Üçüncü kişilere ait olan taşınmazdan geçen kıyı kenar çizgisinin belirlenmesinin, genel düzenleyici bir işlem niteliğinde olmadığı, subjektif bir işlem olduğu, iptali istenilen kıyı kenar çizgisi ile davacı arasında yukarıda tanımlandığı şekilde aktüel, kişisel ve meşru bir ilişki oluşmadığı anlaşıldığından, idare mahkemesince davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesi gerektiği hakkında.
İstemin Özeti: İzmir 3. İdare Mahkemesince verilen 28.2.2007 günlü, E:2004/1029, K:2007/243 sayılı kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti: Temyiz edilen kararda bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, usul ve kanuna uygun olan kararın onanması gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Ahmet Berberoğlu’nun Düşüncesi: Dava, İzmir, Çeşme İlçesi, Alaçatı, Liman mevkii, …-… pafta üzerine işlenen kıyı kenar çizgisinin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince, yerinde yaptırılan iki ayrı keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporlar ile dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden, uyuşmazlık konusu kıyı kenar çizgisinin hukuka aykırı olarak tespit edildiği sonucuna varıldığından bahisle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.
T.C.Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin Hukuk Devleti olduğu belirtilmektedir. Hukuk Devletinde idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğu ve sonuçta idarenin hukuka bağlılığının yargısal denetimi iptal davaları yoluyla sağlanır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2.maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde iptal davaları idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır.
İdarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun yargısal denetim yoluyla sağlanmasının en etkin araçlarından biri iptal davaları olduğundan, iptal davalarında “menfaat ihlali” olarak tanımlanan subjektif ehliyet koşulunun kişiye bağlı subjektif hak ihlallerinin giderilmesinin yanı sıra idari işlemlerin hukuka uygunluğunun denetlenebilmesi kapsamında da belirlenmesi gerekmektedir. Davacı ile iptali istenilen idari işlem arasında kurulabilecek bir ilişki veya ilgi, menfaat ihlali koşulunun varlığı için yeterlidir. Bu itibarla yargısal kararlarda menfaat ihlali koşulu, davacının idari işlemle meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilgisinin kurulması gerektiği şeklinde tanımlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, davacı tarafından İzmir, Çeşme ilçesi, Alaçatı, Liman mevkii, …-… pafta üzerine işlenen kıyı kenar çizgisinin iptali istemiyle bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlıkta, üçüncü kişilere ait olan taşınmazdan geçen kıyı kenar çizgisinin belirlenmesinin genel düzenleyici bir işlem niteliğinde olmadığı, subjektif bir işlem olduğu, iptali istenilen kıyı kenar çizgisi ile davacı arasında yukarıda tanımlandığı şekilde aktüel, kişisel ve meşru bir ilişki oluşmadığı anlaşıldığından, davacının dava açma ehliyeti bulunmamaktadır.
Bu itibarla, davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, İdare Mahkemesince, uyuşmazlığın esası incelenmek suretiyle bir karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Ahmet Arslan’ın Düşüncesi: İzmir,Çeşme İlçesi,Alaçatı,Liman Mevkii,…-… pafta üzerine işlenen kıyı kenar çizgisinin iptali istemiyle açılan davada,dava konusu işlemin iptali yolundaki İdare Mahkemesi kararının bozulması istenilmektedir.
İdari işlemlerin hukuka uygunluğunun yargı yoluyla denetimini amaçlayan iptal davasının görüşülebilmesi için ön koşullardan olan “dava açma ehliyeti” iptal davasına konu kararın niteliğine göre idari yargı yerince değerlendirilmektedir.
İdari yargıda iptal davası açılabilmesi için idari işlem ile davacı arasında bir menfaat ilgisinin bulunması, bununda kişisel, güncel ve meşru olması gerekmektedir.
Olayda da, İzmir,Çeşme İlçesi,Alaçatı,Liman Mevkii,…-… pafta üzerine işlenen kıyı kenar çizgisinin iptali istemiyle bu davanın açıldığı,davacıların mülkiyeti kendilerine ait olmayan taşınmazla ilgili olarak subjektif bir işlem olan kıyı kenar çizgisinin iptalini istediği,kıyı kenar çizgisini belirleme işleminin genel düzenleyici nitelikte bir işlem olmaması nedeniyle davacı ile arasında aktüel,kişisel ve meşru bir ilişki olmadığından kıyı kenar çizgisi işlemine karşı dava açma ehliyeti bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, temyize konu İdare Mahkemesi Kararının bozulmasının uygun olacağı düşünülmüştür.
TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü: Duruşma yapılmasına gerek görülmedi.
