1. Anasayfa
  2. Danıştay 6. Dairesi Kararları

Danıştay 6. Dairesi E: 2019/15571 K: 2022/3150 T: 16.3.2022


İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliğin “riskli yapı olduğu tespit edilenler, inşaat alanında değişiklik yapmamak, kullanım amacını değiştirmemek ve üzerinde bulunduğu taşınmazları ifraz işlemine tabi tutmamak şartıyla yıkılarak yeniden inşa edilebilir” şeklindeki hükmünün söz konusu yapıların mevcut haliyle kalması durumunda can ve mal güvenliği açısından yaratabileceği tehlikelerin önüne geçmesi açısından kamu yararına uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Yönetmelikteki mevcut yapı tanımı dikkate alındığında, söz konusu riskli yapıların, aynı zamanda, daha önce mevzuata uygun olarak gerekli izinleri almış yapılar oldukları dikkate alındığında, dava konusu düzenlemenin, bu yapıların maliklerinin mülkiyet haklarının korunması açısından, kazanılmış hakların korunması ilkesine de uygun olduğu açıktır.

DAVANIN KONUSU: 28/10/2017 tarih ve 30224 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliğin 2, 3, 7 ve 8. maddelerinin; 4. maddesinin 1. fıkrasının (ı) bendi; 5. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi ile (e) bendinde yer alan “veya iyi tarım uygulamalarına” ve “paydaşların” ifadelerinin; 9. maddesinin 2. ve 13. fıkraları ile aynı maddenin 5. fıkrasında yer alan “yıkılarak yeniden inşa edilebilir”, 12. fıkrasında yer alan “iyi tarım uygulamalarına izin verilebilir” ifadelerinin; 10. maddesinin 4. ve 8. fıkraları ile aynı maddenin 2. fıkrasında yer alan “yeniden inşa edilebilir”, 7. fıkrasında yer alan “her parselde” ve 11. fıkrasında yer alan “İyi Tarım Uygulamaları Koduna uyulması şartıyla tarımsal faaliyetlere izin verilebilir” ifadelerinin; 11. maddesinin 4. fıkrasının son cümlesi ile 7. fıkrasının ilk cümlesinin ve aynı maddenin 11. ve 14. fıkralarının; 12. maddesinin 13. fıkrasının; 13. maddesinin tümünün ya da bu istemin kabul edilmemesi halinde maddede geçen “şev” ve “15 metre genişliğindeki alanda” ifadelerinin; 15. maddesinin 5. fıkrasında yer alan “Koruma planı yürürlüğe girmiş olan” ifadesinin; geçici 1. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “en geç bir yıl içerisinde” ifadesi ile aynı maddenin 2. fıkrasında yer alan “en geç beş yıl içinde” ifadesinin iptali istenilmektedir.

DAVACININ İDDİALARI: Dava konusu Yönetmeliğin 2. maddesinde elektrik üretimiyle ilgili barajlara yer verilmemiş olmasının, 3. maddesinde ise, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan bütün yer üstü su kaynaklarının aynı zamanda birer sulak alan olmasına rağmen dayanaklar arasında Ramsar Sözleşmesinin gösterilmemesinin eksik düzenleme teşkil ettiği; “Tanımlar” başlıklı 4. maddesindeki “içme-kullanma suyu” tanımında, ülkemizde ve dünyada tüketilen tatlı su oranının yaklaşık %70’ine denk gelen tarımsal sulama amaçlı sulara yer verilmemiş olması nedeniyle bu tanımın eksik ve belirsiz olduğu; “İlkeler” başlıklı 5. maddesinin (c) bendi ile ilgili olarak, katılımcı yaklaşımın tam olarak neyi ifade ettiğine ilişkin bir tanımlama bulunmadığı, katılımcılığın nasıl ve kimlerle sağlanacağı hususlarının eksik düzenlendiği, bu durumun hukuki belirsizliğe sebep olduğu; aynı maddenin (e) bendine ilişkin olarak ise, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde, içme-kullanma suyu havzalarında suni gübre ve tarım ilacı kullanımının yasaklandığı, iyi tarım uygulamalarında suni gübre ve tarım ilaçlarının denetimli olarak kullanılabildiği, bu nedenle söz konusu bentte yer verilen “veya iyi tarım uygulamalarına” ifadesinin iptalinin gerektiği; 6. maddesinde geçen “paydaşlar” ifadesinin, Yönetmelikte “paydaş” tanımı bulunmaması sebebiyle hukuki belirsizliğe yol açtığı; 7. ve 8. maddelerinin, derelerden kum ve çakıl çıkarılmasına ilişkin herhangi bir yasak öngörülmemiş olması sebebiyle eksik düzenleme teşkil ettiği; “Mutlak koruma alanı” başlıklı 9. maddesinin 2. fıkrasında geçen “içme-kullanma suyu alma yapısını merkez alan, yarıçapı” ifadesinin, söz konusu alaların su kaynaklarının korunmasında en önemli alanlar olması sebebiyle, daha önce Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde kabul edilen hukuki rejime uygun olarak bütünüyle kamulaştırılması gerektiğinden iptal edilmesi gerektiği; aynı maddenin 5. fıkrasında yer verilen “yıkılarak yeniden inşa edilebilir” ifadesinin mutlak koruma alanlarındaki riskli yapıların yıkılarak yeniden inşasına izin verilmesinin Yönetmeliğin amacına ve kamu yararına aykırı olması sebebiyle iptal edilmesi gerektiği; aynı maddenin 12. fıkrasında “veya iyi tarım uygulamalarına” ifadesinin, iyi tarım uygulamalarında suni gübre ve tarım ilaçlarının kullanılabiliyor olması sebebiyle hukuka aykırı olduğu; 13. fıkrasının ise, su kaynağına çok yakın olması sebebiyle bu alanlarda hayvancılık faaliyetlerine izin verilmesinin kaynağın kirlenmesine sebep olabileceği dikkate alınarak iptalinin gerektiği; “Kısa mesafeli koruma alanı” başlıklı 10. maddesinin 2. fıkrasında yer alan “yıkılarak yeniden inşa edilebilir” ifadesinin, bu alanlardaki riskli yapıların yıkılarak yeniden inşasına izin verilmesinin Yönetmeliğin amacına ve kamu yararına aykırı olması sebebiyle iptal edilmesi gerektiği; 4. fıkrasının ikinci cümlesinin, fıkranın ilk cümlesi ile çelişki oluşturduğu ve eşitlik ilkesine aykırılık teşkil ettiği, 6360 sayılı Kanun çerçevesinde köy statüsünde iken belediye sınırları içine alınarak mahalle statüsüne geçen kırsal yerleşim alanlarına yapılaşma izni verilmesinin hukuki açıdan savunulabilir hiçbir yanının olmadığı; 7. fıkrasında yer alan “her parselde” ifadesinin, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununun ilgili hükümleri dışında ifraza engel bir düzenleme mevcut olmadığından, parsel cephelerinin ifrazlarla bölündüğü durumlarda birim uzunluktaki cephede farklı sayılarda günübirlik tesis kurularak koruma alanındaki yapı yoğunluğunun artmasına neden olacağından iptali gerektiği; 8. fıkrasının 2. cümlesinde atıksuların sızdırmaz foseptiklerde toplanarak havza dışına çıkarılması öngörülmüşken son cümlesinde ileri arıtmadan geçirilerek havza içine deşarjına izin verilmesinin hukuka ve kamu yararına uygun olmayıp, birbiriyle de çelişki oluşturduğu; 11. fıkrasında geçen “İyi Tarım Uygulamaları Koduna uyulması şartıyla tarımsal faaliyetlere izin verilebilir.” ifadesinin yine iyi tarım uygulamaları kapsamında kontrollü olarak da olsa suni gübre ve tarım ilacı kullanımına izin veriliyor olması sebebiyle iptali gerektiği; “Orta mesafeli koruma alanı” başlıklı 11. maddesinin 4. fıkrasının son cümlesinin, 6360 sayılı Kanun çerçevesinde köy statüsünde iken belediye sınırları içine alınarak mahalle statüsüne geçen kırsal yerleşim alanlarına yapılaşma izni verilmesinin hukuki açıdan savunulabilir hiçbir yanının olmadığı gerekçesiyle iptali gerektiği; 7. fıkrasının 1. cümlesinin, koruma alanında yapı yoğunluğunun artmasına sebep olacağı gerekçesiyle iptali gerektiği; 11. fıkrasının, söz konusu alanlarda, hiçbir sınırlamaya yer verilmeksizin Bakanlık kontrolünde hayvancılık faaliyetlerine izin verilmesinin hukuka uygun olmadığı; 14. fıkrasının, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğin 19. maddesinde orta mesafeli koruma alanlarında madencilik faaliyetlerine izin verilmemişken, söz konusu alanlarda, su kalite ve miktarını olumsuz yönde etkileyecek madencilik faaliyetlerine izin vermesi yönünden hukuka uygun olmadığı; “Uzun mesafeli koruma alanı” başlıklı 12. maddesinin 13. fıkrasında da yine madencilik faaliyetlerine hiçbir sınırlama olmadan izin verilmesinin Yönetmeliğin amacına aykırı olduğu; 13. maddesinin, maddenin 3. fıkrasında geçen “şev üstünden geçen sağ ve sol sahil kıyı çizgisinden itibaren 15 m genişliğindeki alan” ifadesinin anlaşılabilir olmayıp, hukuki belirsizlik yarattığı, maddede dere, çay ve nehirlerin kirlenmemesi için yeterli tedbir öngörülmediği, şev üstünden geçen sağ ve sol sahil kıyı çizgisinden itibaren 15 m genişliğindeki alanın söz konusu su kaynaklarının korunması açısından yeterli olmayıp en az 300 m genişliğinde bir alanın belirlenmesi gerektiği gerekçeleriyle bütün olarak iptal edilmesi, bu mümkün değilse, “şev” ve “15 m genişliğindeki alanda” ifadelerinin iptali gerektiği; 15. maddesinin 5. fıkrasında yer alan “koruma planı yürürlüğe girmiş olan” ifadesinin, koruma planı henüz yürürlüğe girmemiş, fakat içme-kullanma suyu olarak kullanılan havzalara ilişkin olarak da aynı düzenlemenin getirilmemiş olmasının eksik düzenleme teşkil etmesi sebebiyle iptali gerektiği; geçici 1. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “en geç bir yıl içinde” ifadesiyle, 2. fıkrasında yer alan “en geç beş yıl içinde” ifadesinin, dava konusu içme-kullanma suyu havzalarında madencilik faaliyetleri serbest hale getirildiği halde Büyükşehir Belediyelerinin, havzalar için yürürlükteki mevzuat hükümlerinin bu Yönetmeliğin madencilik faaliyetlerine ilişkin hükümleri açısından en geç bir yıl içinde revize etmelerinin öngörüldüğü, havzaların koruma planlarının ise beş yıl gibi uzun bir süre içinde hazırlanmasına izin verildiği, söz konusu koruma planları hazırlanana kadar havzaların kirlenmesinin muhtemel olduğu gerekçeleriyle iptalinin gerektiği öne sürülmüştür.

DAVALININ SAVUNMASI: Öncelikle, usule ilişkin olarak, davanın ehliyet nedeniyle reddi gerektiği ileri sürülmüştür.

Esasa ilişkin olarak ise, dava konusu Yönetmeliğin 2. maddesine ilişkin olarak, Yönetmeliğin, içme kullanma suyu temin edilen ya da edilmesi planlanan yer üstü ve yer altı kaynaklarını kapsamakta olup, elektrik üretimiyle ilgili barajların Yönetmeliğin kapsamı dışında kaldığı; 3. maddesine ilişkin olarak, Yönetmeliklerin dayanak maddelerinin, düzenleyici işlemin yapılmasını doğrudan ya da dolaylı olarak öngören üst norm hükmü olup, bunu öngörmeyen mevzuat hükümlerine dayanak maddesinde atıfta bulunmanın mümkün olmadığı; 4. maddesine ilişkin olarak, tarımsal sulama amaçlı kullanılan suların Yönetmelik kapsamı dışında kaldığı, bu sularla ilgili başka hukuki düzenlemeler bulunduğu, bu nedenle söz konusu sulara ait bir tanımın yapılmadığı; 5. maddesinin (c) bendi ile ilgili olarak, Yönetmelikte her bir kavramın tanımının yapılmasının mevzuat hazırlama tekniğine uygun olmadığı; (e) bendine ilişkin olarak, düzenlemede, içme kullanma suyu havzalarında iyi tarımın teşvik edilmesinin öngörüldüğü, diğer maddelerde bu hususun detaylandırılarak baraja mesafesine göre mutlak koruma ve kısa mesafeli koruma alanlarında, öncelikli olarak organik tarımın yapılmasının, organik tarım yapılamayacağının teknik olarak raporlandığı durumlarda iyi tarım uygulamalarının yapılmasına izin verildiği; 6. maddesine ilişkin olarak, maddede geçen “paydaş” ifadesinin, çok kullanılan bir kavram olup tanımının yapılmasının gerekmediği, bu ifadenin, plan, proje veya mevzuat çalışmalarından etkilenecek birey veya grupları ifade ettiği; 7. ve 8. maddelerine ilişkin olarak, Kum, Çakıl ve Benzeri Maddelerin Alınması, İşlenmesi, İletilmesi ve Kontrolü Yönetmeliğinde, derelerden kum ve çakıl çıkarılmasına ilişkin yasakların düzenlenmiş olduğu, bu nedenle dava konusu düzenlemede buna ilişkin bir hüküm getirilmesine gerek görülmediği; 9. maddesinin 2. fıkrasına ilişkin olarak, her bir koruma alanının kendine has özellikler gösterdiği, bu özelliklere göre kamulaştırma yapılabilmesi için idareye bir taktir yetkisi tanındığı, ayrıca, mutlak koruma alanının bütünüyle kamulaştırılmasının önüne geçen bir düzenlemeye maddede yer verilmediği; 5. fıkrasına ilişkin olarak, mutlak koruma alanlarında yeni yapılaşmaya izin verilmeyeceğinin açıkça belirtildiği, maddede yalnızca mevcut yapılarda bakım ve onarım yapılmasına ve bu alanlardaki riskli yapıların yıkılarak, maddede öngörülen şartlara uygun olmak kaydıyla yeniden inşasına izin verildiği, bunun da kazanılmış hakların korunması ilkesine uygun olduğu; 12. fıkrasına ilişkin olarak, mutlak koruma alanlarında öncelikli olarak organik tarımın yapılmasının öngörüldüğü, organik tarım yapılamayacağının teknik olarak raporlandığı durumlarda iyi tarım uygulamalarına izin verildiği, iyi tarım uygulamaları kapsamında suni gübre ve tarım ilacı kullanımının çok az miktarlarda, kontrollü olarak yapılabileceği; 13. fıkrasına ilişkin olarak, fıkra kapsamında sadece mutlak koruma alanlarındaki yerleşik halkın zati ihtiyaçlarını karşılayacak büyüklükte hayvancılık faaliyetlerine izin verildiği, bunun su kaynağının kirlenmesine sebep olmayacağı; 10. maddesinin 2. fıkrasına ilişkin olarak, Yönetmelik yürürlük tarihi itibarıyla, mevzuata uygun olarak gerekli izin ve ruhsatları almamış yapılan Yönetmelik kapsamı dışında tutulduğu, kısa mesafeli koruma alanlarındaki riskli yapıların yıkılarak yeniden inşa edilmesine izin verilmesinin, bunların yıkılma tehlikesinin sebep olabileceği can ve mal kayıplarının önüne geçeceği ve düzenlemenin, kazanılmış hakların korunması ilkesine uygun olduğu; 4. fıkrasına ilişkin olarak, maddenin 3. fıkrasında, köylerde hangi koşullarda yapılaşmaya izin verildiğinin düzenlendiği, 6360 sayılı Kanun çerçevesinde köy statüsünde iken belediye sınırları içine alınarak mahalle statüsüne geçen kırsal yerleşim alanlarının birçoğunun plansız durumda olup bu alanlarda oluşabilecek barınma ihtiyaçlarının karşılanmasının elzem olduğu, bu kapsamda köy yerleşim alanlarındaki yapılaşmaya ilişkin hükümlerin bahse konu alanlarda da uygulanmasının Anayasanın eşitlik ilkesine uygun olduğu; 7. fıkrasına ilişkin olarak, düzenlemenin, tesis yoğunluğunun artmasına imkan tanımadığı, geniş alanlara yayılan, konaklama ihtiva eden faaliyetlerin de önüne geçtiği; 8. fıkrasına ilişkin olarak, fıkrada, uygulanabilecek atıksu bertaraf yöntemlerinin alternatifli olarak belirlenerek, atıksuların kanalizasyon sistemi veya sızdırmaz foseptik sonucu iletileceği bir atıksu arıtma tesisi yoksa, içme kullanma suyu kaynağının su kalitesini olumsuz yönde etkilemeyecek seviyede ileri arıtmadan geçirilmek şartıyla deşarjına izin verildiği, düzenlemenin, ülkemizdeki havzaların fiziki özelliklerinin farklılıkları dikkate alınarak, tüm olasılıkları kapsar şekilde yapılmasının hedeflendiği; 11. fıkrasına ilişkin olarak, kısa mesafeli koruma alanlarında öncelikli olarak organik tarım yapılmasının öngörüldüğü, organik tarım yapılamayacağının teknik olarak raporlandırıldığı durumlarda iyi tarım uygulamalarına izin verildiği, iyi tarım uygulamaları kapsamında, çok az miktarda ve kontrollü olarak suni gübre, tarım ilacı vb. kullanımlara izin verildiği; 11. maddesinin 4. fıkrasına ilişkin olarak, maddenin 3. fıkrasında, köylerde hangi koşullarda yapılaşmaya izin verildiğinin düzenlendiği, 6360 sayılı Kanun çerçevesinde köy statüsünde iken belediye sınırları içine alınarak mahalle statüsüne geçen kırsal yerleşim alanlarının birçoğunun plansız durumda olup bu alanlarda oluşabilecek barınma ihtiyaçlarının karşılanmasının elzem olduğu, bu kapsamda köy yerleşim alanlarındaki yapılaşmaya ilişkin hükümlerin bahse konu alanlarda da uygulanmasının Anayasanın eşitlik ilkesine uygun olduğu; 7. fıkrasına ilişkin olarak, düzenlemenin, tesis yoğunluğunun artmasına imkan tanımadığı, geniş alanlara yayılan, konaklama ihtiva eden faaliyetlerin de önüne geçtiği; 11. fıkrasına ilişkin olarak, Sularda Tarımsal Faaliyetlerden Kaynaklanan Nitrat Kirliliğinin Önlenmesine Yönelik İyi Tarım Uygulamaları Kodu Tebliği uyarınca, yeni planlanan bütün hayvancılık işletmelerinin iyi tarım uygulamaları koduna uygun olarak planlanması gerektiği, bu çerçevede, işletmelere ait ahır tabanları ve gübre çukurlarının sızdırmaz olması, işletmelerdeki hayvansal gübre yönetiminin ilgili Tebliğ ve Yönetmelik gereği sularda kirliliğe sebep vermeyecek şekilde yapılması gerektiği; 14. fıkrasına ilişkin olarak, söz konusu düzenlemede Maden Kanununa atıfta bulunulduğu, anılan düzenlemenin, sözkonusu Kanunun 7. maddesine uygun olduğu; 12. maddesinin 13. fıkrasında da yine Maden Kanununa atıfta bulunulduğu, anılan düzenlemenin, söz konusu Kanunun 7. maddesine uygun olduğu; 13. maddesine ilişkin olarak, daha önce dere, çay ve nehirlerin korunmasına ilişkin herhangi bir mevzuat hükmü bulunmadığı, dava konusu düzenlemeyle, mevzuattaki bu boşluğun giderildiği ve söz konusu su kaynakları için koruma esaslarının belirlendiği, kavramsal açıdan da herhangi bir belirsizliğin söz konusu olmadığı; 15. maddesinin 5. fıkrasına ilişkin olarak, madde kapsamında, koruma planları yürürlüğe girdikten sonra havzadaki denetimler için sistematik bir raporlama yapılmasının öngörüldüğü; geçici 1. maddesine ilişkin olarak, maddenin 1. fıkrasında, mevcut planların, Yönetmeliğin sadece madencilik hükümlerine ilişkin kısımlarının revizesi öngörülmüşken, 2. fıkrasında tüm yer üstü su kaynaklarının koruma planlarının hazırlanmasının öngörüldüğü, bu anlamda verilen 1 ve 5 yıllık sürelerin makul olduğu; dava konusu düzenlemelerin hukuka uygun olduğu savunulmuştur.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİNİN DÜŞÜNCESİ: Dava konusu 28/10/2017 günlü, 30224 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliğin, Dairemiz kararında belirtilen gerekçelerle, 9. maddesinin 12. fıkrasında yer alan “iyi tarım uygulamalarına izin verilebilir” ifadesi, 10. maddesinin 4. fıkrasının son cümlesi, 7. fıkrasında yer alan “her parselde” ifadesi, 8. fıkrasının ilk cümlesinde yer alan “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan” ifadesi ile aynı fıkranın son cümlesi, 11. fıkrasının 2. cümlesinde yer alan “İyi Tarım Uygulamaları Koduna uyulması şartıyla tarımsal faaliyetlere izin verilebilir.” ifadesi ve 11. maddesinin 11. fıkrasının iptaline; Yönetmeliğin 2., 3., 7., 8. ve 13. maddeleri; 5. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi ile (e) bendinde yer alan “veya iyi tarım uygulamalarına” ifadesi; 6. maddesinin 5. fıkrasında yer alan “paydaşların” ifadesi; 9. maddesinin 2. ve 13. fıkraları ile 5. fıkrasında yer alan “yıkılarak yeniden inşa edilebilir” ifadesi; 10. maddesinin 4. fıkrasının ilk iki cümlesi, 2. fıkrasında yer alan “yeniden inşa edilebilir” ifadesi ile 8. fıkrasının ilk cümlesinde yer alan “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan” ifadesiyle aynı fıkranın son cümlesi dışındaki bölümü; 11. maddesinin 14. fıkrası ile 4. fıkrasının son cümlesi ve 7. fıkrasının ilk cümlesi; 12. maddesinin 13. fıkrası; 15. maddesinin 5. fıkrasında yer alan “Koruma planı yürürlüğe girmiş olan” ifadesi; geçici 1. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “en geç bir yıl içerisinde” ifadesi ile 2. fıkrasında yer alan “en geç beş yıl içinde” ifadesi yönünden ise davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.

