İdarelerce hazırlanan raporlarda, binalar gözlemsel olarak incelenerek kalite olarak “iyi”, “orta” ve “kötü” diye sınıflandırılmış ise de, niceliksel bir ölçüt verilmediği ve diğer bilgilerin genel itibarıyla gözlemsel bilgiler içerdiği, alanın riskli alan ilan edilebilmesi için Kanunun ve Uygulama Yönetmeliğinin öngördüğü koşulların detaylı bir teknik rapor ile oluşturulmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Davanın Özeti: İstanbul İli, A1, 3/14 pafta, 3502 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın da içerisinde bulunduğu alanın riskli alan olarak ilan edilmesi yolundaki 26/01/2013 günlü 28540 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 24.12.2012 tarihli, 2012/4099 sayılı Bakanlar Kurulu kararının ve bu karar uyarınca yapılan 1/5000 ölçekli nazım imar planının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istenilmektedir.
Davalı İdarelerin Savunmalarının Özeti: Dava konusu Bakanlar Kurulu kararının 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. maddesi ve ilgili yönetmeliğe uygun olarak tesis edildiği, dava konusu nazım imar planının da İstanbul İli, Gaziosmanpaşa sınırları içerisinde 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında 24.12.2012 tarihli 2012/4099 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenen 393 ha. lık alanı kapsayan riskli alanlara ilişkin onaylandığı, ilgili kurum görüşlerinin alındığı, ilgili mevzuatlara, şehircilik ve planlama ilkeleri ile hizmetin gereklerine ve kamu yararına aykırı bir durum bulunmadığından davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi: Uyuşmazlığa konu alanın “riskli alan” ilan edilmesine ilişkin 24.12.2012 tarihli, 2012/4099 sayılı Bakanlar Kurulu kararının dava konusu taşınmaza ilişkin kısmının ; dava konusu alanın riskli alan ilan edilebilmesi için Kanunun ve Uygulama Yönetmeliğinin öngördüğü koşulların detaylı bir teknik rapor ile oluşturulmadığından iptali gerektiği,
Uyuşmazlığa konu alanın “riskli alan” ilan edilmesine ilişkin 24.12.2012 tarihli, 2012/4099 sayılı Bakanlar Kurulu kararında hukuka uyarlık bulunmadığından dayanağı kalmayan uyuşmazlık konusu nazım imar planın da iptali gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Düşüncesi: Dava, İstanbul İli, A1, 3/14 pafta, 3502 ada, 1 parsel sayılı taşınmazında aralarında bulunduğu ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanların riskli alan ilan edilmesine ilişkin 26.01.2013 tarihli, 28540 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 24.12.2012 tarihli, 2012/4099 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile bu karar uyarınca yapılan 1/5000 ölçekli nazım imar planının iptali istemiyle açılmıştır.
Gerek Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, gerekse tarafı olduğumuz uluslararası İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunması’na İlişkin Sözleşme uyarınca kişilerin mülkiyet hakkına müdahale, kamu yararının zorunlu olduğu hallerde uygulanabilir bir yöntem olmakla birlikte bu müdahalenin kamu yararı için gerekli bir zorunluluktan kaynaklandığının ve orantılılık halinin ortaya konulması gerekmektedir.
Öte yandan, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. maddesinin 1. fıkrasının (ç) bendinde Riskli alan: Zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan, Bakanlık veya İdare tarafından Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü de alınarak belirlenen ve Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kararlaştırılan alan olarak tanımlanmıştır.
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin, “Riskli alanın tespiti” başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında ise, “Riskli alan; a) Alanın, zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair teknik raporu,
b) Alanda daha önceden meydana gelmiş afetler varsa, bunlara dair bilgileri,
c) Alanın büyüklüğünü de içeren koordinatlı sınırlandırma haritasını, varsa uygulama imar planını,
ç) Alanda bulunan kamuya ait taşınmazların listesini,
d) Alanın uydu görüntüsünü veya ortofoto haritasını,
e) Zemin yapısı sebebiyle riskli alan olarak tespit edilmek istenilmesi halinde yerbilimsel etüd raporunu,
f) Alanın özelliğine göre Bakanlıkça istenecek sair bilgi ve belgeleri,
ihtiva edecek şekilde hazırlanmış olan dosyaya istinaden ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir ve teklif olarak Bakanlar Kuruluna sunulur…” hükümlerine yer verilmiştir.