Dava, İzmir, Çeşme İlçesi, Alaçatı, Liman mevkii, …-… pafta üzerine işlenen kıyı kenar çizgisinin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesince, yerinde yaptırılan iki ayrı keşif ve bilirkişi incelemesi sonucu düzenlenen raporlar ile dava dosyasında yer alan bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilmesinden, uyuşmazlık konusu kıyı kenar çizgisinin hukuka aykırı olarak tespit edildiği sonucuna varıldığından bahisle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, bu karar davalı ile davalı yanında davaya katılanlar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili tarafından verilen ve 02.7.2007 gününde Mahkeme kaleminde kayda giren temyize cevap ve Dairemizce verilen 08.6.2007 günlü mahkeme kararının yürütülmesinin durdurulması isteminin kabulüne ilişkin kararın kaldırılmasına ilişkin dilekçesinin içeriğinde “Danıştay Altıncı Dairesinin ve karara katılan yargıçların bu davadan çekilmesi gerektiği konusu” açıklandığından ve bu açıklamalar doğrultusunda bir değerlendirme yapılması istenildiğinden öncelikle bu hususun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 29. maddesinde:
“1-Davada iki taraftan birine nasihat vermiş veya yol göstermiş olması,
2-Davada iki taraftan biri veya üçüncü şahıs muvacehesinde kanunen icap etmeden reyini beyan etmiş olması.
3-Davada şahit veya ehlihibre veya hakem ve yahut hakim sıfatiyle dinlenmiş veya hareket etmiş olması,
4-Davanın dördüncü dereceye kadar (bu derece dahil) civar hısımlarına ait bulunması,
5-Umumiyetle hakimin bitaraflığından şüpheyi mucip esbabı mühimme bulunması.”
hallerinde hakimin bizzat kendisini reddedebileceği veya iki taraftan biri tarafından reddolunabileceği hüküm altına alınmış, aynı Kanun’un 35. maddesinde de hakimin reddi isteminin kabul edilmeyerek geri çevrileceği haller şu şekilde belirtilmiştir:
1-Ret isteği zamanında yapılmamışsa,
2-Ret sebebi veya inandırıcı delil gösterilmemişse,
3-Ret isteminin davayı uzatmak amacıyla yapıldığı açıkça anlaşılıyorsa.
Yukarıda bahsi geçen dilekçenin ilgili bölümünde Danıştay Altıncı Dairesinin ve karara katılan yargıçların bu davadan çekilmesi gerektiği konusu açıklanırken aynen aşağıdaki gerekçelere yer verilmiştir:
“İzmir, Çeşme İlçesi, Alaçatı Beldesi Turizm Merkezi kapsamında bulunan 28.03.2000 günü Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca onaylanan 1/5000 ölçekli nazım imar planı revizyonu ile Alaçatı Belediye Başkanlığı’nca hazırlanıp 07.02.2003 günlü ve 52 sayılı meclis kararı ile kabul edilerek İzmir 1 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Kararı ile uygun görülen 1/1000 ölçekli imar planı değişikliklerinin ve bu değişikliğin davalı Bakanlıklar’ca onaylanmasına ilişkin işlemlerin iptali amacıyla açtığımız dava, Danıştay Altıncı Dairesi’nin 2004/1955E., 2006/4747K. sayılı ve 13.10.2006 günlü, kararla reddedilmiş bulunmaktadır.
Denizlerin, göllerin, akarsuların kıyısında veya ardında kalan alanlarda yapılacak planlamaların birinci adımının kıyı kenar çizgisi olması gerekmektedir. Danıştay 6. Dairesi’nde görülen davanın konusu imar planının dayanağı olan ve İzmir Valiliği’nce oluşturulan komisyonca belirlendikten sonra Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca 06.07.1992 tarihinde onaylanan İzmir, Çeşme İlçesi, Alaçatı, Liman Mevkiinde harita üzerine işlenen dava konusu kıyı kenar çizgisi, 3621 sayılı Kıyı Yasası’na ve Uygulama Yönetmeliği’ne her yönüyle aykırı bir düzenlemedir. Planlamanın ilk adımı olan kıyı kenar çizgisi yanlış ve hukuka aykırı olunca, bu temele dayandırılan tüm işlem ve saptamaların da hukuka aykırı olması kaçınılmazdır.