DANIŞTAY SAVCISININ DÜŞÜNCESİ: Dava, 28/10/2017 günlü, 30224 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliğin 1, 2, 3. maddelerinin, 4. maddesinin 1(ı) bendinin, 5. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi ile (e) bendinde yer alan “veya iyi tarım uygulamalarına” ifadelerinin, 6. maddesinin 5. fıkrasının (e) bendinde yer alan “paydaşların” ifadesinin, 7 ve 8. maddelerinin, 9. maddesinin 2. ve 13. fıkraları ile aynı maddenin 5. fıkrasında yer alan “yıkılarak yeniden inşa edilebilir”, 12. fıkrasında yer alan “iyi tarım uygulamalarına izin verilebilir” ifadelerinin; 10. maddesinin 4. ve 8. fıkraları ile aynı maddenin 2. fıkrasında yer alan “yeniden inşa edilebilir”, 7. fıkrasında yer alan “her parselde” ve 11. fıkrasında yer alan “İyi Tarım Uygulamaları Koduna uyulması şartıyla tarımsal faaliyetlere izin verilebilir” ifadelerinin; 11. maddesinin 4. fıkrasının son cümlesi ile 7. fıkrasının ilk cümlesinin ve aynı maddenin 11. ve 14. fıkralarının; 12. maddesinin 13. fıkrasının; 13. maddesinin tümünün ya da bu istemin kabul edilmemesi halinde maddede geçen “şev” ve “15 metre genişliğindeki alanda” ifadelerinin; 15. maddesinin 5. fıkrasında yer alan “Koruma planı yürürlüğe girmiş olan” ifadesinin; geçici 1. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “en geç bir yıl içerisinde” ifadesi ile aynı maddenin 2. fıkrasında yer alan “en geç beş yıl içinde” ifadesinin iptali istemiyle açılmıştır.

Davalı idarenin ehliyet itirazı yerinde görülmemiştir.

2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 1. maddesinde, kanunun amacının, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamak olduğu, 9. maddesinin, (h) bendinde, ülkenin deniz, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının ve su ürünleri istihsal alanlarının korunarak kullanılmasının sağlanması ve kirlenmeye karşı korunmasının esas olduğu hükme bağlanmıştır.

Dava konusu yönetmeliğin yayımlandığı tarihte yürürlükte olan 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin “Görevler” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasının c) bendinde, su kaynaklarının korunmasına ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasına dair politikalar oluşturmak, ulusal su yönetimini koordine etmek. Bakanlığın görevleri arasında sayılmış; “Su Yönetimi Genel Müdürlüğü” başlıklı 9. maddesinde de genel müdürlüğün su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir kullanımının sağlanmasına yönelik olarak görevleri ayrıntılı şekilde düzenlenmiş, 26. maddesinde, “(1) Bakanlık; görev, yetki ve sorumluluk alanına giren ve önceden kanunla düzenlenmiş konularda idari düzenlemeler yapabilir.” hükmüne yer verilmiştir.

2872 sayılı Çevre Kanununun 8, 9, 11, 12, 15 ve 20. maddeleri ile 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun, Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğünün görevlerini düzenleyen 9. maddesine dayanılarak, 31.12.2004 günlü, 25687 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği ile ülkenin yeraltı ve yerüstü su kaynakları potansiyelinin korunması ve en iyi bir biçimde kullanımının sağlanması için, su kirlenmesinin önlenmesini sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde gerçekleştirmek üzere gerekli olan hukuki ve teknik esasları belirlemek amacıyla, su ortamlarının kalite sınıflandırmaları ve kullanım amaçları, su kalitesinin korunmasına ilişkin planlama esasları ve yasaklar, atıksuların boşaltım ilkeleri ve boşaltım izni esasları, atıksu altyapı tesisleri ile ilgili esasları ve su kirliliğinin önlenmesi amacıyla yapılacak izleme ve denetleme usul ve esasları belirlenmiş; bu kapsamda yönetmeliğin “Su Kalitesine İlişkin Planlama Esasları ve Yasaklar” başlıklı dördüncü bölümünde, içme ve kullanma suyu temin edilen kıta içi yüzeysel sularla ilgili kirletme yasakları (m.16) ile içme ve kullanma suyu rezervuarlarına yakınlık mesafesine göre mutlak koruma alanı (m.17), kısa mesafeli koruma alanı (m.18), orta mesafeli koruma alanı (m.19) ve uzun mesafeli koruma alanı (m.20) belirlenmesine ve içme kullanma suyu rezervuarlarının korunması için, bu alanlarda yapılabilecek ve yapılamayacak faaliyetlere ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.

645 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin, yukarıda yer verilen 2., 9. ve 26. maddelerine dayanılarak çıkarılan dava konusu İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelik ile içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan bütün yerüstü ve yeraltı suyu kaynaklarının kalitesinin ve miktarının korunmasına ve iyileştirilmesine ilişkin usul ve esasların düzenlenmesi amacına yönelik hükümler öngörülmüş ve Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde yer alan koruma alanları yeniden düzenlenmiştir. Bakılmakta olan davanın devamı sırasında da 14.02.2018 günlü, 30332 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yukarıda yer verilen 16, 17, 18, 19 ve 20. madde hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.

2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun uyarınca içme ve kullanma suyu temin edilen havzaların korunması, kendi sınırlarında geçerli olmak üzere çıkaracakları Su Havzaları Koruma Yönetmeliği uyarınca Büyükşehir Belediyelerinin; Büyükşehir Belediyeleri haricinde içme ve kullanma suyu temin edilen havzalar ile içme ve kullanma suyu temin edilmeyen havzaların korunması ise Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği uyarınca Bakanlığın yetkisindedir.

Yukarıda yer verilen düzenlemeler değerlendirildiğinde, çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamak amacıyla çıkarılan 2872 sayılı Çevre Kanunu’na dayanılarak, ülkemizdeki tüm su kaynaklarının potansiyelinin korunması ve en iyi bir biçimde kullanımının sağlanması için gereken usul ve esasları belirleyen Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği’nin bu konuda genel bir düzenleme niteliğinde olduğu, büyükşehir belediyeleri tarafından içme ve kullanma suyu temin edilen havzaların korunması için 2560 sayılı Kanun uyarınca çıkaracağı havza yönetmeliklerinin genel düzenleme olan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğine uygun olması gerektiği, dava konusu yönetmelik hükümleri ile içme ve kullanma suyu havzalarının korunmasına yönelik olarak ayrı bir düzenleme yapılmış olmakla birlikte, yönetmeliğin yayımlandığı tarihte yürürlükte olan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 16, 17, 18, 19 ve 20. madde hükümleri ile öngörülen koruma ve kullanma esaslarına aykırı hükümler içeremeyeceği sonucuna varılmıştır.

Dava konusu yönetmeliğin iptali istenilen maddelerine gelince:

Dava konusu yönetmelik içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan bütün yerüstü ve yeraltı suyu kaynaklarına yönelik olarak düzenlenmiş olması nedeniyle, yönetmeliğin 1. ve 2. maddesinde elektrik üretimi ile ilgili barajların yazılmamış olmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Yönetmeliğin dayanak maddesi olan 3. maddesinde RAMSAR Sözleşmesinin yer alması gerektiği öne sürülmekte ise de, RAMSAR Sözleşmesinin sulak alanların yönetimi ile ilgili olması nedeniyle Sulak Alanların Korunması Hakkında Yönetmelik kapsamında yer aldığı ve dava konusu yönetmeliğin kapsamı gözönünde bulundurulduğunda, madde hükmünde mevzuata aykırılık görülmemiştir.

Madde 4(ı): Dava dilekçesinde yönetmeliğin 3. maddesinin (ı) bendinde yer alan içme ve kullanma suyu tanımının tarımsal amaçla kullanılan suları içermediğinden eksik düzenleme nedeniyle iptali istenilmiş olup, konu 4. maddenin (ı) bendinde düzenlendiğinden anılan madde dava konusu olarak esas alınmıştır. Dava konusu yönetmelik içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan bütün yerüstü ve yeraltı suyu kaynaklarına yönelik olarak düzenlenmiş olması nedeniyle madde metninde tarımsal amaçla kullanılan suların yer almamasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Madde 5-1/c: Madde hükmü ile içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan yerüstü ve yeraltı suyu kaynaklarının kalitesinin ve miktarının korunmasında ve iyileştirilmesinde esas alınacak ilkeler düzenlenmiştir. Bu kapsamda, iptali istenilen hüküm ile içme-kullanma suyu havzası koruma planının hazırlanmasında katılımcı bir yaklaşımın benimsenmesi ve bu planların nehir havza yönetim planı ile bütünleştirilmesinin esas olduğu belirtilmiş olup, yönetmeliğin bütünü değerlendirildiğinde, katılımcı ifadesi ile planlama aşamasında ilgili tüm kişi, kurum ve kuruluşların kastedildiği açık olup, düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.

Maddenin (e) bendinde içme-kullanma suyu havzalarında organik tarım faaliyetlerine veya iyi tarım uygulamalarına geçilmesinin teşvik edilmesinin esas olduğu belirtilmiştir. Maddedeki “iyi tarım uygulamalarına” ifadesinin ayrıntıları ve açıklamaları yönetmeliğin koruma esasları ve koruma alanlarına ilişkin bölümünde düzenlenmiş olup, iyi tarım uygulamalarının koruma alanlarına yönelik olarak denetiminin yönetmeliğin anılan bölümünde yapılması gerektiğinden, ifadenin genel ilkeler bölümünde yer almasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Yönetmeliğin 6. maddesinin 5. fıkrasının (e) bendi: planlamaya ilişkin hususların düzenlendiği maddenin dava konusu bendinde yer alan “paydaşların” ifadesinin belirsiz olması nedeniyle iptali istenilmiştir. Anılan bent ile Bakanlıkça hazırlanan veya hazırlatılan veya ilgili idarece hazırlanan ve Bakanlığa sunulan taslak koruma planının, Bakanlıkça ilgili valiliğe/valiliklere iletileceği, havzadaki paydaşların bilgilendirilmesi için ilgili valilik tarafından 30 gün süreyle taslak koruma planının askıya çıkartılacağı ve Bakanlık internet sayfasında duyuru yapılacağı düzenlenmiş olup, “paydaşların” ibaresinin imar mevzuatı kapsamında yapılacak planlama çalışmalarından etkilenebilecek ilgililerin katılımının sağlanmasına yönelik ifadeyi içerdiği anlaşıldığından, ibarede belirsizlik bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

Madde 7 ve 8: Davacı tarafından, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 16. maddesinin (g) bendinde yer alan derelerden kum ve çakıl çıkarılması amacıyla kum ocağı açılmasına izin verilmeyeceği hükmüne dava konusu yönetmelikte yer verilmemesi nedeniyle eksik düzenlemenin iptali istenilmektedir. Kum Çakıl ve Benzeri Maddelerin Alınması, İşletilmesi ve Kontrolü Yönetmeliğinin 5. maddesinde içme ve kullanma suyu temin edilen kıta içi yüzeysel su kaynaklarında ve bunları besleyen, akar ve kuru derelerde, kum, çakıl ve benzeri maddelerin alımına yönelik kum ve çakıl ocağı açılması ve işletilmesine izin verilmeyeceği hükme bağlanmışsa da, dava konusu yönetmelikte bu konuda herhangi bir atıf bulunmadığı, diğer taraftan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin ilgili hükmünün de 14/02/2018 tarihinde yürürlükten kaldırıldığı gözönünde bulundurulduğunda, uygulamada tereddüt yaşanmaması açısından sözkonusu yasağın dava konusu yönetmelikte de yer alması gerektiği sonucuna varılmakla, iptali istenilen maddelerde eksik düzenleme nedeniyle hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Yönetmeliğin 9. maddesinin 2. fıkrası: Madde ile mutlak koruma alanı düzenlenmiştir. 1. fıkrada, mutlak koruma alanının, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerin, maksimum su seviyesinden itibaren yatayda 300 metre genişliğindeki kara alanı olduğu, söz konusu alan sınırının içme-kullanma suyu havzası sınırını aşması halinde, mutlak koruma alanının, havza sınırında son bulacağı, 2. fıkrada, içme-kullanma suyu temin edilmesi amacıyla yapılması planlanan baraj gölü ve göletler ile su alınması planlanan tabii göllerin çevresinde, maksimum su seviyesinden itibaren içme-kullanma suyu alma yapısını merkez alan, yarıçapı 300 metre genişliğindeki alanın kara kısmındaki bölümünün, içme-kullanma suyunu kullanan idare tarafından kamulaştırılacağı, içme-kullanma suyunu kullanan idarece gerekli görülmesi durumunda yarıçapı 300 metre genişliğindeki alana ilave olarak mutlak koruma alanının bir kısmı veya tamamının kamulaştırılabileceği kurala bağlanmıştır.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yürürlükten kaldırılan 17. maddesinde maksimum su seviyesinden itibaren 300 metre genişliğindeki alanın kamulaştırılacağı hükmü ile mutlak koruma alanında herhangi bir ayrıma gidilmeden tamamının kamulaştırılacağı öngörülerek su kirliliğinin önlenmesinin en önemli dayanaklarından biri olan mutlak koruma alanının kirlenme ihtimalinin ortadan kaldırılmasına yönelik önlem alınmışken, kamulaştırılması gereken söz konusu alanın objektif ve bilimsel bir gerekçe olmaksızın dava konusu düzenleme ile maksimum su seviyesinden itibaren içme-kullanma suyu alma yapısını merkez alan, yarıçapı 300 metre genişliğindeki alanın kara kısmındaki bölümünün kamulaştırılacağı belirtilerek daraltılmasında hukuka ve yönetmeliğin su kaynaklarının korunması ve iyileştirilmesi amacına uyarlık bulunmamaktadır. Her ne kadar madde hükmü ile idarece gerekli görülmesi halinde alanın kalan bir kısmı veya tamamının kamulaştırılabileceği belirtilmişse de, günümüzde su kaynaklarının hızla kirlendiği ve azaldığı göz önünde bulundurulduğunda, su kirliliğinin önlenmesi ve su rezervuarının korunması için gerekli olduğu bilimsel ölçütlerle tespit edilmiş olan ve bu doğrultuda tümünün kamulaştırılması öngörülen mutlak koruma alanının bir bölümünün kamulaştırılması konusunun idarenin takdirine bırakılmasında hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. maddenin 5. fıkrasında yer alan “yıkılarak yeniden inşa edilebilir” ifadesi: Maddenin 3. fıkrasında, mutlak koruma alanında içme-kullanma suyu projesine ve mevcut yapıların kanalizasyon sistemlerine ait mecburi teknik tesisler haricinde hiçbir yeni yapılamayacağı hükme bağlanmış; 5. fıkra hükmü ile mevcut yapıların aynen korunacağı belirtildikten sonra, tehlikeli yapıların kaldırılacağı, yapı inşaat alanında değişiklik yapmamak ve kullanım amacını değiştirmemek şartıyla gerekli bakım ve onarım yapılabileceği, fıkranın üçüncü cümlesinde de, mevcut yapılardan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından lisanslandırılan kurum ve kuruluşlarca riskli yapı olduğu tespit edilenlerin, inşaat alanında değişiklik yapmamak, kullanım amacını değiştirmemek ve üzerinde bulunduğu taşınmazları ifraz işlemine tabi tutmamak şartıyla yıkılarak yeniden inşa edilebilecekleri kuralı yer almıştır.