Bu çerçevede, bir alanın “Riskli Alan” olarak ilan edilebilmesi için üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıma sebebinin mutlaka yapıların fiili durumları incelendikten sonra hazırlanacak bilimsel verilere dayanan teknik bir rapor ile ortaya konulması gerekmektedir.
Dosyasının incelenmesinden; Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 07.12.2012 günlü, 2197 sayılı yazısıyla; A1 sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alana ilişkin Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığınca yapı stokunun depreme karşı dayanıksız olduğu ve can ve mal kaybı riski taşıdığı gerekçesiyle riskli alan olarak ilan edilmesi talebi uyarınca hazırlanan dosya ile birlikte gerekçe raporunun Başbakanlığa sunularak dava konusu Bakanlar Kurulu kararının alındığı anlaşılmakta ise de; dava konusu riskli alan olarak ilan edilen mahalle üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair idarelerce hazırlanan raporlarda, binalar gözlemsel olarak incelenerek kalite olarak “iyi”, “orta” ve “kötü” diye sınıflandırılmış olmakla birlikte, niceliksel bir ölçüte yer verilmediği ve diğer bilgilerin genel itibarıyla gözlemsel bilgilere dayandığı, İstanbul’un önceki yıllarda yaşamış olduğu depremler sonucunda söz konusu yapıların olumsuz olarak etkilenip etkilenmediği yolunda belirlemeye yer verilmediği, değişik tipteki yapılardan örnekleme suretiyle karot veya numune alınmak suretiyle teknik bir metot üzerinde çalışılmadığı, yapıların hangi yönlerden can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını kanıtlayacak yeterli bilgilere yer verilmediği, söz konusu alana ilişkin detaylı zemin etüdü verisi ve buna bağlı olarak su taşkını konusunda yeterli veri bulunmadığı hususları dikkate alındığında, dava konusu alanın riskli alan ilan edilebilmesi için Kanunun ve Uygulama Yönetmeliğinin öngördüğü koşulların, detaylı analiz ve saptamalar içeren bilimsel bir teknik rapor ile ortaya konulamadığı anlaşıldığından, uyuşmazlığa konu alanın “riskli alan” ilan edilmesine ilişkin 24.12.2012 tarih ve 2012/4099 sayılı Bakanlar Kurulu kararında dava konusu taşınmaz yönünden hukuka uyarlık görülmemiştir. Davanın, Bakanlar Kurulu kararının riskli alan ilanı üzerine yapılan 1/5000 ölçekli nazım imar planının iptali istemine ilişkin kısmının incelenmesine gelince; uyuşmazlığa konu alanın “riskli alan” ilan edilmesine ilişkin dava konusu 24.12.2012 tarihli, 2012/4099 sayılı Bakanlar Kurulu kararında hukuka uyarlık bulunmaması nedeniyle dava konusu nazım imar planının da bu aşamada dayanaktan yoksun kaldığı anlaşıldığından, bu haliyle hukuka uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, hukuka aykırı dava konusu işlemlerin iptaline karar verilmesi gerektiği, düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Danıştay Altıncı ve Ondördüncü Daireleri Müşterek Heyetince 2575 sayılı Danıştay Kanununun Ek 1. maddesi uyarınca birlikte yapılan toplantıda Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:
Dava, İstanbul İli, A1, 3/14 pafta, 3502 ada, 1 parsel sayılı taşınmazın da bulunduğu ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanların riskli alan ilan edilmesine ilişkin 26.01.2013 tarihli, 28540 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 24.12.2012 tarihli, 2012/4099 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile bu karar uyarınca yapılan 1/5000 ölçekli nazım imar planının iptali ve yürütmenin durdurulması istemiyle açılmıştır.
