Uyuşmazlık konusu alanın üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair idarelerce hazırlanan raporlarda, binalar gözlemsel olarak incelenerek kalite olarak “iyi”, “orta” ve “kötü” diye sınıflandırılmış ise de, niceliksel bir ölçüt verilmediği ve diğer bilgilerin genel itibarıyla gözlemsel bilgiler içerdiği, değişik tipteki yapılardan örnekleme suretiyle karot veya numune alınmak suretiyle teknik bir metot üzerinde çalışılmadığı, yapıların hangi yönlerden can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını kanıtlayacak yeterli bilgi içermediği, söz konusu alana ilişkin detaylı zemin etüdü verisi ve buna bağlı olarak su taşkını konusunda yeterli veri bulunmadığı hususları dikkate alındığında, dava konusu alanın riskli alan ilan edilebilmesi için Kanunun ve Uygulama Yönetmeliğinin öngördüğü koşulların detaylı bir teknik rapor ile oluşturulmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Davanın Özeti: 15.12.2013 günlü, 28852 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “İstanbul İli, (…) sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın riskli alan ilan edilmesi”ne ilişkin 15.12.2013 günlü 2013/5659 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının; uygulamanın Anayasa tarafından güvence altına alınan mülkiyet hakkına aykırı olduğu, ikamet edilen binaların riskli yapı kapsamına girmediği, yapıların hangi yönden can ve mal kaybına yol açma riski bulunduğunun somut bir şekilde tespit edilemediği ileri sürülerek iptali istenilmektedir.
Davalı İdarelerin Savunmalarının Özeti: Dava konusu Bakanlar Kurulu kararının 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. maddesi ve ilgili yönetmeliğe uygun olarak tesis edildiğinden davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.
Davalı İdareler Yanında Katılan Gaziosmanpaşa Belediyle Başkanlığı Savunmasının Özeti: Dava konusu Bakanlar Kurulu kararında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi: Uyuşmazlık konusu alanın üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair hazırlanan raporların gözlemsel genel bilgiler içerdiği, değişik tipteki yapılardan örnekleme suretiyle karot veya numune alınmak suretiyle teknik bir metot üzerinde çalışılmadığı, yapıların hangi yönlerden can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını kanıtlayacak yeterli bilgi içermediği ve bu nedenle Kanunun ve Uygulama Yönetmeliğinin öngördüğü koşulların detaylı bir teknik rapor ile oluşturulamadığı sonucuna ulaşıldığından, uyuşmazlığa konu işlemde hukuka uyarlık bulanmadığından iptali gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Düşüncesi: Dava, 15.12.2013 günlü, 28852 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “İstanbul İli, (…) sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın riskli alan ilan edilmesi”ne ilişki 15.12.2013 günlü, 2013/5659 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali açılmıştır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının İkinci Kısmında Temel Hak ve Ödevlerin düzenlendiği, Birinci Bölümünde ise Genel Hükümlerin belirlendiği, bu bölümde yer alan “Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması” başlıklı 4709 sayılı Yasa ile değişik 13. maddesinde: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”, İkinci Bölümde Kişinin Hakları ve Ödevleri arasında yer verilen “mülkiyet hakkı” 35.maddesinde sayılmış ve bu hak “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” şeklinde düzenlemeye konu edilmiştir.
6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. maddesinin 1. fıkrasının (ç) bendinde; Riskli alan: Zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan, Bakanlık veya İdare tarafından Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü de alınarak belirlenen ve Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kararlaştırılan alan olarak tanımlanmıştır.
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin, “Riskli alanın tespiti” başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında da “Riskli alan; a) Alanın, zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair teknik raporu,
b) Alanda daha önceden meydana gelmiş afetler varsa, bunlara dair bilgileri,
c) Alanın büyüklüğünü de içeren koordinatlı sınırlandırma haritasını, varsa uygulama imar planını,
ç) Alanda bulunan kamuya ait taşınmazların listesini,
d) Alanın uydu görüntüsünü veya ortofoto haritasını,
e) Zemin yapısı sebebiyle riskli alan olarak tespit edilmek istenilmesi halinde yerbilimsel etüd raporunu,
f) Alanın özelliğine göre Bakanlıkça istenecek sair bilgi ve belgeleri,
ihtiva edecek şekilde hazırlanmış olan dosyaya istinaden ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir ve teklif olarak Bakanlar Kuruluna sunulur…” hükümlerine yer verilmiştir.
