yapıların kaldırılacağı, yapı inşaat alanında değişiklik yapmamak ve kullanım amacını değiştirmemek şartıyla gerekli bakım ve onarım yapılabileceği, fıkranın üçüncü cümlesinde de, mevcut yapılardan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından lisanslandırılan kurum ve kuruluşlarca riskli yapı olduğu tespit edilenlerin, inşaat alanında değişiklik yapmamak, kullanım amacını değiştirmemek ve üzerinde bulunduğu taşınmazları ifraz işlemine tabi tutmamak şartıyla yıkılarak yeniden inşa edilebilecekleri kuralı yer almıştır.

Dava konusu yönetmelikle mutlak koruma alanında zorunlu teknik yapılar dışında yeni yapı yapılamayacağı, mevcut yapıların aynen korunacağı ve öngörülen koşullara uyulmak kaydıyla gerekli bakım ve onarımın yapılabileceği kurala bağlanmış olup, buna göre bölgede imar mevzuatı açısından korunabilecek ve bölgenin bozulmasına yol açmayacak yapıların ekonomik ömrünü tamamlayıncaya kadar mevcut hali ile muhafazası, ekonomik ömrünü tamamlayan yapıların ise kamulaştırılarak başka bölgelere taşınması, mevcut hali ile korunamayacak olan veya korunmasında sakınca bulunan yapıların ise kaldırılması gerekmektedir. Bu durumda, alanda hiç bir koşulda yeni yapı yapılmasına izin verilmemesi gerekmesine karşın mevcut olan yapılardan riskli olduğu saptananların yıkılarak yeniden yapılmasına izin verilmesi bölgenin bozulmasına yol açabileceği gibi yönetmeliğin amacına da aykırı olduğundan, fıkra hükmünde yer alan “yıkılarak yeniden inşa edilebilir” ibaresinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Kaldı ki alanda bulunan yapılar için kazanılmış hak imar mevzuatı uyarınca korunabilecek yapıları ifade ettiğinden, bu yapıların hangi nedenle olursa olsun yıkılarak yeniden yapılmalarının istenmesi halinde yürürlükteki mevzuatın uygulanmasının gerektiği, bu halde de yeni yapı statüsünde olacaklarından yeniden yapılmalarına olanak bulunmadığı, madde hükmü ile ileriye dönük kazanılmış hakkın korunmadığı, dolayısıyla yıkılmakla kazanılmış hakkın da sona ereceği açıktır.

  1. maddenin 6. ve 7. fıkraları: İptali istenilen fıkra hükümleri ile mutlak koruma alanında belediye sınırı ile belediye mücavir alan sınırları içinde mevcut imar planlarının geçerli olduğu, imar planlarının gelişme alanlarındaki yapılaşmamış kısımların iptaline yönelik revizyon yapılacağı, havza koruma planı yapılıncaya kadar yoğunluk arttırıcı veya kirlilik arttırıcı kullanım değişikliği yapılamayacağı, mahalle statüsüne geçen kırsal yerleşim alanlarında yeni yapı yapılamayacağı, meskun dokunun korunacağı ve bu alanda köy gelişme alanı belirlenemeyeceği hükme bağlanmış olup, mutlak koruma alanına yönelik olarak koruma planı hazırlanıncaya kadar alanın korunması ve yapılaşmanın engellenmesine yönelik olarak getirilen düzenlemede yönetmeliğin amacına aykırılık görülmemiştir.
  2. maddenin 8. fıkrası: Fıkrada “Bu alanda, mevcut yapılardan kaynaklanan atıksular, kanalizasyon sistemi aracılığıyla öncelikli olarak havza dışına, teknik ve ekonomik açıdan uygulanabilir olmaması durumunda orta ve uzun mesafeli koruma alanlarındaki uygun arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilir. Ancak, söz konusu yapılar; atıksuların kanalizasyon şebekesiyle toplanmasına imkân verecek yoğunlukta değil ise, 19/3/1971 tarihli ve 13783 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Lağım Mecrası İnşası Mümkün Olmayan Yerlerde Yapılacak Çukurlara Ait Yönetmelik hükümlerine göre yapılacak sızdırmaz foseptiklerde toplanarak orta mesafeli koruma alanındaki, uzun mesafeli koruma alanındaki veya havza dışındaki arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilir. Eğer bunlar mümkün değilse, içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar, atıksuların içme-kullanma suyu kaynağının su kalitesini olumsuz yönde etkilemeyecek seviyede ileri arıtmadan geçirilerek deşarjına, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından izin verilebilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Dava konusu düzenleme ile mevcut yapılardan kaynaklanan atıksuların maddede sayılan yöntemlerle atıksu altyapı tesisine verilmesi öngörülmüş olmakla birlikte, sayılan yöntemlerin kullanılmasının teknik ve ekonomik nedenlerle mümkün olmadığı durumlarda, içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının izniyle, atıksuların ileri arıtmadan geçirilerek havza içine deşarj edilebileceği düzenlenmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 16 ila 20. madde hükümleri ile sadece mutlak koruma alanları için değil, bütün koruma alanları için, atıksuların havza dışına çıkarılması esasının benimsendiği anlaşılmakla, koruma alanları içerisinde en hassas alanı oluşturan mutlak koruma alanlarında atıksu deşarjına izin verilmesi yolundaki hükmün son cümlesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

9.maddenin 11. fıkrası: Fıkra hükmü ile mutlak koruma alanı içerisinde sportif amaçlı olta balıkçılığı ve piknik yapma ihtiyaçları için cepler teşkil edilebileceği, bu ceplerin içme-kullanma suyu alma yapısına 500 metreden fazla yakın olamayacağı, mesire yerlerine de yapı yapılmamak kaydıyla aynı koşullarla izin verilebileceği düzenlenmiştir. Alanda herhangi bir yapılaşmaya izin verilmeyeceği ve insani ihtiyaçların kısa mesafeli koruma alanındaki günübirlik tesislerden karşılanacağının belirtildiği gözönünde bulundurulduğunda, düzenlemede alanın korunma amacına aykırılık görülmemiştir. Diğer taraftan, benzer düzenlemeye Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yürürlükten kaldırılan 17. maddesinde de yer verilmiştir.

  1. maddenin 12. fıkrası: Fıkrada “Mevcut ve yeni açılacak tarım alanlarında, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının denetiminde sadece organik tarım faaliyetlerine izin verilir. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yetki verilmiş kontrol ve sertifikasyon kuruluşunun görüşleri doğrultusunda organik tarım yapılamayacağının teknik olarak raporlandığı durumlarda, iyi tarım uygulamalarına izin verilebilir.” kuralına yer verilmiştir.

07.12.2010 günlü, 27778 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmelik hükümleri ile iyi tarım uygulamaları çerçevesinde, kontrollü şartlar altında ve daha az oranda da olsa, suni gübre ve tarım ilacı kullanımının devam ettiği anlaşılmaktadır.

Dava konusu düzenleme ile Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 16., 17., 18., 19. ve 20. maddeleri birlikte incelendiğinde; mutlak koruma alanlarında tarımsal faaliyetlerin hiçbir çeşidine izin verilmediği, tarımsal faaliyetlerin maksimum su seviyesinden 300 metre sonra başlayan 700 metrelik kara alanını oluşturan kısa mesafeli koruma alanlarında ve bu alanlardan sonra başlayan 1 kilometrelik orta mesafeli koruma alanında yapılabileceği, ancak buna da suni gübre ve tarım ilacı kullanmamak koşuluyla izin verildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, içme kullanma suyu kaynağı mutlak koruma alanlarında, kontrollü olarak ve az miktarda da olsa, suni gübre ve ilaç kullanılmasına olanak tanıyan iyi tarım uygulamalarına izin veriliyor olması nedeniyle, dava konusu Yönetmeliğin 9. maddesinin 12. fıkrasının ikinci cümlesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. madddenin 13. fıkrası: fıkrada “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının kontrolünde mevcutta mutlak koruma alanında yaşayan yerleşik halkın zati ihtiyacını karşılamak amacı ile hayvancılık faaliyetlerine ve kontrollü otlatmaya izin verilebilir.” hükmüne yer verilmiştir.

İçme kullanma suyu kaynağının koruma alanları arasındaki en hassas bölgeyi oluşturan mutlak koruma alanlarında, bu alanın bozulmasına yol açabilecek her türlü faaliyet yasaklanmış olup, bu kapsamda su kaynağının ve suyun kirlenmesine neden olabilecek nitelikteki hayvancılık faaliyetlerinin de bu bölgede yapılmaması gerektiğinden, düzenlemede yönetmeliğin amacına uyarlık görülmemiştir. Davalı idare tarafından, düzenlemenin, mutlak koruma alanlarında yaşayan yerleşik halkın mağduriyet yaşamaması için ailenin asgari geçimini sürdürebilmesini teminen ihtiyaç duyduğu hayvancılık faaliyetini kapsadığı, bu faaliyetlerin büyük çaplı, entegre tesis niteliğinde olmadığı öne sürülmekte ise de, fıkra hükmünde faaliyetin niteliği ve tesislere yönelik herhangi bir sınırlayıcı ifade bulunmadığından, kontrollü de olsa anılan faaliyetlerin bölgenin doğal yapısına zarar verebileceği, diğer taraftan, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yürürlükten kaldırılan ilgili hükümlerinde mutlak koruma alanında hayvancılık faaliyeti ve otlatmaya yer verilmediği, sadece kısa mesafeli koruma alanında kontrollü otlatmaya izin verildiği gözönünde bulundurulduğunda, iddia yerinde görülmemiştir.

  1. maddesinin 15. fıkrası ile 10. maddesinin 13. fıkrası: Anılan maddelerde “Yeni akaryakıt istasyonlarına, gaz dolum istasyonlarına ve kimyasal madde depolarına, sıvı ve katı yakıt depolarına izin verilmez. Mevcut akaryakıt istasyonları ve gaz dolum istasyonları TSE’nin ilgili standartlarına uygun hale getirilinceye kadar kapatılır. Standartlara uygun hale getirilen istasyonlarda akaryakıt ve gaz satışı dışında dinlenme tesisi, oto yıkama, bakım, yağ değişimi ve benzeri faaliyetlere izin verilmez.” hükmüne yer verilmiştir. Düzenleme ile mutlak ve kısa mesafeli koruma alanlarında mevcut akaryakıt istasyonlarına TSE’nin ilgili standartlarına uygun hale getirildikten sonra faaliyette bulunabilme olanağı tanınmıştır.

Yönetmeliğin mutlak koruma alanının düzenlendiği 9. maddenin 5. fıkrasında ve kısa mesafeli koruma alanının düzenlendiği 10. maddenin 2. fıkrasında, mevcut yapıların aynen korunacağı,ancak, insan sağlığı ve çevrede telafisi mümkün olmayan neticelere yol açabilecek faaliyetlerin gerçekleştirildiği tesislerin, tehlikeli atık bertaraf tesislerinin, tehlikeli madde depolarının ve benzeri mevcut yapıların kaldırılacağı hüküm altına alınmıştır.

İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik uyarınca, meskenlerden mutlaka uzaklaştırılması gerekmekle beraber izin verilmeden önce civarında ikamet edenlerin sıhhat ve istirahatleri üzerine gerek tesisatları ve gerekse vaziyetleri itibarıyla bir zarar vermeyeceğine kanaat oluşması halinde açılmasına izin verilen ikinci sınıf gayrisıhhi müesseselerden olan akaryakıt ve gaz dolum istasyonlarının faaliyetleri nedeniyle doğrudan çevrede telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açabilecek nitelikte tesisler olmamasına karşın, içme-kullanma suyu kaynağının en hassas ve en sıkı tedbirlerle korunması gereken alanını oluşturan, mutlak ve kısa mesafeli koruma alanlarında mevcut akaryakıt ve gaz dolum istasyonlarında meydana gelebilecek herhangi bir kazada kirliliğin oluşabileceği ve sonuç olarak su kalitesinin olumsuz etkilenebileceği açıktır. Bu durumda, mutlak ve kısa mesafeli koruma alanlarında TSE’nin ilgili standartlarına uygun hale getirilmesi şartıyla dahi olsa mevcut akaryakıt ve gaz dolum istasyonlarının faaliyet göstermesine izin verilmesi Yönetmeliğin amacına ve içme-kullanma suyunun kaynağındaki su kalitesinin, insan sağlığını tehlikeye atmayacak şekilde korunması ilkesine aykırılık oluşturduğundan, anılan madde hükümlerinin ikinci ve üçüncü cümlelerinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. maddenin 2. fıkrası: 10. madde ile kısa mesafeli koruma alanı düzenlenmiş, maddenin 2. fıkrasında, mevcut yapıların aynen korunacağı; üçüncü cümlesinde, mevcut yapılardan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından lisanslandırılan kurum ve kuruluşlarca riskli yapı olduğu tespit edilenlerin, inşaat alanında değişiklik yapmamak, kullanım amacını değiştirmemek ve üzerinde bulunduğu taşınmazları ifraz işlemine tabi tutmamak şartıyla yıkılarak yeniden inşa edilebileceği kurala bağlanmıştır.

İçme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerin, mutlak koruma alanı sınırından itibaren yatayda 700 metre genişliğindeki kara alanı olarak tanımlanan kısa mesafeli koruma alanında belirli şartlarda konut dışı yapılaşmaya izin verilmiş olması ve mevcut yapıların aynen korunmuş olması nedeniyle, yukarıda 9. maddenin 5. fıkrasında yer alan “yıkılarak yeniden inşa edilebilir” ifadesine yönelik olarak açıklanan nedenlerle iptali istenilen maddede yer alan “yeniden inşa edilebilir” ifadesinde de hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

  1. maddenin 5. fıkrası: Fıkrada, “İskân dışı alanlarda yapılacak yapılara ve ifraz uygulamalarına Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde izin verilir. Bu alandaki tarım arazileri için yapılacak ifraz uygulamalarında 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümleri esas alınır.” kuralına yer verilmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 18. maddesinin (a) bendinde, kısa mesafeli koruma alanlarında turizm, iskan ve sanayi yerleşmelerine izin verilmeyeceği belirtildikten sonra (e) bendinde, bu alanlarda sadece, alanın rekreasyon ve piknik amacıyla kullanılmasına dönük kamu yararlı ve günübirlik turizm ihtiyacına cevap verecek, sökülüp takılabilir elemanlardan oluşan geçici nitelikteki kır kahvesi, büfe gibi yapıların inşasına izin verildiği; 19. maddesinde, kısa mesafeli koruma alanı sınırından başlayan ikinci bin metrelik alanı oluşturan orta mesafeli koruma alanlarında, sadece, bir ailenin oturmasına mahsus bağ veya sayfiye evleri ile yerleşik halkın ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla entegre tesis niteliğinde olmayan mandıra, kümes, ahır gibi konut dışı yapılara, maddede öngörülen şartlarla izin verilerek, içme kullanma suyu temin edilen ya da edilmesi planlanan su kaynağının korunması amaçlanmıştır.

Bu durumda, kısa mesafeli koruma alanlarındaki mevcut yapılar ve yerleşim alanları dışında yeni yapılaşmaya izin verilmemesi gerektiğinden, fıkranın 1. cümlesinde yer alan “yapılacak yapılara ve” ifadesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. maddenin 8. fıkrası: Fıkrada “Bu alanda, mevcut yerleşim ve sanayi tesisleri ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan kaynaklanan atıksular, kanalizasyon sistemi aracılığıyla öncelikli olarak havza dışına, teknik ve ekonomik olarak mümkün olmaması durumunda orta ve uzun mesafeli koruma alanlarındaki uygun arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilir. Ancak, söz konusu yapılar; atıksuların kanalizasyon şebekesiyle toplanmasına imkân verecek yoğunlukta değil ise, Lağım Mecrası İnşası Mümkün Olmayan Yerlerde Yapılacak Çukurlara Ait Yönetmelik hükümlerine göre yapılacak sızdırmaz foseptiklerde toplanarak orta mesafeli koruma alanındaki, uzun mesafeli koruma alanındaki veya havza dışındaki arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilir. Şayet, bunlar mümkün değilse içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar mevcut olan yerleşim ve sanayi tesisleri ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan kaynaklanan atıksuların içme-kullanma suyu kaynağının su kalitesini olumsuz yönde etkilemeyecek seviyede ileri arıtmadan geçirilerek deşarjına, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından izin verilebilir.” kuralına yer verilmiştir.

Dava konusu düzenleme ile mevcut yapılardan kaynaklanan atıksuların maddede sayılan yöntemlerle atıksu altyapı tesisine verilmesi öngörülmüş olmakla birlikte, sayılan yöntemlerin kullanılmasının teknik ve ekonomik nedenlerle mümkün olmadığı durumlarda, içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının izniyle, atıksuların ileri arıtmadan geçirilerek havza içine deşarj edilebileceği düzenlenmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 16 ila 20. madde hükümleri ile sadece mutlak koruma alanları için değil, bütün koruma alanları için, atıksuların havza dışına çıkarılması esasının benimsendiği, diğer taraftan, kısa mesafeli koruma alanlarında yapılaşmaya izin verilmediği, yeni yapılaşma izninin, 19. maddede öngörülen şartlara uyulması kaydıyla ancak orta mesafeli koruma alanlarında verildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, dava konusu hükmün, kısa mesafeli koruma alanlarında yapılaşmaya izin veren “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan” ifadesinde ve yine bu alanlarda, atıksu deşarjına izin verilmesi nedeniyle fıkranın 3. cümlesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. maddenin 10. fıkrası: Fıkrada “İçme suyu projesine ve mevcut yapıların kanalizasyon sistemlerine ait mecburi teknik tesisler, 2863 sayılı Kanun kapsamına giren uygulamalar ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapıların inşası haricinde hafriyat ve döküm yapılamaz. Bu alanlarda bulunan terk edilmiş maden ocaklarının doğal yapısının ikame edilmesi ve dolum sonrası ağaçlandırılması amacıyla inşaat ve yıkıntı atıkları ile karıştırılmamış hafriyat toprağı dökümüne izin verilebilir.” kuralına yer verilmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 18. maddesinde, kısa mesafeli koruma alanlarında yapılaşmaya izin verilmediği; yeni yapılaşma izninin, 19. maddede öngörülen şartlara uyulması kaydıyla ancak orta mesafeli koruma alanlarında verildiği anlaşıldığından, kısa mesafeli koruma alanlarında yapılaşmaya izin verilmesi yolundaki fıkrada yer alan “ile madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan” ifadesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. maddenin 12. fıkrası ile 11. maddenin 11. fıkrası: 10. maddenin 12. fıkrasında ” “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının kontrolünde yerleşik halkın zati ihtiyacını karşılamak amacı ile hayvancılık faaliyetlerine ve kontrollü otlatmaya izin verilebilir.”; 11. maddesinin 11. fıkrasında ” Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının kontrolünde hayvancılık faaliyetlerine ve otlatmaya izin verilir.”hükmüne yer verilmiştir.

Yönetmeliğin 11. maddesinde orta mesafeli koruma alanı, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerin, kısa mesafeli koruma alanı sınırından itibaren yatayda 1000 metre genişliğindeki kara alanı olarak tanımlanmıştır.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 18. maddesinde, kısa mesafeli koruma alanında, hayvancılık ile ilgili yapılar hariç olmak üzere kontrollü otlatmaya izin verildiği, 19. maddesinde de, orta mesafeli koruma alanlarında hayvancılık faaliyetlerine, sadece halkın yerleşik ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla izin verildiği ve bu faaliyet kapsamında yapılabileceği öngörülen yapılar bakımından da entegre tesis niteliğinde olmama koşulunun getirildiği anlaşılmaktadır.

Dava konusu düzenlemede ise, kısa mesafeli koruma alanında herhangi bir açıklama ve sınırlama getirilmeksizin hayvancılık faaliyetlerine izin verilmesi, orta mesafeli koruma alanlarında da yine açıklama ve sınırlama getirilmeksizin her türlü hayvancılık faaliyetine izin verilmesi nedeniyle anılan hükümlerde yönetmeliğin amacına ve hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

