1. Anasayfa
  2. AİHM Kararları

AİHM Mevlüt Akıllı/Türkiye Davası Kararı


Başvuru No: 71868/01; Karar Tarihi : 11 Nisan 2005, Strazburg

OLAYLAR

I. DAVA KOŞULLARI

1942 doğumlu başvuran, Adana ilinin Osmaniye ilçesinde ikamet etmektedir.

Başvuran, Şanlıurfa’da Karaköprü beldesinde 1014 parsel sayılı taşınmazın ortaklarından birisidir. Taşınmazdan payına düşen 318 m²’dir.

Hükümet’e göre, dava konusu parsel 1975 yılında Milli Savunma Bakanlığı tarafından kamulaştırılmıştır. Kamulaştırmanın yapıldığı tarihte, kamulaştırma bedeli banka hesabına yatırılmıştır. Bununla birlikte, yerel gazetelerde kamulaştırma ilanının verilmesine rağmen, ilgili bankadan kamulaştırma bedelini talep etmemiştir.

Milli Savunma Bakanlığı, 1988 yılının Şubat ayında cebri tescil davası açmış ve bu isme transfer işleminin iptal edilmesini talep etmiştir.

Şanlıurfa Asliye Hukuk Mahkemesi, 28 Aralık 1988 tarihinde, taşınmazın başvuran adına olan tapunun iptal edilmesine ve Hazine adına tesciline karar vermiştir. Karar temyiz edilmediğinden kesinleşmiştir. Başvuran, kendisine tebligat yapılmadığından sözkonusu davaya katılamamıştır. Esasında, bu davaya ilişkin haberler yalnızca basın yoluyla gerçekleştirilmiştir.

Başvuran 29 Mayıs 1998 ve 29 Nisan 1999 tarihlerinde, de facto kamulaştırma bedeli elde etmek amacıyla Şanlıurfa Asliye Hukuk Mahkemesi’nde iki dava açmıştır. Başvuran, kendisine tebligat yapılmadığından dolayı, tapunun Hazine adına tescil kararından yalnızca 5 Ekim 1998 tarihinde haberdar olduğunu ifade etmektedir.

Asliye Hukuk Mahkemesi, 5 Kasım 1999 tarihinde, 4.770.002.472 Türk Lirası tutarında (yaklaşık 9.000 Euro) ek kamulaştırma bedelinin başvurana ödenmesine karar vermiştir. Kararı alırken, 1977 yılında başlayan kamulaştırma işlemine ilişkin tebliğnamenin bulunmadığını gözlemlemiştir. Aynı zamanda, Milli Savunma Bakanlığı tarafından başvuran adına olan tapunun iptal edilmesi amacıyla başlatılan işlem sırasında hiçbir tebligatın yapılmadığını ve bu iptal kararının, kararın bir gazetede yayınlanmasının ardından gerçekleştirildiğini tespit etmiştir. 1977/1191 numaralı dosyadan İdare’nin işgal işlemine acil olarak başladığı ortaya çıkmaktadır.

Bu nedenle, kamulaştırma işlemlerine ilişkin tebligatların başvurana tebliğ edilmemiş olmasını dikkate alana Asliye Hukuk Mahkemesi, adına olan tapunun iptal edildiğini öğrendiği tarihten itibaren bir ay içinde başvurusunu yapmış olması nedeniyle, başvuranın talebini kabul etmeye karar vermiştir.

Yargıtay, 24 Şubat 2000 tarihinde, Kamulaştırma Kanunu’un 38. maddesi uyarınca, davaların zamanaşımı nedeniyle düştüğü gerekçesiyle kararı bozmuştur. Yargıtay, dava konusu taşınmazın 1974 yılında güvenlik güçleri tarafından kullanıldığını, 11 Kasım 1975 tarihinde kamu yararına karar alındığını belirtmiştir. Bu nedenle, dava konusu taşınmazın kamu yararı nedeniyle yirmi yıldır aralıksız olarak kullanıldığı dikkate alındığında, sözü edilen sürenin sona ermiştir.

Yargıtay, 19 Nisan 2000 tarihinde temyiz talebini reddetmiştir.

Asliye Hukuk Mahkemesi, 22 Mayıs 2000 tarihinde, Yargıtay kararına uyarak başvuranın davasını reddetmiştir.

Yargıtay, 21 Eylül 2000 tarihinde, kararı onamıştır.

HUKUK AÇISINDAN

I. Kabuledilebilirlik hakkında

Başvuran, AİHS’nin 6. maddesinin ve 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğini iddia etmektedir.

Hükümet başvuranın iddialarına karşı çıkmakta ve üç kabuledilemezlik gerekçesi ileri sürmektedir.