Dava konusu yönetmelikle mutlak koruma alanında zorunlu teknik yapılar dışında yeni yapı yapılamayacağı, mevcut yapıların aynen korunacağı ve öngörülen koşullara uyulmak kaydıyla gerekli bakım ve onarımın yapılabileceği kurala bağlanmış olup, buna göre bölgede imar mevzuatı açısından korunabilecek ve bölgenin bozulmasına yol açmayacak yapıların ekonomik ömrünü tamamlayıncaya kadar mevcut hali ile muhafazası, ömrünü tamamlayan yapıların ise kamulaştırılarak başka bölgelere taşınması, mevcut hali ile korunamayacak olan veya korunmasında sakınca bulunan yapıların ise kaldırılması gerekmektedir. Bu durumda, alanda hiç bir koşulda yeni yapı yapılmasına izin verilmemesi gerekmesine karşın mevcut olan yapılardan riskli olduğu saptananların yıkılarak yeniden yapılmasına izin verilmesi bölgenin bozulmasına yol açabileceği gibi yönetmeliğin amacına da aykırı olduğundan, fıkra hükmünde yer alan “yıkılarak yeniden inşa edilebilir” ibaresinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Kaldı ki alanda bulunan yapılar için kazanılmış hak imar mevzuatı uyarınca korunabilecek yapıları ifade ettiğinden, bu yapıların hangi nedenle olursa olsun yıkılarak yeniden yapılmalarının istenmesi halinde yürürlükteki mevzuatın uygulanmasının gerektiği, bu halde de yeni yapı statüsünde olacaklarından yeniden yapılmalarına olanak bulunmadığı, madde hükmü ile ileriye dönük kazanılmış hakkın korunmadığı, dolayısıyla yıkılmakla kazanılmış hakkın da sona ereceği açıktır.

  1. maddenin 12. fıkrasında yer alan “iyi tarım uygulamalarına izin verilebilir” ifadesi ile 10.maddesinin 11. fıkrasında yer alan “İyi Tarım Uygulamaları Koduna uyulması şartıyla tarımsal faaliyetlere izin verilebilir” ifadesi: 9. maddenin 12. fıkrasında “Mevcut ve yeni açılacak tarım alanlarında, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının denetiminde sadece organik tarım faaliyetlerine izin verilir. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yetki verilmiş kontrol ve sertifikasyon kuruluşunun görüşleri doğrultusunda organik tarım yapılamayacağının teknik olarak raporlandığı durumlarda, iyi tarım uygulamalarına izin verilebilir.”; Yönetmeliğin 10. maddesinin 11. fıkrasında da, ” Mevcut ve yeni açılacak tarım alanlarında, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının denetiminde sadece organik tarım faaliyetlerine izin verilir. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yetki verilmiş kontrol ve sertifikasyon kuruluşunun görüşleri doğrultusunda organik tarım yapılamayacağının teknik olarak raporlandığı durumlarda, İyi Tarım Uygulamaları Koduna uyulması şartıyla tarımsal faaliyetlere izin verilebilir.” kuralına yer verilmiştir.

07.12.2010 günlü, 27778 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmelik hükümleri ile iyi tarım uygulamaları çerçevesinde, kontrollü şartlar altında ve daha az oranda da olsa, suni gübre ve tarım ilacı kullanımının devam ettiği anlaşılmaktadır.

Dava konusu düzenleme ile Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 16., 17., 18., 19. ve 20. maddeleri birlikte incelendiğinde; mutlak koruma alanlarında tarımsal faaliyetlerin hiçbir çeşidine izin verilmediği, tarımsal faaliyetlerin maksimum su seviyesinden 300 metre sonra başlayan 700 metrelik kara alanını oluşturan kısa mesafeli koruma alanlarında ve bu alanlardan sonra başlayan 1 kilometrelik orta mesafeli koruma alanında yapılabileceği, ancak buna da suni gübre ve tarım ilacı kullanmamak koşuluyla izin verildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, içme kullanma suyu kaynağı mutlak ve kısa mesafeli koruma alanlarında, kontrollü olarak ve az miktarda da olsa, suni gübre ve ilaç kullanılmasına olanak tanıyan iyi tarım uygulamalarına izin veriliyor olması nedeniyle, dava konusu Yönetmeliğin 9. maddesinin 12. fıkrasının ikinci cümlesindeki ibarede ve 10. maddesinin 11. fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan ibarede hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. madddenin 13. fıkrası: fıkrada “Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının kontrolünde mevcutta mutlak koruma alanında yaşayan yerleşik halkın zati ihtiyacını karşılamak amacı ile hayvancılık faaliyetlerine ve kontrollü otlatmaya izin verilebilir.” hükmüne yer verilmiştir.

İçme kullanma suyu kaynağının koruma alanları arasındaki en hassas bölgeyi oluşturan mutlak koruma alanlarında, bu alanın bozulmasına yol açabilecek her türlü faaliyet yasaklanmış olup, bu kapsamda su kaynağının ve suyun kirlenmesine neden olabilecek nitelikteki hayvancılık faaliyetlerinin de bu bölgede yapılmaması gerektiğinden, düzenlemede yönetmeliğin amacına uyarlık görülmemiştir. Davalı idare tarafından, düzenlemenin, mutlak koruma alanlarında yaşayan yerleşik halkın mağduriyet yaşamaması için ailenin asgari geçimini sürdürebilmesini teminen ihtiyaç duyduğu hayvancılık faaliyetini kapsadığı, bu faaliyetlerin büyük çaplı, entegre tesis niteliğinde olmadığı öne sürülmekte ise de, fıkra hükmünde faaliyetin niteliği ve tesislere yönelik herhangi bir sınırlayıcı ifade bulunmadığından, kontrollü de olsa anılan faaliyetlerin bölgenin doğal yapısına zarar verebileceği, diğer taraftan, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yürürlükten kaldırılan ilgili hükümlerinde mutlak koruma alanında hayvancılık faaliyeti ve otlatmaya yer verilmediği, sadece kısa mesafeli koruma alanında kontrollü otlatmaya izin verildiği gözönünde bulundurulduğunda, iddia yerinde görülmemiştir.

  1. maddenin 2. fıkrasında yer alan “yeniden inşa edilebilir”ifadesi: 10. madde ile kısa mesafeli koruma alanı düzenlenmiş, maddenin 2. fıkrasında, mevcut yapıların aynen korunacağı; üçüncü cümlesinde, mevcut yapılardan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından lisanslandırılan kurum ve kuruluşlarca riskli yapı olduğu tespit edilenlerin, inşaat alanında değişiklik yapmamak, kullanım amacını değiştirmemek ve üzerinde bulunduğu taşınmazları ifraz işlemine tabi tutmamak şartıyla yıkılarak yeniden inşa edilebileceği kurala bağlanmıştır.

İçme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerin, mutlak koruma alanı sınırından itibaren yatayda 700 metre genişliğindeki kara alanı olarak tanımlanan kısa mesafeli koruma alanında belirli şartlarda konut dışı yapılaşmaya izin verilmiş olması ve mevcut yapıların aynen korunmuş olması nedeniyle, yukarıda 9. maddenin 5. fıkrasında yer alan “yıkılarak yeniden inşa edilebilir” ifadesine yönelik olarak açıklanan nedenlerle iptali istenilen ifadede de hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

  1. maddenin 4. fıkrası ve 11. maddenin 4. fıkrası: 10.maddenin 4.fıkrasında, ” Bu alanda belediye sınırı ve belediye mücavir alan sınırları içinde, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla yürürlükteki imar planları geçerlidir, imar planlarının gelişme alanındaki yapılaşmamış kısımların iptaline yönelik revizyon yapılır. İçme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar bu planlar kapsamında yoğunluk arttırıcı veya kirlilik arttırıcı kullanım değişikliğine yönelik imar değişikliği yapılamaz. Ancak 6360 sayılı Kanun çerçevesinde köy statüsünde iken belediye sınırları içine alınarak mahalle statüsüne geçen kırsal yerleşim alanlarının mahalle olarak bağlandığı tarihteki nüfusları ve bu nüfusların doğal artışı için ihtiyaç duyulan yapılaşmaya izin verilebilir.” kuralına yer verilmiş, fıkranın son cümlesindeki hüküm orta mesafeli koruma alanına ilişkin 11. maddenin 4. fıkrasının son cümlesinde de tekrarlanmıştır.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 18. maddesinin (a) bendinde, kısa mesafeli koruma alanlarında turizm, iskan ve sanayi yerleşmelerine izin verilmeyeceği belirtildikten sonra aynı maddenin (e) bendinde, bu alanlarda sadece, alanın rekreasyon ve piknik amacıyla kullanılmasına dönük kamu yararlı ve günübirlik turizm ihtiyacına cevap verecek, sökülüp takılabilir elemanlardan oluşan geçici nitelikteki kır kahvesi, büfe gibi yapıların inşasına izin verildiği; orta mesafeli koruma alanını düzenleyen 19. maddesinde de, sadece, bir ailenin oturmasına mahsus bağ veya sayfiye evleri ile yerleşik halkın ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla entegre tesis niteliğinde olmayan mandıra, kümes, ahır gibi konut dışı yapılara, maddede öngörülen şartlarla izin verildiği anlaşılmaktadır.

Bir köyün Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisine dahil edilerek, mahalle statüsüne geçirilmesinin, belediye hizmetlerinin bu alanlara da ulaştırılması sonucunda yıllar içerisinde, bu şekilde statüsü değiştirilmeyen diğer köylerden daha yoğun bir yapılaşma ihtiyacını beraberinde getirebileceği düşünülebilirse de, dava konusu Yönetmeliğin amacının, havzanın, Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde ya da dışında olduğuna bakılmaksızın, bir bütün olarak korunması olduğu dikkate alındığında; Büyükşehir Belediyesine dahil edilerek mahalle statüsüne geçirilen köylerde yapılaşmaya olanak tanınmasının, Yönetmeliğin amacına aykırı olması nedeniyle, 10. ve 11. maddenin 4. fıkralarının son cümlesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. maddenin 7. fıkrasında yer alan “her parselde” ifadesi: Fıkrada ” Mesire Yerleri Yönetmeliği çerçevesinde belirlenmiş mesire yerlerine, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle yürürlükteki imar planlarında yer alan rekreasyon alanlarına ve bu alanlarda kapalı kısımlarının toplam alanı her parselde 100 metrekareyi geçmemek şartıyla günübirlik tesislere izin verilebilir. Yürürlükteki mesire yeri gelişim ve yönetim planları ile imar planları, bu fıkrada günübirlik tesisler için belirlenen yapılaşma şartlarına uygun olarak revize edilir. Günübirlik turizm tesisleri dışında yeni turizm tesislerine izin verilmez. ” kuralına yer verilmiştir.

Aynı maddenin 5. fıkrasında, ” İskân dışı alanlarda yapılacak yapılara ve ifraz uygulamalarına Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde izin verilir. Bu alandaki tarım arazileri için yapılacak ifraz uygulamalarında 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümleri esas alınır.” ; Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinin “Parsel büyüklükleri ve bina cepheleri” başlıklı 13. maddesinde ise, “İfraz suretiyle elde edilecek parsellerin genişlikleri (20) m.den, parsel derinlikleri (30) m.den az olamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 18. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendinde, kısa mesafeli koruma alanlarının rekreasyon ve piknik amacıyla kullanılmasına dönük kamu yararlı ve günübirlik turizm ihtiyacına cevap verecek, sökülüp takılabilir elemanlardan meydana gelen, geçici kır kahvesi, büfe gibi yapılara, suyu kullanan idarece onanmış çevre düzeni ve uygulama planlarına ve plan kararlarına uygun olarak izin verilebileceği; aynı maddenin (f) bendinde ise, bu alanlarda yapılacak ifrazlardan sonra elde edilecek parsellerin 10.000 m2’den küçük olamayacağı ve (e) bendinde belirtilen nitelikteki yapıların kapalı kısımlarının toplam alanının her parselde 100 m2’yi geçemeyeceği düzenlenmiştir.

Su Kirliliği Yönetmeliği ile kısa mesafeli koruma alanlarında ifraz sonucu elde edilecek parsel büyüklüklerinin 10.000 m2’den az olamayacağı ve bu alanlarda yapılabilecek günübirlik tesislerin kapalı alanlarının her parselde 100 m2’yi geçemeyeceği düzenlenmişken, dava konusu Yönetmelik ile iskan dışı kısa mesafeli koruma alanlarında ifrazlardan elde edilecek parsel büyüklüklerine ilişkin alt sınır, Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinin 13. maddesi uyarınca 600 m2’ye düşürülmüş; yapılabilecek günübirlik tesislerin kapalı alan büyüklüklerine ilişkin her parselde 100 m2’yi geçmeme koşulu değiştirilmemiştir. Bu durumda, iskan dışı kısa mesafeli koruma alanlarında, ifraz uygulamaları yoluyla eski düzenlemeye oranla çok daha küçük parseller elde edilmesine ve her bir parsel üzerinde kapalı kısmı 100 m2’ye kadar günübirlik tesis inşa edilmesine olanak tanınması söz konusu tesislerden kaynaklanacak yoğunluğu artıracak nitelikte olduğundan, fıkrada geçen “her parselde” ifadesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. maddenin 8. fıkrası: Fıkrada “Bu alanda, mevcut yerleşim ve sanayi tesisleri ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan kaynaklanan atıksular, kanalizasyon sistemi aracılığıyla öncelikli olarak havza dışına, teknik ve ekonomik olarak mümkün olmaması durumunda orta ve uzun mesafeli koruma alanlarındaki uygun arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilir. Ancak, söz konusu yapılar; atıksuların kanalizasyon şebekesiyle toplanmasına imkân verecek yoğunlukta değil ise, Lağım Mecrası İnşası Mümkün Olmayan Yerlerde Yapılacak Çukurlara Ait Yönetmelik hükümlerine göre yapılacak sızdırmaz foseptiklerde toplanarak orta mesafeli koruma alanındaki, uzun mesafeli koruma alanındaki veya havza dışındaki arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilir. Şayet, bunlar mümkün değilse içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar mevcut olan yerleşim ve sanayi tesisleri ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan kaynaklanan atıksuların içme-kullanma suyu kaynağının su kalitesini olumsuz yönde etkilemeyecek seviyede ileri arıtmadan geçirilerek deşarjına, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından izin verilebilir.” kuralına yer verilmiştir.

Dava konusu düzenleme ile mevcut yapılar ile madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan kaynaklanan atıksuların maddede sayılan yöntemlerle atıksu altyapı tesisine verilmesi öngörülmüş olmakla birlikte; sayılan yöntemlerin kullanılmasının teknik ve ekonomik nedenlerle mümkün olmadığı durumlarda, içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının izniyle, atıksuların ileri arıtmadan geçirilerek havza içine deşarj edilebileceği düzenlenmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 16 ila 20. maddeleri ile sadece kısa mesafeli koruma alanları için değil, diğer bütün koruma alanları için atıksuların havza dışına çıkarılması esasının benimsendiği anlaşılmakla, dava konusu düzenlemede atıksu deşarjına izin verilmesi nedeniyle fıkranın 3. cümlesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. maddenin 7. fıkrası: Fıkranın iptali istenilen birinci cümlesinde “Mesire Yerleri Yönetmeliği çerçevesinde belirlenmiş mesire yerlerine, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle yürürlükteki imar planlarında yer alan rekreasyon alanlarına ve bu alanlarda kapalı kısımlarının toplam alanı her parselde 100 metrekareyi geçmemek şartıyla günübirlik tesislere izin verilebilir.” hükmü yer almıştır. 11. madde orta mesafeli koruma alanına yönelik düzenlemeler içermektedir. Kısa mesafeli koruma alanı sınırından itibaren yatayda 1000 metre genişliğindeki kara alanını ifade eden bu alana ilişkin olarak Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 19. madde hükmü ile dava konusu yönetmeliğin 11. madde hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, iptali istenilen cümle ile izin verilen kullanımın, alanın özelliğine ve koruma şartlarına aykırı olmadığı sonucuna varıldığından, düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.
  2. maddenin 11. fıkrası: Fıkrada ” Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının kontrolünde hayvancılık faaliyetlerine ve otlatmaya izin verilir.” kuralına yer verilmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 19. maddesinde, orta mesafeli koruma alanlarında hayvancılık faaliyetlerine, sadece halkın yerleşik ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla izin verilmiş ve bu faaliyet kapsamında yapılabileceği öngörülen yapılar bakımından da entegre tesis niteliğinde olmama koşulu getirilmiştir.