  1. maddesinin 8. fıkrası ile 12. maddesinin 5, 7 ve 8. fıkraları: Madde hükümleri ile orta ve uzun mesafeli koruma alanlarında oluşabilecek kentsel atıksuların, uzun mesafeli koruma alanlarındaki mevcut ve yeni sanayi tesislerinden kaynaklanan atıksuların ve katı atık depolama ve bertaraf alanlarından kaynaklanan sızıntı sularının, son ihtimal olarak, teknik ve ekonomik olarak havza dışına çıkarılmasının veya yeniden kullanımının mümkün olmadığı hallerde, içme-kullanma suyu kaynağının su kalitesini olumsuz yönde etkilemeyecek seviyede arıtılarak havzaya deşarjına Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından izin verilebileceği öngörülmüştür.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nin 14/02/2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 16, 17, 18, 19 ve 20. maddelerinde, bütün koruma alanları açısından atıksuların havza dışına çıkarılması esası benimsenmişken, içme-kullanma suyu havzalarını yeniden belirleyen ve bu alanların korunmasına ilişkin yeni esaslar getiren dava konusu Yönetmelikle atıksuların havza dışına çıkarılması esasının yine bir ilke olarak belirlendikten sonra, belirlenen şartlarda da olsa havza içine deşarjına izin verilmesi yolundaki 11. maddenin 8. fıkrasının son cümlesi ile 12. maddenin 5, 7 ve 8. fıkralarının son cümlelerinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. maddenin 4. fıkrası: Fıkra hükmü ile uzun mesafeli koruma alanlarında mevcut imar planlarının geçerli olduğu belirtildikten sonra, su kalitesini ve miktarını olumsuz yönde etkilememesi, gerekli çevresel altyapı ve kirlenme kontrolü tedbirlerinin yerine getirilmesi şartıyla Bakanlık ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görüşleri ile değişiklik yapılabileceği düzenlenmiştir. Mutlak, kısa ve orta mesafeli koruma alanlarının dışında kalan içme-kullanma suyu havzasının bütününü oluşturan uzun mesafeli koruma alanlarında yapılabilecek tesisler ve alanın niteliği gözönünde bulundurulduğunda, havza koruma planı hazırlanana kadar maddede belirtilen koşullarla plan değişikliği yapılmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
  2. maddenin 6. fıkrası: Fıkrada uzun mesafeli koruma alanı iki kısma ayrılarak izin verilebilecek sanayi tesisleri sayılmıştır. Yapılacak sanayi tesislerinin atıksularının yönetmelik hükümlerine uygun olarak havza dışına çıkarılması şartıyla izin verildiği, 2000 ila 5000 metre arasında izin verilen sanayi tesislerinde evsel nitelikte atıksu oluştuğu gözönünde bulundurulduğunda, düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.
  3. maddenin 11. fıkrası: Düzenleme ile mevcut akaryakıt istasyonları ve gaz dolum istasyonlarının TSE’nin ilgili standartlarına uygun hale getirilinceye kadar kapatılacağı, bu alanda TSE’nin ilgili standartlarına uygun olmak şartıyla yeni akaryakıt istasyonu kurulabileceği öngörülmüştür. Uzun mesafeli koruma alanında yerleşik halkın ihtiyaçları gözönünde bulundurularak mevzuat gereği standartların sağlanması, koruyucu tedbir ve diğer koşulların yerine getirilmesi şartıyla akaryakıt istasyonu ve gaz dolum istasyonlarına izin verilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
  4. maddenin 2. ve 3. fıkrası: Maddenin 2. fıkrasında, “İçme-kullanma suyu alma yapısının memba yönündeki ilk su yapısında son bulmak şartıyla, içme-kullanma suyu su alma yapısından itibaren maksimum 2000 metre mesafede, arıtılsa dahi atıksu deşarjına izin verilmez, ilgili mevzuattaki standartlara uygun arıtılmış atıksular su alma yapısının mansabına bir kollektör ile deşarj edilebilir. Ancak, atıksuların içme-kullanma suyu kaynağının su kalitesini olumsuz yönde etkilemeyecek seviyede ileri arıtmadan geçirilerek deşarjına, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından izin verilebilir.”; 3. fıkrasında da, “İçme-kullanma suyu alma yapısının memba yönündeki ilk su yapısında son bulmak şartıyla, içme-kullanma suyu su alma yapısından itibaren maksimum 2000 metre mesafedeki alan ile dere, çay ve nehirlerin şev üstünden sağ ve sol sahil kıyı çizgisinden itibaren 15 metre genişliğindeki alanda atık ve artıkların boşaltılmasına, depolanmasına ve atık bertaraf tesislerine izin verilmez.” hükmü yer almaktadır. 13. madde ile dere, çay, ve nehirler için genel esaslar ve koruma alanı öngörülmüş ve dava konusu yönetmelikle ilk defa bu alanlar için koruma statüsü getirilmiş olup, maddenin bütünü gözönünde bulundurulduğunda, iptali istenilen hükümlerde koruma esaslarına aykırılık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, İçme Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliğin 9. maddesinin 2. fıkrasının, 5. fıkrasında yer alan “yıkılarak yeniden inşa edilebilir” ibaresinin, 8. fıkrasının son cümlesinin, 12. fıkrasının ikinci cümlesinin, 13. fıkrasının, 15. fıkrasının ikinci ve üçüncü cümlelerinin, 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yeniden inşa edilebilir” ifadesinin, 5. fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “yapılacak yapılara ve” ifadesinin, 8. fıkrasında yer alan “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan” ifadesinin ve fıkranın üçüncü cümlesinin, 10. fıkrasında yer alan “ile madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan” ifadesinin, 12. fıkrasının, 13. fıkrasının ikinci ve üçüncü cümlelerinin, 11. maddesinin 8. fıkrasının son cümlesinin, 11. fıkrasının, 12. maddesinin 5, 7 ve 8. fıkralarının son cümlelerinin iptaline, yönetmeliğin iptali istenilen diğer hükümlerine yönelik olarak ise davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince duruşma için taraflara önceden bildirilen 16/03/2022 tarihinde, davacı vekili Av. …, davalı vekili Hukuk Müşaviri …’ın geldiği, Danıştay Savcısının hazır olduğu görülmekle, açık duruşmaya başlandı. Taraflara usulüne uygun olarak söz verilerek dinlendikten ve Danıştay Savcısının düşüncesi alındıktan sonra taraflara son kez söz verilip, duruşma tamamlandı. Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:

MADDİ OLAY:

28/10/2017 günlü, 30224 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelik yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Bakılan dava, anılan Yönetmeliğin 9. maddesinin 2, 5, 6, 7, 8, 11, 12, 13 ve 15. fıkraları, 10. maddesinin 2, 5, 8, 10, 12 ve 13. fıkraları, 11. maddesinin 8 ve 11. fıkraları, 12. maddesinin 4, 5, 6, 7, 8 ve 11. fıkraları ile 13. maddesinin 2 ve 3. fıkralarının hukuka aykırı olduğu iddialarıyla açılmıştır.

İLGİLİ MEVZUAT:

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” başlıklı 56. maddesinde; “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükmüne yer verilmiştir.

2872 sayılı Çevre Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamak olarak kabul edilmiş; 2. maddesinde, sürdürülebilir çevre “Gelecek kuşakların ihtiyaç duyacağı kaynakların varlığını ve kalitesini tehlikeye atmadan, hem bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini oluşturan tüm çevresel değerlerin her alanda (sosyal, ekonomik, fiziki vb.) ıslahı, korunması ve geliştirilmesi süreci” olarak; sürdürülebilir kalkınma ise “Bugünkü ve gelecek kuşakların, sağlıklı bir çevrede yaşamasını güvence altına alan çevresel, ekonomik ve sosyal hedefler arasında denge kurulması esasına dayalı kalkınma ve gelişme” olarak tanımlanmıştır. Buna göre, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleriyle hem bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini oluşturan tüm çevresel değerlerin her alanda ıslahı, korunması ve geliştirilmesi ile sağlıklı bir çevrede yaşama güvence altına alınmıştır. Kanunun 9. maddesinin, (h) bendinde ise, “Ülkenin deniz, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının ve su ürünleri istihsal alanlarının korunarak kullanılmasının sağlanması ve kirlenmeye karşı korunması esastır.” hükmüne yer verilmiştir.

Davaya konu Yönetmeliğin yayımı tarihinde yürürlükte olan 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin “Görevler” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde; Su kaynaklarının korunmasına ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasına dair politikalar oluşturmak, ulusal su yönetimini koordine etmek görevi Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na verilmiş, aynı Kanun Hükmünde Kararname’nin “Düzenleme yetkisi” başlıklı 26. maddesinde ise, “(1) Bakanlık; görev, yetki ve sorumluluk alanına giren ve önceden kanunla düzenlenmiş konularda idari düzenlemeler yapabilir.” hükmüne yer verilmiştir. 10/07/2018 tarih ve 30474 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 410. maddesinde aynı görevler Tarım ve Orman Bakanlığı’na verilmiştir.

Öte yandan; 23.11.1981 günlü, 17523 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Ek 5. maddesinde, “Bu Kanun diğer büyükşehir belediyelerinde de uygulanır.” hükmüne; Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 51. maddesinde ise, “… Büyükşehirlere içme ve kullanma suyu temin edilen kıta içi yüzeysel su kaynakları havzalarındaki denetim faaliyetlerinden 2560 sayılı Kanun çerçevesinde Büyükşehir Belediyeleri sorumludur. Çevre Kanunu çerçevesinde Büyükşehir Belediyeleri haricindeki yerleşimlere içme ve kullanma suyu temin edilen su havzalarındaki denetim faaliyetlerinden İl Çevre ve Orman Müdürlüğü sorumludur …” hükmüne yer verilmiştir. Bu durumda; içme ve kullanma suyu temin edilen havzaların korunması, 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun verdiği yetkiyle kendi sınırlarında geçerli olmak üzere çıkaracakları Su Havzaları Koruma Yönetmeliği uyarınca Büyükşehir Belediyelerinin; Büyükşehir Belediyeleri haricinde içme ve kullanma suyu temin edilen havzalar ile içme ve kullanma suyu temin edilmeyen havzaların korunması ise Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği uyarınca Bakanlığın yetkisindedir.

Ülkemizde, yeraltı ve yerüstü su kaynakları potansiyelinin korunması ve en iyi bir biçimde kullanımının sağlanması için, su kirlenmesinin önlenmesini sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde gerçekleştirmek üzere gerekli olan hukuki ve teknik esasları belirlemek amacıyla ilk olarak, 2872 sayılı Çevre Kanununun 8, 9, 11, 12, 15 ve 20. maddeleri ile 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun, Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğünün görevlerini düzenleyen 9. maddesine dayanılarak, 31.12.2004 günlü, 25687 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği hazırlanmış ve anılan Yasa hükümlerinin uygulanması amacıyla ülkenin yeraltı ve yerüstü su kaynakları potansiyelinin korunması ve en iyi bir biçimde kullanılmasının sağlanması amacıyla gerekli hukuki ve teknik esaslar belirlenmiş; bu Yönetmeliğin “Su Kalitesine İlişkin Planlama Esasları ve Yasaklar” başlıklı dördüncü bölümünde, içme ve kullanma suyu temin edilen kıta içi yüzeysel sularla ilgili kirletme yasakları (m.16) ile içme ve kullanma suyu rezervuarlarına yakınlık mesafesine göre mutlak koruma alanı (m.17), kısa mesafeli koruma alanı (m.18), orta mesafeli koruma alanı (m.19) ve uzun mesafeli koruma alanı (m.20) belirlenmesine ve içme kullanma suyu rezervuarlarının korunması için, bu alanlarda yapılabilecek ve yapılamayacak faaliyetlere ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.

