1. Anasayfa
  2. Danıştay 6. Dairesi Kararları

Danıştay 6. Dairesi E: 2016/4253 K: 2017/4971 T: 20.6.2017


Uyuşmazlığa konu alan için gerekli olan yukarıda yer verilen ayrıntılı teknik çalışmaların yapıldığı, bunun sonucunda bölgenin riskli alan ilan edildiği, bölgenin sağlıklı yapılaşmasının taşınmaz kültür varlıklarının ihya ve restorasyon çalışmalarının ivedilikle aslına uygun olarak tamamlanmasının sağlanmasının hedeflendiği, acele kamulaştırmaya konu taşınmazların mahalle, ada ve parsel numarası gösterilmek suretiyle tek tek belirlendiği, imar ıslahının bir an önce yapılabilmesi için alınan acele kamulaştırma kararında  hukuka aykırılık görülmediği.

parsel sayılı taşınmazın acele kamulaştırılmasına ilişkin 25/03/2016 tarihli, 29664 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 21/03/2016 tarihli, 2016/8659 sayılı Bakanlar Kurulu kararının hukuka aykırı olduğu, Anayasa ile güvence altına alınmış olan mülkiyet hakkının ihlal edildiği, davaya konu taşınmazın korunması gerekli taşınmaz niteliğinde olduğu, korunması gereken taşınmazların acele kamulaştırma yoluyla kamulaştırılamayacağı, taşınmazın kendileri tarafından müze yapılmak amacıyla satın alındığı, acele kamulaştırmanın istisnai bir yol olduğu, dava konusu Bakanlar Kurulu kararının bölge içerisinde yer alan tüm taşınmazları kapsayan soyut bir karar olduğu, dava konusu işlem yönünden sebep ögesinin oluşmadığı, bölgedeki her parsel için ayrı ayrı sebep öğesinin oluşturulması gerektiği, sonuç itibariyle acelelik halinin bulunmadığı iddialarıyla, iptali istenilmektedir.

Savunmaların Özeti: Uyuşmazlığa konu alanın 1988 yılında başlayan kentsel sit kararıyla ve devamında yapılan koruma amaçlı imar planlarıyla koruma altına alınmaya çalışıldığı, tüm bu çalışmalara rağmen bölgenin sağlıksız yapılaştığı, alanın Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığının 15.10.2012 tarihli, 5414 sayılı “..Sur içi bölgesindeki 2 katın üstündeki yapıların ekonomik ömrünü tamamlamış olduğu, can ve mal kaybı riski taşıdığı..” yazısı dikkate alınarak riskli alan olarak ilan edildiği, bölgede bu doğrultuda mühendislik hizmeti almış sağlıklı yapılaşmanın biran önce gerçekleştirilmesinin hedeflendiği, bölgede bulunan kültür varlıklarına ilişkin envanter çalışmasının yapıldığı, bölgeye ilişkin 2012 yılında alınan ve dava konusu acele kamulaştırma kararına esas alınan riskli alan ilanı öncesinde tüm etüd çalışmalarının yapıldığı, zemin ve yapı stoğu yönünden risk haritalarının çıkarıldığı, bölgedeki ruhsatsız yapılaşmanın üst düzeyde olduğu, terör olayları sonrasında oluşan mağduriyetlerin ivedilikle giderilmesi gerektiği ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Düşüncesi: Dava konusu işlem sonrasında, tescilli eser niteliğindeki taşınmaz yönünden 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun “Kamulaştırma” başlıklı 15. Maddesinde ön görülen sürecin işletilmesi gerektiği açık olmakla birlikte milli güvenlik tehdidi altında acelelik halinin bir sonucu olarak kıymet takdiri dışındaki işlemler sonraya bırakılarak taşınmaza el konulmaktan ibaret olan işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddi gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı Düşüncesi: Dava, Diyarbakır İli, Sur İlçesinde ilan edilen riskli alan içerisinde bulunan, A1 Mahallesi, 9 pafta, 421 ada, 15 parsel sayılı taşınmazın acele kamulaştırılmasına ilişkin 25.03.2016 günlü, 29664 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 21.03.2016 günlü, 2016/8659 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle açılmıştır. Davalı idarelerin usule ilişkin itirazları yerinde görülmemiştir.

