1. Anasayfa
  2. Danıştay 6. Dairesi Kararları

Danıştay 6. Dairesi E: 2019/1222 K: 2020/7449 T: 10.9.2020


Davacıların kendi iradeleri ile sözleşmeleri imzaladıkları görülse de, davacıların dava açmaktaki amacı ile dava açmakla ulaşmak istediği sonuç göz önünde bulundurulduğunda beyanlarından, dava dosyasındaki bilgi ve belgelerden ve yapılan incelemelerden, davacıların, taşınmazlarının ihale yoluyla satışına engel olmak ve hak kaybına uğramamak için sözleşme imzalamayı kabul ettikleri, sözleşme sonrasında da taşınmazların devrine engel olmak için sözleşme ile verilen vekâletnamelere ilişkin azilname düzenledikleri, söz konusu davacıların subjektif dava açma ehliyetinin varlığının devam ettiğinin kabulü gerekmektedir.

İSTEMİN KONUSU: İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesinin 10/10/2018 tarih ve E: 2018/1554, K: 2018/1950 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ:

Dava konusu istem: İstanbul İli, Zeytinburnu İlçesi, A1 Mahallesi, A2 Sitesi, 3246 ada, 15, 16, 21 ve 30 parsel sayılı taşınmazların maliki olan davacılar tarafından, söz konusu taşınmazları da kapsayan alanda İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin 10.05.2016 tarih ve 747 sayılı kararı ile onaylanan 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliğinin iptali istenilmiştir.

İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: İstanbul 3. İdare Mahkemesince verilen 30/03/2018 tarih ve E: 2016/2577, K: 2018/589 sayılı kararda; dava dosyasındaki bilgi ve belgeler ile yerinde yaptırılan keşif ve bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporun birlikte değerlendirilmesinden, söz konusu taşınmazların da içinde bulunduğu alana yönelen ağır vasıta trafiğinin D-100 karayolu ile bağlandığı kavşak noktalarında kavşak geometrilerinin ağır vasıtaların dönmesine elverişli olmaması nedeniyle sorun oluşturduğu, bunun yanında Fatih Sultan Mehmet ve 15 Temmuz Şehitler Köprülerinden ağır vasıtaların geçişine yönelik getirilen zaman kısıtlamalarının da dava konusu alanda hakim fonksiyona hizmet eden ulaşım araçlarının ana akslarına erişimini zorlaştırdığı ve özellikle sabah ve akşam saatlerinde yaşanan trafik yoğunluğunu artıran bir unsur olduğu, 15.06.2009 onay tarihli 1/100.000 ölçekli çevre düzeni planında Hadımköy – Deliklikaya bölgesinin sanayi ve depolama alanı olarak belirlenmesi ve 22.09.2011 onay tarihli Hadımköy – Deliklikaya Nakliye Ambarları Nazım İmar Planında da nakliye ambarlarının bu bölgeye taşınmasının planlanması gerçeği karşısında dava konusu 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliğinin zorunluluğa istinaden yapıldığı, dava konusu 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliği ile öncelikle planlama alanına konut fonksiyonunun getirilmesiyle gündüz nüfus yoğunluğunun azaltıldığı, daimi yaşayan kentli nüfusu da içinde barındıran ve ticaret işlevi ile birlikte değerlendirilen bir kentsel alan tanımının yapıldığı, katlı otopark alanı ile daha küçük alanda daha fazla aracın depolanabilmesi ve bununla birlikte park alanının altının da kapalı otopark olarak değerlendirilmesiyle zemindeki parklanmadan oluşacak görsel kirliliğin oluşmasının azaltıldığı, park alanının daha büyük ve kent parkı niteliğinde planlandığı, bölgede yaşayacak nüfusun gereksinimlerine cevap verecek eğitim ve ibadet alanının ayrıldığı, bu durumun şehircilik esaslarına ve kamu yararına daha uygun olduğu, sonuç olarak, söz konusu taşınmazlara verilen “kısmen ticaret+konut alanı, kısmen park alanı, kısmen zemin altı otopark alanı, kısmen katlı otopark alanı, kısmen mesleki eğitim alanı, kısmen ibadet alanı, kısmen eğitim alanı ve kısmen yol alanı” fonksiyonların şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve kamu yararına uygun olduğu, hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Uyuşmazlık plan notları yönünden değerlendirildiğinde;