Uyuşmazlık konusu alanın riskli alan ilan edilmesine ilişkin dava konusu Bakanlar Kurulu kararına ilişkin olarak; 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının İkinci Kısmında Temel Hak ve Ödevlerin düzenlendiği, Birinci Bölümünde ise Genel Hükümlerin belirlendiği, bu bölümde yer alan “Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması” başlıklı 4709 sayılı Yasa ile değişik 13. maddesinde: “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”, İkinci Bölümde Kişinin Hakları ve Ödevleri arasında yer verilen “Mülkiyet hakkı” 35. maddesinde sayılmış ve bu hak “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” şeklinde düzenlemeye konu edilmiştir.
Bu bağlamda, Anayasanın Milletlerarası Andlaşmaları uygun bulma başlıklı 90. maddesinin 1. fıkrasında: “Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.” son fıkrasında ise: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07.05.2004 günlü, 5170 sayılı Yasanın 7. maddesi) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” kuralıyla usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası andlaşmaların iç hukuk sistemine yansıtılma yöntemi belirlenerek, bu andlaşmalardan temel hak ve özgürlüklere ilişkin olanlarla yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda uluslararası andlaşma kurallarının esas alınması anayasal gerekliliktir.
20.03.1952 günü kabul edilen İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunması’na İlişkin Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol Türkiye tarafından 19.03.1954 tarihinde onaylanmıştır. Anılan Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” başlıklı 1. maddesinde: “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” kuralı yer almıştır.
6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. maddesinin 1. fıkrasının (ç) bendinde Riskli alan: Zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan, Bakanlık veya İdare tarafından Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü de alınarak belirlenen ve Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kararlaştırılan alan olarak tanımlanmıştır.
Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin, “Riskli alanın tespiti” başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında da “Riskli alan; a) Alanın, zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair teknik raporu, b) Alanda daha önceden meydana gelmiş afetler varsa, bunlara dair bilgileri, c) Alanın büyüklüğünü de içeren koordinatlı sınırlandırma haritasını, varsa uygulama imar planını, ç) Alanda bulunan kamuya ait taşınmazların listesini, d) Alanın uydu görüntüsünü veya ortofoto haritasını, e) Zemin yapısı sebebiyle riskli alan olarak tespit edilmek istenilmesi halinde yerbilimsel etüd raporunu, f) Alanın özelliğine göre Bakanlıkça istenecek sair bilgi ve belgeleri,
ihtiva edecek şekilde hazırlanmış olan dosyaya istinaden ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir ve teklif olarak Bakanlar Kuruluna sunulur…” hükümlerine yer verilmiştir.
Yukarıda belirtilen Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi düzenlemeleriyle kişilerin mülkiyet hakları güvence altına alınmıştır. Mülkiyet hakkının yalnızca kamu yararının mevcut olduğu durumlarda kanunla sınırlanabileceği de yine bu düzenlemelerde öngörülmüştür. Kanun koyucu tarafından olağan dışı kanun olarak düzenlenen 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında da kanunda sayılan idarelerce mülkiyet hakkına sınırlama getirilebilecektir. Ancak, yine burada Kanun bu yetkinin kullanımını oldukça sıkı kurallara bağlamış ve ortada kamu yararını ilgilendiren durumun bulunduğunu hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açık ve somut bir şekilde ortaya konulmasını şarta bağlamıştır. Bu bağlamda, bir alanın “Riskli Alan” olarak ilan edilebilmesi için üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıma sebebinin mutlaka yapıların fiili durumları incelendikten sonra hazırlanacak teknik bir rapor ile ortaya konulması gerekecektir.