Kanun koyucu tarafından olağan dışı kanun olarak düzenlenen 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında da kanunda sayılan idarelerce mülkiyet hakkına sınırlama getirilebilecektir. Ancak, yine burada Kanun bu yetkinin kullanımını oldukça sıkı kurallara bağlamış ve ortada kamu yararını ilgilendiren durumun bulunduğunu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açık ve somut bir şekilde ortaya konulmasını şarta bağlamıştır. Bu bağlamda, bir alanın “Riskli Alan” olarak ilan edilebilmesi için üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıma sebebinin mutlaka yapıların fiili durumları incelendikten sonra hazırlanacak teknik bir rapor ile ortaya konulması gerekecektir.
Dava dosyasının incelenmesinden; Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 05.11.2013 günlü, 7019 sayılı yazısıyla; (…) sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alana ilişkin Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığınca yapı stoğunun depreme karşı dayanıksız olduğu ve can ve mal kaybı riski taşıdığı gerekçesiyle riskli alan olarak ilan edilmesi talebi uyarınca hazırlanan dosya ile birlikte gerekçe raporunun Başbakanlığa sunularak dava konusu Bakanlar Kurulu kararının alındığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusu olayın 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca dava konusu alanın deprem, su taşkını ve üzerindeki yapılaşma nedeniyle can ve mal kaybı riski taşıdığından bahisle riskli alan ilan edilmesine ilişkin olması ve söz konusu uyuşmazlığın çözümünün özel veya teknik bilgiyi gerektirmesi nedeniyle 01.10.2014 günlü ara kararıyla keşif-bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmesi üzerine bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda; söz konusu alanın 2. derece deprem bölgesinde olduğu, yapı stoğu hasar görebilirlik özellikleri olmadan yapı stoğuna ilişkin bir risk değerlendirmesi yapmanın mümkün olmadığı, detaylı zemin etüdü verisi ve buna bağlı olarak su taşkını konusunda dava dosyaları içinde yeterli veri bulunmadığından bu konuda da risk değerlendirmesi yapmanın mümkün olamayacağı, dolayısıyla bu detayda bir çalışma yapılmadan alanın üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski konusunda değerlendirme yapmanın yanıltıcı olacağı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.
Bu durumda, uyuşmazlık konusu alanın üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair idarelerce hazırlanan raporlarda, yapıların hangi yönlerden can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını kanıtlayacak yeterli bilgi içermediği, söz konusu alana ilişkin detaylı zemin etüdü verisi ve buna bağlı olarak su taşkını konusunda yeterli veri bulunmadığı hususları dikkate alındığında, dava konusu alanın riskli alan ilan edilebilmesi için Kanunun ve Uygulama Yönetmeliğinin öngördüğü koşulların detaylı bir teknik rapor ile oluşturulmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Bu durumda; uyuşmazlığa konu alanın “riskli alan” ilan edilmesine ilişkin 15.12.2013 günlü, 2013/5659 sayılı Bakanlar Kurulu kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle,15.12.2013 günlü, 2013/5659 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptaline karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Ondördüncü Dairesince işin gereği görüşüldü:
Dava, 15.12.2013 günlü, 28852 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “İstanbul İli, (…) sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın riskli alan ilan edilmesi”ne ilişkin 15.12.2013 günlü 2013/5659 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiyle açılmıştır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının İkinci Kısmında Temel Hak ve Ödevlerin düzenlendiği, Birinci Bölümünde ise Genel Hükümlerin belirlendiği, bu bölümde yer alan “Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması” başlıklı 4709 sayılı Yasa ile değişik 13. maddesinde: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”, İkinci Bölümde Kişinin Hakları ve Ödevleri arasında yer verilen “mülkiyet hakkı” 35.maddesinde sayılmış ve bu hak “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” şeklinde düzenlemeye konu edilmiştir.