Dava konusu düzenlemede ise, orta mesafeli koruma alanlarında yapılabileceği belirtilen hayvancılık faaliyetinin niteliği ve bu kapsamda yapılabilecek tesislere ilişkin olarak herhangi bir açıklama ve sınırlama getirilmemiş olması nedeniyle fıkra hükmünde hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. maddenin 14. fıkrası ile 12. maddenin 13. fıkrası: Madde hükümleri ile orta ve uzun mesafeli koruma alanlarında 3213 sayılı Maden Kanunu çerçevesinde madencilik faaliyetlerine izin verileceği düzenlenmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 19. maddesinde, orta mesafeli koruma alanında hiçbir şekilde maden ocağı açılmasına ve işletilmesine izin verilmeyeceği, 20. maddesinde de uzun mesafeli koruma alanında galeri yöntemi patlatmalar, kimyasal ve metalurjik zenginleştirme işlemlerinin yapılamayacağı, madenlerin çıkarılmasına, sağlık açısından sakınca bulunmaması ve maddede yer alan diğer koşulların sağlanması şartıyla izin verilebileceği belirtilmişse de; 3213 sayılı Maden Kanunu’nun 7. maddesine 10/06/2010 tarihli, 5995 sayılı Yasa ile eklenen 8.fıkrasında, kazanılmış haklar korunmak kaydıyla içme ve kullanma suyu rezervuarının maksimum su seviyesinden itibaren 1000-2000 metre mesafe genişliğindeki şeritte galeri usulü patlatma yapılmaması, alıcı ortama arıtma yapılmadan doğrudan su deşarj edilmemesi şartıyla çevre ve insan sağlığına zarar vermeyeceği bilimsel ve teknik olarak belirlenen maden arama ve işletme faaliyetleri ile altyapı tesislerine izin verileceği, 2000 metreden sonraki koruma alanı içinde çevresel etki değerlendirmesi raporuna göre yapılması uygun bulunan maden istihracı ve her türlü tesisin yapılabileceği, ancak faaliyet sırasında alıcı ortama yapılacak deşarjlarda ilgili yönetmelikte belirtilen limitlere uyulmasının zorunlu olduğu hükme bağlandığından, dava konusu yönetmelik hükümleriyle Maden Kanununa atıf yapılmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

  1. maddenin 3. fıkrası: Fıkrada, “İçme-kullanma suyu alma yapısının memba yönündeki ilk su yapısında son bulmak şartıyla, içme-kullanma suyu su alma yapısından itibaren maksimum 2000 metre mesafedeki alan ile dere, çay ve nehirlerin şev üstünden sağ ve sol sahil kıyı çizgisinden itibaren 15 metre genişliğindeki alanda atık ve artıkların boşaltılmasına, depolanmasına ve atık bertaraf tesislerine izin verilmez.” hükmü yer almaktadır. 13. madde ile dere, çay, ve nehirler için genel esaslar ve koruma alanı hükme bağlanmış ve dava konusu yönetmelikle ilk defa bu alanlar için koruma statüsü getirilmiş olup, maddenin bütünü gözönünde bulundurulduğunda, fıkra hükmünde koruma esaslarına aykırılık görülmemiştir.
  2. maddenin 5. fıkrası: Fıkra hükmü ile, koruma planı yürürlüğe girmiş olan içme-kullanma suyu havzalarında yapılan denetimlerle ilgili en geç altı ayda bir, denetimi yapan idare tarafından Bakanlığa raporlama yapılacağı öngörülmüştür.

İçme-kullanma suyu havzalarında faaliyetin konusuna göre denetleme yapacak olan merciler ilgili mevzuatta belirtilmiş olup, maddenin ilk dört fıkrasında da denetim, görev ve sorumluluklara yer verildikten sonra, beşinci fıkrada koruma planı yürürlüğe girdikten sonra yapılacak denetimlerin sistematik olarak bakanlığa bildirilmesi düzenlenmiştir. Bu durumda, maddede koruma planı yürürlüğe girmemiş alanlara yönelik eksik düzenleme bulunmadığı anlaşılmakla, düzenlemede hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Geçici 1. maddenin 1. ve 2. fıkraları: Maddede; “(1) Büyükşehir belediyeleri, içme-kullanma suyu havzaları için yürürlükteki mevzuat düzenlemelerini, bu Yönetmeliğin madencilik faaliyetlerine ilişkin hükümleri çerçevesinde en geç bir yıl içerisinde revize eder ve görüş alınmak üzere Bakanlığa sunar.(2) Yerüstü suyu kaynakları için içme-kullanma suyu havzaları koruma planları, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden itibaren en geç beş yıl içinde hazırlanarak Bakanlığa sunulur. İçme-kullanma suyu temin edilen yerüstü suyu kaynaklarına ilişkin koruma planının beş yıl içinde hazırlanmaması durumunda ve içme-kullanma suyu temin edilmesi planlanan yerüstü suyu kaynaklarına ilişkin koruma planlarının hazırlanmasına ise planlama raporu ile eşzamanlı olarak başlanılmaması durumunda, içme-kullanma suyu havzası koruma planı Bakanlıkça hazırlanır veya hazırlatılır, bedeli içme-kullanma suyunu kullanan idareden tahsil edilir.” kurallarına yer verilmiştir.

Maddenin birinci fıkrasında, büyükşehir belediyelerinin, havza koruma yönetmeliklerini madencilik faaliyetleri ile sınırlı olarak 1 yıl içerisinde revize etmesi gerektiği düzenlenmişken, ikinci fıkrada yerüstü suyu kaynaklarının tümü için koruma planının hazırlanmasına yönelik olarak beş yıllık bir süre öngörülmüş olması nedeniyle, düzenlemelerin konusu ve niteliği gözönünde bulundurulduğunda, maddede öngörülen sürelerde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Davacı tarafından, öngörülen sürelerde, düzenlemeleri hazırlamayanlar için bir yaptırım getirilmediği belirtilmişse de, davalı idare tarafından, konunun Su Kanunu taslağında ele alındığı ve yaptırımın yasal dayanağının olacağı belirtildiğinden, iddia maddenin eksik düzenleme nedeniyle iptalini gerektirmemektedir.

Açıklanan nedenlerle, İçme Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliğin 7. ve 8. maddesinin(eksik düzenleme nedeniyle), 9. maddesinin 2.fıkrasının, 9. maddenin 5. fıkrasında yer alan “yıkılarak yeniden inşa edilebilir” ifadesinin, 9. maddenin 12. fıkrasında yer alan “iyi tarım uygulamalarına izin verilebilir” ifadesinin, 9. maddesinin 13. fıkrasının, 10. maddenin 2. fıkrasında yer alan “yeniden inşa edilebilir”ifadesinin, 10. maddesinin 4. fıkrasının son cümlesinin, 10. maddenin 7. fıkrasında yer alan “her parselde” ifadesinin, 10. maddenin 8. fıkrasının üçüncü cümlesinin, 10.maddesinin 11. fıkrasında yer alan “İyi Tarım Uygulamaları Koduna uyulması şartıyla tarımsal faaliyetlere izin verilebilir” ifadesinin, 11. maddesinin 4.fıkrasının son cümlesinin, 11. maddesinin 11. fıkrasının iptaline, yönetmeliğin iptali istenilen diğer hükümlerine yönelik olarak ise davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince duruşma için taraflara önceden bildirilen 16/03/2022 tarihinde, davacı vekili Av. …’in ve davalı idare vekili Av. …’ın geldiği, Danıştay Savcısının hazır olduğu görülmekle, açık duruşmaya başlandı. Taraflara usulüne uygun olarak söz verilerek dinlendikten ve Danıştay Savcısının düşüncesi alındıktan sonra taraflara son kez söz verilip, duruşma tamamlandı. Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:

MADDİ OLAY: 28/10/2017 günlü, 30224 sayılı Resmi Gazetede, İçme-Kullanma Suyu Havzalarının korunmasına Dair Yönetmelik yayımlanarak, yürürlüğe girmiştir.

Bakılan dava, belirtilen Yönetmeliğin, aşağıda yer verilen maddelerinin hukuka aykırı olduğu iddialarıyla açılmıştır.

İLGİLİ MEVZUAT: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” başlıklı 56. maddesinde; “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” hükmüne yer verilmiştir.

2872 sayılı Çevre Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacı, bütün canlıların ortak varlığı olan çevrenin, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda korunmasını sağlamak olarak kabul edilmiş; 2. maddesinde, sürdürülebilir çevre “Gelecek kuşakların ihtiyaç duyacağı kaynakların varlığını ve kalitesini tehlikeye atmadan, hem bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini oluşturan tüm çevresel değerlerin her alanda (sosyal, ekonomik, fiziki vb.) ıslahı, korunması ve geliştirilmesi süreci” olarak; sürdürülebilir kalkınma ise “Bugünkü ve gelecek kuşakların, sağlıklı bir çevrede yaşamasını güvence altına alan çevresel, ekonomik ve sosyal hedefler arasında denge kurulması esasına dayalı kalkınma ve gelişme” olarak tanımlanmıştır. Buna göre, sürdürülebilir çevre ve sürdürülebilir kalkınma ilkeleriyle hem bugünün hem de gelecek kuşakların çevresini oluşturan tüm çevresel değerlerin her alanda ıslahı, korunması ve geliştirilmesi ile sağlıklı bir çevrede yaşama güvence altına alınmıştır. Kanunun 9. maddesinin, (h) bendinde ise, “Ülkenin deniz, yeraltı ve yerüstü su kaynaklarının ve su ürünleri istihsal alanlarının korunarak kullanılmasının sağlanması ve kirlenmeye karşı korunması esastır.” hükmüne yer verilmiştir.

Davaya konu Yönetmeliğin yayımı tarihinde yürürlükte olan 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin “Görevler” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde; Su kaynaklarının korunmasına ve sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasına dair politikalar oluşturmak, ulusal su yönetimini koordine etmek görevi Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na verilmiş, aynı Kanun Hükmünde Kararname’nin “Düzenleme yetkisi” başlıklı 26. maddesinde ise, “(1) Bakanlık; görev, yetki ve sorumluluk alanına giren ve önceden kanunla düzenlenmiş konularda idari düzenlemeler yapabilir.” hükmüne yer verilmiştir. 10/07/2018 tarih ve 30474 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 1 numaralı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 410. maddesinde aynı görevler Tarım ve Orman Bakanlığı’na verilmiştir.

Öte yandan; 23.11.1981 günlü, 17523 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun Ek 5. maddesinde, “Bu Kanun diğer büyükşehir belediyelerinde de uygulanır.” hükmüne; Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 51. maddesinde ise, “… Büyükşehirlere içme ve kullanma suyu temin edilen kıta içi yüzeysel su kaynakları havzalarındaki denetim faaliyetlerinden 2560 sayılı Kanun çerçevesinde Büyükşehir Belediyeleri sorumludur. Çevre Kanunu çerçevesinde Büyükşehir Belediyeleri haricindeki yerleşimlere içme ve kullanma suyu temin edilen su havzalarındaki denetim faaliyetlerinden İl Çevre ve Orman Müdürlüğü sorumludur …” hükmüne yer verilmiştir. Bu durumda; içme ve kullanma suyu temin edilen havzaların korunması, 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun verdiği yetkiyle kendi sınırlarında geçerli olmak üzere çıkaracakları Su Havzaları Koruma Yönetmeliği uyarınca Büyükşehir Belediyelerinin; Büyükşehir Belediyeleri haricinde içme ve kullanma suyu temin edilen havzalar ile içme ve kullanma suyu temin edilmeyen havzaların korunması ise Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği uyarınca Bakanlığın yetkisindedir.

Ülkemizde, yeraltı ve yerüstü su kaynakları potansiyelinin korunması ve en iyi bir biçimde kullanımının sağlanması için, su kirlenmesinin önlenmesini sürdürülebilir kalkınma hedefleriyle uyumlu bir şekilde gerçekleştirmek üzere gerekli olan hukuki ve teknik esasları belirlemek amacıyla ilk olarak, 2872 sayılı Çevre Kanununun 8, 9, 11, 12, 15 ve 20. maddeleri ile 4856 sayılı Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun, Çevre Yönetimi Genel Müdürlüğünün görevlerini düzenleyen 9. maddesine dayanılarak, 31.12.2004 günlü, 25687 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği hazırlanmış ve anılan Yasa hükümlerinin uygulanması amacıyla ülkenin yeraltı ve yerüstü su kaynakları potansiyelinin korunması ve en iyi bir biçimde kullanılmasının sağlanması amacıyla gerekli hukuki ve teknik esaslar belirlenmiş; bu Yönetmeliğin “Su Kalitesine İlişkin Planlama Esasları ve Yasaklar” başlıklı dördüncü bölümünde, içme ve kullanma suyu temin edilen kıta içi yüzeysel sularla ilgili kirletme yasakları (m.16) ile içme ve kullanma suyu rezervuarlarına yakınlık mesafesine göre mutlak koruma alanı (m.17), kısa mesafeli koruma alanı (m.18), orta mesafeli koruma alanı (m.19) ve uzun mesafeli koruma alanı (m.20) belirlenmesine ve içme kullanma suyu rezervuarlarının korunması için, bu alanlarda yapılabilecek ve yapılamayacak faaliyetlere ilişkin düzenlemelere yer verilmiştir.

Daha sonra, 645 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin, yukarıda yer verilen 2., 9. ve 26. maddelerine dayanılarak, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan bütün yerüstü ve yeraltı suyu kaynaklarının kalitesinin ve miktarının korunmasına ve iyileştirilmesine ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla hazırlanan, dava konusu İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelik 28.10.2017 günlü, 30224 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yönetmeliğin “Yerüstü Suları İçin Koruma Esasları ve Koruma Alanları” başlıklı üçüncü bölümünde, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde yer alan koruma alanları yeniden düzenlenmiş; bunların içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan su kaynağına olan mesafeleri açısından herhangi bir değişiklik yapılmamış; ancak söz konusu alanlarda yapılabilecek ve yapılamayacak faaliyetlere ilişkin değişikliklere yer verilmiştir. Dava konusu Yönetmelik yürürlüğe girdikten sonra, 14.02.2018 günlü, 30332 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin, yukarıda belirtilen, içme kullanma suyu rezervuarlarının korunmasına ilişkin hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.

Yine dava konusu Yönetmeliğin yayımı tarihinde yürürlükte olan, içme suyu elde edilen veya elde edilmesi planlanan yüzeysel sular ile ilgili esasları, kalite kriterlerini ve bu suların içme ve kullanma suyu olarak kullanılabilmesi için uygulanması gereken arıtma sınıflarını tespit etmek amacıyla, 29/06/2012 tarih ve 28338 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İçme Suyu Elde Edilen Veya Elde Edilmesi Planlanan Yüzeysel Suların Kalitesine Dair Yönetmeliğin 4. maddesinde; içme ve kullanma suyu, insanların günlük faaliyetlerinde içme, yıkanma ve temizlik gibi ihtiyaçları için kullandıkları, özellikleri 17/02/2005 tarih ve 25730 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik ile belirlenmiş olan, toplu bir su temini sistemi aracılığıyla çok sayıda tüketicinin ortak kullanımına sunulan sular olarak tanımlanmıştır. Aynı Yönetmeliğin 5. maddesinin 2. fıkrasında, idare, içme ve kullanma suyu elde edilen veya elde edilmesi planlanan yüzeysel suların, bu Yönetmeliğin 6 ncı ve 7 nci maddeleri ile belirlenen değerlere ve esaslara uymasını sağlamak maksadıyla gerekli bütün tedbirleri almakla görevlendirilmiştir. Atıf yapılan 6. maddede; “(1) İçme ve kullanma suyu elde edilen veya elde edilmesi planlanan yüzeysel sular; Ek-I’de yer alan bütün parametreler için verilen zorunlu ve kılavuz değerlere göre  (…),  (…) ve A3 olmak üzere üç farklı kategoriye ayrılır ve her bir kategori için aşağıdaki arıtma sınıfları belirlenir. İçme ve kullanma sularının kalite kategorilerinden, a)  (…): basit fiziksel arıtma ve dezenfeksiyon ile içilebilir suları, b)  (…): fiziksel arıtma, kimyasal arıtma ve dezenfeksiyon ile içilebilir suları, c) A3: fiziksel ve kimyasal arıtma, ileri arıtma ve dezenfeksiyon ile içilebilir suları, ifade eder. (2) A3 kategorisi için verilmiş olan zorunlu sınır değerleri aşan, fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik kirlilik içeren suların içme ve kullanma suyu olarak kullanımı tercih edilmez. Ancak bu sular istisnai hallerde suyun kalite özelliklerini içme suyu için uygun kalite standartları düzeyine yükseltecek arıtma prosesleri kullanılarak içme suyu temininde kullanılabilir. (3) İçme ve kullanma suyu elde edilen veya elde edilmesi planlanan yüzeysel suların; kategorilere göre verilmiş olan arıtma sınıflarından geçirildikten sonra nihai olarak İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik ile belirlenmiş olan içme suyu standartlarını sağlaması esastır.” düzenlemesine, 7. maddede ise; “(1) İçme ve kullanma suyu elde edilen veya elde edilmesi planlanan ve  (…) ve  (…) kategorisinde yer alan yüzeysel suların iyileştirilmesini sağlamak için özel hüküm belirleme çalışması yapılıp yapılmayacağı Bakanlıkça belirlenir. A3 kategorisinde yer alan yüzeysel suların iyileştirilmesini sağlamak için Bakanlık havza bazında özel hüküm belirleme çalışması yapar veya yaptırır.” düzenlemesine yer verilmiştir.