Daha sonra, 645 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin, yukarıda yer verilen 2., 9. ve 26. maddelerine dayanılarak, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan bütün yerüstü ve yeraltı suyu kaynaklarının kalitesinin ve miktarının korunmasına ve iyileştirilmesine ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla hazırlanan, dava konusu İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelik 28.10.2017 günlü, 30224 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yönetmeliğin “Yerüstü Suları İçin Koruma Esasları ve Koruma Alanları” başlıklı üçüncü bölümünde, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde yer alan koruma alanları yeniden düzenlenmiş; bunların içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan su kaynağına olan mesafeleri açısından herhangi bir değişiklik yapılmamış; ancak söz konusu alanlarda yapılabilecek ve yapılamayacak faaliyetlere ilişkin değişikliklere yer verilmiştir. Dava konusu Yönetmelik yürürlüğe girdikten sonra, 14.02.2018 günlü, 30332 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin, yukarıda belirtilen, içme kullanma suyu rezervuarlarının korunmasına ilişkin hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.

Yine dava konusu Yönetmeliğin yayımı tarihinde yürürlükte olan, içme suyu elde edilen veya elde edilmesi planlanan yüzeysel sular ile ilgili esasları, kalite kriterlerini ve bu suların içme ve kullanma suyu olarak kullanılabilmesi için uygulanması gereken arıtma sınıflarını tespit etmek amacıyla, 29/06/2012 tarih ve 28338 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İçme Suyu Elde Edilen Veya Elde Edilmesi Planlanan Yüzeysel Suların Kalitesine Dair Yönetmeliğin 4. maddesinde; içme ve kullanma suyu, insanların günlük faaliyetlerinde içme, yıkanma ve temizlik gibi ihtiyaçları için kullandıkları, özellikleri 17/02/2005 tarih ve 25730 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik ile belirlenmiş olan, toplu bir su temini sistemi aracılığıyla çok sayıda tüketicinin ortak kullanımına sunulan sular olarak tanımlanmıştır. Aynı Yönetmeliğin 5. maddesinin 2. fıkrasında, idare, içme ve kullanma suyu elde edilen veya elde edilmesi planlanan yüzeysel suların, bu Yönetmeliğin 6 ncı ve 7 nci maddeleri ile belirlenen değerlere ve esaslara uymasını sağlamak maksadıyla gerekli bütün tedbirleri almakla görevlendirilmiştir. Atıf yapılan 6. maddede; “(1) İçme ve kullanma suyu elde edilen veya elde edilmesi planlanan yüzeysel sular; Ek-I’de yer alan bütün parametreler için verilen zorunlu ve kılavuz değerlere göre  (…),  (…) ve A3 olmak üzere üç farklı kategoriye ayrılır ve her bir kategori için aşağıdaki arıtma sınıfları belirlenir. İçme ve kullanma sularının kalite kategorilerinden, a)  (…): basit fiziksel arıtma ve dezenfeksiyon ile içilebilir suları, b)  (…): fiziksel arıtma, kimyasal arıtma ve dezenfeksiyon ile içilebilir suları, c) A3: fiziksel ve kimyasal arıtma, ileri arıtma ve dezenfeksiyon ile içilebilir suları, ifade eder. (2) A3 kategorisi için verilmiş olan zorunlu sınır değerleri aşan, fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik kirlilik içeren suların içme ve kullanma suyu olarak kullanımı tercih edilmez. Ancak bu sular istisnai hallerde suyun kalite özelliklerini içme suyu için uygun kalite standartları düzeyine yükseltecek arıtma prosesleri kullanılarak içme suyu temininde kullanılabilir. (3) İçme ve kullanma suyu elde edilen veya elde edilmesi planlanan yüzeysel suların; kategorilere göre verilmiş olan arıtma sınıflarından geçirildikten sonra nihai olarak İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik ile belirlenmiş olan içme suyu standartlarını sağlaması esastır.” düzenlemesine, 7. maddede ise; “(1) İçme ve kullanma suyu elde edilen veya elde edilmesi planlanan ve  (…) ve  (…) kategorisinde yer alan yüzeysel suların iyileştirilmesini sağlamak için özel hüküm belirleme çalışması yapılıp yapılmayacağı Bakanlıkça belirlenir. A3 kategorisinde yer alan yüzeysel suların iyileştirilmesini sağlamak için Bakanlık havza bazında özel hüküm belirleme çalışması yapar veya yaptırır.” düzenlemesine yer verilmiştir.

17/02/2005 tarih ve 25730 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik’te ise insani tüketim amaçlı suların teknik ve hijyenik şartlara uygunluğu ile suların kalite standartlarının sağlanması, kaynak suları ve içme sularının istihsali, ambalajlanması, etiketlenmesi, satışı, denetlenmesi ile ilgili usul ve esaslar düzenlenmiştir. Anılan Yönetmeliğin 5. maddesinde, insani tüketim amaçlı su, orijinal haliyle ya da işlendikten sonra, dağıtım ağı, tanker, şişe veya kaplar ile tüketime sunulan içme, pişirme, gıda hazırlama ya da diğer evsel amaçlar için kullanılan bütün sular ile suyun kalitesinin, gıda maddesinin nihai halinin sağlığa uygunluğunu etkilemeyeceği durumlar haricinde insani tüketim amaçlı ürünlerin veya gıda maddelerinin imalatında, işlenmesinde, saklanmasında veya pazarlanmasında kullanılan bütün sular olarak tanımlanmıştır.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:

Yönetmeliğin 9. maddesinin iptali istenilen fıkralarının incelenmesi;

  1. fıkrasının incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin, “Mutlak koruma alanı” başlıklı 9. maddesinin iptali istenilen 2. fıkrasında “(2) İçme-kullanma suyu temin edilmesi amacıyla yapılması planlanan baraj gölü ve göletler ile su alınması planlanan tabii göllerin çevresinde, maksimum su seviyesinden itibaren içme-kullanma suyu alma yapısını merkez alan, yarıçapı 300 metre genişliğindeki alanın kara kısmındaki bölümü, içme-kullanma suyunu kullanan idare tarafından kamulaştırılır. İçme-kullanma suyunu kullanan idarece gerekli görülmesi durumunda yarıçapı 300 metre genişliğindeki alana ilave olarak mutlak koruma alanının bir kısmı veya tamamı kamulaştırılabilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Davacı tarafından, mutlak koruma alanlarının, su kaynaklarının korunmasında en önemli alanlar olması sebebiyle, daha önce Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde kabul edilen hukuki rejime uygun olarak bütünüyle kamulaştırılması gerektiği iddiasıyla, fıkranın iptal edilmesi istenilmiştir.

Anılan düzenlemede, maksimum su seviyesinden itibaren içme-kullanma suyu alma yapısını merkez alan, yarıçapı 300 metre genişliğindeki alanın kara kısmındaki bölümünün, içme-kullanma suyunu kullanan idare tarafından kamulaştırılmasının zorunlu tutulduğu; mutlak koruma alanının bunun dışında kalan bölümünün kamulaştırılmasının ise idarenin taktir yetkisine bırakıldığı; bu düzenlemenin, mutlak koruma alanlarındaki yerel ihtiyaçlar, her bir mutlak koruma alanının kendine has özellikleri vb. hususlar da göz önünde bulundurularak, kamulaştırma işlemlerinin, havzanın ihtiyaçlarına göre yürütülmesine olanak sağlayacağı; öte yandan, söz konusu düzenlemeyle, mutlak koruma alanının bütününün kamulaştırılması yönünde herhangi bir engel de getirilmediği dikkate alındığında; anılan fıkrada hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 9. maddesinin 5. fıkrasında “(5) Mevcut yapılar aynen korunur. Ancak, insan sağlığı ve çevrede telafisi mümkün olmayan neticelere yol açabilecek faaliyetlerin gerçekleştirildiği tesisler, tehlikeli atık bertaraf tesisi, tehlikeli madde deposu ve benzeri mevcut yapılar kaldırılır. Yapı inşaat alanında değişiklik yapmamak ve kullanım amacını değiştirmemek şartıyla gerekli bakım ve onarım yapılabilir. Mevcut yapılardan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından lisanslandırılan kurum ve kuruluşlarca riskli yapı olduğu tespit edilenler, inşaat alanında değişiklik yapmamak, kullanım amacını değiştirmemek ve üzerinde bulunduğu taşınmazları ifraz işlemine tabi tutmamak şartıyla yıkılarak yeniden inşa edilebilir. Parsel tevhidi ile yapı yoğunluğu, inşaat alanı ve emsal değeri arttırılamaz.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Davacı tarafından, mutlak koruma alanının tamamının kamulaştırılmaması nedeniyle mevcut yapıların korunmasına ve alandaki faaliyetlerin devam etmelerine, riskli yapıların ise yıkılarak yeniden inşa edilmelerine izin verildiği, bu durumun alanın tamamında yapılaşma taleplerini getireceği ve kirlilik riski yaratacağı iddiasıyla, fıkranın iptal edilmesi istenilmiştir.

Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinin 1. fıkrasının (t) bendinde mevcut yapı, “Bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle mevzuata uygun olarak gerekli izinleri almış yapılar” olarak; 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde ise riskli yapı “Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapı” olarak tanımlanmıştır.

Dava konusu düzenlemeyle, yıkılarak inşa edilmesine izin verilen yapıların, mutlak koruma alanlarında, dava konusu konusu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itiibarıyla, mevzuata uygun olarak gerekli izinleri almış yapılardan, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca riskli yapı olarak belirlenenlerden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Riskli yapının, yukarıda yer verilen tanım maddesinde gösterilen özellikleri dikkate alındığında, dava konusu düzenlemenin, söz konusu yapıların mevcut haliyle kalması durumunda can ve mal güvenliği açısından yaratabileceği tehlikelerin önüne geçmesi açısından kamu yararına uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Öte yandan, dava konusu Yönetmelikteki mevcut yapı tanımı dikkate alındığında, söz konusu riskli yapılar, aynı zamanda, daha önce mevzuata uygun olarak gerekli izinleri almış yapılar olduklarından, dava konusu düzenlemenin, bu yapıların maliklerinin mülkiyet haklarının korunması açısından, kazanılmış hakların korunması ilkesine de uygun olduğu açıktır. Belirtilen nedenlerle, fıkrada hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. ve 7. fıkralarının incelenmesi;

Yönetmeliğin 9. maddesinin 6. ve 7. fıkralarında, “(6) Bu alanda belediye sınırı ve belediye mücavir alan sınırları içinde, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle yürürlükteki imar planları geçerlidir, imar planlarının gelişme alanlarındaki yapılaşmamış kısımların iptaline yönelik revizyon yapılır. İçme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar bu planlar kapsamında yoğunluk arttırıcı veya kirlilik arttırıcı kullanım değişikliğine yönelik imar değişikliği yapılamaz. 12/11/2012 tarihli ve 6360 sayılı On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun çerçevesinde köy statüsünde iken belediye sınırları içine alınarak mahalle statüsüne geçen kırsal yerleşim alanlarında yeni yapı yapılamaz, meskûn doku korunur. (7) Bu alanda köy gelişme alanı belirlenemez.” kurallarına yer verilmiştir.