Bu bağlamda, Anayasanın Milletlerarası Andlaşmaları uygun bulma başlıklı 90. maddesinin 1. fıkrasında: “Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.” son fıkrasında ise: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07.05.2004 günlü, 5170 sayılı Yasanın 7. maddesi) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” kuralıyla usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası andlaşmaların iç hukuk sistemine yansıtılma yöntemi belirlenerek, bu andlaşmalardan temel hak ve özgürlüklere ilişkin olanlarla yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda uluslararası andlaşma kurallarının esas alınması anayasal gerekliliktir.
20.03.1952 günü kabul edilen İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunması’na İlişkin Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol Türkiye tarafından 19.03.1954 tarihinde onaylanmıştır. Anılan Protokol’ün “Mülkiyetin Korunması” başlıklı 1. maddesinde: “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” kuralı yer almıştır.
6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. maddesinin 1. fıkrasının (ç) bendinde; Riskli alan: Zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan, Bakanlık veya İdare tarafından Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü de alınarak belirlenen ve Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kararlaştırılan alan olarak tanımlanmıştır.
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin, “Riskli alanın tespiti” başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında da “Riskli alan; a) Alanın, zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair teknik raporu,
b) Alanda daha önceden meydana gelmiş afetler varsa, bunlara dair bilgileri,
c) Alanın büyüklüğünü de içeren koordinatlı sınırlandırma haritasını, varsa uygulama imar planını,
ç) Alanda bulunan kamuya ait taşınmazların listesini,
d) Alanın uydu görüntüsünü veya ortofoto haritasını,
e) Zemin yapısı sebebiyle riskli alan olarak tespit edilmek istenilmesi halinde yerbilimsel etüd raporunu,
f) Alanın özelliğine göre Bakanlıkça istenecek sair bilgi ve belgeleri,
ihtiva edecek şekilde hazırlanmış olan dosyaya istinaden ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir ve teklif olarak Bakanlar Kuruluna sunulur…” hükümlerine yer verilmiştir.
Yukarıda belirtilen Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi düzenlemeleriyle kişilerin mülkiyet hakları güvence altına alınmıştır. Mülkiyet hakkının yalnızca kamu yararının mevcut olduğu durumlarda kanunla sınırlanabileceği de yine bu düzenlemelerde öngörülmüştür. Kanun koyucu tarafından olağan dışı kanun olarak düzenlenen 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında da kanunda sayılan idarelerce mülkiyet hakkına sınırlama getirilebilecektir. Ancak, yine burada Kanun bu yetkinin kullanımını oldukça sıkı kurallara bağlamış ve ortada kamu yararını ilgilendiren durumun bulunduğunu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açık ve somut bir şekilde ortaya konulmasını şarta bağlamıştır. Bu bağlamda, bir alanın “Riskli Alan” olarak ilan edilebilmesi için üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıma sebebinin mutlaka yapıların fiili durumları incelendikten sonra hazırlanacak teknik bir rapor ile ortaya konulması gerekecektir.
Dava dosyasının incelenmesinden; Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 05.11.2013 günlü, 7019 sayılı yazısıyla; (…) sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alana ilişkin Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığınca yapı stoğunun depreme karşı dayanıksız olduğu ve can ve mal kaybı riski taşıdığı gerekçesiyle riskli alan olarak ilan edilmesi talebi uyarınca hazırlanan dosya ile birlikte gerekçe raporunun Başbakanlığa sunularak dava konusu Bakanlar Kurulu kararının alındığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusu olayın 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca dava konusu alanın deprem, su taşkını ve üzerindeki yapılaşma nedeniyle can ve mal kaybı riski taşıdığından bahisle riskli