17/02/2005 tarih ve 25730 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik’te ise insani tüketim amaçlı suların teknik ve hijyenik şartlara uygunluğu ile suların kalite standartlarının sağlanması, kaynak suları ve içme sularının istihsali, ambalajlanması, etiketlenmesi, satışı, denetlenmesi ile ilgili usul ve esaslar düzenlenmiştir. Anılan Yönetmeliğin 5. maddesinde, insani tüketim amaçlı su, orijinal haliyle ya da işlendikten sonra, dağıtım ağı, tanker, şişe veya kaplar ile tüketime sunulan içme, pişirme, gıda hazırlama ya da diğer evsel amaçlar için kullanılan bütün sular ile suyun kalitesinin, gıda maddesinin nihai halinin sağlığa uygunluğunu etkilemeyeceği durumlar haricinde insani tüketim amaçlı ürünlerin veya gıda maddelerinin imalatında, işlenmesinde, saklanmasında veya pazarlanmasında kullanılan bütün sular olarak tanımlanmıştır.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:

Usul Yönünden:

Davalı idarenin, davacının menfaatine yönelik itirazı incelenip değerlendirilmiş; dava konusu Yönetmelik maddelerinin konusu ve nitelikleri dikkate alındığında, davacının bakılan davayı açmakta menfaatinin bulunduğu sonucuna varılmıştır.

Esas Yönünden:

2560 sayılı Kanun, içme kullanma suyu havzalarına ilişkin, kanun statüsündeki tek düzenleme olup, yukarıda belirtilen maddesi uyarınca da, bütün büyükşehir belediyeleri açısından bağlayıcı olduğu; Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin, dava konusu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihte yürürlükte bulunan 16 ila 20. maddeleri arasında içme ve kullanma suyu havzalarının korunmasına ilişkin düzenlemelerin yer aldığı; dava konusu Yönetmelik ile koruma alanlarında yapılmasına izin verilen faaliyetler açısından daha farklı düzenlemelere yer verilerek hukuk sisteminde bazı değişikliklerin yaratıldığı; bununla birlikte hukuk sistemini oluşturan normların bir bütünlük arz edip, birbiriyle çelişkili hükümler içeremeyeceği hususları yapılacak değerlendirmelerde dikkate alınmak suretiyle; İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliğin, iptali istenilen maddelerinin incelenmesine geçilmiştir.

Yönetmeliğin 2. maddesinin incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin iptali istenilen “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, “Bu Yönetmelik, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan bütün yerüstü ve yeraltı suyu kaynaklarını kapsar.” hükmüne yer verilmiştir.

İdarenin, düzenleyici işlem yapma yetkisini, kanunlara aykırı olmamak şartıyla ve bu kanunların uygulanmasını göstermek amacıyla, gerekli gördüğü konularda kullandığı, bu anlamda, düzenleyici işlemin konusunu ve kapsamını belirlemek hususunda taktir yetkisine sahip olduğu açıktır. Öte yandan, dava konusu Yönetmeliğin, “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Yönetmeliğin amacı; içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan bütün yerüstü ve yeraltı suyu kaynaklarının kalitesinin ve miktarının korunmasına ve iyileştirilmesine ilişkin usul ve esasları düzenlemektir.” hükmüne yer verilmiş; yukarıda “İlgili Mevzuat” bölümünde de belirtildiği üzere, içme ve kullanma suyu, insanların günlük faaliyetlerinde içme, yıkanma ve temizlik gibi ihtiyaçları için kullandıkları, özellikleri 17/02/2005 tarih ve 25730 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik ile belirlenmiş olan, toplu bir su temini sistemi aracılığıyla çok sayıda tüketicinin ortak kullanımına sunulan sular olarak tanımlanmıştır.

Davacı tarafından, her ne kadar, dava konusu Yönetmeliğin 2. maddesinde, elektrik üretimiyle ilgili barajlara yer verilmediği, eksik düzenleme nedeniyle anılan maddenin iptal edilmesi gerektiği ileri sürülmüş ise de; idarenin gerekli gördüğü konularda düzenleyici işlemler yapabileceği, dava konusu Yönetmeliğin ise, yalnızca içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan bütün yerüstü ve yeraltı suyu kaynaklarının kalitesinin ve miktarının korunmasına ve iyileştirilmesine ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla çıkarılmış olup, elektrik üretimi amacıyla kurulacak barajların da içme kullanma suyu tanımının kapsamına dahil edilemeyeceği hususları dikkate alındığında, söz konusu maddede hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 3. maddesinin incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin, iptali istenilen “Dayanak” başlıklı 3. maddesinin, dava tarihinde yürürlükte bulunan halinde, “Bu Yönetmelik, 29/6/2011 tarihli ve 645 sayılı Orman ve Su İşleri Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci, 9 uncu ve 26 ncı maddelerine dayanılarak hazırlanmıştır.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Davacı tarafından, Ramsar Sözleşmesinin dayanak maddeler arasında gösterilmemesinin eksik düzenleme teşkil ettiği iddiasıyla anılan maddenin iptali istenilmiştir.

Söz konusu düzenleme, her ne kadar 10/3/2020 tarihli, 31064 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikle, ” Bu Yönetmelik, 10/7/2018 tarihli ve 30474 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 1 sayılı Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 410 uncu ve 421 inci maddelerine dayanılarak hazırlanmıştır.” şeklinde değiştirilmiş ise de, davacının yukarıda özetlenen iddiasının, maddenin yeni şekli açısından da geçerli olduğu dikkate alındığında, esasının incelenmesinin uygun olacağı sonucuna varılmıştır.

Düzenleyici işlemlerin dayanak maddelerinin, ilgili işlemin yapılmasına hukuken imkan sağlayan üst normların gösterildiği madde niteliğinde olduğu dikkate alındığında, davacının iddiasına itibar edilmemiş, anılan maddede hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 4. maddesinin incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin, iptali istenilen “Tanımlar” başlıklı 4. Maddesinin 1. Fıkrasının (ı) bendinde, “İçme-kullanma suyu: Özellikleri 17/2/2005 tarihli ve 25730 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik ile belirlenmiş olan ve insanların günlük ihtiyaçlarını karşılamak için kullandıkları suları,” düzenlemesine yer verilmiştir.

Davacı tarafından, söz konusu tanımın, ülkemizde ve dünyada tüketilen tatlı su oranının yaklaşık %70’ine denk gelen tarımsal sulama amaçlı sulara yer verilmemiş olması nedeniyle eksik ve belirsiz olduğu, bu şekilde tarımsal sulama amaçlı suların, Yönetmelik kapsamı dışında bırakıldığı ileri sürülerek, anılan maddenin iptali istenilmiştir.

Yukarıda da izah edildiği üzere, idarenin, gerekli gördüğü konularda düzenleyici işlemler yapabileceği, bu anlamda, düzenleyici işlemin konusunu ve kapsamını belirlemek hususunda taktir yetkisine sahip olduğu; dava konusu Yönetmeliğin de, yalnızca içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan bütün yerüstü ve yeraltı suyu kaynaklarının kalitesinin ve miktarının korunmasına ve iyileştirilmesine ilişkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla çıkarıldığı; öte yandan, iptali istenilen içme kullanma suyu tanımının, “İlgili Mevzuat” bölümünde yer verilen, mevzuattaki diğer içme kullanma suyu tanımlarıyla da uyumlu olduğu hususları bir arada değerlendirildiğinde, davacının iddiasına itibar edilmemiş, anılan düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 5. maddesinin 1. fıkrasının (c) ve (e) bentlerinin incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin “İlkeler” başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasının iptali istenilen (c) ve (e) bentlerinde, “c) İçme-kullanma suyu havzası koruma planının hazırlanmasında katılımcı bir yaklaşımın benimsenmesi ve bu planların nehir havza yönetim planı ile bütünleştirilmesi,… e) İçme-kullanma suyu havzalarında organik tarım faaliyetlerine veya iyi tarım uygulamalarına geçilmesinin teşvik edilmesi,…” düzenlemelerine yer verilmiştir.

Davacı tarafından, (c) bendi ile ilgili olarak, katılımcı yaklaşımın tam olarak neyi ifade ettiğine ilişkin bir tanımlama bulunmadığı, katılımcılığın nasıl ve kimlerle sağlanacağı hususlarının eksik düzenlendiği, bu durumun hukuki belirsizliğe sebep olduğu; aynı maddenin (e) bendine ilişkin olarak ise, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde, içme-kullanma suyu havzalarında suni gübre ve tarım ilacı kullanımının yasaklandığı, iyi tarım uygulamalarında suni gübre ve tarım ilaçlarının denetimli olarak kullanılabildiği, bu nedenle söz konusu bentte yer verilen “veya iyi tarım uygulamalarına” ifadesinin iptalinin gerektiği ileri sürülmüştür.

(c) bendinin incelenmesi;

Anılan Yönetmeliğin 4. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendinde, içme-kullanma suyu havzası koruma planı, “İçme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan yerüstü ve yeraltı suyu havzalarının korunması, kirlenmesinin önlenmesi, kirlenmiş ise iyileştirilmesi ve sürdürülebilir kullanımının sağlanması amacıyla yapılan ve o havzaya özel hükümleri tanımlayan plan” olarak tanımlanmıştır.

Düzenleyici işlemlerde, maruf ve meşhur nitelikteki veya gündelik anlamında kullanılan terim ve tabirlerin dahi tanımına yer verilmesinin mevzuat hazırlama tekniğine uygun ve mümkün olmadığı açıktır.

Anılan fıkrada, plan hazırlanması aşamasında katılımcı bir yaklaşımın benimsenmesi prensip olarak kabul edilmiş olup, katılımın ne şekilde sağlanacağına ilişkin ayrıntılı düzenlemelere yer verilmemesinin, maddenin iptalini gerektiren bir sebep olarak değerlendirilmemiştir.

Öte yandan, içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanmasına dair usul ve esaslar, İçme-Kullanma Suyu Havzası Koruma Planı Hazırlanmasına Dair Usul ve Esaslar Tebliğiyle düzenlenmiş; 14/06/2014 tarihli, 29030 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren, Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliğinin “Genel planlama ilkeleri” başlıklı 7. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendinde ise, “j) Planların hazırlanmasında plan türüne göre katılım sağlanmak üzere anket, kamuoyu yoklaması ve araştırması, toplantı, çalıştay, internet ortamında duyuru ve bilgilendirme gibi yöntemler kullanılarak kurum ve kuruluşlar ile ilgili tarafların görüşlerinin alınması esastır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Dava konusu Yönetmelikle, anılan düzenlemelerin bir bütün olarak değerlendirilmesi sonucunda, içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanırken katılımcı yaklaşımın sağlanmasına yönelik düzenleme getirildiği anlaşıldığından, anılan düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.

(e) bendinin incelenmesi;

Yönetmeliğin 5. maddesinin iptali istenilen (e) bendi, Yönetmeliğin bütün maddeleriyle birlikte incelendiğinde, anılan bentte, içme kullanma suyu havzalarında iyi tarım uygulamalarına geçilmesinin teşvik edilmesinin genel bir ilke olarak benimsendiği, Yönetmeliğin ilerleyen maddelerinde ise, mutlak ve kısa mesafeli koruma alanlarında sadece organik tarım yapılabileceğinin, bunun mümkün olmadığının teknik olarak raporlandığı durumlarda iyi tarım uygulamalarına izin verilebileceğinin düzenlendiği, kısa ve orta mesafeli koruma alanlarında iyi tarım uygulamalarına izin verilebileceğine ilişkin söz konusu ifadelerin ise Danıştay Ondördüncü Dairesinin 03/07/2018 tarihli, E: 2017/4471 ve E: 2017/4472 sayılı kararlarıyla durdurulduğu, buna karşın orta ve uzun mesafeli koruma alanlarında iyi tarım uygulamalarına izin verilmesine hukuken herhangi bir engel bulunmadığı hususları bir arada değerlendirildiğinde, içme kullanma suyu havzalarına ilişkin genel bir ilke olarak kabul edilen söz konusu düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 6. maddesinin incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin “Planlamaya ilişkin hususlar” başlıklı 6. maddesinin dava tarihinde yürürlükte bulunan halinin 5. fıkrasının (e) bendinde, “Bakanlıkça hazırlanan veya hazırlatılan veya ilgili idarece hazırlanan ve Bakanlığa sunulan taslak koruma planı, Bakanlıkça ilgili valiliğe/valiliklere iletilir. Havzadaki paydaşların bilgilendirilmesi için ilgili valilik tarafından 30 gün süreyle taslak koruma planı askıya çıkartılır ve Bakanlık internet sayfasında duyuru yapılır. 30 günlük askı süresi içerisinde taslak koruma planına ilişkin itirazlar ve görüşler; gerekçesi ve öneriler ile birlikte ilgili valiliğe iletilir. Askı süresi içerisinde iletilen görüş ve öneriler valilik tarafından, toplu bir şekilde Bakanlığa iletilir. Söz konusu taslak koruma planı, valilik/valiliklerdeki 30 günlük askı süresi ile eş zamanlı olarak Bakanlıkça ilgili Bakanlıkların görüşüne de sunulur, taslak koruma planına ilişkin itiraz, görüş ve önerileri alınır. Askı süresi içerisinde yapılmayan itirazlar dikkate alınmaz.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Söz konusu düzenleme, her ne kadar 10/3/2020 tarihli, 31064 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikle değiştirilmiş ise de, anılan değişikliğin, yukarıda yer verilen düzenlemenin, maddenin 6. fıkrasına kaydırılmasından ibaret olduğu, içerik olarak ise herhangi bir değişiklik yapılmadığı görüldüğünden, esasının incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Davacı tarafından, Yönetmelikte “paydaş” tanımının yapılmadığı, kimlerin paydaş olarak kabul edileceğinin belirsiz olduğu iddiasıyla, anılan ifadenin iptali istenilmiştir.

Yukarıda da izah edildiği üzere, düzenleyici işlemlerde, maruf ve meşhur nitelikteki veya gündelik anlamında kullanılan terim ve tabirlerin dahi tanımına yer verilmesinin mevzuat hazırlama tekniğine uygun ve mümkün olmadığı açıktır. Davalı idarenin savunma dilekçesinde ise, paydaşların, plan, proje veya mevzuat çalışmalarından olumlu ya da olumsuz etkilenebilecek bireyleri ifade ettiği belirtilmiştir.

Yönetmeliğin tanımlar maddesinde, “paydaş” ifadesine ilişkin bir tanımlama yapılmaması, anılan kelimenin iptalini gerektiren bir sebep olarak değerlendirilmemiş; anılan ifadede bu haliyle hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 7. ve 8. maddelerinin incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin “Yerüstü suların kalitesinin korunmasına ilişkin esaslar” başlıklı, iptali istenilen 7. maddesinde,”(1) İçme-kullanma suyu kaynağı olarak ilan edilmemiş su kaynaklarında Yerüstü Su Kalitesi Yönetmeliğinde belirtilen ilke ve esaslar uygulanır. (2) İçme-kullanma suyu temin edilmesi planlanan yerüstü suyu havzalarında, içme-kullanma suyu temin projesinin yatırım programına alınması veya içme-kullanma suyunu kullanacak ilgili idare ile Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü arasında protokol yapılması ile birlikte bu Yönetmelik hükümleri uygulanmaya başlanır.” hükmüne; “Tabii göl, baraj gölü ve göletler için genel koruma esasları” başlıklı 8. maddesinde ise, (1) İçme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlere arıtılsa dahi atıksuların doğrudan deşarjına izin verilmez. (2) İçme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlere doğrudan veya dolaylı olarak her türlü atık ve artıkların atılması yasaktır. (3) İçme-kullanma suyu alma yapısına 300 metreden daha uzak olan yerlerde, sportif amaçlı olta balıkçılığına izin verilebilir. (4) İçme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerde yelkenli, kürekli veya akümülatör ile çalışan vasıtalara ve sallara izin verilebilir. Akaryakıt ile çalışan kayık, motor ve benzeri araçların ise kullanılmasına izin verilmez. Ancak, yöre halkının, güvenlik, toplu taşıma, su ürünleri istihsali gibi gerekli ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, akaryakıt ile çalışacak su araçlarının kullanılmasına, içme-kullanma suyu alma yapısına 300 metreden daha yakın olmamak şartıyla izin verilebilir. Su ürünleri istihsaline ilişkin izinler Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından, güvenlik ve toplu taşıma gibi amaçlarla verilecek izinler ise Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü ile içme-kullanma suyu temin etmeleri halinde ilgili büyükşehir belediyeleri tarafından verilebilir. Verilecek izinler kapsamında kullanılacak araçlarda oluşabilecek her türlü atıksu ve sintine suyunun arıtıldıktan sonra bile içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlere boşaltılması yasaktır. (5) İçme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerde su ürünleri yetiştiriciliği tesislerine izin verilmez. Ancak, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce ekonomik bölge oluşturulan tabii göl, baraj gölü ve göletlerde, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile müştereken belirlenen uygulama esasları çerçevesinde, Bakanlıkça su ürünleri avcılığına ve maksimum su seviyesindeki göl alanı 75.000 hektardan büyük baraj göllerinde asgari su kotundaki göl alanının binde birine kadar alanda su ürünleri yetiştiriciliğine izin verilebilir. İçme-kullanma suyu alma yapısına 1000 metreden daha yakın olan alanlarda ve bu yapıların bulunduğu koylarda su ürünleri yetiştiriciliği yapılamaz. (6) İçme-kullanma suyu temin edilen baraj göllerinin havzalarında oluşturulacak koruma alanları, memba yönündeki ilk baraj gölünün su toplama havzasında son bulur.” hükmüne yer verilmiştir.