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun hükümleri ile riskli alan olarak ilan edilen bölgelerde taşınmaz malikleriyle anlaşma sağlanamayan durumlarda acele kamulaştırma yoluna da gidilebileceği öngörülmüştür.

Anayasa’nın 13. ve 35. madde hükümleri uyarınca mülkiyet hakkının kamu yararı amacıyla Anayasa’ya uygun olarak yasayla sınırlandırılması mümkündür. Ancak buna ilişkin düzenlemeler öncelikle kamu yararına dayanmalıdır. Ülkemizin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1 Nolu Protokolüyle de mülkiyet hakkı bir insan hakkı olarak kabul edilmiş ve bu hakkın orantılılık ilkesi çerçevesinde kamu yararı gözetilerek sınırlandırılabileceği ifade edilmiştir. Buna göre, bir taşınmaz üzerindeki mülkiyet hakkının kamulaştırma yolu ile kaldırılması (mülkiyetin el değiştirmesi) kamu yararının karşılanması zorunluluğunun özel mülkiyet hakkının korunmasından üstün tutulması şartına bağlıdır. Bu çerçevede, 2942 sayılı Yasanın 27. maddesi incelendiğinde, kamulaştırma işlemlerinde öngörülen yöntemlerin bir kısmının uygulanmayarak taşınmaza acele el konulabilmesi yolu istisnai olarak başvurulabilecek bir yöntem olarak düzenlendiğinden, madde hükmü ile üç durumda acele kamulaştırma yolu ile taşınmaza el konulmasına olanak tanınmıştır. Bu koşullardan ikisi Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya özel kanunlarda öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olması halleri şeklinde açıkça sayılmak suretiyle üstün kamu yararının ve kamu düzeninin korunmasının gerçekleştirilmesi amacıyla acele kamulaştırma yoluna gidilebileceği belirtilmiştir. Bu kapsamda üçüncü koşul olan aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar verilebilmesi için de kamu yararı ve kamu düzenine ilişkin olma halinin maddede yer alan diğer iki koşula paralel nitelik taşıması gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, davacı vakfa ait uyuşmazlığa konu taşınmazın 1. ve 2. derecede korunması gerekli taşınmaz kültür varlığı olarak tescil edilmiş olduğu ve bu taşınmazın da yer aldığı Diyarbakır İli, Sur İlçesi, Suriçi bölgesinin 29.09.1988 günlü, 38 sayılı Diyarbakır Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu kararı ile kentsel sit alanı ilan edildiği, ancak zaman içerisinde ruhsatsız yapılaşmalar, geleneksel yapıların yıkılması ve tahribi sonucu bölgenin tarihi kent özelliğini kaybettiği, mevcut yapı stokunun can ve mal güvenliği açısından risk oluşturduğu, bu yapıların aynı zamanda tescilli kültür varlığı değeri taşıyan yapıları da olumsuz etkileyerek tarihi yapı ve dokunun bozulmasına ve çöküntü haline gelmesine neden olduğunun saptanması üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan teknik rapora dayanılarak 04.11.2012 günlü, 3900 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. maddesi uyarınca bölgenin riskli alan olarak ilan edildiği, 2015 yılında Diyarbakır Kalesi ve Hevsel bahçeleri kültürel peyzajının Dünya Mirası olarak tescillendiği; Çevre ve Şehircilik Bakanlığının 16.03.2016 günlü, 2088 sayılı yazısı ile riskli alan ilan edilen alanda gerçekleştirilecek dönüşüm uygulamaları ile riskli yapı stoku içinde yaşayan nüfusun can ve mal güvenliğinin sağlanması, riskli yapılardan kaynaklanacak afet risklerinin azaltılarak ülkemizin önemli kültürel zenginlikleri arasında bulunan alanda taşınmaz kültür varlıklarının tahribatının engellenmesi, ülkemizin ve dünyanın kültürel zenginlikleri arasında yer alan sur içi bölgesinin bu nitelik ile bağdaşmayan, yapı ve kültür bütünlüğünü bozan veya kültürel varlıkları tahrip eden yapıların dokuya uyumlu hale getirilmesi; alanda mevcut kültür varlıklarının restorasyon, bakım, onarım, güçlendirme ve iyileştirme çalışmalarının yapılması ve bölgede yaşanan terör olayları sonucu zarar gören yapıların yıkım ve yenileme işlemlerinin gerçekleştirilebilmesi için alan bütününde çalışma imkanının sağlanmasının gerektiği hususları gözetildiğinde riskli alan sınırları dahilinde bulunan taşınmazlardan, hazırlanacak Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında malikleri ile anlaşma sağlanamayanların 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu uyarınca Bakanlık tarafından acele kamulaştırılmasına ilişkin karar alınması yolunda yapılan başvuru üzerine dava konusu Bakanlar Kurulu kararının alındığı; bölgenin riskli alan ilanına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle Danıştay Ondördüncü Dairesi’ne açılan davalarda yürütmenin durdurulması istemlerinin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