A. AİHM’nin ratione temporis bakımından yetkisi ve altı ay kuralı

Hükümet öncelikle, başvuranın şikayetlerinin, dava konusu taşınmazın 1975 yılında kamu hizmetine verildiği dikkate alındığında AİHS’nin hükümleri ile ratione temporis bakımından bağdaşmadığını belirtmektedir. Hükümet, bu kabuledilemezlik itirazı ile birlikte, altı ay kuralına uyulmadığını ifade etmektedir. Hükümet’e göre, başvuran adına tapunun iptal edilmesi ve tapu transferi 24 Mart 1989 tarihinde kesinleşen bir kararla gerçekleştirilmiştir. Bu noktada, AİHS’nin 35. maddesi ile öngörülen altı aylık süreden sonra AİHM’ye başvuru yapılmıştır.

AİHM, başvuranın, taşınmazın elinden alınmasından şikayetçi olmadığını, şikayet konusunun tazminat almaksızın tapusunun iptal edilmesi olarak özetlenebileceğini gözlemlemektedir. Bu itibarla, 70’li yıllarda başvurana ait taşınmazın de facto işgal edilmiş olmasın karşın, başvuranın tapusunun 28 Aralık 1988 tarihinde yani Türkiye’nin kişisel başvuru hakkını tanıdığı 28 Ocak 1987 tarihinden sonra iptal edildiğini tespit etmektedir. Aynı durum, 21 Eylül 2000 tarihinde Yargıtay kararı ile tamamlanan tazminat talebine ilişkin dava için de geçerlidir. AİHM ayrıca, başvuranın bu tarihten itibaren altı ay içinde başvurusunu yaptığından dolayı, altı ay kuralını ihlal etmediği kanaatindedir.

Sonuç olarak, Hükümet’in ratione temporis bakımından yetkisizlik itirazlarının ve altı ay kuralına ilişkin itirazın reddedilmesinin uygun olacağına kanaat getirmiştir.

B. İç hukuk yollarının tüketilmesi

Hükümet aynı zamanda iç hukuk yollarının tüketilmediği itirazında bulunmaktadır. Hükümet’e göre, başvuran, ne kamulaştırma sırasında ne de tapunun Hazine adına tescilinden sonra kendisine sunulmuş olan başvuru yollarını kullanmıştır. Hükümet, başvuranın, kamulaştırma sırasında ve sonrasında, kamulaştırma işlemini gerçekleştiren idari makamının kararına itiraz edebileceği, çeşitli hukuki yollara başvurma hakkına sahip olduğunu belirtmektedir. Ayrıca, kamulaştırmaya ilişkin bir tebligatın kendisine tebliğ edildiğini ve basın yoluyla tebligat yapıldığını ifade etmektedir.

Başvuran, bu itiraza karşı çıkmaktadır.

AİHM, başvuranın, kamulaştırma bedeli ödenmesi amacıyla dava açmadan önce, kamulaştırma işleminden haberdar olmadığı konusunda Türk Mahkemelerinin şüpheye düşmediklerini gözlemlemektedir. Ayrıca, bu amaçla yapılan başvuru, Kamulaştırma Kanunu’un 38. maddesi uyarınca reddedilmiştir.

AİHM, bir başvuranın etkili ve yeterli olan iç hukuk yollarını uygun bir şekilde kullanması gerektiğini hatırlatmaktadır. Bir başvuru yolu kullanıldığında, uygulamada sonucu aynı olacak başka bir başvuru yolunun kullanılması gerekli olmamaktadır (Bkz. Patrıcıa Raquel Real Alves-Portekiz (Karar), no: 19485/02, 9 Kasım 2004).

Bu gerekçeleri dikkate alan AİHM, Türk Hukukunda belirtilen süre içerisinde tazminat davası açan başvuranın, tapusunun iptal edilmesi nedeniyle tazminat elde edebilmek amacıyla, iç hukuk yollarını tüketmek için kendisinden makul olarak beklenebilecek her şeyi yerine getirdiğine karar vermiştir. Bu nedenle, Hükümet tarafından sunulan iç hukuk yollarının tüketilmediğine ilişkin itirazı reddetmektedir.

C. Sonuç

AİHM, başvurunun AİHS’nin 35 § 3.maddesine göre açıkça dayanaktan yoksun olmadığını ve başka hiçbir kabuledilemezlik gerekçesi bulunmadığını saptamıştır. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna karar vermiştir.

II. 1 NO’LU EK PROTOKOL’ÜN 1. MADDESİNİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA

Başvuran, tazminat ödenmeksizin dava konusu taşınmazın mülkiyet hakkından mahrum bırakılma işleminin, 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinde belirtilen ilkelere aykırı olarak gerçekleştirildiğini iddia etmektedir.

Hükümet, bu iddiaya karşı çıkmaktadır.