Davacı tarafından, mutlak koruma alanındaki yerleşimlerin de kamulaştırılarak kaldırılması ve bu alanlardaki planların, gelişme alanlarıyla birlikte iptal edilmesi gerektiği, bu alanlarının kamulaştırılmamasının su kalitesi için büyük risk oluşturduğu iddiasıyla söz konusu düzenlemelerin iptali istenilmiştir.

İptali istenilen fıkra hükümleri ile mutlak koruma alanında belediye sınırı ile belediye mücavir alan sınırları içinde mevcut imar planlarının geçerli olduğu, imar planlarının gelişme alanlarındaki yapılaşmamış kısımların iptaline yönelik revizyon yapılacağı, havza koruma planı yapılıncaya kadar yoğunluk arttırıcı veya kirlilik arttırıcı kullanım değişikliği yapılamayacağı, mahalle statüsüne geçen kırsal yerleşim alanlarında yeni yapı yapılamayacağı, meskun dokunun korunacağı ve bu alanda köy gelişme alanı belirlenemeyeceği hükme bağlanmış olup, söz konusu düzenlemelerin, mutlak koruma alanına ilişkin havza koruma planı hazırlanıncaya kadar, alanın korunmasına ve yapılaşmanın engellenmesine ilişkin oldukları anlaşıldığından, anılan düzenlemelerde hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 9. maddesinin 8. fıkrasında, “(8) Bu alanda, mevcut yapılardan kaynaklanan atıksular, kanalizasyon sistemi aracılığıyla öncelikli olarak havza dışına, teknik ve ekonomik açıdan uygulanabilir olmaması durumunda orta ve uzun mesafeli koruma alanlarındaki uygun arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilir. Ancak, söz konusu yapılar; atıksuların kanalizasyon şebekesiyle toplanmasına imkân verecek yoğunlukta değil ise, 19/3/1971 tarihli ve 13783 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Lağım Mecrası İnşası Mümkün Olmayan Yerlerde Yapılacak Çukurlara Ait Yönetmelik hükümlerine göre yapılacak sızdırmaz foseptiklerde toplanarak orta mesafeli koruma alanındaki, uzun mesafeli koruma alanındaki veya havza dışındaki arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilir. Eğer bunlar mümkün değilse, içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar, atıksuların içme-kullanma suyu kaynağının su kalitesini olumsuz yönde etkilemeyecek seviyede ileri arıtmadan geçirilerek deşarjına, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından izin verilebilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Aynı maddenin 1. fıkrasında, mutlak koruma alanı, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerin, maksimum su seviyesinden itibaren yatayda 300 metre genişliğindeki kara alanı olarak tanımlanmıştır.

Dava konusu düzenleme ile, mevcut yapılardan kaynaklanan atıksuların, kanalizasyon sistemi aracılığıyla öncelikli olarak havza dışına çıkarılması; bunun, teknik ve ekonomik açıdan mümkün olmadığı durumlarda, orta ve uzun mesafeli koruma alanlarındaki uygun arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilmesi; mevcut yapıların, atıksuların kanalizasyon şebekesiyle toplanmasına imkân verecek yoğunlukta olmaması halinde ise, Lağım Mecrası İnşası Mümkün Olmayan Yerlerde Yapılacak Çukurlara Ait Yönetmelik hükümlerine göre yapılacak sızdırmaz foseptiklerde toplanarak yine orta ve uzun mesafeli koruma alanlarındaki veya havza dışındaki arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilmesi öngörülmüş olmakla birlikte; sayılan yöntemlerin kullanılmasının teknik ve ekonomik nedenlerle mümkün olmadığı durumlarda, içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının izniyle, atıksuların ileri arıtmadan geçirilerek havza içine deşarj edilebileceği düzenlenmiştir.

Bu düzenleme, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 17., 18., 19. ve 20. maddeleriyle birlikte incelendiğinde, sadece mutlak koruma alanları için değil, diğer bütün koruma alanları için, atıksuların havza dışına çıkarılması esasının benimsendiği görülmektedir.

Mutlak koruma alanlarının, içme kullanma suyu rezervuarına en yakın kısımdaki 300 metrelik kara alanından oluştuğu, bu sebeple de, Yönetmelikle belirlenen diğer koruma alanları arasındaki en hassas ve en sıkı tedbirlerle korunması gereken alanı oluşturduğu açıktır. Bu itibarla, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde benimsenen, atıksuların havza dışına çıkarılması esasının, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan su kaynağının korunması amacına ve 29.06.2012 günlü, 28338 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren İçme Suyu Elde Edilen veya Elde Edilmesi Planlanan Yüzeysel Suların Kalitesine Dair Yönetmeliğinin, yer üstü içme kullanma suyu kaynağı kalitesinin  (…) kategorisine getirilmesine ilişkin hükümlerine daha uygun olduğundan,Yönetmeliğin, koruma alanları arasındaki en hassas bölge olan mutlak koruma alanlarında atıksu deşarjına izin verilmesi yolundaki 9. maddesinin 8. fıkrasının son cümlesinde hukuka uyarlık, fıkranın geri kalan kısımlarında ise hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 9. maddesinin 11. fıkrasında, “(11) Bu alan içinde, sportif amaçlı olta balıkçılığı ve piknik yapma ihtiyaçları için cepler teşkil edilebilir. Bu cepler içme-kullanma suyu alma yapısına 500 metreden daha yakın olamaz. 5/3/2013 tarihli ve 28578 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Mesire Yerleri Yönetmeliği çerçevesinde belirlenmiş mesire yerlerine hiçbir yapı yapılmamak ve içme-kullanma suyu alma yapısına 500 metreden, kıyıya maksimum su seviyesinden itibaren 50 metreden daha fazla yaklaşmamak şartıyla izin verilebilir. Bu alanda oluşan insani ihtiyaçlar kısa mesafeli koruma alanındaki günübirlik tesislerden temin edilir.” kuralına yer verilmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yürürlükten kaldırılan 17. Maddesi incelendiğinde, “…c) Çevre düzeni planına uyularak, bu alan içinde gölden faydalanma, piknik, yüzme, balık tutma ve avlanma ihtiyaçları için cepler teşkil edilir. Bu cepler su alma yapısına 300 metreden daha yakın olamaz.” düzenlemesine yer verildiği görülmektedir.

Fıkra hükmü ile mutlak koruma alanı içerisinde sportif amaçlı olta balıkçılığı ve piknik yapma ihtiyaçları için cepler teşkil edilebileceği, bu ceplerin içme-kullanma suyu alma yapısına 500 metreden fazla yakın olamayacağı, mesire yerlerine de yapı yapılmamak kaydıyla aynı koşullarla izin verilebileceği düzenlenmiştir. Alanda herhangi bir yapılaşmaya izin verilmeyeceği ve insani ihtiyaçların kısa mesafeli koruma alanındaki günübirlik tesislerden karşılanacağının belirtildiği, mutlak koruma alanlarında oluşturulacak ceplerle su alma yapısı arasında bırakılması öngörülen minimum mesafenin, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yürürlükten kaldırılan 17. maddesinden daha fazla belirlendiği dikkate alındığında, düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 9. maddesinin 12. fıkrasında, “(12) Mevcut ve yeni açılacak tarım alanlarında, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının denetiminde sadece organik tarım faaliyetlerine izin verilir. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yetki verilmiş kontrol ve sertifikasyon kuruluşunun görüşleri doğrultusunda organik tarım yapılamayacağının teknik olarak raporlandığı durumlarda, iyi tarım uygulamalarına izin verilebilir.” kuralına yer verilmiştir.

07.12.2010 günlü, 27778 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinde iyi tarım uygulamaları, tarımsal üretim sistemini sosyal açıdan yaşanabilir, ekonomik açıdan karlı ve verimli, insan sağlığını koruyan, hayvan sağlığı ve refahı ile çevreye önem veren bir hale getirmek için uygulanması gereken işlemler olarak tanımlanmıştır. İyi tarım uygulamaları ile, çevreye dost üretim yöntemlerinin teşvik edilerek kaliteli ürün yetiştiriciliğinin hedeflendiği, bu kapsamda tarımsal faaliyetlerde kullanılan suni gübre ve ilaç tüketimlerinin de azaltıldığı açıktır. Bununla birlikte; Yönetmelik maddeleri ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca belirlenen uygunluk kriterleri ile kontrol noktaları incelendiğinde, iyi tarım uygulamaları çerçevesinde, kontrollü şartlar altında ve daha az oranda da olsa, suni gübre ve tarım ilacı kullanımının devam ettiği anlaşılmaktadır. Tarımsal faaliyetler esnasında kullanılan suni gübre ve ilaçlar nedeniyle her yıl tonlarca azot, fosfor ve potasyum gibi kimyasal maddelerin toprağa, buradan da su kaynaklarına karıştığı ise bilinen bir gerçektir.

Dava konusu düzenleme ile Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 16., 17., 18., 19. ve 20. maddeleri birlikte incelendiğinde; mutlak koruma alanlarında tarımsal faaliyetlerin hiçbir çeşidine izin verilmediği, tarımsal faaliyetlerin maksimum su seviyesinden 300 metre sonra başlayan 700 metrelik kara alanını oluşturan kısa mesafeli koruma alanlarında yapılabileceği, ancak buna da suni gübre ve tarım ilacı kullanmamak koşuluyla izin verildiği anlaşılmaktadır. Söz konusu düzenlemeler ile, maksimum su seviyesinden itibaren ikinci bin metrelik alanı oluşturan orta mesafeli koruma alanlarında dahi tarımsal faaliyetler esnasında, suni gübre ve tarım ilacı kullanılmasının yasaklanmasının içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan su kaynağının korunması amacına daha uygun olduğu sonucuna varılmaktadır.

Bu durumda, içme kullanma suyu kaynağının maksimum su seviyesinden itibaren başlıyor olması nedeniyle koruma alanları arasındaki en hassas bölgeyi oluşturan mutlak koruma alanlarında, kontrollü olarak ve az miktarda da olsa, suni gübre ve ilaç kullanılmasına imkan tanıyan iyi tarım uygulamalarına izin veriliyor olması nedeniyle, dava konusu Yönetmeliğin 9. maddesinin 12. fıkrasının 2. cümlesinde hukuka uyarlık, fıkranın geri kalan kısmında ise hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 9. maddesinin 13. fıkrasında, “(13) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının kontrolünde mevcutta mutlak koruma alanında yaşayan yerleşik halkın zati ihtiyacını karşılamak amacı ile hayvancılık faaliyetlerine ve kontrollü otlatmaya izin verilebilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Söz konusu düzenleme, her ne kadar 10/3/2020 tarihli, 31064 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikle değiştirilmiş ise de, anılan değişikliğin, maddenin iptali istenilen kısmına yönelik olmadığı anlaşıldığından, esasının incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Davacı tarafından; dava konusu alanın kamulaştırılmak yerine çitle çevrildikten sonra bu alanda gösterilecek faaliyetlere izin verilmesinin bir çekim alanı yaratacağı, bunun da beraberinde alandaki yoğunluk ve kirliliği artıracağı, bu alanda organik dahi olsa tarıma izin verilmemesi gerektiği iddiasıyla, anılan fıkranın iptal edilmesi istenilmiştir.