5737 sayılı Vakıflar Kanunu ile yurt içi ve yurt dışındaki taşınır ve taşınmaz vakıf kültür varlıklarının muhafazası, onarımı ve yaşatılması kanunun amaçları arasında sayılmış, kanunun 29. maddesinde, vakıflara ait taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının Vakıflar Genel Müdürlüğü, ilgili kamu kurum ve kuruluşları ile kullananları tarafından korunacağı belirtilmiştir.

2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde veya denetiminde bulunan mazbut ve mülhak vakıflara ait taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının tespit, tescil, yetki, yönetim ve kullanımına ilişkin ayrıntılı düzenlemeler yer almaktadır. Anılan Kanun’un 9. maddesinde Koruma Yüksek Kurulunun ilke kararları çerçevesinde koruma bölge kurullarınca alınan kararlara aykırı olarak, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve koruma alanları ile sit alanlarında inşai ve fiziki müdahalede bulunulamayacağı, bunların yeniden kullanıma açılamayacağı veya kullanımlarının değiştirilemeyeceği öngörülmüş, 15. maddesinde de taşınmaz kültür varlıkları ile bunların koruma alanlarının kamulaştırılması usul ve şartları düzenlenmiştir. Diğer taraftan, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 9. maddesinde, 2863 sayılı Kanun ve 5366 sayılı Kanun kapsamındaki alanlarda uygulamada bulunulması halinde alanın sit statüsü de gözetilerek Kültür ve Turizm Bakanlığının görüşünün alınacağı hükme bağlanmıştır.

Yukarıda yer verilen hükümler gözönünde bulundurulduğunda, riskli alan sınırları içerisinde korunması gerekli kültür varlığı niteliğinde vakıf taşınmazı bulunması halinde, yapılacak uygulamalar kapsamında anılan taşınmazların kamulaştırılabilmesi için özel kanun niteliğindeki 2863 sayılı Yasa hükümlerinin uygulanması gerekmekte olup, buna göre, taşınmazın vakıf senedi doğrultusunda korunması ve yaşatılması gereği de dikkate alınarak, koruma bölge kurullarınca izin/onay verilen fonksiyon veya projeler kapsamında yapılabilecek müdahaleler dışında herhangi başka bir müdahalede bulunulmaması; taşınmazın mevcut durumu, bölgenin bütünlüğü de gözönünde bulundurularak aynen korunmasının mümkün olup olmadığının saptanmasından sonra, kültür varlığı olarak korunması bakımından kamulaştırılmasının zorunlu olduğunun açıkça ortaya konması gerekmektedir.