İzmir 3. İdare Mahkemesinin 2004/1029E. sayılı dosyasına ilişkin yürütmenin durdurulması kararı, bilirkişi raporu ile ekindeki harita ve krokiler, ardından ikinci kez yapılan bilirkişi incelemesinin raporu ve bilirkişilerce çekilen, ayrıca uydu yoluyla alınan fotoğraflar Danıştay 6. Dairesine sunulmuştur. Bu rapordaki anlatımlara, ekindeki kroki ve haritalara göre, kıyı kenar çizgisinin, dava konusu planın kapsadığı alanla tam anlamı ile örtüştüğü kesinlik kazanmıştır. Ancak Danıştay 6. Dairesi, İzmir 3. İdare Mahkemesi’nce 29.06.2005 günü verilen E:2004/1029 sayılı yürütmenin durdurulmasına ilişkin kıyı kenar çizgisinin iptali davasına konu olan pafta ile görülmekte olan davanın konusu arasında bir bağlantı kuramamıştır.
Anayasa’nın 43. maddesine göre, denizin kıyısı ile birlikte kendine özgü doğal bir varlık olan azmağın kıyıları da, Kıyı Yasasının korunması altındadır. ancak denizin içinden geçirilen kıyı kenar çizgisi ile bu çizginin kara yönündeki kıyılar, kıyı şeritleri, azmak ve diğer doğal oluşumlar tümüyle anayasal korumanın dışına çıkarılmış, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki kamu varlıklarının özel mülkiyete dönüştürülmesinin köprüleri atılmıştır. Anayasa’nın buyurucu temel kurallarına aykırı bir yapılaşmayı öngören imar planları, 3621 sayılı Yasanın kıyıda yapılmasını yasakladığı yapılaşmaya olanak sağlamıştır.
Danıştay 6. Dairesi’nin imar planının iptali istemimizi reddeden kararında, ” öte yandan, imar planı değişikliğine ilişkin işlemlerin iptali amacıyla açılan bu davada kıyı kenar çizgisinin hukuka aykırı olduğuna ilişkin iddialara itibar edilemeyeceği gibi davacı tarafından uyuşmazlık konusu taşınmazdan geçen kıyı kenar çizgisinin iptal edildiğine ilişkin bir karar ibraz edilmemiştir.” denilmiştir. Bu gerekçenin anlamı, hukuka ve gerçeğe aykırı kıyı kenar çizgisi hareket noktası alınarak, hukuka uygun imar planları yapılabileceği doğrultusundadır. Böyle bir anlayışı hukuk kuralları ile açıklamak olanaksızdır. Tüm bu olguların birlikte ele alınmasıyla gelinen noktada:
a) Danıştay 6. Dairesi aynı uyuşmazlık kapsamında bugüne kadar izlediği hukuka aykırı çözümler nedeniyle kendisini, taraf konumuna getirmiştir. İzmir 3. İdare Mahkemesi’nin davalı yanlarca temyiz olunan 2004/1029E – 2007/243K. sayılı kararını onaması durumunda, daha önce imar planının iptali istemiyle açmış olduğumuz 2004/1955 E – 2006/4747 K. sayılı davanın reddi hakkındaki kararını gerekçesiz ve dayanaksız duruma düşürecektir. 6. Daire’nin, kendi kararının doğruluğunu ortaya koyması ise, ancak 3. İdare Mahkemesi’nin iptal kararını bozması ile olanaklıdır.
Danıştay 6. Dairesi’nin imar planının iptal davasını, İzmir 3. İdare Mahkemesi’ndeki kıyı kenar çizgisinin iptali davasıyla bağlantılı davalar olarak benimsememesi ve bu arada imar planına ilişkin dava yönünden bekletici neden kabul etmemesi, böylesine uzlaşmaz bir çelişki yaratmıştır.
b) İzmir 3. İdare Mahkemesi’nde iki kez yerinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapıldıktan sonra, hukuka aykırı kıyı kenar çizgisinin iptaline karar verilmiştir. Yerel Mahkeme’ce görevlendirilen bilirkişileri ve onların raporlarını görmezden gelen davalılar ise, bir takım kişi ve kuruluşlara hizmet bedeli ödeyerek beklentileriyle örtüştüğünü düşündükleri görüşlere dayanarak, yerel mahkeme kararını temyiz etmişlerdir.
HUMK’nun 275. ve 276. maddelerine göre bir konuda bilirkişi incelemesine karar vermek ve bilirkişileri seçmek, davaya bakan yargıcın görevine girmektedir.
HUMK’un 279. maddesine göre ise, “Ehlivukuf, diğer taraf hazır olmaksızın iki taraftan birini isticvap edemez…” Davanın yanlarının birbirlerinden ayrı olarak bilirkişilerle iletişim kurmaları, anılan madde ile kesin olarak yasaklanmışken, davalıların kendi kafalarından bilirkişiler atayıp, isteklerine göre düzenledikleri raporları kararın temyizi aşamasında geçerli kanıt gibi kabul ederek yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi, Türkiye’nin hukuk düzeni içinde değerlendirilebilecek bir uygulama olmamaktadır. Bu raporların Danıştay 6. Dairesi’nce benimsenmiş olması açıkça yürürlükteki yasalara aykırıdır.
c) Gerek Danıştay 6. Daire’nin birinci derece yargı yeri olarak verdiği karar öncesinde, gerekse 3. İdare Mahkemesi’nin kararının temyizi aşamasında aynı Sayın Tetkik Hakimi’nin düşüncesini açıklaması da, davalara önyargılı yaklaşıldığının ve yansızlık ilkesinin çiğnendiğinin bir başka örneğidir.