Dava dosyasının incelenmesinden; Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 07.12.2012 günlü, 2197 sayılı yazısıyla; A1 sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alana ilişkin Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığınca yapı stokunun depreme karşı dayanıksız olduğu ve can ve mal kaybı riski taşıdığı gerekçesiyle riskli alan olarak ilan edilmesi talebi uyarınca hazırlanan dosya ile birlikte gerekçe raporunun Başbakanlığa sunularak dava konusu Bakanlar Kurulu kararının alındığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusu olayda, dava konusu riskli alan olarak ilan edilen mahalle üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair idarelerce hazırlanan raporlarda, binalar gözlemsel olarak incelenerek kalite olarak “iyi”, “orta” ve “kötü” diye sınıflandırılmış ise de, niceliksel bir ölçüt verilmediği ve diğer bilgilerin genel itibarıyla gözlemsel bilgiler içerdiği, İstanbul’un önceki yıllarda yaşamış olduğu depremler sonucunda söz konusu yapıların olumsuz olarak etkilenip etkilenmediği yolunda belirlemeye yer verilmediği, değişik tipteki yapılardan örnekleme suretiyle karot veya numune alınmak suretiyle teknik bir metot üzerinde çalışılmadığı, yapıların hangi yönlerden can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını kanıtlayacak yeterli bilgi içermediği, söz konusu alana ilişkin detaylı zemin etüdü verisi ve buna bağlı olarak su taşkını konusunda yeterli veri bulunmadığı hususları dikkate alındığında, dava konusu alanın riskli alan ilan edilebilmesi için Kanunun ve Uygulama Yönetmeliğinin öngördüğü koşulların detaylı bir teknik rapor ile oluşturulmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Kaldı ki, Gaziosmanpaşa İlçesi belediye sınırları içerisinde bulunan ve dava konusu işlemin tesis edilmesine dayanak gösterilen raporların hazırlanmasında izlenen teknik yöntemler uygulanmak suretiyle riskli alan ilan edilen bazı mahallelerin riskli alan ilan edilmesine ilişkin Bakanlar Kurulu kararlarına karşı açılan davalarda (E:2014/437, E:2014/469 ve 2014/470) Danıştay Ondördüncü Dairesince yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemeleri sonucunda; riskli alan ilan edilmesine dayanak alınabilecek teknik esaslara uygun yeterli veri bulunmadığından risk değerlendirmesi yapmanın mümkün olamayacağı yönünde tespitler yapılmıştır.
Bu durumda; uyuşmazlığa konu alanın “riskli alan” ilan edilmesine ilişkin 24.12.2012 tarihli, 2012/4099 sayılı Bakanlar Kurulu kararının dava konusu taşınmaza ilişkin kısmında hukuka uyarlık görülmemiştir.
Dava konusu imar planının incelenmesinden; Dava konusu nazım imar planı İstanbul İli, Gaziosmanpaşa sınırları içerisinde 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun kapsamında 24.12.2012 tarihli 2012/4099 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenen 393 ha. lık alanı kapsayan riskli alanlara ilişkin onaylanmış olup, uyuşmazlığa konu alanın “riskli alan” ilan edilmesine ilişkin 24.12.2012 tarihli, 2012/4099 sayılı Bakanlar Kurulu kararında hukuka uyarlık bulunmadığından dayanağı kalmayan uyuşmazlık konusu nazım imar planında da hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu 24.12.2012 günlü, 2012/4099 sayılı Bakanlar Kurulu kararının ve bu karar uyarınca yapılan 1/5000 ölçekli nazım imar planının uyuşmazlığa konu taşınmaza ilişkin kısmının İPTALİNE, ayrıntısı aşağıda gösterilen davacılar tarafından yapılan 300,4- TL yargılama giderinin davacılara, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen 1.800,00-TL vekâlet ücretinin ise davalı idarelerden alınarak vekille temsil edilen davacılara verilmesine, davalı idareler ve müdahil idare tarafından yapılan yargılama giderinin üzerilerinde bırakılmasına, posta giderleri avansından arta kalan tutarın kararın kesinleşmesinden sonra istemi hâlinde davacıya iadesine, İdari Yargılama Usülü Kanununun “İvedi yargılama usulü” başlıklı 20/A maddesi kapsamında bakılan davada verilen bu kararın tebliğini izleyen günden itibaren 15 (onbeş) gün içinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz edilebileceğinin duyurulmasına, 20/04/2016 tarihinde oy birliği ile karar verildi.