Olayda, riskli alan olarak ilan edilen bölgede 2942 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca acele kamulaştırma yapılabilmesi için gereken koşullar bulunmakla birlikte, kültür varlığı niteliğindeki vakıf taşınmazlarına yönelik olarak 2863 sayılı Yasa uyarınca değerlendirme yapılması gerekmesine karşın; davalı idare tarafından, riskli alan ilanının taşınmaz kültür varlıklarının tahribatını engelleyeceği, alanda yapılacak yenileme, iyileştirme ve dönüşüm uygulamalarına yönelik proje hazırlandığı ifade edilmekle birlikte, dosyaya koruma bölge kurullarınca onaylanmış bir proje sunulmadığı ve her bir taşınmaz için kamulaştırma yapılmasını zorunlu kılan nedenlerin belirtilmediği, diğer taraftan, acele kamulaştırma kararına dayanak alınan gerekçe raporunda, koruma amaçlı imar planı kararları doğrultusunda Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından gerekli projelerin elde edilerek röleve, restitüsyon ve restorasyon işlemlerinin gerçekleştirileceğinin belirtildiği anlaşıldığından, korunması gerekli kültür varlıkları yönünden 2863 sayılı Yasa’da öngörülen koşullar yerine getirilmeksizin riskli alan olarak ilan edilen bölgenin bütününe yönelik genel belirlemelerle acele kamulaştırma kararının alındığı sonucuna varılmıştır.

Bu durumda, davacı vakfa ait korunması gerekli kültür varlığının vakıf senedi ile öngörülen kullanımı gözetilmeksizin ve 2863 sayılı Yasada öngörülen prosedür izlenmeksizin acele kamulaştırılması yönünde tesis edilen işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu 21.03.2016 günlü, 2016/8659 sayılı Bakanlar Kurulu kararının davacıya ait taşınmaza ilişkin bölümünün iptaline karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince önceden belirlenen 20/06/2017 tarihinde yapılan duruşmada davacılar vekili Av. K4 ile davalı Başbakanlık ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı temsilen Hukuk Müşaviri K3’ın gelmediği görülerek, Danıştay Savcısı K2’ın katılımıyla duruşma yapıldı. Aynı gün Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

Dava, Diyarbakır İli, Sur İlçesi, A1 Mahallesi, 421 ada, 15 parsel sayılı 1. Ve 2. Derece korunması gerekli tescilli taşınmazın acele kamulaştırılmasına ilişkin 25/03/2016 tarihli, 29664 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 21/03/2016 tarihli, 2016/8659 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle açılmıştır.

Davaya konu taşınmazın tescilli eser olması nedeniyle işlemin hukuka aykırı olduğu yönündeki iddialar hakkında;

2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun“Acele kamulaştırma” başlıklı 27. maddesinde” 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın 10 uncu madde esasları dairesinde ve 15 inci madde uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına 10 uncu maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabilir.”hükmüne yer verilirken, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun “Kamulaştırma”başlıklı 15. Maddesinde “Taşınmaz kültür varlıkları ve bunların korunma alanları, Kısmen veya tamamen gerçek ve tüzel kişilerle mülkiyetine geçmiş olan korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanları Kültür ve Turizm Bakanlığınca hazırlanacak proğramlara uygun olarak kamulaştırılır. Bu maksat için, Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesine yeterli ödenek konur. Kamu kurum ve kuruluşları, belediyeler, il özel idareleri ve mahallî idare birlikleri tescilli taşınmaz kültür varlıklarını,koruma bölge kurullarının belirlediği fonksiyonda kullanılmak kaydıyla kamulaştırabilirler. Menşei vakıf olup da çeşitli sebeplerle kısmen veya tamamen gerçek ve tüzelkişilerin mülkiyetine geçen korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıkları ve bunların korunma alanlarının kamulaştırılmaları, Vakıflar Genel Müdürlüğünce yapılır. Bu maksat için Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesine yeteri kadar ödenek konur. Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanları, imar planında yola, otoparka, yeşil sahaya rastlıyorsa bunların belediyelerce; sair kamu kurum ve kuruluşlarının bakım ve onarım ile görevli oldukları veya kullandıkları bu gibi kültür varlıklarının korunma olanlarının ise, bu kurum ve kuruluşlarca, kamulaştırılması esastır. Kamulaştırmalarda bedel takdirinde, taşınmaz kültür varlıklarının eskilik, enderlik ve sanat değeri dikkate alınmaz. Kamulaştırma işlemleri,bu Kanun hükümleri ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerine göre yapılır…” hükmüne yer verilmiştir.