alan ilan edilmesine ilişkin olması ve söz konusu uyuşmazlığın çözümünün özel veya teknik bilgiyi gerektirmesi nedeniyle 01.10.2014 günlü ara kararıyla keşif-bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmesi üzerine bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporda; Gaziosmanpaşa Belediyesi tarafından (…) Mahallesini kapsayan riskli alana ilişkin hazırlanmış olan raporlara göre bölgenin 8 hektarlık bir alanı kapsadığı ve 221 adet binadan oluşmakta olduğu, toplam bina stoğunun % 56’sı tek katlı, % 16’sı 2 katlı, % 13’ü 3 katlı ve geri kalan % 15’lik kısmı ise 4 ve daha fazla katlı binalardan oluştuğu, yapısal sistem açısından binaların % 71’i yığma, % 29’u betonarme olduğu, kullanım türü açısından ise binaların % 60’ının konut, %35’nini müştemilat olarak, geri kalan % 5’lik kısmının ise farklı amaçlarla (ticarethane, imalathane, vb.) kullanıldığı,bu binaların çoğunun gecekondu niteliğinde ve mühendislik hizmeti görmemiş yapılar olduğu, seçilen binalar için detaylı risk analizi çalışmaları gerçekleştirildiği, ve bu amaçla ilk aşamada bölgenin zemin özelliklerinin belirlendiği, ikinci aşamada ise mevcut yapıların deprem riski analizlerinin gerçekleştirildiği, ilk aşama ile ilgili olarak genellikle bölgede daha önceden yapılmış çalışmalardan faydalanıldığı ve bu çalışmaların sahada yapılan jeofizik çalışmaları ile desteklediği belirtilmiş ise de; buna ilişkin herhangi bir detayın olmadığı, dava konusu olan bölgelerdeki binaların gözlemsel olarak incelenerek kalite olarak “iyi”, “orta” ve “kötü” diye sınıflandırıldığı, bu sınıflandırmanın gözlemsel olarak malzeme kalitesi, bina yaşı ve bakımlılık durumu gözetilerek yapıldığı belirtilmekte ise de, niceliksel bir ölçüt verilmediği, söz konusu gözlemsel incelemede kullanılan parametrelerin ve yapılan sınıflandırmanın binaların deprem riski düzeyi ile birebir ilişkilendirilmesi için yeterli bir yaklaşım olmadığı, bir binanın deprem riski belirlenirken daha çok binanın taşıyıcı sistemine ait parametrelerin (taşıyıcı eleman sayısı ve dağılımı, planda düzensizlik, düşeyde düzensizlik, lokal ve konstrüktif uygulamalar, vb.) dikkate alınması gerektiği, niceliksel bir yaklaşım ile teknik açıdan anlamlı tanımlar çerçevesinde binaların risk seviyeleri açısından sınıflandırılabileceği, bu tip bir sınıflandırmayı gerçekleştirmek için bütün binaların ilgili Yönetmeliğinin ekinde yer alan hızlı değerlendirme formları ile değerlendirilmesi ve bina bazında elde edilen performans skorlarının sınıflandırma amacıyla kullanılması gerektiği, örnekleme yoluyla tipik binaların seçilmesi ve seçilen binaların ayrıntılı olarak incelenmesi geçerli bir yaklaşım ise de, detaylı risk çalışmasında binalar seçilirken hangi örnekleme yönteminin (tesadüfi/tesadüfi olmayan yöntemler) kullanıldığı, örnek büyüklüğünün nasıl seçildiğinin açık olarak belirtilmediği, (…) mahallesinde anakütle (toplam bina stoğu) içerisinde hem yığma hem betonarme binalar varken örneklerin sadece yığma binalardan seçildiği, örnek olarak seçilen tek betonarme binanın da terk edilmiş ve bakımsız bir görüntü oluşturduğu, bu binanın bölgedeki tüm betonarme binaları tek başına temsil ettiğini söylemenin bilimsel olmadığı, istatistiksel olarak betonarme binaları temsilen her iki bölgede de daha fazla sayıda betonarme binanın seçilmiş olması gerektiği, diğer taraftan; riskli alana ilişkin kararın, üzerindeki yapılaşmaya bağlı olarak verildiği ve bu karara karşı gösterilen teknik gerekçenin; binaların gözlemsel olarak bazı genel parametreler dikkate alınarak yapılması olduğu, dosyada bulanan teknik değerlendirmeler incelendiğinde, bu verilerin yapı stokunun deprem riskini belirleyebilmek için yetersiz olduğu, bölgede yaygın olduğu belirtilen mühendislik hizmeti görmemiş kırsal türde yığma yapıların ülkemizdeki deprem performanslarının zayıf olduğu geçmiş depremlerde sıkça gözlenmiş ise de, bölgede daha önce yaşanmış olan deprem afetleri (bu bölge genelinde 17 Ağustos 1999 Kocaeli depremi en somut örnek olduğu) sırasında binaların performansı ve