Danıştay 6. Dairesi imar planının iptali davasında verdiği ara kararları ile davayı sonlandıran kararı ile, HUMK’nun 29. maddesinin 1. ve 6. bentleri doğrultusunda yansızlığını yitirmiş bulunmaktadır. Açıkladığımız nedenlerle Danıştay 6. Dairesinin her iki kararına katılan Sayın Yargıçlarının kendi konumlarını ve her iki dosya içindeki değerlendirimelerine sorgulayarak 2577 sayılı Yasanın 31. maddesindeki yollama doğrultusunda HUMK 29. ve 31. maddelerine göre bu davaya bakmaktan çekilmelerine karar vermeleri gerektiğni düşünüyoruz. Bu olguyu anımsatıyor, bilgilerine sunuyor ve açıklamalarımız doğrultusunda bir değerlendirmeye varmalarını bekliyoruz.”
Yukarıda yer alan açıklamalardan da anlaşıldığı gibi davacı vekili tarafından Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun ilgili maddeleri uyarınca ne açıkça hakimin reddi isteminde bulunulmuş ne de çekinmeye davet edilmiştir. İstenen şey belirtilen açıklamalar çerçevesinde bu konunun değerlendirilmesidir.
Bu istem değerlendirildiğinde de Alaçatı beldesi …-…(…) sayılı paftaya yönelik olarak 1/5000 ve 1/1000 ölçekli imar planlarının iptali istemiyle açılan davanın Dairemizin 13.10.2005 günlü, E:2004/1955, K:2006/4747 sayılı kararıyla reddedilmiş olması hususunun anılan davada bahsi geçen paftayla ilgisi olmayan …-… sayılı paftadan geçen kıyı kenar çizgisinin iptali istemiyle açılan bu davada, idare mahkemesince verilen kararın temyiz incelemesi sırasında “Danıştay Altıncı Dairesinin ve karara katılan Yargıçlarının” yansızlığını yitirmesine yol açacağı iddiası, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 35. maddesinde belirtildiği gibi inandırıcı bir delile dayanmadığından, davacı vekilinin bu isteminin geri çevrilmesine karar verilmiştir.
Uyuşmazlığın esasına gelince: T.C.Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin Hukuk Devleti olduğu belirtilmektedir. Hukuk Devletinde idarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğu ve sonuçta idarenin hukuka bağlılığının yargısal denetimi iptal davaları yoluyla sağlanır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2.maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde iptal davaları idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır.
İdarenin eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun yargısal denetim yoluyla sağlanmasının en etkin araçlarından biri iptal davaları olduğundan, iptal davalarında “menfaat ihlali” olarak tanımlanan subjektif ehliyet koşulunun kişiye bağlı subjektif hak ihlallerinin giderilmesinin yanı sıra idari işlemlerin hukuka uygunluğunun denetlenebilmesi kapsamında da belirlenmesi gerekmektedir. Davacı ile iptali istenilen idari işlem arasında kurulabilecek bir ilişki veya ilgi, menfaat ihlali koşulunun varlığı için yeterlidir. Bu itibarla yargısal kararlarda menfaat ihlali koşulu, davacının idari işlemle meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilgisinin kurulması gerektiği şeklinde tanımlanmıştır.
Dosyanın incelenmesinden, davacı tarafından İzmir, Çeşme ilçesi, Alaçatı, Liman mevkii, …-… pafta üzerine işlenen kıyı kenar çizgisinin iptali istemiyle bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlıkta, üçüncü kişilere ait olan taşınmazdan geçen kıyı kenar çizgisinin belirlenmesinin genel düzenleyici bir işlem niteliğinde olmadığı, subjektif bir işlem olduğu, iptali istenilen kıyı kenar çizgisi ile davacı arasında yukarıda tanımlandığı şekilde aktüel, kişisel ve meşru bir ilişki oluşmadığı anlaşıldığından, davacının dava açma ehliyeti bulunmamaktadır.
Bu itibarla, davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesi gerekirken, İdare Mahkemesince, uyuşmazlığın esası incelenmek suretiyle bir karar verilmesinde isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, İzmir 3. İdare Mahkemesince verilen 28.2.2007 günlü, E:2004/1029, K:2007/243 sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine 21.09.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.