Kamulaştırma Kanunun 27. maddesinde yapılan düzenleme ile kamu idaresi tarafından ihtiyaç duyulan taşınmaza yönelik acelellik halinin belirlendiği, bu maddenin uygulanması halinde, acelelik halinin bir sonucu olarak kıymet takdiri dışındaki işlemler sonraya bırakılarak taşınmaza el konulduğu, taşınmazın mülkiyetinin idareye geçmediği, bu haliyle dava konusu kararın taraflar arasındaki uyuşmazlığı nihai olarak çözümlemediği, acelelelik halinin tespitinden ibaret olduğu, uyuşmazlığa konu taşınmazında içinde bulunduğu alana ilişkin Bakanlar Kurulu kararı sonrasında özel mülkiyete konu taşınmazlar yönünden 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunun “Kamulaştırma bedelinin mahkemece tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili” başlıklı 10. maddesinde öngörülen süreç işletilerek mülkiyetin lehine kamulaştırma yapılan idareye geçmesi sağlanırken, davanın konusu olayda olduğu gibi tescilli eser niteliğindeki taşınmazlar yönünden ise 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun “Kamulaştırma”başlıklı15. maddesinde ön görülen sürecin işletileceği açıktır.

Vakıf taşınmazının kamulaştırılması hakkında;

5737 sayılı Vakıflar Kanununun “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinde; Vakıflar: Mazbut, mülhak, cemaat ve esnaf vakıfları ile yeni vakıfları, Mazbut vakıf: Bu Kanun uyarınca Genel Müdürlükçe yönetilecek ve temsil edilecek vakıflar ile mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin yürürlük tarihinden önce kurulmuş ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince Vakıflar Genel Müdürlüğünce yönetilen vakıfları, Cemaat Vakfı: Vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın mülga 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereğince tüzel kişilik kazanmış, mensupları Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Türkiye’deki gayrimüslim cemaatlere ait vakıfları, Akar: Vakıf amaç ve faaliyetlerinin yerine getirilmesi için gelir getirici şekilde değerlendirilmesi zorunlu olan taşınır ve taşınmazları ifade ettiği, hüküm altına alınmıştır.

27.09.2008 günlü, 27010 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Vakıflar Yönetmeliğinin “Vakıf kültür varlıklarının korunması ve imar uygulamalarının bildirilmesi” başlıklı 180. maddesinin 3. fıkrasında: “Mazbut vakıflara ait taşınmazlarda akar niteliğini koruyacak şekilde imar düzenlemesi yapılır. Akar nitelikli vakıf taşınmazlara, imar planlarında yol, meydan, park, otopark, çocuk bahçesi, yeşil saha, cami, karakol, okul, resmi hizmet alanı, belediye hizmet alanı gibi akar niteliği olmayan fonksiyonlar verilemez. Bu taşınmazlarda akar niteliğini koruyacak şekilde imar düzenlemesi yapılmadığının tespit edilmesi halinde, taşınmazın akar niteliğine uygun imar planı tadilatının yapılması ilgili kurumdan istenir. İlgili kurum talep doğrultusunda gerekli düzeltmeleri yapar. İmar tadilatı sonuçlanıncaya kadar işlemler bölge müdürlüğünce takip edilir.” hükmü yer almaktadır.