eğer varsa meydana gelen hasarların dağılımı konusunda raporda herhangi bir bilgi verilmediği, alanda yer alan yapıların ve diğer yığma yapıların deprem riskinin belirlenebilmesi için bu yapıların teknik olarak incelenmesi gerektiği, bunun için, yapıların bulunduğu yerlerdeki deprem tehlikesi ve yapıların deprem performansını etkileyen yapısal özelliklerinin saha çalışmaları sonucunda elde edilmesi gerektiği, yapısal sistem özelliklerine göre sınıflandırılmış tip binalar seçilerek bunların ayrıntılı analizlerinin yapılması sonucunda bir korelasyon çıkarılıp buna göre genel yapı stokunun riskinin belirlenmesi gerektiği, bölgenin deprem riskini belirlemek için öncelikle deprem tehlikesinin hesaplanması gerektiği, deprem tehlike hesaplamasının ise bölgeyi etkileyebilecek depremlerin oluşma potansiyeli olan sismik kaynaklara bağlı olarak yapılabileceği, bu şekilde ayrıntılı bir hesaplamanın istatistiksel olarak bölgenin deprem tehlikesi hakkında bir fikir verebileceği, söz konusu alanın 2. derece deprem bölgesinde olduğu, yapı stoğu hasar görebilirlik özellikleri olmadan yapı stoğuna ilişkin bir risk değerlendirmesi yapmanın mümkün olmadığı, detaylı zemin etüdü verisi ve buna bağlı olarak su taşkını konusunda dava dosyaları içinde yeterli veri bulunmadığından bu konuda da risk değerlendirmesi yapmanın mümkün olamayacağı, dolayısıyla bu detayda bir çalışma yapılmadan alanın üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski konusunda değerlendirme yapmanın yanıltıcı olacağı sonuç ve kanaatine ulaşılmıştır.
Söz konusu bilirkişi raporundaki bilimsel veriler hukuken kabul edilebilir ve bu bağlamda da hükme esas alınabilir nitelikte görülmüştür.
Uyuşmazlık konusu alanın üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair idarelerce hazırlanan raporlarda, binalar gözlemsel olarak incelenerek kalite olarak “iyi”, “orta” ve “kötü” diye sınıflandırılmış ise de, niceliksel bir ölçüt verilmediği ve diğer bilgilerin genel itibarıyla gözlemsel bilgiler içerdiği, İstanbul’un önceki yıllarda yaşamış olduğu depremler sonucunda söz konusu yapıların olumsuz olarak etkilenip etkilenmediği yolunda belirlemeye yer verilmediği, değişik tipteki yapılardan örnekleme suretiyle karot veya numune alınmak suretiyle teknik bir metot üzerinde çalışılmadığı, yapıların hangi yönlerden can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını kanıtlayacak yeterli bilgi içermediği, söz konusu alana ilişkin detaylı zemin etüdü verisi ve buna bağlı olarak su taşkını konusunda yeterli veri bulunmadığı hususları dikkate alındığında, dava konusu alanın riskli alan ilan edilebilmesi için Kanunun ve Uygulama Yönetmeliğinin öngördüğü koşulların detaylı bir teknik rapor ile oluşturulmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Bu durumda; uyuşmazlığa konu alanın “riskli alan” ilan edilmesine ilişkin 15.12.2013 günlü, 2013/5659 sayılı Bakanlar Kurulu kararının (…) Mahallesine ilişkin kısmında hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle; 15.12.2013 günlü, 2013/5659 sayılı Bakanlar Kurulu kararının (…) Mahallesine ilişkin kısmının iptaline, ayrıntısı aşağıda gösterilen davacılar tarafından yapılan 715,00 TL yargılama gideri ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 1.800,00-TL vekâlet ücretinin davalı idarelerden alınarak davacıya verilmesine, davalı idareler ve müdahil idare tarafından yapılan yargılama giderinin üzerlerine bırakılmasına, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından karşılanan 4.923,08-TL keşif ve bilirkişi giderinin eşit oranda davalı idareler üzerinde bırakılmasına, keşif ve bilirkişi avansından arta kalan 76,92 TL’nin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na iadesine, posta giderleri avansından artan kalan tutarların kararın kesinleşmesinden sonra istemleri hâlinde taraflara ve müdahil sıfatıyla katılana iadesine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 20/A-g maddesi uyarınca, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere 17/02/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.