Davacı tarafından, yukarıda yer verilen maddelerde, derelerden kum ve çakıl çıkarılması amacıyla kum ocağı açılmasının yasaklanmasına dair herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği, eksik düzenleme sebebiyle anılan maddelerin iptaline karar verilmesi gerektiği iddia edilmektedir.

08/12/2007 tarihli, 26724 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Akarsulardan Kum, Çakıl ve Benzeri Maddelerin Alınması, İşlenmesi, İşletilmesi ve Kontrolü Yönetmeliğinin “Kum, çakıl alımıyla ilgili sınırlamalar ve yasaklar” başlıklı 5. maddesinde, “a) İçme ve kullanma suyu temin edilen kıta içi yüzeysel su kaynaklarında ve bunları besleyen, akar ve kuru derelerde… kum, çakıl ve benzeri maddelerin alımına yönelik kum ve çakıl ocağı açılması ve işletilmesine izin verilmez.” düzenlemesine yer verildiği anlaşıldığından, davacının iddialarına itibar edilmemiş, anılan maddelerde hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 9. maddesinin iptali istenilen fıkralarının incelenmesi;

  1. fıkrasının incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin 9. maddesinin iptali istenilen 2. fıkrasında “(2) İçme-kullanma suyu temin edilmesi amacıyla yapılması planlanan baraj gölü ve göletler ile su alınması planlanan tabii göllerin çevresinde, maksimum su seviyesinden itibaren içme-kullanma suyu alma yapısını merkez alan, yarıçapı 300 metre genişliğindeki alanın kara kısmındaki bölümü, içme-kullanma suyunu kullanan idare tarafından kamulaştırılır. İçme-kullanma suyunu kullanan idarece gerekli görülmesi durumunda yarıçapı 300 metre genişliğindeki alana ilave olarak mutlak koruma alanının bir kısmı veya tamamı kamulaştırılabilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Davacı tarafından, anılan düzenlemenin, mutlak koruma alanlarının, su kaynaklarının korunmasında en önemli alanlar olması sebebiyle, daha önce Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde kabul edilen hukuki rejime uygun olarak bütünüyle kamulaştırılması gerektiği iddiasıyla iptal edilmesi istenilmiştir.

Anılan düzenlemede, maksimum su seviyesinden itibaren içme-kullanma suyu alma yapısını merkez alan, yarıçapı 300 metre genişliğindeki alanın kara kısmındaki bölümünün, içme-kullanma suyunu kullanan idare tarafından kamulaştırılmasının zorunlu tutulduğu; mutlak koruma alanının bunun dışında kalan bölümünün kamulaştırılmasının ise idarenin taktir yetkisine bırakıldığı; bu düzenlemenin, mutlak koruma alanlarındaki yerel ihtiyaçlar, her bir mutlak koruma alanının kendine has özellikleri vb. hususlar da göz önünde bulundurularak, kamulaştırma işlemlerinin, havzanın ihtiyaçlarına göre yürütülmesinin sağlanması yönünde katkı sağlayacağı; öte yandan, söz konusu düzenlemeyle, mutlak koruma alanının bütünün kamulaştırılması yönünde herhangi bir engel de getirilmediği dikkate alındığında; anılan düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin 9. maddesinin 5. fıkrasında “(5) Mevcut yapılar aynen korunur. Ancak, insan sağlığı ve çevrede telafisi mümkün olmayan neticelere yol açabilecek faaliyetlerin gerçekleştirildiği tesisler, tehlikeli atık bertaraf tesisi, tehlikeli madde deposu ve benzeri mevcut yapılar kaldırılır. Yapı inşaat alanında değişiklik yapmamak ve kullanım amacını değiştirmemek şartıyla gerekli bakım ve onarım yapılabilir. Mevcut yapılardan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından lisanslandırılan kurum ve kuruluşlarca riskli yapı olduğu tespit edilenler, inşaat alanında değişiklik yapmamak, kullanım amacını değiştirmemek ve üzerinde bulunduğu taşınmazları ifraz işlemine tabi tutmamak şartıyla yıkılarak yeniden inşa edilebilir. Parsel tevhidi ile yapı yoğunluğu, inşaat alanı ve emsal değeri arttırılamaz.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Davacı tarafından, fıkrada geçen “yıkılarak yeniden inşa edilebilir” ifadesinin, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde, mutlak koruma alanlarındaki yapılarda sadece bakım ve onarım yapılmasına izin verilirken, dava konusu düzenlemeyle, riskli yapıların yıkılarak yeniden inşasına izin verildiği; bunun, Yönetmeliğin amacına ve kamu yararına aykırı olduğu iddiasıyla iptal edilmesi istenilmiştir.

Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinin 1. fıkrasının (t) bendinde mevcut yapı, “Bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle mevzuata uygun olarak gerekli izinleri almış yapılar” olarak; 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde ise riskli yapı “Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapı” olarak tanımlanmıştır.

Dava konusu düzenlemeyle, yıkılarak inşa edilmesine izin verilen yapıların, mutlak koruma alanlarında, dava konusu konusu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itiibarıyla, mevzuata uygun olarak gerekli izinleri almış yapılardan, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca riskli yapı olarak belirlenenlerden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Riskli yapının, yukarıda yer verilen tanım maddesinde gösterilen özellikleri dikkate alındığında, dava konusu düzenlemenin, söz konusu yapıların mevcut haliyle kalması durumunda can ve mal güvenliği açısından yaratabileceği tehlikelerin önüne geçmesi açısından kamu yararına uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Öte yandan, dava konusu Yönetmelikteki mevcut yapı tanımı dikkate alındığında, söz konusu riskli yapıların, aynı zamanda, daha önce mevzuata uygun olarak gerekli izinleri almış yapılar oldukları dikkate alındığında, dava konusu düzenlemenin, bu yapıların maliklerinin mülkiyet haklarının korunması açısından, kazanılmış hakların korunması ilkesine de uygun olduğu açıktır. Belirtilen nedenlerle, anılan düzenlemenin iptali istenilen kısmında hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliğin 9. maddesinin 12. fıkrasında, “(12) Mevcut ve yeni açılacak tarım alanlarında, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının denetiminde sadece organik tarım faaliyetlerine izin verilir. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yetki verilmiş kontrol ve sertifikasyon kuruluşunun görüşleri doğrultusunda organik tarım yapılamayacağının teknik olarak raporlandığı durumlarda, iyi tarım uygulamalarına izin verilebilir.” kuralına yer verilmiştir.

Söz konusu düzenleme, her ne kadar 10/3/2020 tarihli, 31064 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikle değiştirilmiş ise de, anılan değişikliğin, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 03/07/2018 tarihli, E: 2017/4471 sayılı yürütmenin durdurulması kararı doğrultusunda yapıldığı anlaşıldığından, esasının incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

07.12.2010 günlü, 27778 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinde, iyi tarım uygulamaları, tarımsal üretim sistemini sosyal açıdan yaşanabilir, ekonomik açıdan karlı ve verimli, insan sağlığını koruyan, hayvan sağlığı ve refahı ile çevreye önem veren bir hale getirmek için uygulanması gereken işlemler olarak tanımlanmıştır. İyi tarım uygulamaları ile, çevreye dost üretim yöntemlerinin teşvik edilerek kaliteli ürün yetiştiriciliğinin hedeflendiği, bu kapsamda tarımsal faaliyetlerde kullanılan suni gübre ve ilaç tüketimlerinin de azaltıldığı açıktır. Bununla birlikte; Yönetmelik maddeleri ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca belirlenen uygunluk kriterleri ile kontrol noktaları incelendiğinde, iyi tarım uygulamaları çerçevesinde, kontrollü şartlar altında ve daha az oranda da olsa, suni gübre ve tarım ilacı kullanımının devam ettiği anlaşılmaktadır. Tarımsal faaliyetler esnasında kullanılan suni gübre ve ilaçlar nedeniyle her yıl tonlarca azot, fosfor ve potasyum gibi kimyasal maddelerin toprağa, buradan da su kaynaklarına karıştığı ise bilinen bir gerçektir.

Dava konusu düzenleme ile Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 16., 17., 18., 19. ve 20. maddeleri birlikte incelendiğinde; mutlak koruma alanlarında tarımsal faaliyetlerin hiçbir çeşidine izin verilmediği, tarımsal faaliyetlerin maksimum su seviyesinden 300 metre sonra başlayan 700 metrelik kara alanını oluşturan kısa mesafeli koruma alanlarında yapılabileceği, ancak buna da suni gübre ve tarım ilacı kullanmamak koşuluyla izin verildiği anlaşılmaktadır. Söz konusu düzenlemeler ile, maksimum su seviyesinden itibaren ikinci bin metrelik alanı oluşturan orta mesafeli koruma alanlarında dahi tarımsal faaliyetler esnasında, suni gübre ve tarım ilacı kullanılmasının yasaklanmasının içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan su kaynağının korunması amacına daha uygun olduğu sonucuna varılmaktadır.

Bu durumda, içme kullanma suyu kaynağının maksimum su seviyesinden itibaren başlıyor olması nedeniyle koruma alanları arasındaki en hassas bölgeyi oluşturan mutlak koruma alanlarında, kontrollü olarak ve az miktarda da olsa, suni gübre ve ilaç kullanılmasına imkan tanıyan iyi tarım uygulamalarına izin veriliyor olması nedeniyle, dava konusu Yönetmeliğin 9. maddesinin 12. fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “iyi tarım uygulamalarına izin verilebilir” ifadesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin 9. maddesinin iptali istenilen 13. fıkrasında “(13) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının kontrolünde mevcutta mutlak koruma alanında yaşayan yerleşik halkın zati ihtiyacını karşılamak amacı ile hayvancılık faaliyetlerine ve kontrollü otlatmaya izin verilebilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Söz konusu düzenleme, her ne kadar 10/3/2020 tarihli, 31064 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikle değiştirilmiş ise de, anılan değişikliğin, maddenin iptali istenilen kısmına yönelik olmadığı anlaşıldığından, esasının incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Davacı tarafından; mutlak koruma alanlarının, su kaynağına çok yakın alanlardan oluşması sebebiyle, bu alanlarda hayvancılık faaliyetlerine izin verilmesinin, kaynağın kirlenmesine sebep olabileceği iddiasıyla, anılan fıkranın iptal edilmesi istenilmiştir.

Ülkemizde bazı mutlak koruma alanlarında dahi yerleşimler bulunduğu; iptali istenilen fıkrada ise, bu alanlarda hayvancılık faaliyetlerine, Bakanlığın kontrolünde ve mevcutta mutlak koruma alanında yaşayan yerleşik halkın zati ihtiyacını karşılamak amacıyla izin verildiği; bu kapsamdaki bir hayvancılık faaliyetinin ise, su kaynağının kirlenmesi sonucunu doğuracak boyutlara ulaşmayacağı sonucuna varıldığından, anılan düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 10. maddesinin iptali istenilen fıkralarının incelenmesi;

  1. fıkrasının incelenmesi,

Dava konusu Yönetmeliğin “Kısa mesafeli koruma alanı” başlıklı 10. maddesinin 2. fıkrasında, “(2) Mevcut yapılar aynen korunur. Ancak, insan sağlığı ve çevrede telafisi mümkün olmayan neticelere yol açabilecek faaliyetlerin gerçekleştirildiği tesisler, tehlikeli atık bertaraf tesisi, tehlikeli madde deposu ve benzeri mevcut yapılar kaldırılır. Yapı inşaat alanında değişiklik yapmamak ve kullanım amacını değiştirmemek şartıyla gerekli bakım ve onarım yapılabilir. Mevcut yapılardan, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından lisanslandırılan kurum ve kuruluşlarca riskli yapı olduğu tespit edilenler, inşaat alanında değişiklik yapmamak, kullanım amacını değiştirmemek ve üzerinde bulunduğu taşınmazları ifraz işlemine tabi tutmamak şartıyla yıkılarak yeniden inşa edilebilir. Parsel tevhidi ile yapı yoğunluğu, inşaat alanı ve emsal değeri arttırılamaz.” kuralına yer verilmiştir.

Davacı tarafından, fıkrada geçen “yıkılarak yeniden inşa edilebilir” ifadesinin, bu alanlardaki riskli yapıların yıkılarak yeniden inşasına izin verilmesinin Yönetmeliğin amacına ve kamu yararına aykırı olduğu iddiasıyla iptal edilmesi istenilmiştir.

Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinin 1. fıkrasının (t) bendinde mevcut yapı, “Bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle mevzuata uygun olarak gerekli izinleri almış yapılar” olarak; 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde ise riskli yapı “Riskli alan içinde veya dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan ya da yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen yapı” olarak tanımlanmıştır.

Dava konusu düzenlemeyle, yıkılarak inşa edilmesine izin verilen yapıların, kısa mesafeli koruma alanlarında, dava konusu konusu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itiibarıyla, mevzuata uygun olarak gerekli izinleri almış yapılardan, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca riskli yapı olarak belirlenenlerden ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Riskli yapının, yukarıda yer verilen tanım maddesinde gösterilen özellikleri dikkate alındığında, dava konusu düzenlemenin, söz konusu yapıların mevcut haliyle kalması durumunda can ve mal güvenliği açısından yaratabileceği tehlikelerin önüne geçmesi açısından kamu yararına uygun olduğu sonucuna varılmıştır. Öte yandan, dava konusu Yönetmelikteki mevcut yapı tanımı dikkate alındığında, söz konusu riskli yapıların, aynı zamanda, daha önce mevzuata uygun olarak gerekli izinleri almış yapılar oldukları dikkate alındığında, dava konusu düzenlemenin, bu yapıların maliklerinin mülkiyet haklarının korunması açısından, kazanılmış hakların korunması ilkesine de uygun olduğu açıktır. Belirtilen nedenlerle, anılan düzenlemenin iptali istenilen kısmında hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi,

Dava konusu Yönetmeliğin 10. maddesinin 4. fıkrasında, “(4) Bu alanda belediye sınırı ve belediye mücavir alan sınırları içinde, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla yürürlükteki imar planları geçerlidir, imar planlarının gelişme alanındaki yapılaşmamış kısımların iptaline yönelik revizyon yapılır. İçme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar bu planlar kapsamında yoğunluk arttırıcı veya kirlilik arttırıcı kullanım değişikliğine yönelik imar değişikliği yapılamaz. Ancak 6360 sayılı Kanun çerçevesinde köy statüsünde iken belediye sınırları içine alınarak mahalle statüsüne geçen kırsal yerleşim alanlarının mahalle olarak bağlandığı tarihteki nüfusları ve bu nüfusların doğal artışı için ihtiyaç duyulan yapılaşmaya izin verilebilir.” kuralına yer verilmiştir.

Aynı maddenin 1. fıkrasında ise kısa mesafeli koruma alanı, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerin, mutlak koruma alanı sınırından itibaren yatayda 700 metre genişliğindeki kara alanı olarak tanımlanmıştır.

Yönetmeliğin 10. maddesinin iptali istenilen 4. fıkrasının son cümlesi ile, 6360 sayılı Kanun çerçevesinde büyükşehir belediyesi ilan edilen yerlerde, belediye sınırları içine alınarak mahalle statüsüne geçirilen ve maksimum su seviyesinden itibaren 300. metrede başlayan 700 metrelik kara alanını oluşturan kısa mesafeli koruma alanlarında kalan köylerde yapılaşmaya izin verilmektedir.

Dava konusu düzenleme ile Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan maddeleri birlikte incelendiğinde; 18. maddenin (a) bendinde, kısa mesafeli koruma alanlarında turizm, iskan ve sanayi yerleşmelerine izin verilmeyeceği belirtildikten sonra aynı maddenin (e) bendinde, bu alanlarda sadece, alanın rekreasyon ve piknik amacıyla kullanılmasına dönük kamu yararlı ve günübirlik turizm ihtiyacına cevap verecek, sökülüp takılabilir elemanlardan oluşan geçici nitelikteki kır kahvesi, büfe gibi yapıların inşasına izin verildiği; kısa mesafeli koruma alanı sınırından başlayan ikinci bin metrelik alanı oluşturan orta mesafeli koruma alanlarında dahi, sadece, bir ailenin oturmasına mahsus bağ veya sayfiye evleri ile yerleşik halkın ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla entegre tesis niteliğinde olmayan mandıra, kümes, ahır gibi konut dışı yapılara, maddede öngörülen şartlarla izin verildiği anlaşılmıştır.

