1. Anasayfa
  2. Diğer Mevzuat

Danıştay 17. Dairesi E: 2015/7755 K: 2016/3022 T: 20.4.2016


Herhangi bir bölgenin 6306 sayılı Kanun kapsamına proje alanı ilan edilmesi o bölgedeki uygulamaların tamamen durdurulacağı anlamına gelmeyeceği, bu şekilde bir değerlendirmenin mülkiyet hakkını ihlal edeceği, kamusal yarar ile bireysel menfaat arasında denge gözetilmesi gerektiği, mevcut yapıya yönelik olarak işyeri açma ve çalışma ruhsatı düzenlenmesinin talep edildiği göz önüne alındığında, gecekondu önleme bölgesi ilan edilmesinin işyeri açma ve çalışma ruhsatı düzenlenmesine engel teşkil etmeyeceği.

İstemin Özeti: Manisa 1. İdare Mahkemesinin 28/02/2013 gün ve E: 2012/470, K: 2013/410 sayılı kararın, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA Hüküm veren Danıştay Onyedinci Dairesince işin gereği görüşüldü:

Dava, Uşak ili,  (…) adresinde “iplik imalatı” faaliyetinde bulunmak üzere işyeri açma ve çalışma ruhsatı düzenlenmesi istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin 27/02/2012 tarih ve 1561 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

İdare Mahkemesince, uyuşmazlığa konu taşınmazı da kapsayan alanın gecekondu önleme bölgesi ilan edildiği, mahalli çevre kurulu kararı uyarınca faaliyette bulunulamayacağı gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

3572 sayılı İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanunun, 3. maddesinde sıhhi ve sair işletmelere büyükşehir belediyesi içinde kalan diğer belediye başkanlıkları tarafından ruhsat verilebileceği düzenlenmiş olup, 4. maddesinde ise “3 üncü maddede belirtilen merciler, iznin verilmesi için yapılacak beyan ve incelemelerde aşağıda öngörülen genel kriterlere göre düzenlenecek yönetmeliği esas alırlar. a) İnsan sağlığına zarar vermemek, b) Çevre kirliliğine yol açmamak, c) Yangın, patlama, genel güvenlik, iş güvenliği, işçi sağlığı, trafik ve karayolları, imar, kat mülkiyeti ve doğanın korunması ile ilgili düzenlemelere aykırı davranmamak.” hükmü yer almaktadır.

Yine aynı Kanunun 6. maddesinde; “İşyeri açma ve çalışma ruhsatı verilen işyerleri, 3 üncü maddede belirtilen merciler tarafından ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına ruhsatın veriliş tarihini izleyen bir ay içinde kontrol ettirilirler. Bu süre içinde kontrol ettirilmemesi halinde, ilgili, çalışma ruhsatı almış sayılır ve kontrol görevini süresinde yerine getirmeyen kamu görevlileri hakkında yasal hükümler uygulanır. Ruhsat verilmesini takiben yapılacak kontrol ve denetimlerde, 4 üncü maddede belirtilen yönetmelikte öngörülen kriterlere aykırı beyan ve durumun tespiti halinde; verilmiş olan ruhsat, ilgili mevzuattaki hükümler çerçevesinde yetkili merci veya mülki idare amirince iptal edilerek işyeri kapatılır ve ilgililer hakkında ayrıca işlem yapılır. İşyerlerinde işyeri açma ve çalışma ruhsatı ile maliye vergi levhası ve fiyat tarifesi dışında herhangi bir levha asılamaz. ” hükmü düzenleme altına alınmıştır.

Dosyanın incelenmesinden, uyuşmazlığa konu taşınmazda iplik imalatı faaliyetinde bulunulmak üzere işyeri açma ve çalışma ruhsatı düzenlenmesinin talep edildiği, davalı idarece taşınmazı da kapsayan alanın Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nca gecekondu önleme bölgesi ilan edildiği, aynı zamanda mahalli çevre kurulunun 06/08/2004 tarih ve 2004/5 sayılı kararı ile 01/04/2005 tarihine kadar tüm işletmelerin Karma Organize Sanayi Bölgesine taşınmalarına karar verildiği gerekçeleriyle ruhsat düzenlenme isteminin reddedilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlığa konu taşınmazı da kapsayan alanın 23/02/2011 tarihli olurla Toplu Konut İdaresi Başkanlığınca gecekondu önleme bölgesi ilan edilmiş, davalı idarece anılan işlem dikkate alınarak uygulamaların durdurulması çerçevesinde ruhsat talebi reddedilmiştir. Ancak gecekondu önleme bölgesi ilan edilmesinin bölge sınırları içerisindeki tüm uygulamaların durdurulması anlamına gelip gelmeyeceğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