AİHM, 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin üç temel ilkeye dayandığını hatırlatmaktadır. 1. bendin 1. cümlesinde ifade edilen birinci ilke, mülkiyet hakkı ilkesini belirtmekte; aynı bendin 2. cümlesinde yer alan ikinci ilke, mal ve mülkten belirli koşullarda mahrum bırakılabileceğini dile getirmekte; ikinci bentte yer alan üçüncü ilke ise Devletlere, mülkiyetlerin kamu yararına uygun olarak düzenlenmesi (…) hakkını tanımaktadır. Bununla birlikte burada sözkonusu olan, birbiriyle bağlantılı olmayan kural değildir. Birinci ve ikinci ilke mülkiyet hakkının ihlal edilmesine ilişkin özel durumları ifade etmektedir, bu noktada bu ilkeler, birinci ilke ışığında değerlendirilmelidir (Bkz., diğerleri arasında, James ve Diğerleri-Birleşik Krallık, 21 Şubat 1986 tarihli karar, A serisi, no: 98, s. 29-30, ve Iatris-Yunanistan (GC), no: 31107/96, § 55, CEDH 1999-II).

AİHM, Hükümet’in 1989 tarihinde taşınmazın başvuran adına tapusunun iptal edildiği ve Milli Savunma Bakanlığı’na geçtiği andan itibaren, başvuranın 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinde belirtildiği şekliyle bir mülkünün bulunmadığını ifade ettiğini not etmektedir.

AİHM, ikinci ilke uyarınca mal ve mülkten yoksun bırakılıp bırakılmadığının tespit edilmesi için, resmi bir el koyma ya da kamulaştırma işleminin yapılıp yapılmadığının incelenmesi ve aynı zamanda dava konusu duruma ilişkin gerçeklerin dikkate alınması gerektiğini hatırlatmaktadır. Sözleşme, “somut ve mevcut” hakları korumaktadır. Dolayısıyla, sözkonusu durumun “de facto” kamulaştırma olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun araştırılması gerekmektedir.(Sporrong ve Lönnroth-İsveç, 23 Eylül 1982 tarihli karar, A serisi no: 52, s. 24-25, § 63).

Bununla ilgili olarak AİHM, başvuranın, mülkün Milli Savunma Bakanlığı’na devredildiğinden 5 Ekim 1998 tarihinde haberdar olduğuna dair beyanına atıfta bulunan 5 Kasım 1999 tarihli kararında, Şanlıurfa Asliye Hukuk Mahkemesi’nin başvurana tazminat ödenmesine hükmettiğini gözlemlemektedir. 24 Şubat 2000 tarihinde, Yargıtay bu kararı bozduğunda, yukarıda yer alan değerlendirmeleri dikkate almamış fakat Kamulaştırmaya ilişkin Kanun’un 38. maddesi ile öngörülen zaman aşımı süresini geriye dönük olarak uygulamıştır.

AİHM’nin gözünde, bu unsurlar, 28 Aralık 1988 tarihli kararın tebliğ edilmemiş olmasından dolayı, verilen karar sonrasında 1989 yılında başvuranın tapusunun iptal edilmesine karşın, başvuranın, Türk Hukuku’nda tanındığı şekliyle mülkiyet hakkına sahip olduğunu kanıtlamaktadır. Başvuran, 5 Ekim 1998 tarihinden yani bu işlemden haberdar olduğu tarihten sonra bir aylık bir süre içinde dava açabilmiştir. Bu haliyle, dava, adıgeçen I.R.S. ve diğerleri-Türkiye davasından bir farklılık arz etmemektedir. Bu kararda, kanun hükmünün geriye dönük olarak uygulanması yolu ile başvuranlar, mülklerinin tapularının İdare’ye devredilmesinden dolayı tazminat elde etme haklarından yoksun bırakılmışlardı. Bununla birlikte, bu davadan farklı olarak ve mevcut davanın koşulları dikkate alındığında AİHM, 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin birinci cümlesi uyarınca, sözkonusu davanın, genel ilke ışığında incelenmesi gerektiğine kanaat getirmiştir.

AİHM, başvuranın tapusunun, herhangi bir ödeme yapılmaksızın 1989 tarihinde iptal edildiğini gözlemlemektedir. Halbuki Türk Hukuku’nda, başvurana kararın tebliğ edilmemiş olmasından dolayı tazminat elde etme hakkı tanınmaktaydı, Kamulaştırma Kanun’un 38. maddesinin geriye dönük olarak uygulanması nedeniyle başvuranın bu talebi reddedilmiştir.