Ülkemizde bazı mutlak koruma alanlarında dahi yerleşimler bulunduğu; iptali istenilen fıkrada ise, bu alanlarda hayvancılık faaliyetlerine, Bakanlığın kontrolünde ve mevcutta mutlak koruma alanında yaşayan yerleşik halkın zati ihtiyacını karşılamak amacıyla izin verildiği; bu kapsamdaki bir hayvancılık faaliyetinin ise, su kaynağının kirlenmesi sonucunu doğuracak boyutlara ulaşmayacağı sonucuna varıldığından, anılan düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;
  2. maddenin 15. fıkrasında, “Yeni akaryakıt istasyonlarına, gaz dolum istasyonlarına ve kimyasal madde depolarına, sıvı ve katı yakıt depolarına izin verilmez. Mevcut akaryakıt istasyonları ve gaz dolum istasyonları TSE’nin ilgili standartlarına uygun hale getirilinceye kadar kapatılır. Standartlara uygun hale getirilen istasyonlarda akaryakıt ve gaz satışı dışında dinlenme tesisi, oto yıkama, bakım, yağ değişimi ve benzeri faaliyetlere izin verilmez.” kuralına yer verilmiştir.

Düzenlemeyle, mutlak koruma alanlarında mevcut akaryakıt istasyonlarına TSE’nin ilgili standartlarına uygun hale getirildikten sonra faaliyette bulunabilme olanağı tanındığı; bu faaliyetlerin ise akaryakıt ve gaz satışıyla sınırlandırılarak, söz konusu istasyonlarda dinlenme tesisi, oto yıkama, bakım, yağ değişimi ve benzeri faaliyetlere izin verilmeyeceğinin düzenlendiği dikkate alındığında, anılan fıkrada hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 10. maddesinin iptali istenilen fıkralarının incelenmesi;

  1. fıkrasının incelenmesi,

Dava konusu Yönetmeliğin “Kısa mesafeli koruma alanı” başlıklı 10. maddesinin iptali istenilen 2. fıkrasında, “(2) Mevcut yapılar aynen korunur. Ancak, insan sağlığı ve çevrede telafisi mümkün olmayan neticelere yol açabilecek faaliyetlerin gerçekleştirildiği tesisler, tehlikeli atık bertaraf tesisi, tehlikeli madde deposu ve benzeri mevcut yapılar kaldırılır. Yapı inşaat alanında değişiklik yapmamak ve kullanım amacını değiştirmemek şartıyla gerekli bakım ve onarım yapılabilir. Mevcut yapılardan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından lisanslandırılan kurum ve kuruluşlarca riskli yapı olduğu tespit edilenler, inşaat alanında değişiklik yapmamak, kullanım amacını değiştirmemek ve üzerinde bulunduğu taşınmazları ifraz işlemine tabi tutmamak şartıyla yıkılarak yeniden inşa edilebilir. Parsel tevhidi ile yapı yoğunluğu, inşaat alanı ve emsal değeri arttırılamaz.” kuralına yer verilmiştir.

Davacı tarafından, kısa mesafeli koruma alanındaki yapıların kamulaştırılarak buradan kaldırılması, riskli yapıların yıkılarak yeniden yapılmasının buralarda yapılaşma taleplerini artıracağı ve göl alanını açısından kirlilik riski yaratacağı iddialarıyla, anılan fıkranın iptal edilmesi istenilmiştir.

Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinin 1. fıkrasının (t) bendinde mevcut yapı, “Bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle mevzuata uygun olarak gerekli izinleri almış yapılar” olarak; 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde ise riskli yapı “Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapı” olarak tanımlanmıştır.

Dava konusu düzenlemeyle, kısa mesafeli koruma alanlarında korunacak yapıların Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla mevzuata uygun olarak gerekli izinleri almış yapılar oldukları; yıkılarak inşa edilmesine izin verilen yapıların ise, mevzuata uygun olarak gerekli izinleri almış yapılardan, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca riskli yapı olarak belirlenenlerden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Riskli yapının, yukarıda yer verilen tanım maddesinde gösterilen özellikleri dikkate alındığında, dava konusu düzenlemenin, söz konusu yapıların mevcut haliyle kalması durumunda can ve mal güvenliği açısından yaratabileceği tehlikelerin önüne geçmesi açısından kamu yararına uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Öte yandan, Yönetmelikteki mevcut yapı tanımı dikkate alındığında, alanda mevcut yapıların korunması ve riskli yapıların yıkılarak yeniden inşaasına izin verilmesinin kazanılmış hakların korunması ilkesine de uygun olduğu açıktır. Belirtilen nedenlerle, anılan düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 10. maddesinin 5. fıkrasında, “İskân dışı alanlarda yapılacak yapılara ve ifraz uygulamalarına Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde izin verilir. Bu alandaki tarım arazileri için yapılacak ifraz uygulamalarında 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümleri esas alınır.” kuralına yer verilmiştir.

10/3/2020 tarihli, 31064 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikle değiştirilmiş ise de, anılan değişikliğin, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 03/07/2018 tarihli, E: 2017/4471 sayılı yürütmenin durdurulması kararı doğrultusunda yapıldığı anlaşıldığından, esasının incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Aynı maddenin 1. fıkrasında kısa mesafeli koruma alanı, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerin, mutlak koruma alanı sınırından itibaren yatayda 700 metre genişliğindeki kara alanı olarak tanımlanmıştır.

Dava konusu düzenleme ile, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 18. maddesi birlikte incelendiğinde; maddenin (a) bendinde, kısa mesafeli koruma alanlarında turizm, iskan ve sanayi yerleşmelerine izin verilmeyeceği belirtildikten sonra (e) bendinde, bu alanlarda sadece, alanın rekreasyon ve piknik amacıyla kullanılmasına dönük kamu yararlı ve günübirlik turizm ihtiyacına cevap verecek, sökülüp takılabilir elemanlardan oluşan geçici nitelikteki kır kahvesi, büfe gibi yapıların inşasına izin verildiği; kısa mesafeli koruma alanı sınırından başlayan ikinci bin metrelik alanı oluşturan orta mesafeli koruma alanlarında dahi, sadece, bir ailenin oturmasına mahsus bağ veya sayfiye evleri ile yerleşik halkın ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla entegre tesis niteliğinde olmayan mandıra, kümes, ahır gibi konut dışı yapılara, maddede öngörülen şartlarla izin verilerek, içme kullanma suyu temin edilen ya da edilmesi planlanan su kaynağının korunmasının esas amaç olduğu görülmektedir.

Bu durumda, havzanın korunması için, kısa mesafeli koruma alanlarındaki mevcut yapılar ve yerleşim alanları dışında yeni yapılaşmaya izin verilmemesi gerekirken, yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri ile çelişkili şekilde, kısa mesafeli koruma alanlarında yapılaşmaya izin verildiğinden, 10. maddenin 5. fıkrasının 1. cümlesindeki “yapılacak yapılara ve” ifadesinde hukuka uyarlık, fıkranın geri kalan kısmında ise hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 10. maddesinin 8. fıkrasında, “(8) Bu alanda, mevcut yerleşim ve sanayi tesisleri ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan kaynaklanan atıksular, kanalizasyon sistemi aracılığıyla öncelikli olarak havza dışına, teknik ve ekonomik olarak mümkün olmaması durumunda orta ve uzun mesafeli koruma alanlarındaki uygun arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilir. Ancak, söz konusu yapılar; atıksuların kanalizasyon şebekesiyle toplanmasına imkân verecek yoğunlukta değil ise, Lağım Mecrası İnşası Mümkün Olmayan Yerlerde Yapılacak Çukurlara Ait Yönetmelik hükümlerine göre yapılacak sızdırmaz foseptiklerde toplanarak orta mesafeli koruma alanındaki, uzun mesafeli koruma alanındaki veya havza dışındaki arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilir. Şayet, bunlar mümkün değilse içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar mevcut olan yerleşim ve sanayi tesisleri ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan kaynaklanan atıksuların içme-kullanma suyu kaynağının su kalitesini olumsuz yönde etkilemeyecek seviyede ileri arıtmadan geçirilerek deşarjına, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından izin verilebilir.” kuralına yer verilmiştir.

Dava konusu düzenleme ile mevcut yapılar ile madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan kaynaklanan atıksuların, kanalizasyon sistemi aracılığıyla öncelikli olarak havza dışına çıkarılması; bunun, teknik ve ekonomik açıdan mümkün olmadığı durumlarda, orta ve uzun mesafeli koruma alanlarındaki uygun arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilmesi; söz konusu yapıların, atıksuların kanalizasyon şebekesiyle toplanmasına imkân verecek yoğunlukta olmaması halinde ise, Lağım Mecrası İnşası Mümkün Olmayan Yerlerde Yapılacak Çukurlara Ait Yönetmelik hükümlerine göre yapılacak sızdırmaz foseptiklerde toplanarak yine orta ve uzun mesafeli koruma alanlarındaki veya havza dışındaki arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilmesi öngörülmüş olmakla birlikte; sayılan yöntemlerin kullanılmasının teknik ve ekonomik nedenlerle mümkün olmadığı durumlarda, içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının izniyle, atıksuların ileri arıtmadan geçirilerek havza içine deşarj edilebileceği düzenlenmiştir.

Dava konusu düzenleme ile Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 16 ila 20. maddeleri birlikte incelendiğinde; sadece kısa mesafeli koruma alanları için değil, diğer bütün koruma alanları için atıksuların havza dışına çıkarılması esasının benimsendiği; bunun yanı sıra, kısa mesafeli koruma alanlarında yapılaşmaya izin verilmediği, yeni yapılaşma izninin, 19. maddede öngörülen şartlara uyulması kaydıyla ancak orta mesafeli koruma alanlarında verildiği görülmektedir.