5393 sayılı Kanun’un kentsel dönüşüm ve gelişim uygulamalarını düzenleyen 73. maddesinin onbirinci fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan, kentsel dönüşüm ve gelişim alanı ilan edilen yerlerde devam eden inşaatlardan projeye uygunluğu belediye tarafından kabul edilenler dışındaki diğer inşaatların beş yıl süreyle durdurulacağı; üçüncü cümlesinde yer alan, bu sürenin sonunda durdurma kararının devam edip etmeyeceğine belediye tarafından karar verileceği; dördüncü cümlesinde yer alan, toplam durdurma süresinin on yılı geçemeyeceği hükümlerinin iptali istemiyle açılan davada; Anayasa Mahkemesinin 18/10/2012 günlü, E: 2010/82, K: 2012/159 sayılı kararıyla, “Kentsel dönüşüm ve gelişim projelerinin planlandığı şekilde hayata geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında, mülkiyet hakkının sınırlandırılmasının demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmamakta ise de dava konusu kurallarda yer alan beş ve on yıllık süreler, kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkının ölçüsüz biçimde sınırlandırılmasına, hakkın özüne dokunarak kullanılamaz hale gelmesine yol açabilecek niteliktedir.

Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de 23/09/1982 günlü, ‘Sporrong ve Lönnroth/İsveç’ kararında, kamulaştırma izni ile inşaat yasağının uzun bir süre için öngörülmüş olmasının, mülk sahiplerinin mülklerinin ellerinden alınmamakla birlikte, uygulamada mülkiyet hakkını kullanma imkânlarını önemli ölçüde azalttığını, kamulaştırma izinleri nedeniyle başvurucuların mülkiyet haklarını zayıf ve sarsılabilir hale getirdiğini, taşınmaz sahiplerine süreyi kısaltma ya da tazminat hakkı verilmediğini belirterek, bu uygulamanın toplumsal yarar ile bireysel menfaat arasındaki dengeyi bozduğu sonucuna varmıştır.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırıdır.” değerlendirmeleri yapılarak söz konusu kuralların iptaline karar verilmiştir.

Benzer şekilde, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun’un, tasarrufların kısıtlanmasını düzenleyen, riskli alanlar ile rezerv alanlarda proje süresince her türlü imar ve yapılaşmaların durdurulacağı yolundaki 4/1. maddesinin iptali istemiyle açılan davada, Anayasa Mahkemesinin 27/02/2014 tarihli, E: 2012/87, K: 2014/41 sayılı kararıyla “Mülkiyet hakkına müdahaleden, diğer bir ifadeyle bu hakkın sınırlandırılmasından söz edilebilmesi için, mutlaka bireylerin mülkiyetlerinden tamamen yoksun bırakılmaları gerekmez. Mülkiyet hakkı, kişiye sahibi olduğu şey üzerinde “kullanma”, “yararlanma” ve “tasarruf” yetkileri veren bir haklar demetidir. Bireylerin, taşınmazları üzerinde yapı yapabilmeleri de, onların mülkiyet hakkından doğan bu yetkileri kapsamındadır. Dava konusu kural, bireylere ait taşınmaz mallar üzerindeki imar ve yapılaşma işlemlerinin durdurulmasını düzenlediğinden, bireylerin mülkiyet haklarının sınırlandırıldığında kuşku bulunmamaktadır. Nitekim, madde gerekçesinde de, dava konusu kuralla taşınmaz mülkiyetine kısıtlamalar getirildiği açıkça ifade edilmiştir.

Kanun’un genel ve madde gerekçeleri ile amacı birlikte değerlendirildiğinde, Kanunla nihai olarak afet riski altındaki yerleşim merkezlerinin bulundukları yerlerde dönüştürülmeleri, mümkün olmazsa başka yerlere nakledilmelerinin hedeflendiği, dava konusu kuralla, belirli bir proje dâhilinde bütünlüklü olarak yürütülmesi gereken bu uygulamalar sırasında projeye aykırı yapılaşma yapılmasını engellemek için geçici olarak uygulamaya konu alanlarda ve riskli yapıların bulunduğu taşınmazlarda imar ve yapılaşma işlemlerinin geçici olarak durdurulduğu anlaşılmaktadır. Böyle bir amacın, “kamu yararı” taşıdığı açıktır. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de (AİHM), şehir planlarının uygulanması bakımından inşaat yasağı konulmasında kamu yararı bulunduğunu kabul etmektedir (ELIA S.r.l./İtalya, 1.8.2001, B. No: 37710/97, § 77).

Bununla birlikte kuralın kamu yararı amacı taşıması, Anayasa’ya uygunluk bakımından yeterli olmayıp kuralla getirilen sınırlamanın ölçüsüz olmaması, ulaşılmak istenen kamu yararı ile bireyin mülkiyet hakkı arasında adil bir dengeyi bozmaması da gerekir.