Uyuşmazlık, mazbut vakıf statüsünde olmayan davacı vakfa ait taşınmazın acele kamulaştırılmasından kaynaklanmaktadır. Mazbut vakfa ait taşınmazların Kamulaştırma Kanununun 30.maddesi kapsamına giren tüzel kişiliği haiz katma bütçe ile idare olunan Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne ait olması nedeniyle kamulaştırma usulü farklı olsa da aynı durum davacı vakıf için söz konusu değildir.

Uyuşmazlığın esası yönünden yapılan incelemede;

Anayasanın 35. maddesinde: “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” hükmü yer almaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1 Nolu Protokolünün “Mülkiyetin korunması” başlıklı 1. maddesinde: “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” hükmüne yer verilmiştir.

Anılan mevzuat hükümleri açısından bakıldığında, özel mülkiyet hakkının, korunması gereken temel insan hakları arasında öngörüldüğü, anayasa ve uluslararası sözleşmelerde mülkiyet hakkını korumaya yönelik düzenlemelere yer verildiği, bu düzenlemelerde mülkiyet hakkına müdahalelerin olabileceğinin öngörüldüğü, ancak bu müdahalelerde kamu yararı gerekçesi, kanuni düzenleme gereği ve ölçülülük yada orantılılık gibi uluslararası hukukun genel ilkelerinin varlığının dikkate alınması gerektiği; aksi durumda müdahalenin mülkiyet hakkı ihlaline neden olacağı kabul edilmiştir. Nitekim Anayasa Mahkemesi kararları ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarıyla da bu hususların açık bir şekilde ortaya konulduğu görülmektedir.

Bu açıdan, kamu gücü kullanılarak özel mülkiyetteki taşınmazların kamu eline geçirilmesini ifade etmesi anlamında kamulaştırmanın yargısal incelemesinde, mülkiyet hakkına söz konusu müdahalede yukarıda yer alan hükümler çerçevesinde kamu yararının varlığının, kanuni düzenleme gereğinin ve orantılılık noktasında adil dengenin sağlanıp sağlanmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun “Acele kamulaştırma” başlıklı 27. maddesinde; 3634 sayılı Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar alınacak hallerde veya özel kanunlarla öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olan taşınmaz malların kamulaştırılmasında kıymet takdiri dışındaki işlemler sonradan tamamlanmak üzere ilgili idarenin istemi ile mahkemece yedi gün içinde o taşınmaz malın 10. madde esasları dairesinde ve 15. madde uyarınca seçilecek bilirkişilerce tespit edilecek değeri, idare tarafından mal sahibi adına 10. maddeye göre yapılacak davetiye ve ilanda belirtilen bankaya yatırılarak o taşınmaz mala el konulabileceği kuralına yer verilmiştir.