Bir köyün Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisine dahil edilerek, mahalle statüsüne geçirilmesinin, belediye hizmetlerinin bu alanlara da ulaştırılması neticesinde, yıllar içerisinde, bu şekilde statüsü değiştirilmeyen diğer köylerden daha yoğun bir yapılaşma ihtiyacını beraberinde getirebileceği düşünülebilirse de, dava konusu Yönetmeliğin amacının, havzanın, Büyükşehir Belediyesi sınırları içerisinde ya da dışarısında olduğuna bakılmaksızın, bir bütün olarak korunması olduğu dikkate alındığında; Büyükşehir Belediyesine dahil edilerek mahalle statüsüne geçirilen köylerde yapılaşmaya imkan verilmesinin, Yönetmeliğin içme ve kullanma suyu temin edilen ya da temin edilmesi planlanan kıtaiçi yüzeysel su kaynaklarını koruma amacına aykırı olması nedeniyle, 10. maddenin 4. fıkrasının son cümlesinde hukuka uyarlık, ilk iki cümlesinde ise hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 10. maddesinin 7. fıkrasında, “(7) Mesire Yerleri Yönetmeliği çerçevesinde belirlenmiş mesire yerlerine, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle yürürlükteki imar planlarında yer alan rekreasyon alanlarına ve bu alanlarda kapalı kısımlarının toplam alanı her parselde 100 metrekareyi geçmemek şartıyla günübirlik tesislere izin verilebilir. Yürürlükteki mesire yeri gelişim ve yönetim planları ile imar planları, bu fıkrada günübirlik tesisler için belirlenen yapılaşma şartlarına uygun olarak revize edilir. Günübirlik turizm tesisleri dışında yeni turizm tesislerine izin verilmez. ” kuralına yer verilmiştir.

Aynı maddenin 5. fıkrasında, “(5) İskân dışı alanlarda yapılacak yapılara ve ifraz uygulamalarına Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde izin verilir. Bu alandaki tarım arazileri için yapılacak ifraz uygulamalarında 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu hükümleri esas alınır.” kuralına; Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinin “Parsel büyüklükleri ve bina cepheleri” başlıklı 13. maddesinde ise, “İfraz suretiyle elde edilecek parsellerin genişlikleri (20) m.den, parsel derinlikleri (30) m.den az olamaz.” kuralına yer verilmiştir.

Söz konusu düzenlemeler, her ne kadar 10/3/2020 tarihli, 31064 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikle değiştirilmiş ise de, anılan değişikliklerin, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 03/07/2018 tarihli, E: 2017/4471 ve E: 2017/4472 sayılı yürütmenin durdurulması kararı doğrultusunda yapıldığı anlaşıldığından, iptali istenilen fıkranın esasının, yukarıda yer verilen düzenlemelerin dava tarihindeki haliyle incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Dava konusu düzenleme ile Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 18. maddesi birlikte incelendiğinde; 18. maddenin 1. fıkrasının (e) bendinde, kısa mesafeli koruma alanlarının rekreasyon ve piknik amacıyla kullanılmasına dönük kamu yararlı ve günübirlik turizm ihtiyacına cevap verecek, sökülüp takılabilir elemanlardan meydana gelen, geçici kır kahvesi, büfe gibi yapılara, suyu kullanan idarece onanmış çevre düzeni ve uygulama planlarına ve plan kararlarına uygun olarak izin verilebileceği; aynı maddenin (f) bendinde ise, bu alanlarda yapılacak ifrazlardan sonra elde edilecek parsellerin 10.000 m2’den küçük olamayacağı ve (e) bendinde belirtilen nitelikteki yapıların kapalı kısımlarının toplam alanının her parselde 100 m2’yi geçemeyeceği düzenlenmiştir.

Yukarıda yer verilen hükümler birlikte değerlendiğinde, Su Kirliliği Yönetmeliği ile kısa mesafeli koruma alanlarında ifraz sonucu elde edilecek parsel büyüklüklerinin 10.000 m2’den az olamayacağı ve bu alanlarda yapılabilecek günübirlik tesislerin kapalı alanlarının her parselde 100 m2’yi geçemeyeceği düzenlenmiş iken, dava konusu Yönetmelik ile iskan dışı kısa mesafeli koruma alanlarında ifrazlardan elde edilecek parsel büyüklüklerine ilişkin alt sınırın, Plansız Alanlar İmar Yönetmeliğinin yukarıda belirtilen 13. maddesi uyarınca 600 m2’ye düşürüldüğü; ancak dava konusu düzenlemede yapılabilecek günübirlik tesislerin kapalı alan büyüklüklerine ilişkin her parselde 100 m2’yi geçmeme koşulunun değiştirilmeyerek korunduğu anlaşılmıştır.

Bu durumun, iskan dışı kısa mesafeli koruma alanlarında, ifraz uygulamaları yoluyla eski düzenlemeye oranla çok daha küçük parseller elde edilmesine ve her bir parsel üzerinde kapalı kısmı 100 m2’ye kadar günübirlik tesis inşa edilmesine imkan tanınması sebebiyle, söz konusu tesislerden kaynaklanacak yoğunluğu artıracak nitelikte bir düzenleme olduğundan, fıkrada geçen “her bir parselde” ifadesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin 10. maddesinin 8. fıkrasında, “(8) Bu alanda, mevcut yerleşim ve sanayi tesisleri ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan kaynaklanan atıksular, kanalizasyon sistemi aracılığıyla öncelikli olarak havza dışına, teknik ve ekonomik olarak mümkün olmaması durumunda orta ve uzun mesafeli koruma alanlarındaki uygun arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilir. Ancak, söz konusu yapılar; atıksuların kanalizasyon şebekesiyle toplanmasına imkân verecek yoğunlukta değil ise, Lağım Mecrası İnşası Mümkün Olmayan Yerlerde Yapılacak Çukurlara Ait Yönetmelik hükümlerine göre yapılacak sızdırmaz foseptiklerde toplanarak orta mesafeli koruma alanındaki, uzun mesafeli koruma alanındaki veya havza dışındaki arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilir. Şayet, bunlar mümkün değilse içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar mevcut olan yerleşim ve sanayi tesisleri ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan kaynaklanan atıksuların içme-kullanma suyu kaynağının su kalitesini olumsuz yönde etkilemeyecek seviyede ileri arıtmadan geçirilerek deşarjına, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından izin verilebilir.” kuralına yer verilmiştir.

Dava konusu düzenleme ile mevcut yapılar ile madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan kaynaklanan atıksuların, kanalizasyon sistemi aracılığıyla öncelikli olarak havza dışına çıkarılması; bunun, teknik ve ekonomik açıdan mümkün olmadığı durumlarda, orta ve uzun mesafeli koruma alanlarındaki uygun arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilmesi; söz konusu yapıların, atıksuların kanalizasyon şebekesiyle toplanmasına imkân verecek yoğunlukta olmaması halinde ise, Lağım Mecrası İnşası Mümkün Olmayan Yerlerde Yapılacak Çukurlara Ait Yönetmelik hükümlerine göre yapılacak sızdırmaz foseptiklerde toplanarak yine orta ve uzun mesafeli koruma alanlarındaki veya havza dışındaki arıtma ile sonlanan atıksu altyapı tesisine verilmesi öngörülmüş olmakla birlikte; sayılan yöntemlerin kullanılmasının teknik ve ekonomik nedenlerle mümkün olmadığı durumlarda, içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının izniyle, atıksuların ileri arıtmadan geçirilerek havza içine deşarj edilebileceği düzenlenmiştir.

Dava konusu düzenleme ile Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 16 ila 20. maddeleri birlikte incelendiğinde; sadece kısa mesafeli koruma alanları için değil, diğer bütün koruma alanları için atıksuların havza dışına çıkarılması esasının benimsendiği; bunun yanısıra, kısa mesafeli koruma alanlarında yapılaşmaya izin verilmediği, yeni yapılaşma izninin, 19. maddede öngörülen şartlara uyulması kaydıyla ancak orta mesafeli koruma alanlarında verildiği görülmektedir.

Kısa mesafeli koruma alanlarında yapılaşmaya izin veren dava konusu Yönetmeliğin 10. maddesinin 8. fıkrasında geçen “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan” ifadesinde ve yine bu alanlarda, atıksu deşarjına izin verilmesi nedeniyle fıkranın 3. cümlesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 10. maddesinin 11. fıkrasında, “(11) Mevcut ve yeni açılacak tarım alanlarında, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının denetiminde sadece organik tarım faaliyetlerine izin verilir. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yetki verilmiş kontrol ve sertifikasyon kuruluşunun görüşleri doğrultusunda organik tarım yapılamayacağının teknik olarak raporlandığı durumlarda, İyi Tarım Uygulamaları Koduna uyulması şartıyla tarımsal faaliyetlere izin verilebilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.

07.12.2010 günlü, 27778 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren İyi Tarım Uygulamaları Hakkında Yönetmeliğin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinde iyi tarım uygulamaları, tarımsal üretim sistemini sosyal açıdan yaşanabilir, ekonomik açıdan karlı ve verimli, insan sağlığını koruyan, hayvan sağlığı ve refahı ile çevreye önem veren bir hale getirmek için uygulanması gereken işlemler olarak; 23.07.2016 günlü, 29779 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Tarımsal Kaynaklı Nitrat Kirliliğine Karşı Suların Korunması Yönetmeliğinin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinde iyi tarım uygulamaları kodu, suların tarımsal faaliyetlerden kaynaklanan kirliliğe karşı korunması amacıyla çiftçiler tarafından alınması gereken tedbirler olarak tanımlanmıştır. Aynı Yönetmeliğin “İyi tarım uygulamaları kodu” başlıklı 7. maddesinde ise, “(1) Suların tarımsal faaliyetlerden kaynaklanan kirliliğe karşı korunmasına yönelik çiftçiler tarafından alınması gereken tedbirleri içeren iyi tarım uygulamaları kodu, bu Yönetmeliğin yayımlandığı tarihten itibaren iki yıllık dönem içinde Bakanlık tarafından yayımlanacak tebliğ ile ilan edilir. (2) İyi tarım uygulamaları kodu; a) Gübrelerin toprağa uygulanmasının uygun olmadığı kapalı dönemlerin belirlenmesini, b) Gübrelerin eğimli arazilere uygulama yöntem ve koşullarını, c) Gübrenin suyla doygun, sele maruz kalmış, donmuş veya karla kaplı toprağa uygulama koşullarını, ç) Su kaynaklarına yakın topraklara gübre uygulama koşullarını, d) Depolanmış hayvan gübresi ve silaj gibi bitki materyallerinden kaynaklanan sızıntı sularının, yüzey akışı ve yer altına sızma şeklinde sularda meydana getirebileceği kirliliği önlemeyi amaçlayan depolama ünitelerinin inşa niteliklerinin ve kapasitesinin belirlenmesini, e) Kimyasal ve hayvansal gübrelerin doğru uygulama miktarlarının belirlenerek, toprağa homojen bir şekilde dağılımının sağlanması, böylece topraktan yıkanarak suya karışacak miktarların kabul edilebilir düzeyde kalmasını sağlayacak uygulama yöntemlerinin belirlenmesini, f) Ekim nöbeti sistemi ile çok yıllık ve tek yıllık bitkilere ayrılan alanların oranlarını dikkate alacak şekilde tarımsal alanların yönetimini, g) Yağışlı dönemlerde nitratın topraktan yıkanarak su kirliliğine neden olmasını engelleyecek şekilde toprak yüzeyinde minimum miktardaki bitki örtüsünün bulundurulmasını, ğ) Gübreleme planlarının tarımsal işletme düzeyinde yapılarak kullanılan gübrelerin kaydının tutulmasını, h) Sulama sistemlerinin bulunduğu bölgelerde, yüzey akışlarından ve suyun bitki kök sisteminin altına inmesinden meydana gelen su kirliliğinin önlenmesini kapsar. (3) Çiftçiler için iyi tarım uygulamaları kodunun uygulanmasının teşvik edilmesi amacıyla bir program dahilinde Bakanlıkça eğitim ve bilgilendirme faaliyetleri yürütülür.” hükmüne yer verilmiştir.

İyi tarım uygulamaları ile, çevreye dost üretim yöntemlerinin teşvik edilerek kaliteli ürün yetiştiriciliğinin hedeflendiği, iyi tarım uygulamaları koduyla da, suların tarımsal faaliyetlerden kaynaklanan kirliliğe karşı korunması amacıyla çiftçiler tarafından bazı önlemler alınmasının zorunlu hale getirildiği açıktır. Bununla birlikte; her iki Yönetmelik ve Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca belirlenen uygunluk kriterleri ve kontrol noktaları incelendiğinde, iyi tarım uygulamaları kapsamında, kontrollü şartlar altında ve daha az oranda da olsa, suni gübre ve tarım ilacı kullanımının devam ettiği anlaşılmaktadır. Tarımsal faaliyetler esnasında kullanılan suni gübre ve ilaçlar nedeniyle her yıl tonlarca azot, fosfor ve potasyum gibi kimyasal maddelerin toprağa, buradan da su kaynaklarına karıştığı ise bilinen bir gerçektir. Tarımsal faaliyetlerin, iyi tarım uygulamaları koduna uygun olarak gerçekleştirilmesiyle, suda meydana gelecek kirlenmenin azaltılabileceği düşünülebilirse de, tamamen engellenebileceğinin söylenmesi mümkün değildir.

Dava konusu düzenleme ile Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan maddeleri birlikte incelendiğinde; mutlak koruma alanlarında tarımsal faaliyetlerin hiçbir çeşidine izin verilmediği, tarımsal faaliyetlerin maksimum su seviyesinden 300 metre sonra başlayan 700 metrelik kara alanını oluşturan kısa mesafeli koruma alanlarında yapılabileceği, ancak buna da suni gübre ve tarım ilacı kullanmamak koşuluyla izin verildiği anlaşılmaktadır. Söz konusu düzenlemeler ile, maksimum su seviyesinden itibaren ikinci bin metrelik alanı oluşturan orta mesafeli koruma alanlarında dahi tarımsal faaliyetler esnasında, suni gübre ve tarım ilacı kullanılmasının yasaklanması suretiyle içme kullanma suyu temin edilen ya da edilmesi planlanan su kaynaklarının korunması amacının esas olduğu görülmektedir.

Bu durumda, Yönetmeliğin 10. maddesinin 11. fıkrasının ikinci cümlesi ile, kısa mesafeli koruma alanlarında, kontrollü olarak ve az miktarda da olsa, suni gübre ve ilaç kullanılmasına imkan tanıyan iyi tarım uygulamalarına izin verilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 11. maddesinin iptali istenilen fıkralarının incelenmesi;

  1. fıkrasının incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin “Orta mesafeli koruma alanı” başlıklı 11. maddesinin 4. fıkrasında, “(4) Bu alanda belediye sınırı ve belediye mücavir alan sınırları içinde, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle yürürlükteki imar planları aynen geçerlidir. İçme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar bu planlar kapsamında yoğunluk arttırıcı veya kirlilik arttırıcı kullanım değişikliğine yönelik imar değişikliği yapılamaz. Ancak 6360 sayılı Kanun çerçevesinde köy statüsünde iken belediye sınırları içine alınarak mahalle statüsüne geçen kırsal yerleşim alanlarının mahalle olarak bağlandığı tarihteki nüfusları ve bu nüfusların doğal artışı için ihtiyaç duyulan yapılaşmaya izin verilebilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Aynı maddenin 1. fıkrasında ise orta mesafeli koruma alanı, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerin, kısa mesafeli koruma alanı sınırından itibaren yatayda 1000 metre genişliğindeki kara alanı olarak tanımlanmıştır.

Yönetmeliğin 11. maddesinin iptali istenilen 4. fıkrasının son cümlesi ile, 6360 sayılı Kanun çerçevesinde büyükşehir belediyesi ilan edilen yerlerde, belediye sınırları içine alınarak mahalle statüsüne geçirilen ve maksimum su seviyesinden itibaren 1000. metrede başlayan 1000 metrelik kara alanını oluşturan orta mesafeli koruma alanlarında kalan köylerde yapılaşmaya izin verilmektedir.

Dava konusu düzenleme ile Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan maddeleri birlikte incelendiğinde; Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 19. maddesinin (a) bendinde, orta mesafeli koruma alanlarında hiçbir sanayi kuruluşuna ve iskana izin verilmeyeceği belirtildikten sonra aynı maddenin (c) bendinde, düzenlemede belirlenen yapılaşma koşullarına bağlı kalmak şartıyla bir ailenin oturmasına mahsus bağ veya sayfiye evlerinin yapılmasına; yine düzenlemede belirtilen yapılaşma koşullarına bağlı kalmak ve 1/1000 ölçekli uygulama imar planının yapılmış olması şartlarıyla da, bu alandaki köylerde genel olarak yapılaşmaya izin verildiği anlaşılmıştır.

Maddenin 3. fıkrasında, köy yerleşik alanı ve civarı sınırları içerisinde ve köy gelişme ihtiyacına yönelik köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli ikamet edenler için barınma ihtiyacını karşılamak amacı ile yapılacak yapılara ve ifraz uygulamalarına; imar planı veya köy yerleşme planı yapılmış ise Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle yürürlükteki plan hükümlerine göre; imar planı veya köy yerleşme planı yapılmamış ise Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde izin verilebileceği düzenlenmiştir.