Anayasa Mahkemesinin kimi kararlarında, uzun süren imar yasaklarının ölçüsüz olduğu ve mülkiyet hakkını ihlal ettiği sonucuna varılmıştır. AİHM içtihatlarında da, birey üzerine aşırı yük yüklenip yüklenmediği, bunun sonucu olarak kamu yararı ile bireyin mülkiyet hakkı arasında adil dengenin sağlanıp sağlanmadığı incelenirken, imar yasaklarının uzun süre devam etmesi ve yasağın süresinin belirsiz olması dikkate alınan hususlar arasında yer almaktadır (Sporrong ve Lönnroth/İsveç, 23.10.1982, B. No: 7151/75, § 73-74; ELIA S.r.l./İtalya, § 82, 83).

Kuralda, imar ve yapılaşma yasağının, “Kanun kapsamındaki proje ve uygulamalar süresince” devam edeceği belirtilmiştir. Bununla birlikte, Kanun’da, Kanun kapsamındaki proje ve uygulamaların azami süresini gösteren bir kurala yer verilmemiştir. Dolayısıyla, kural uyarınca uygulanacak imar yasağının süresinin öngörülebilir azami üst sınırı bulunmamaktadır. Bireyin üzerine aşırı yük yüklenmesine neden olabilecek bu durum, Anayasa’nın 13. maddesinde temel hakların sınırlandırılmasının ölçütleri arasında yer verilen “ölçülülük” ilkesine aykırılık oluşturabilecek ve böylece kamu yararı ile bireyin yararı arasında kurulması gereken dengeyi bozabilecek niteliktedir.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.” değerlendirmeleri yapılarak söz konusu hükümlerin iptaline karar verilmiştir. Kanun koyucu tarafından anılan Kanunda yeniden düzenleme yapılarak imar ve yapılaşma kısıtlamalarında süre iki yıl olarak belirlenmiştir.

Bu çerçevede uyuşmazlık değerlendirildiğinde, herhangi bir bölgenin proje alanı ilan edilmesi o bölgedeki uygulamaların tamamen durdurulacağı anlamına gelmeyeceği, bu şekilde bir değerlendirmenin mülkiyet hakkını ihlal edeceği, kamusal yarar ile bireysel menfaat arasında denge gözetilmesi gerektiği, imar ve yapılaşmaya yönelik olarak dahi Anayasa Mahkemesince de belirtildiği üzere sınırlamanın süreli olması gerektiği, uyuşmazlıkta ise taşınmazın sanayi bölgesi içerisinde olduğunun belirtildiği, yapı ruhsatı ya da yapı kullanma izin belgesi bulunup bulunmadığının tespit edilemediği mevcut yapıya yönelik olarak işyeri açma ve çalışma ruhsatı düzenlenmesinin talep edildiği göz önüne alındığında, gecekondu önleme bölgesi ilan edilmesinin işyeri açma ve çalışma ruhsatı düzenlenmesine engel teşkil etmeyeceği açıktır.

Diğer taraftan, gecekondu önleme bölgesi ilan edilen alanda acele kamulaştırma yapılması yolunda karar alındığı ifade edilmesine rağmen uyuşmazlığa konu taşınmaza yönelik olarak kamulaştırma yapılıp yapılmadığı, el koyma davası açılıp açılmadığı, imar planlarında hangi fonksiyonda kaldığı hususları dava dosyasından tespit edilmemektedir.

Dava konusu işleme gerekçe alınan mahalli çevre kurulu kararına yönelik olarak ise, anılan kararda, insan ve çevre sağlığına olumsuz etkileri bulunan deri fabrikaları, boyahaneler ve yün yıkama işletmelerinin faaliyetlerinin engellenerek organize sanayi bölgesine taşınmasının öngörüldüğü, uyuşmazlığa konu faaliyetin iplik imalatı olarak nitelendirildiği, anılan faaliyetin boyahane ya da yün yıkama işletmesi kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin dava dosyasından belirlenemediği, davalı idarece insan ve çevre sağlığına olumsuz etkileri bulunduğu yolunda herhangi bir tespit yapılmadığı görülmektedir.

Bu durumda, gecekondu önleme bölgesi ilanının işyerlerine yönelik faaliyetlerin durdurulması anlamına gelmeyeceği, taşınmaza yönelik olarak kamulaştırma yapılıp yapılmadığının belirlenmesi gerektiği, dava dosyasından taşınmazına yönelik olarak yapı ruhsatı, yapı kullanma izin belgesi düzenlenip düzenlenmediği, taşınmazın imar planlarında hangi kullanıma ayrıldığı hususlarının tespit edilemediği, diğer taraftan söz konusu işletmenin mahalli çevre kurulu kararında belirtilen işletmeler kapsamında olup olmadığının, insan ve çevre sağlığına zarar verip vermediğinin konusunda uzman kişilerle mahallinde yaptırılacak keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenecek rapor uyarınca değerlendirilmesi gerektiği görüldüğünden, bu aşamada eksik inceleme sonucunda davanın reddi yolunda verilen Mahkeme kararında hukuki isabet bulunmamıştır.

Açıklanan nedenlerle; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca davacının temyiz isteminin kabulü ile İdare Mahkemesi kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde Danıştay’da kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 20/04/2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.