Kısa mesafeli koruma alanlarında yapılaşmaya izin veren dava konusu Yönetmeliğin 10. maddesinin 8. fıkrasında geçen “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan” ifadesinde ve yine bu alanlarda, atıksu deşarjına izin verilmesi nedeniyle fıkranın 3. cümlesinde hukuka uyarlık, maddenin geri kalan kısımlarında ise hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 10. maddesinin 10. fıkrasında, “(10) İçme suyu projesine ve mevcut yapıların kanalizasyon sistemlerine ait mecburi teknik tesisler, 2863 sayılı Kanun kapsamına giren uygulamalar ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapıların inşası haricinde hafriyat ve döküm yapılamaz. Bu alanlarda bulunan terk edilmiş maden ocaklarının doğal yapısının ikame edilmesi ve dolum sonrası ağaçlandırılması amacıyla inşaat ve yıkıntı atıkları ile karıştırılmamış hafriyat toprağı dökümüne izin verilebilir.” kuralına yer verilmiştir.

Anılan düzenleme ile 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 16 ila 20. maddeleri birlikte incelendiğinde; 18. maddede, kısa mesafeli koruma alanlarında yapılaşmaya izin verilmediği; yeni yapılaşma izninin, 19. maddede öngörülen şartlara uyulması kaydıyla ancak orta mesafeli koruma alanlarında verildiği anlaşılmaktadır.

Dava konusu düzenleme ile, kısa mesafeli koruma alanlarında yapılaşmaya izin verildiğinden, Yönetmeliğin 10. maddesinin 10. fıkrasının 1. cümlesindeki “ile madde kapsamında izin verilen yeni yapıların inşası” ifadesinde hukuka uyarlık, fıkranın geri kalan kısmında ise hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 10. maddesinin 12. fıkrasında, “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının kontrolünde yerleşik halkın zati ihtiyacını karşılamak amacı ile hayvancılık faaliyetlerine ve kontrollü otlatmaya izin verilebilir.” kuralına yer verilmiştir.

Söz konusu düzenleme, her ne kadar 10/3/2020 tarihli, 31064 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İçme Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikle değiştirilmiş ise de, anılan değişikliğin, maddenin dava edilen kısmına yönelik olmadığı anlaşıldığından, esasının incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Yönetmeliğin 11. maddesinde orta mesafeli koruma alanı, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerin, kısa mesafeli koruma alanı sınırından itibaren yatayda 1000 metre genişliğindeki kara alanı olarak tanımlanmıştır.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yürürlükten kaldırılan 18. maddesi incelendiğinde, kısa mesafeli koruma alanlarında, suni gübre ve tarım ilacı kullanmamak şartıyla, hayvancılıkla ilgili yapılar hariç olmak üzere, kontrollü otlatma ve diğer tarımsal faaliyetlere Bakanlığın kontrolünde izin verildiği anlaşılmaktadır.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde de benzer düzenlemelere yer verildiği, dava konusu düzenlemede ise, kısa mesafeli koruma alanlarında hayvancılık faaliyetlerine, Bakanlığın kontrolünde ve yerleşik halkın zati ihtiyaçlarını karşılayacak büyüklükte izin verildiği dikkate alındığında, fıkrada hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 10. maddesinin 13. fıkrasında, “Yeni akaryakıt istasyonlarına, gaz dolum istasyonlarına ve kimyasal madde depolarına, sıvı ve katı yakıt depolarına izin verilmez. Mevcut akaryakıt istasyonları ve gaz dolum istasyonları TSE’nin ilgili standartlarına uygun hale getirilinceye kadar kapatılır. Standartlara uygun hale getirilen istasyonlarda akaryakıt ve gaz satışı dışında dinlenme tesisi, oto yıkama, bakım, yağ değişimi ve benzeri faaliyetlere izin verilmez.” kuralına yer verilmiştir.

Düzenlemeyle, kısa mesafeli koruma alanlarında mevcut akaryakıt istasyonlarına TSE’nin ilgili standartlarına uygun hale getirildikten sonra faaliyette bulunabilme olanağı tanındığı; bu faaliyetlerin ise akaryakıt ve gaz satışıyla sınırlandırılarak, söz konusu istasyonlarda dinlenme tesisi, oto yıkama, bakım, yağ değişimi ve benzeri faaliyetlere izin verilmeyeceğinin düzenlendiği dikkate alındığında, anılan fıkrada hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 11. maddesinin 11. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin “Orta mesafeli koruma alanı” başlıklı 11. maddesinin 11. fıkrasında “(11) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının kontrolünde hayvancılık faaliyetlerine ve otlatmaya izin verilir.” kuralına yer verilmiştir.

Söz konusu düzenleme, her ne kadar 10/3/2020 tarihli, 31064 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikle değiştirilmiş ise de, anılan değişikliğin, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 03/07/2018 tarihli, E: 2017/4471 sayılı yürütmenin durdurulması kararı doğrultusunda yapıldığı anlaşıldığından, esasının incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Aynı maddede orta mesafeli koruma alanı, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerin, kısa mesafeli koruma alanı sınırından itibaren yatayda 1000 metre genişliğindeki kara alanı olarak tanımlanmıştır.

Anılan düzenleme ile Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan hükümleri birlikte incelendiğinde; 19. maddede, orta mesafeli koruma alanlarında hayvancılık faaliyetlerine, sadece halkın yerleşik ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla izin verildiği ve bu faaliyet kapsamında yapılabileceği öngörülen yapılar bakımından da entegre tesis niteliğinde olmama koşulunun getirildiği görülmektedir.

Dava konusu düzenlemede ise, orta mesafeli koruma alanlarında her türlü hayvancılık faaliyetine izin verilmiş, gerek faaliyetin niteliği gerekse bu kapsamda yapılabilecek tesislere ilişkin olarak herhangi bir açıklama ve sınırlama getirilmemiştir.

Orta mesafeli koruma alanlarında yapılması öngörülen hayvancılık faaliyetlerinin nitelik ve sınırlarına ilişkin herhangi bir açıklamaya ve sınırlamaya yer verilmemiş olması sebebiyle, Yönetmeliğin 11. maddesinin 11. fıkrasında hukuka uyarlık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 12. maddesinin iptali istenilen fıkralarının incelenmesi;

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin “Uzun mesafeli koruma alanı” başlıklı 12. maddesinin, iptali istenilen 4. fıkrasında, “(4) Bu alanda belediye sınırı ve belediye mücavir alan sınırları içinde, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle yürürlükteki imar planları aynen geçerlidir. Mevcut imar planlarında; su kalitesi ve miktarını olumsuz yönde etkilememesi, gerekli çevresel altyapı ve kirlenme kontrolü tedbirlerinin yerine getirilmesi şartıyla ve Bakanlık ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığının görüşleri ile değişiklik yapılabilir.” kuralına yer verilmiştir.

Davacı tarafından, Yönetmeliğin 6. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, her havza için bilimsel çalışma ve koruma imar planı yapılması gerektiğinden, bu çalışmalar tamamlanana kadar, mevcut imar planlarında kısıtlayıcı hükümler dışında değişiklik yapılmaması gerektiği iddiasıyla, anılan fıkranın iptal edilmesi istenilmiştir.

Dava konusu düzenlemeyle, uzun mesafeli koruma alanlarında mevcut imar planlarının geçerli olduğu belirtildikten sonra, su kalitesini ve miktarını olumsuz yönde etkilememesi, gerekli çevresel altyapı ve kirlenme kontrolü tedbirlerinin yerine getirilmesi şartıyla Bakanlık ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının görüşleri ile değişiklik yapılabileceği düzenlenmiştir. Uzun mesafeli koruma alanlarının nitelikleri ve bu alanlarda yapılabilecek tesisler dikkate alındığında, havza koruma planı hazırlanana kadar, maddede belirtilen koşullarla, mevcut imar planlarında değişiklik yapılmasında hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 12. maddesinin 6. fıkrasında, “(6) Maksimum su seviyesinden itibaren yatayda 2000 ile 5000 metre arasında kalan kısımlarda, tehlikeli atık ve madde üretmeyen ve depolamayan, endüstriyel atıksu oluşturmayan sanayi tesislerine izin verilebilir. Maksimum su seviyesinden itibaren yatayda 5000 metreden sonra yeni sanayi tesislerine, yedinci fıkrada belirtilen şartların yerine getirilmesi durumunda izin verilebilir.” kuralına yer verilmiştir.

Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinin 1. fıkrasında, endüstriyel atıksu, “Herhangi bir ticari ya da endüstriyel faaliyetin yürütüldüğü alanlardan, evsel atıksu ve yağmur suyu dışında kaynaklanan atıksular” olarak; evsel atıksu, “Yaygın olarak yerleşim bölgelerinden ve çoğunlukla evsel faaliyetler ile insanların günlük yaşam faaliyetlerinin yer aldığı okul, hastane, otel gibi hizmet sektörlerinden kaynaklanan atıksular” olarak tanımlanmıştır.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yürürlükten kaldırılan 20. maddesi incelendiğinde anılan maddede de, uzun mesafeli koruma alanlarının 2000 ila 5000 metre arasında kalan kısımlarında, tamamen kuru tipte çalışan, tehlikeli atık üretmeyen ve endüstriyel atıksu oluşturmayan sanayi tesislerine; alanın 5000 m’den sonraki bölümünde, belirtilen sanayi tesislerinin yanı sıra, Bakanlığın uygun görüşü alınarak, çöp depolama ve bertaraf alanlarına, oluşacak atıksuların Yönetmelikte belirtilen standartlarda arıtılarak havza dışına deşarj edilmesi veya dönüşümlü olarak kullanılması şartlarıyla izin verildiği anlaşılmıştır.

Dava konusu fıkrada, uzun mesafeli koruma alanı, orta mesafeli koruma alanı sınırından 5000 metreye kadar olan bölüm ve 5000 metreden havza sonuna kadar olan bölüm olmak üzere iki kısma ayrılarak, bu alanlarda yapılabilecek sanayi tesislerinin özellikleri sayılmış; 5000 metreden sonra yapılabilecek sanayi tesislerine, maddenin 7. fıkrası doğrultusunda, tesislerden kaynaklanacak atıksularının ilgili mevzuatta belirtilen standartlarda arıtılarak havza dışına çıkarılması şartıyla izin verilmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yürürlükten kaldırılan 20. maddesiyle de uzun mesafeli koruma alanlarında yapılabilecek sanayi tesisleri açısından benzer hükümlere yer verildiği, dava konusu düzenleme kapsamında, 2000 ila 5000 metre arasında izin verilen sanayi tesislerinde sadece evsel nitelikte atıksu oluştuğu, 5000 metreden sonra yapılabilecek sanayi tesislerine ise bu tesislerden kaynaklanacak atıksuların ilgili mevzuattaki standartlarda arıtılarak havza dışına çıkarılması şartıyla izin verildiği gözönünde bulundurulduğunda, düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;
  2. maddenin 11. fırkasında, “(11) Mevcut akaryakıt istasyonları ve gaz dolum istasyonları TSE’nin ilgili standartlarına uygun hale getirilinceye kadar kapatılır. Bu alanda TSE’nin ilgili standartlarına uygun olmak şartıyla yeni akaryakıt istasyonu kurulabilir.” kuralına yer verilmiştir.