2942 sayılı Kanunun 27. maddesi incelendiğinde, kamulaştırma işlemlerinde öngörülen yöntemlerin bir kısmının uygulanmayarak taşınmaza acele el konulabilmesi yolu istisnai olarak başvurulabilecek bir yöntem şeklinde düzenlendiğinden, madde hükmü ile üç durumda acele kamulaştırma yolu ile taşınmaza el konulmasına olanak tanınmıştır. Bu koşullardan ikisinde Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanununun uygulanmasında yurt savunması ihtiyacına veya özel kanunlarda öngörülen olağanüstü durumlarda gerekli olması halleri şeklinde açıkça sayılmak suretiyle üstün kamu yararının ve kamu düzeninin korunmasının gerçekleştirilmesi amacıyla acele kamulaştırma yoluna gidilebileceği belirtilmiştir. Bu kapsamda, üçüncü koşul olan aceleliğine Bakanlar Kurulunca karar verilebilmesi için de kamu yararı ve kamu düzenine ilişkin olma halinin maddede yer alan diğer iki koşula paralel nitelik taşıması gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden, dava konusu acele kamulaştırmaya ilişkin 21.03.2016 tarihli, 2016/8659 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında bahsi geçen riskli alan kararının 22.10.2012 tarihli, 3900 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. Maddesi uyarınca alındığı, söz konusu riskli alan kararı öncesinde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından Diyarbakır İli, Sur İlçesi, Suriçi Bölgesi için hazırlanan teknik raporda: Uyuşmazlık konusu bölgenin mevcut yapı stoğunun niteliklerinin araştırıldığı; Bölgedeki özel ve kamu taşınmazları belirlenerek, alana ilişkin yerinde fiziki tespitleri yapıldığı; Alandaki yapıların; risk unsuru, kat adetleri, yapısal, ruhsat ve tescilli kültür varlığı durumlarının tespitinin gerçekleştirildiği; Deprem risk analizlerinin yapıldığı ve bu başlıklara ilişkin haritaların çizildiği, bölgenin afet geçmişinin araştırıldığı; Suriçi Bölgesinin yıllar itibariyle değişen imar durumunun irdelendiği, bölge içerisinde yer alan anıtsal ve sivil mimarlık örneği teşkil eden korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının tespit edildiği ve bu taşınmazlara ilişkin envanterin çıkarıldığının belirtildiği, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının Başbakanlığa hitaben göndermiş olduğu 16.03.2016 tarihli, 2088 sayılı yazı ile 2012 yılında riskli alan ilan edilen ve Suriçi bölgesi içerisinde yeralan ada ve parsel numaralarıyla belirtilen taşınmazların acele kamulaştırılması için Bakanlar Kurulu kararı alınmasının istenildiği, söz konusu teklif yazının ekinde yer alan gerekçe raporunda; uyuşmazlığa konu alanda gerçekleştirilecek dönüşüm uygulamaları ile riskli yapı stoku içinde yaşayan nüfusun can ve mal güvenliğinin sağlanması, riskli yapılardan kaynaklanacak afet risklerinin azaltılarak ülkemizin önemli kültürel zenginlikleri arasında bulunan alanda taşınmaz kültür varlıklarının tahribatının engellenmesi, yapı ve doku bütünlüğü bozularak aykırılık teşkil eden yapıların dokuya uyumlu hale getirilmesi, kültür varlıklarının restorasyon, bakım onarım, güçlendirme, iyileştirme, sağlıklaştırma, vb. yönünde yapılacak müdahelelerle bölgeye kazandırılmasına yönelik çalışmaların yapılması ve alanda terör örgütü mensuplarınca zarar verilen konut ve işyerlerinin sağlıklı ve güvenli hale getirilmesi ve mağduriyetlerin giderilmesinin amaçlandığı, terör olayları sonucunda Sur bölgesinde birçok ev ve işyerinin hasar gördüğü, Suriçinin sit alanı olması, birçok tescilli yapı bulunması nedeniyle alandaki zarar tespit işlemlerinin yapılacağı Sur bölgesi içerisinde yıkılan yerlerden başlamak suretiyle yıkım ve yapım işlerinin etaplar halinde gerçekleştirileceği, Sur ilçesinde yapılacak yıkım ve yenileme işlemlerinin 60 ayda yapılmasının planlandığı, koruma amaçlı imar planı kararları doğrultusunda kültürel taşınmaz varlıklarının röleve, restütisyon ve restorasyon işlemlerinin gerçekleştirileceği, bu kapsamda alanın riskli alan olarak ilan edilmesi gerektiği, alan içinde bulunan yapıların can ve mal güvenliği açısından risk teşkil etmesi taşınmazların tahliyesinin ve yıkımının ve akabinde yeni yapıların yapımının bir an önce başlatılması ve bitirilmesinin zaruri olduğu, terör örgütü mensuplarınca zarar verilen konut ve işyerleri sebebiyle yaşanan mağduriyetlerin ivedilikle giderilmesi gerektiği, alanda anlaşma sağlanan parsellerde altyapı uygulamalarına başlanıldığı ve altyapı uygulamalarının bütüncül bir şekilde gerçekleştirilebilmesi için alan bütününde çalışma imkanının sağlanmasının gerektiği hususları gözetildiğinde riskli alan olarak ilan edilen sınırlar içerisinde dönüşümün ivedilikle gerçekleştirilebilmesini sağlamak üzere alan sınırları dahilinde bulunan taşınmazlardan, hazırlanacak Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında malikleri ile anlaşma sağlanamayanların 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu uyarınca Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından acele kamulaştırılması gerektiği, saptamalarına yer verildiği anlaşılmıştır.