I.R.S. ve diğerleri davasında (adıgeçen, §§ 50-56), AİHM mevcut davada 38. maddenin uygulanması neticesinde, başvuranların tapu senetlerinin iptal edilmesi nedeniyle tazminat elde etme hakkından yoksun bırakıldıklarına hükmetmiştir. AİHM aynı zamanda, her ne kadar olayların meydana geldiği dönemde yürürlükte olan bir Kanun’a dayanılarak yapılsa da, kamu yararı ile kişisel hakların korunması gereklilikleri arasında var olması gereken dengeyi sağlayabilecek herhangi bir dava başlatılmadığından, bu türden bir müdahale yalnızca keyfi olarak değerlendirilebilir.

AİHM, mevcut davada bu içtihadından ayrılmasını gerektirecek bir neden görmemektedir.

Sonuç olarak, 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesi ihlal edilmiştir.

III. AİHS’NİN 6. MADDESİ’NİN İHLAL EDİLDİĞİ İDDİASI HAKKINDA

Başvuran, aynı nedenleri ileri sürerek yerel mahkemelerde görülen davanın hakkaniyete uygun olarak görülmediğini ileri sürmekte ve AİHS’nin 6. maddesine atıfta bulunmaktadır.

AİHM, 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiği tespiti ışığında mevcut davada, bu maddenin ihlal edilip edilmediğinin incelenmesinin gerekli olmadığına kanaat getirmiştir.

IV. AİHS’NİN 41. MADDESİ’NİN UYGULANMASI HAKKINDA

A. Tazminat, masraf ve harcamalar

Başvuran, maddi tazminat olarak 47.700 Y.T: L., manevi tazminat olarak da aynı tutarı talep etmektedir. Masraf ve harcamalar konusuna da AİHM’nin takdirine bırakmaktadır.

Hükümet, başvuranın taleplerine itiraz etmektedir.

AİHM, I.R.S. ve diğerleri kararında yer alan ((adil tazmin), no: 26338/95, §§ 23-24, 31 Mayıs 2005), “tespit edilen ihlalin kaynağı zilyetliğin elden çıkmasının hukuki nitelemesi değil de tazminat yoksunluğu olduğundan, tazminat kaçınılmaz olarak malların tam değerini yansıtmak zorunda değildir” hükmünü hatırlatmaktadır. AİHM, mevcut davada, götürü meblağın ilke olarak, başvuranın tazminat davası açtığı 29 Mayıs 1998 tarihinden başlayıp, Kamulaştırma Kanunu’un 38. maddesi uyarınca dile getirdiği talebinin reddedilmesine ilişkin kararın Yargıtay tarafından onandığı 21 Eylül 2000 tarihinde sona eren zaman zarfında tazminat elde edebilmek için gerekli yasal süreye bağlı mülk değerine denk gelmelidir.

AİHM, adıgeçen kararda (ibidem, §§ 23 ve 24) uygulanan hesaplama yöntemi ışığında başvurana 636 Euro maddi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

AİHM, manevi tazminata ilişkin olarak hiçbir özel sorunun bulunmadığına kanaat getirmiştir (ibidem, § 28).

Masraf ve harcamalar konusunda AİHM, bir avukat tarafından temsil edilen başvuranın bir takım masraflar yapmış olabileceğini düşünmektedir. Mevcut dava koşullarını dikkate alan AİHM, her türlü vergiden muaf tutularak başvurana masraf ve harcamalar için 1.000 Euro ödenmesinin makul olacağına kanaat getirmiştir.

C. Gecikme Faizi

AİHM, Avrupa Merkez Bankası’nın marjinal kredi kolaylıklarına uyguladığı faiz oranına üç puanlık bir artışın ekleneceğini belirtmektedir.

BU GEREKÇELERE DAYALI OLARAK AİHM OYBİRLİĞİYLE,

1. Başvurunun kabuledilebilir olduğuna;

2. 1 No’lu Ek Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğine;

3. AİHS’nin 6. maddesine ilişkin şikayetin ayrıca incelenmesinin gerekli olmadığına;

4. a) AİHS’nin 44 § 2 maddesi gereğince kararın kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde, döviz kuru üzerinden Y.T: L.’ye çevrilmek üzere ve miktara yansıtılabilecek her türlü vergiden muaf tutularak, Savunmacı Hükümet tarafından başvurana maddi tazminat için 636 Euro (altı yüz otuz altı) ve masraf ve harcamalar için 1.000 Euro (bin) ödenmesine;

b) Sözkonusu sürenin bittiği tarihten itibaren ödemenin yapılmasına kadar Hükümet tarafından, Avrupa Merkez Bankası’nın o dönem için geçerli olan faiz oranının üç puan fazlasına eşit oranda faiz uygulanmasına;

5. Adil tazmine ilişkin diğer taleplerin reddine;

karar vermiştir.

İşbu karar Fransızca olarak hazırlanmış ve AİHM’nin iç tüzüğünün 77 §§ 2 ve 3 maddesine uygun olarak 11 Nisan 2006 tarihinde yazıyla bildirilmiştir.