Maddenin, iptali istenilen 4. fıkrasında ise, kısa mesafeli koruma alanlarında, belediye sınırı ve belediye mücavir alan sınırları içinde, Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle yürürlükteki imar planlarının aynen geçerli olduğu ve içme-kullanma suyu havzası koruma planı hazırlanıncaya kadar, bu planlar kapsamında yoğunluk arttırıcı veya kirlilik arttırıcı kullanım değişikliğine yönelik imar değişikliği yapılamayacağı düzenlenmiş; fıkranın son cümlesinde de, 6360 sayılı Kanun çerçevesinde köy statüsünde iken belediye sınırları içine alınarak mahalle statüsüne geçen kırsal yerleşim alanlarının mahalle olarak bağlandığı tarihteki nüfusları ve bu nüfusların doğal artışı için ihtiyaç duyulan yapılaşmaya izin verilebileceği belirtilmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yürürlükten kaldırılan 19. maddesiyle, orta mesafeli koruma alanlarında, maddede öngörülen koşullara bağlı kalmak şartıyla yapılaşmaya izin verildiği; dava konusu düzenlemenin 3. fıkrasında da, köy yerleşik alanı ve civarı sınırları içerisinde ve köy gelişme ihtiyacına yönelik köy nüfusuna kayıtlı ve köyde sürekli ikamet edenler için barınma ihtiyacını karşılamak amacı ile yapılacak yapılara varsa imar planları, yoksa Plansız Alanlar İmar Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde izin verildiği dikkate alındığında, sadece 6360 sayılı Kanun çerçevesinde, köy statüsünde iken belediye sınırları içine alınarak mahalle statüsüne geçen kırsal yerleşim alanları için ve bunların mahalle oldukları tarihteki nüfuslarıyla bu nüfusun doğal artışı için ihtiyaç duyulan oranda yeni yapılaşmaya izin verilmesinin, orta mesafeli koruma alanlarında, daha önce bu alanlar için kabul edilen hukuki rejimden ya da hukuken köy statüsü devam eden kırsal yerleşme alanlarındakinden daha yüksek oranda bir yapılaşma meydana getirmeyeceği anlaşılmıştır. Belirtilen nedenlerle, 11. maddenin 4. fıkrasında hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 11. maddesinin 7. fıkrasının dava tarihindeki şeklinde, “(7) Mesire Yerleri Yönetmeliği çerçevesinde belirlenmiş mesire yerlerine, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle yürürlükteki imar planlarında yer alan rekreasyon alanlarına ve bu alanlarda kapalı kısımlarının toplam alanı her parselde 100 metrekareyi geçmemek şartıyla günübirlik tesislere izin verilebilir. Yürürlükteki mesire yeri gelişim ve yönetim planları ile imar planları, bu fıkrada günübirlik tesisler için belirlenen yapılaşma şartlarına uygun olarak revize edilir. Günübirlik turizm tesisleri dışında yeni turizm tesislerine izin verilmez. ” kuralına yer verilmiştir.

Söz konusu düzenleme, her ne kadar 10/3/2020 tarihli, 31064 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikle değiştirilmiş ise de, anılan değişikliğin, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 03/07/2018 tarihli, E: 2017/4472 sayılı yürütmenin durdurulması kararı doğrultusunda yapıldığı anlaşıldığından, esasının incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Orta mesafeli koruma alanlarının ve günübirlik turizm tesislerinin nitelikleri ve Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan 19. maddesiyle, maddede öngörülen koşullara uygun olmak şartıyla, bu alanlarda yapılaşmaya izin veriliyor olması dikkate alındığında, söz konusu alanlarda günübirlik turizm tesislerine izin verilmesine ilişkin dava konusu düzenlemenin birinci cümlesinde hukuka aykırılık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Yönetmeliğin 11. maddesinin 11. fıkrasında “(11) Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının kontrolünde hayvancılık faaliyetlerine ve otlatmaya izin verilir.” kuralına yer verilmiştir.

Söz konusu düzenleme, her ne kadar 10/3/2020 tarihli, 31064 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikle değiştirilmiş ise de, anılan değişikliğin, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 03/07/2018 tarihli, E: 2017/4471 sayılı yürütmenin durdurulması kararı doğrultusunda yapıldığı anlaşıldığından, esasının incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Aynı maddede orta mesafeli koruma alanı, içme-kullanma suyu temin edilen veya edilmesi planlanan tabii göl, baraj gölü ve göletlerin, kısa mesafeli koruma alanı sınırından itibaren yatayda 1000 metre genişliğindeki kara alanı olarak tanımlanmıştır.

Anılan düzenleme ile Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 14.02.2018 tarihinde yürürlükten kaldırılan hükümleri birlikte incelendiğinde; 19. maddede, orta mesafeli koruma alanlarında hayvancılık faaliyetlerine, sadece halkın yerleşik ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla izin verildiği ve bu faaliyet kapsamında yapılabileceği öngörülen yapılar bakımından da entegre tesis niteliğinde olmama koşulunun getirildiği görülmektedir.

Dava konusu düzenlemede ise, orta mesafeli koruma alanlarında her türlü hayvancılık faaliyetine izin verilmiş, gerek faaliyetin niteliği gerekse bu kapsamda yapılabilecek tesislere ilişkin olarak herhangi bir açıklama ve sınırlama getirilmemiştir.

Orta mesafeli koruma alanlarında yapılması öngörülen hayvancılık faaliyetlerinin nitelik ve sınırlarına ilişkin herhangi bir açıklamaya ve sınırlamaya yer verilmemiş olması sebebiyle, Yönetmeliğin 11. maddesinin 11. fıkrasında hukuka uyarlık görülmemiştir.

  1. fıkrasının incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin 11. maddesinin iptali istenilen 14. fıkrasında, “(14) 4/6/1985 tarihli ve 3213 sayılı Maden Kanunu çerçevesinde madencilik faaliyetlerine izin verilir.” kuralına yer verilmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin 19. maddesinde, orta mesafeli koruma alanında hiçbir şekilde maden ocağı açılmasına ve işletilmesine izin verilmeyeceği belirtilmişse de; 3213 sayılı Maden Kanununun 7. maddesine 10/06/2010 tarihli, 5995 sayılı Yasa ile eklenen 8. fıkrasında, kazanılmış haklar korunmak kaydıyla içme ve kullanma suyu rezervuarının maksimum su seviyesinden itibaren 1000-2000 metre mesafe genişliğindeki şeritte galeri usulü patlatma yapılmaması, alıcı ortama arıtma yapılmadan doğrudan su deşarj edilmemesi şartıyla çevre ve insan sağlığına zarar vermeyeceği bilimsel ve teknik olarak belirlenen maden arama ve işletme faaliyetleri ile altyapı tesislerine izin verileceğinin; dava konusu yönetmelik hükmünde de, bu alanlarda, 3213 sayılı Maden Kanunu çerçevesinde madencilik faaliyetlerinde bulunulabileceğinin düzenlenmiş olması sebebiyle, anılan fıkrada hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 12. maddesinin 13. fıkrasının incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin “Uzun mesafeli koruma alanı” başlıklı 12. maddesinin 13. fıkrasında, “(13) 3213 sayılı Kanun çerçevesinde madencilik faaliyetlerine izin verilir.” kuralına yer verilmiştir.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinin yürürlükten kaldırılan 20. maddesinde, uzun mesafeli koruma alanlarında galeri yöntemi patlatmalar, kimyasal ve metalurjik zenginleştirme işlemlerinin yapılamayacağı, madenlerin çıkarılmasına, sağlık açısından sakınca bulunmaması ve maddede yer alan diğer koşulların sağlanması şartıyla izin verilebileceği belirtilmişse de; 3213 sayılı Maden Kanununun 7. maddesine 10/06/2010 tarihli, 5995 sayılı Yasa ile eklenen 8. fıkrasında, kazanılmış haklar korunmak kaydıyla içme ve kullanma suyu rezervuarının maksimum su seviyesinden itibaren 2000 metreden sonraki koruma alanı içinde çevresel etki değerlendirmesi raporuna göre yapılması uygun bulunan maden istihracı ve her türlü tesisin yapılabileceğinin, ancak faaliyet sırasında alıcı ortama yapılacak deşarjlarda ilgili yönetmelikte belirtilen limitlere uyulmasının zorunlu olduğunun; dava konusu yönetmelik hükmünde de, bu alanlarda, 3213 sayılı Maden Kanunu çerçevesinde madencilik faaliyetlerinde bulunulabileceğinin düzenlenmiş olması sebebiyle, anılan fıkrada hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 13. maddesinin incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin “Dere, çay ve nehirlr için genel esaslar ve koruma alanı” başlıklı, iptali istenilen 13. maddesinde, “(1) İçme-kullanma suyu temin edilen ve temin edilmesi planlanan dere, çay ve nehirlerin korunması amacıyla, regülatör, bent ve benzeri içme-kullanma suyu alma yapısını merkez alan, yarıçapı 300 metre genişliğindeki memba tarafındaki bölge, içme-kullanma suyunu kullanan idare tarafından kamulaştırılır. Bu alanda, içme-kullanma suyu projesine ait mecburi teknik tesisler haricinde hiçbir yapı yapılamaz ve faaliyete izin verilemez. Söz konusu dere, çay ve nehirlerden su alınarak faaliyetine izin verilmiş olan su ürünleri yetiştiricilik tesislerinin müktesep hakları saklıdır. (2) İçme-kullanma suyu alma yapısının memba yönündeki ilk su yapısında son bulmak şartıyla, içme-kullanma suyu su alma yapısından itibaren maksimum 2000 metre mesafede, arıtılsa dahi atıksu deşarjına izin verilmez, ilgili mevzuattaki standartlara uygun arıtılmış atıksular su alma yapısının mansabına bir kollektör ile deşarj edilebilir. Ancak, atıksuların içme-kullanma suyu kaynağının su kalitesini olumsuz yönde etkilemeyecek seviyede ileri arıtmadan geçirilerek deşarjına, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından izin verilebilir. (3) İçme-kullanma suyu alma yapısının memba yönündeki ilk su yapısında son bulmak şartıyla, içme-kullanma suyu su alma yapısından itibaren maksimum 2000 metre mesafedeki alan ile dere, çay ve nehirlerin şev üstünden sağ ve sol sahil kıyı çizgisinden itibaren 15 metre genişliğindeki alanda atık ve artıkların boşaltılmasına, depolanmasına ve atık bertaraf tesislerine izin verilmez. (4) İçme-kullanma suyu temin edilen ve edilmesi planlanan dere, çay ve nehirlerin membasındaki su toplama alanına ilişkin olarak, içme-kullanma suyunu kullanan idare tarafından koruma planı hazırlanabilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Söz konusu düzenlemeyle, dere, çay, ve nehirler için genel esaslar ve koruma alanının hükme bağlandığı, dava konusu yönetmelikle bu alanlar için ilk defa koruma statüsü getirildiği ve maddenin bütünü dikkate alındığında, söz konusu düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin 15. maddesinin 5. fıkrasının incelenmesi;

Dava konusu Yönetmeliğin “Denetim ve idari yaptırım” başlıklı 15. maddesinin, iptali istenilen 5. fıkrasında, “(5) Koruma planı yürürlüğe girmiş olan içme-kullanma suyu havzalarında yapılan denetimlerle ilgili en geç altı ayda bir, denetimi yapan idare tarafından Bakanlığa raporlama yapılır.” kuralına yer verilmiştir.

Davacı tarafından, koruma planı yürürlüğe girmemiş fakat içme kullanma suyu olarak kullanılan havzalara ilişkin olarak da aynı hükmün getirilmemesinin eksik düzenleme olduğu iddiasıyla, fıkrada geçen “Koruma planı yürürlüğe girmemiş olan” ifadesinin iptal edilmesi istenilmiştir.

İçme-kullanma suyu havzalarında faaliyetin konusuna göre denetleme yapacak olan merciler ilgili mevzuatta belirtilmiş olup, maddenin ilk dört fıkrasında denetim, görev ve sorumluluklara yer verildikten sonra, dava konusu beşinci fıkrada, koruma planı yürürlüğe girdikten sonra yapılacak denetimlerin sistematik olarak bakanlığa bildirilmesi düzenlenmiştir. Bu durumda, maddede koruma planı yürürlüğe girmemiş alanlara yönelik eksik düzenleme bulunmadığı sonucuna ulaşıldığından, düzenlemede hukuka aykırılık görülmemiştir.

Yönetmeliğin geçici 1. maddesinin incelenmesine gelince;

Dava konusu Yönetmeliğin geçici 1. maddesinde, “(1) Büyükşehir belediyeleri, içme-kullanma suyu havzaları için yürürlükteki mevzuat düzenlemelerini, bu Yönetmeliğin madencilik faaliyetlerine ilişkin hükümleri çerçevesinde en geç bir yıl içerisinde revize eder ve görüş alınmak üzere Bakanlığa sunar. (2) Yerüstü suyu kaynakları için içme-kullanma suyu havzaları koruma planları, bu Yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden itibaren en geç beş yıl içinde hazırlanarak Bakanlığa sunulur. İçme-kullanma suyu temin edilen yerüstü suyu kaynaklarına ilişkin koruma planının beş yıl içinde hazırlanmaması durumunda ve içme-kullanma suyu temin edilmesi planlanan yerüstü suyu kaynaklarına ilişkin koruma planlarının hazırlanmasına ise planlama raporu ile eşzamanlı olarak başlanılmaması durumunda, içme-kullanma suyu havzası koruma planı Bakanlıkça hazırlanır veya hazırlatılır, bedeli içme-kullanma suyunu kullanan idareden tahsil edilir.” kurallarına yer verilmiştir.

Davacı tarafından, Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinden farklı olarak, dava konusu Yönetmelikle, orta ve uzun mesafeli koruma alanlarında madencilik faaliyetlerine izin verilmiş olduğu, buna rağmen, dava konusu düzenlemelerde, Büyükşehir belediyelerinin, içme kullanma suyu havzaları için yürürlükteki düzenlemeleri en geç bir yıl içerisinde revize etmeleri öngörülürken, içme kullanma suyu havzaları koruma planlarının ise beş yıl gibi uzun bir sürede yapılmasının öngörülerek, bu süreler içerisinde koruma planlarının yapılmamasına da herhangi bir yaptırım getirilmediği, bu durumda havza koruma planları yapılıncaya kadar havzanın ve su kaynağının kirlenme riskinin olacağı iddialarıyla maddede geçen “en geç bir yıl içerisinde” ve “en geç beş yık içerisinde” ifadelerinin iptal edilmesi istenilmiştir.

Öncelikle, söz konusu düzenleme, her ne kadar 10/3/2020 tarihli, 31064 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikle değiştirilmiş ise de, anılan değişikliğin, yukarıda yer verilen düzenlemenin, maddenin 2. fıkrasının 2. cümlesindeki “ve içme-kullanma suyu temin edilmesi planlanan yerüstü suyu kaynaklarına ilişkin koruma planlarının hazırlanmasına ise planlama raporu ile eşzamanlı olarak başlanılmaması durumunda” ifadelerinin yürürlükten kaldırılmasından ibaret olduğu, davacı tarafından iptali istenilen bölümün ise değiştirilmediği anlaşıldığından, esasının incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Dava konusu düzenlemenin bütünü incelendiğinde, maddenin birinci fıkrasında, büyükşehir belediyelerinin, içme kullanma suyu havzaları için yürürlükteki mevzuat hükümlerini, dava konusu Yönetmeliğin sadece madencilik faaliyetleriyle ilgili hükümleriyle sınırlı olmak üzere revize etmeleri için 1 yıllık süre öngörüldüğü; maddenin ikinci fıkrasında öngörülen beş yıllık sürenin ise, tüm yerüstü suyu kaynakları için henüz yapılmamış olan koruma planlarının hazırlanmasına ilişkin olduğu anlaşıldığından; maddede öngörülen sürelerde hukuka aykırılık görülmemiştir.

Davacı tarafından, öngörülen sürelerde, düzenlemeleri hazırlamayanlar için bir yaptırım getirilmediği belirtilmişse de, davalı idare tarafından, konunun Su Kanunu taslağında ele alındığı ve yaptırımın yasal dayanağının olacağı belirtildiğinden, söz konusu iddianın, maddenin eksik düzenleme nedeniyle iptalini gerektirmediği sonucuna varılmıştır.

KARAR SONUCU:

Açıklanan nedenlerle;

  1. Dava konusu 28.10.2017 günlü, 30224 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren İçme-Kullanma Suyu Havzalarının Korunmasına Dair Yönetmeliğin 9. maddesinin 12. fıkrasında yer alan “iyi tarım uygulamalarına izin verilebilir ifadesi”, 10. maddesinin 4. fıkrasının son cümlesi, 7. fıkrasında yer alan “her parselde” ifadesi, 8. fıkrasının ilk cümlesinde yer alan “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan” ifadesi ile aynı fıkranın son cümlesi, 11. fıkrasının 2. cümlesinde yer alan “İyi Tarım Uygulamaları Koduna uyulması şartıyla tarımsal faaliyetlere izin verilebilir.” ifadesi ve 11. maddesinin 11. fıkrasının İPTALİNE,
  2. Yönetmeliğin 2., 3., 7., 8. ve 13. maddeleri; 4. maddesinin 1. fıkrasının (ı) bendi; 5. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi ile (e) bendinde yer alan “veya iyi tarım uygulamalarına” ifadesi; 6. maddesinin 5. fıkrasında yer alan “paydaşların” ifadesi; 9. maddesinin 2. ve 13. fıkraları ile 5. fıkrasında yer alan “yıkılarak yeniden inşa edilebilir” ifadesi; 10. maddesinin 4. fıkrasının ilk iki cümlesi, 2. fıkrasında yer alan “yeniden inşa edilebilir” ifadesi ile 8. fıkrasının ilk cümlesinde yer alan “ile bu madde kapsamında izin verilen yeni yapılardan” ifadesiyle aynı fıkranın son cümlesi dışındaki bölümü; 11. maddesinin 14. fıkrası ile 4. fıkrasının son cümlesi ve 7. fıkrasının ilk cümlesi; 12. maddesinin 13. fıkrası; 15. maddesinin 5. fıkrasında yer alan “Koruma planı yürürlüğe girmiş olan” ifadesi; geçici 1. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “en geç bir yıl içerisinde” ifadesi ile 2. fıkrasında yer alan “en geç beş yıl içinde” ifadesi yönlerinden DAVANIN REDDİNE,
  3. Dava kısmen iptal, kısmen retle sonuçlandığından, ayrıntısı aşağıda gösterilen toplam … TL yargılama giderinin … TL’sinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, geri kalanın davacı üzerinde bırakılmasına,
  4. Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca duruşmalı davalar için belirlenen … TL vekâlet ücretinin davalı idareden alınarak davacıya, … TL vekâlet ücretinin ise davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine,
  5. Posta giderleri avansından artan tutarın kararın kesinleşmesinden sonra taraflara iadesine,
  6. Bu kararın tebliğ tarihini izleyen 30 gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere, 16/03/2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.