Uyuşmazlıkta, acele kamulaştırmaya yönelik Bakanlar Kurulu kararının dört ayrı sebebe dayalı bulunduğu; bu sebeplerden birincisinin, alanda riskli yapılar olduğu ve bu riskli yapı stoğu içinde yaşayan nufusun can ve mal güvenliğinin sağlanması, riskli yapılardan kaynaklanacak afet risklerinin azaltılması ve nihayetinde ortadan kaldırılması, ikincisinin, ülkemizin ve dünyanın kültürel zenginlikleri arasında yer alan sur içi bölgesinin bu nitelik ile bağdaşmayan, yapı ve kültür bütünlüğünü bozan veya kültürel varlıkları tahrip eden yapıların dokuya uyumlu hale getirilmesi, üçüncüsünün, alanda mevcut kültür varlıklarının restorasyon, bakım, onarım, güçlendirme ve iyileştirme çalışmalarının yapılması, dördüncüsünün de terör olayları sonucu zarar gören yapıların yıkım ve yenileme işlemlerinin gerçekleştirilmesi olduğu, bu dört sebebin birlikte, birbirleriyle koordineli bir biçimde, altyapıları da ele alınmak suretiyle ve bir an önce uygulamaların gerçekleştirilebilmesi için acele kamulaştırma kararının alındığı ve bu haliyle Kamulaştırma Kanununda öngörülen acelelik halinin dava konusu Bakanlar Kurulu kararı yönünden gerçekleşmiş bulunduğu görülmektedir.

Öte yandan, uyuşmazlığa konu taşınmazın bölge içerisinde yer alan sivil mimarlık örneği olarak korunması gerekli taşınmazlar arasında yer almadığı, davacının yapının bu haliyle ve aynen korunması gerektiği yolunda somut bir iddiasının da bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, uyuşmazlığa konu alan için gerekli olan yukarıda yer verilen ayrıntılı teknik çalışmaların yapıldığı, bunun sonucunda bölgenin riskli alan ilan edildiği, bu riskli alan ilanı doğrultusunda bölgenin sağlıklı yapılaşmasının taşınmaz kültür varlıklarının ihya ve restorasyon çalışmalarının ivedilikle aslına uygun olarak tamamlanmasının sağlanmasının hedeflendiği, acele kamulaştırmaya konu taşınmazların mahalle, ada ve parsel numarası gösterilmek suretiyle tek tek belirlendiği, ancak alanın bütünlüğü de göz önünde bulundurularak yukarıda belirtilen sebeplerle ve kullanılmaz halde bulunan bölgenin kent çeperinde çöküntü alanı oluşumunun önlenmesi, imar ıslahının bir an önce yapılabilmesi için acele kamulaştırma kararının alındığı sonucuna varıldığından dava konusu Bakanlar Kurulu kararında hukuka aykırılık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davanın reddine,aşağıda ayrıntısı yer alan 318,10-TL yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca duruşmaya katılmayan davalı vekili lehine hesaplanan 1.800,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalı idarelere verilmesine, artan posta avansının karar kesinleştikten sonra davacıların göstereceği hesaba iadesine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 20/A maddesi uyarınca bu kararın tebliğini izleyen 15 (onbeş) gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna temyiz yolu açık olmak üzere 20/06/2017tarihinde oybirliğiyle karar verildi.