Uzun mesafeli koruma alanlarının nitelikleri ve bu alanlarda yapılabilecek diğer yapı ve tesisler ile yerleşik halkın ihtiyaçları dikkate alındığında, TSE’nin ilgili standartlarına uygun olmak koşuluyla, bu alanlarda mevcut akaryakıt istasyonlarının faaliyetlerine devam etmesine ve yeni akaryakıt istasyonu kurulmasına izin verilmesine ilişkin dava konusu düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 13. maddesinin iptali istenilen fıkralarının incelenmesi;

  1. fıkrasının incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin “Dere, çay ve nehirler için genel esaslar ve koruma alanı” başlıklı 13. maddesinin 2. fıkrasında “(2) İçme-kullanma suyu alma yapısının memba yönündeki ilk su yapısında son bulmak şartıyla, içme-kullanma suyu su alma yapısından itibaren maksimum 2000 metre mesafede, arıtılsa dahi atıksu deşarjına izin verilmez, ilgili mevzuattaki standartlara uygun arıtılmış atıksular su alma yapısının mansabına bir kollektör ile deşarj edilebilir. Ancak, atıksuların içme-kullanma suyu kaynağının su kalitesini olumsuz yönde etkilemeyecek seviyede ileri arıtmadan geçirilerek deşarjına, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından izin verilebilir.” kuralına yer verilmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinde, alıcı ortam, “Atıksuların deşarj edildiği veya dolaylı olarak karıştığı göl, akarsu, kıyı ve deniz suları ile yeraltı suları gibi yakın veya uzak çevre” olarak tanımlanmış; söz konusu Yönetmeliğin “Atıksuların Boşaltım Esasları” başlıklı beşinci bölümünde, atıksuların alıcı ortama boşaltım esaslarıyla, atıksu deşarj standartlarına ilişkin ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiştir. Dere, çay ve nehirlerin alıcı ortam kapsamında olması sebebiyle, alıcı ortama boşaltım esaslarıyla, atıksu deşarj standartlarına ilişkin hükümlerin bu alanlar için de geçerli olduğu açıktır.

Daha önce mevzuatta böyle bir düzenleme bulunmazken, dava konusu Yönetmeliğin 13. maddesiyle dere, çay, ve nehirler için geçerli genel esasların ve bir koruma alanının öngörüldüğü, böylelikle bu alanlar için ilk defa bir koruma statüsü getirildiği; iptali istenilen fıkranın bütünü (İlk cümlede, içme-kullanma suyu alma yapısının memba yönündeki ilk su yapısında son bulmak şartıyla, içme-kullanma suyu su alma yapısından itibaren maksimum 2000 metre mesafede, hiçbir surette atıksu deşarj edilemeceği ve ancak, ilgili mevzuattaki standartlara uygun arıtılmış atıksuların, su alma yapısının mansabına bir kollektör ile deşarj edilebileceği düzenlenmiş; iptali istenilen cümlede ise, atıksuların, içme-kullanma suyu kaynağının su kalitesini olumsuz yönde etkilemeyecek seviyede ileri arıtmadan geçirilerek deşarjına izin verilebileceği düzenlenmiştir.) ve Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yukarıda belirtilen hükümleri bir arada değerlendirildiğinde, söz konusu fıkrada hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;
  2. maddenin 3. fıkrasında ise, “(3) İçme-kullanma suyu alma yapısının memba yönündeki ilk su yapısında son bulmak şartıyla, içme-kullanma suyu su alma yapısından itibaren maksimum 2000 metre mesafedeki alan ile dere, çay ve nehirlerin şev üstünden sağ ve sol sahil kıyı çizgisinden itibaren 15 metre genişliğindeki alanda atık ve artıkların boşaltılmasına, depolanmasına ve atık bertaraf tesislerine izin verilmez.” kuralına yer verilmiştir.

Söz konusu düzenlemeyle, dere, çay, ve nehirler için genel esaslar ve koruma alanının hükme bağlandığı, dava konusu yönetmelikle bu alanlar için ilk defa koruma statüsü getirildiği ve maddenin bütünü dikkate alındığında, anılan fıkrada hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 11. maddesinin 8. fıkrası ile 12. maddesinin 5., 7. ve 8. fıkralarının incelenmesine gelince;

Yukarıda içeriğine yer verilen mevzuat düzenlemelerine göre, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Anayasal yükümlülüğü altında olan idarenin, su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasına dair politikalar oluşturmak ve ulusal su yönetimini koordine etmek görevini icra ederken, gelecek kuşakların ihtiyaç duyacağı kaynakların varlığını ve kalitesini tehlikeye atmadan, hem bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini oluşturan tüm çevresel değerlerin her alanda (sosyal, ekonomik, fiziki vb.) ıslahı, korunması ve geliştirilmesini sağlamak zorunda olduğu açıktır. İnsan yaşamı açısından son derece önem arz eden içme-kullanma suyu havzalarının korunması ve kullanılmasına ilişkin esasları düzenleyen işlemlerin anılan Yasal yükümlülüklerin gerekleri doğrultusunda tesis edilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla, idarenin, içme-kullanma suyunun kalitesini olumsuz yönde etkileyecek ve su kirliliğine neden olacak düzenlemelerden kaçınması, bugünkü ve gelecek kuşakların, sağlıklı bir çevrede yaşamasının güvence altına alınması, sürdürülebilir çevre ve kalkınma ilkelerinin gerçekleştirilmesi açılarından önem arz etmektedir.

Mezkur düzenlemelerde, orta ve uzun mesafeli koruma alanlarında oluşabilecek kentsel atıksuların, uzun mesafeli koruma alanlarındaki mevcut ve yeni sanayi tesislerinden kaynaklanan atıksuların ve katı atık depolama ve bertaraf alanlarından kaynaklanan sızıntı sularının, son ihtimal olarak, teknik ve ekonomik olarak havza dışına çıkarılmasının veya yeniden kullanımının mümkün olmadığı hallerde, içme-kullanma suyu kaynağının su kalitesini olumsuz yönde etkilemeyecek seviyede arıtılarak havzaya deşarjına Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından izin verilebileceği hüküm altına alınmıştır.

Davaya konu Yönetmelikten önce içme-kullanma suyu havzalarının belirlenmesi ve korunmasına ilişkin esasları düzenleyen ancak 14/02/2018 tarih ve 30332 sayılı Resmi Gazete yayımlanan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile yürürlükten kaldırılan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nin 16, 17, 18, 19 ve 20. maddelerinde, bütün koruma alanları açısından atıksuların havza dışına çıkarılması esası benimsenmişken, içme-kullanma suyu havzalarını yeniden belirleyen ve bu alanların korunmasına ilişkin yeni esaslar getiren davaya konu Yönetmelik ile atıksuların havza dışına çıkarılması esasının yine bir ilke olarak belirlendiği, ancak anılan düzenlemelerle bu ilkeye istisna olacak şekilde, evsel atıksuların ve hatta endüstriyel atıksular ile sızıntı sularının, teknik ve ekonomik olarak havza dışına çıkarılması veya yeniden kullanımının mümkün olmadığı hallerde havzaya deşarj edilebilmesi imkanının getirildiği görülmektedir.

Son ihtimal olarak öngörülen atıksuların havzaya deşarjı yöntemine, teknik ve ekonomik olarak havza dışına çıkarmanın ya da yeniden kullanımın mümkün olmadığı durumlarda başvurulabileceği düzenlenmiş ise de, “teknik ve ekonomik açıdan” mümkün olmama halinin genel ve subjektif değerlendirmelere açık bir ölçüt olduğu açıktır.

Öte yandan, bu düzenlemelerde, atıksuların, içme-kullanma suyu kaynağının su kalitesini olumsuz yönde etkilemeyecek seviyede arıtılarak havzaya deşarj edilebileceği öngörülse de, bu tür suların içme suyu amaçlı bir kaynağa verilmesinin, kaynağın kalitesinin bozulması ve kirliliğe neden olma ihtimalini de beraberinde getirmesi kaçınılmazdır.

İçme-kullanma suyu havzalarının bütün koruma alanlarında (mutlak – kısa – orta – uzun mesafeli koruma alanlarının tamamında) oluşan ve havzadaki su kalitesini olumsuz etkileme ihtimali bulunan atıksular ile sızıntı sularının havza içine deşarjının engellenmesi gerekirken, dava konusu düzenlemelerin, orta ve uzun mesafeli koruma alanlarında, belirli şartlarda da olsa bu tür suların havza içine deşarjına izin verilmesine imkan tanıyan son cümlelerinde hukuka uyarlık, son cümleleri dışındaki kısımlarında ise hukuka aykırılık görülmemiştir.

KARAR SONUCU:

Açıklanan nedenlerle;

Açıklanan nedenlerle;

  1. 28/10/2017 günlü, 30224 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren, dava konusu İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliğin 9. maddesinin 8. fıkrasının son cümlesi ile 12. fıkrasının 2. cümlesinin; 10. maddesinin 5. fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “yapılacak yapılara ve” ifadesinin, 8. fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan” ifadesi ile 3. cümlesinin ve 10. fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapıların inşası” ifadesinin; 11. maddesinin 8. fıkrasının son cümlesi ile 11. fıkrasının, 12. maddesinin 5, 7 ve 8. fıkralarının son cümlelerinin İPTALİNE,
  2. Yönetmeliğin 9. maddesinin 2., 5., 6., 7., 11., 13. ve 15. fıkraları, 8. fıkrasının 1. ve 2. cümleleri ile 12. fıkrasının 1. cümlesi; 10. maddesinin 2., 12. ve 13. fıkraları ile 5. fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “yapılacak yapılara ve” ifadesi dışındaki bölümü, 8. fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan” ifadesi ile 3. cümlesi dışındaki bölümü ile 10. fıkrasının 1. cümlesinde yer alan “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapıların inşası” ifadesi dışındaki bölümü; 11. maddesinin 8. fıkrasının son cümlesi dışındaki bölümü; 12. maddesinin 4., 8., 11. fıkraları ile 5., 7. ve 8. fıkralarının son cümleleri dışındaki bölümleri ve 13. maddesinin 2. ve 3. fıkraları yönlerinden DAVANIN REDDİNE,
  3. Dava kısmen iptal, kısmen retle sonuçlandığından, ayrıntısı aşağıda gösterilen toplam … TL yargılama giderinin … TL’sinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, geri kalanın davacı üzerinde bırakılmasına,
  4. Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca duruşmalı davalar için belirlenen … TL vekâlet ücretinin davalı idareden alınarak davacıya, … TL vekâlet ücretinin ise davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine,
  5. Posta giderleri avansından artan tutarın kararın kesinleşmesinden sonra taraflara iadesine,
  6. Bu kararın tebliğ tarihini izleyen 30 gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, 16/03/2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.