Plan notlarının “Genel hükümler” kısmının 5.maddesinde, “Planlama alanında uygulama İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığınca onaylanacak mimari avan projesine göre yapılacaktır.” denildiği, getirilen bu plan notu ile uygulamanın tamamen taşınmaz malikleri ve proje müelliflerinin insiyatifine bırakıldığı görülmektedir. Yapılaşma koşullarının bütünüyle nazım imar planı hükümleri eliyle, imar mevzuatına aykırı bir şekilde uygulama imar planı ve ruhsat işlemi kavramlarının atlanarak, kapsamı ve sınırları belirlenmeyen avan projeye devredilmesi imar mevzuatına aykırılık teşkil ettiği, 15.maddesinde, “Planlama alanının tamamında bodrum kat iskan edilebilir.İskan edilen bodrum katlar emsale dahil değildir. Tamamı doğal zemin altında kalmak şartıyla TAKS şartı aranmayacaktır.” düzenlemesi getirildiği, şehircilik ilkeleri ve planlama esasları açısından plan kararları ile getirilen kullanım alanlarının yer altında (bodrum katlarda) veya yer üstünde (normal katlarda) öngörülmesinde bir farklılık bulunmadığı, bodrum katlarda öngörülen kullanım kararlarının da (otopark alanları hariç) yoğunluk artışına yol açtığı, sosyal ve teknik altyapıya yük getirdiği, ulaşım etütlerini etkilediği ve kentsel maliyetleri artırdığı, bu itibarla, planlama yapılırken bodrum katların emsal hesabına dahil olmayacağını kabul ederek anılan katların plan bütünlüğü içinde ele alınmaması suretiyle onaylanan bir planın, şehircilik ilkeleri ve planlama esaslarıyla bağdaşır bir yönü bulunmadığı sonucuna varıldığından bu plan notunda da imar mevzuatına aykırılık bulunduğu, “Uygulama hükümleri” başlıklı 27.maddesinde ise, “TİCK (ticaret+konut) alanlarında, tamamen konut yapılabileceği gibi tüm katlarda ayrı ayrı veya birlikte olmak üzere iş merkezi, ofis, büro, alışveriş merkezleri, çok katlı mağaza, çarşı, otel, motel, konaklama tesisleri, sinema, tiyatro, sergi salonları, restoran, kafe, lokanta gibi yeme içme üniteleri, yönetim binaları, banka ve finans kurumları, apart, konut, rezidans kullanımları yer alabilir.” hükmü düzenlendiği, bahse konu alanda tamamen konut yapılabileceği gibi konutun yanı sıra iş merkezi gibi ticari ünitelerin de yer alabileceği şeklindeki düzenlemenin belirsizlik taşıdığı, tamamen konut fonksiyonu verilmesi halinde bunun getireceği nüfus ile ticari fonksiyon verilmesi halinde getireceği nüfusun çok farklı olabileceği, gece ve gündüz nüfus sayılarının da farklı olacağı, nüfusa ve kullanım durumuna göre de sosyal donatı alanlarının da farklılık göstereceği, bu durumun da planlama teknikleriyle, şehircilik ilkelerine uygun olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Belirtilen gerekçelerle, dava konusu1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliğinin; 5, 11 ve 27 sayılı plan notları yönünden iptaline, diğer plan notları ve taşınmaza verilen fonksiyonlar yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi kararının özeti: İdari Dava Dairesince verilen kararda; İdare mahkemesince işin esası incelenmek suretiyle karar verildiği görülmüş ise de, öncelikle davacıların dava açma ehliyetinin bulunup bulunmadığının irdelenmesiNİN gerektiği, bu bağlamda dosya incelendiğinde, dava açma tarihi itibariyle davacıların davaya konu yerde malik konumunda bulunduklarının görüldüğü ve bu alanın halen fiili kullanım şekliyle devam etmesi (nakliyeciler sitesi) istemlerine münhasır olmak üzere dava açtıklarının anlaşıldığı, davanın açıldığı tarih itibariyle dava açma ehliyetinin bulunduğu, ancak daha sonra davacılardan K9, K7 ve K8’nin maliki bulundukları taşınmazlarını 01.08.2018 tarihi itibariyle dava dışı üçüncü bir kişiye sattıkları, davacılardan K2, K3 ve K4’in ise burada yatırım yapan firma olan ve aynı zamanda bu dosyada davalı idare yanında müdahil konumunda bulunan F1 firmasıyla anlaşılarak kat karşılığı inşaat sözleşmesi imzaladığı, davacılardan K5 ile K6’ın taşınmazlarının ise 6306 sayılı Yasa uyarınca satışı yapılmak suretiyle müdahil firma tarafından satın alındığı, buna göre, taşınmazla ilgili olarak dava konusu edilen 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliğinin iptalini istemekte menfaatlerinin ve dolayısıyla dava ehliyetlerinin kalmadığının görüldüğü, dava konusu işlemin mülkiyet hakkını ilgilendirmesi nedeniyle tapuda kayıtlı malikler veya diğer hak sahipleri tarafından dava açılabileceği, davacıların bir kısmının uyuşmazlık konusu alanla ilgili olarak imar planı doğrultusunda alanda uygulama yapılarak ticaret+konut bölgesinden kendilerine bağımsız bölüm verilmesi konusunda müteahhit firma ile anlaşmaya vardığı, diğer davacıların ise taşınmazlarını sattığı, dolayısıyla dava açarken olan menfaat bağının bu aşamada tersine dönmek suretiyle ortadan kalktığı, davanın açılması sırasında sahip olunması ve davanın görümü sürecinde de devam etmesi gereken menfaat bağının artık bulunmaması nedeniyle davacıların dava ehliyetine sahip olmadığı sonucuna ulaşılmaktadır.

Belirtilen gerekçelerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 45. maddesinin 4. fıkrası uyarınca istinaf başvurusunun kabulüne, kısmen davanın reddi, kısmen dava konusu işlemin iptali yolundaki İdare Mahkemesi kararının kaldırılarak davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI: Her ne kadar kendi iradeleri ile taşınmazlarını satmışlar ve arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesini imzalamışsalar da, 6306 sayılı Kanun ve 6306 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliği uyarınca taşınmazlarının ihale yoluyla satışına engel olmak ve hak kaybına uğramamak için satış yapmayı ve sözleşme imzalamayı kabul etmek zorunda kaldıklarını, dolayısıyla, subjektif dava açma ehliyetinin devam ettiğini, nitekim arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin imzalanmasından 90 gün sonra, kendisiyle sözleşme imzalanan yüklenici şirkete sözleşme ile verilen vekâletnamelere ilişkin azilname düzenlendiği, ilan edilen riskli alan kararına karşı açılan dava sonucunda verilecek karar doğrultusunda satış yapan davacıların, gerçekleşen satışlara yönelik tapu iptal ve tescil davası açarak taşınmazlarını geri alacakları, dava konusu işlemin iptaline karar verilmesi yönündeki iradelerinin devam ettiği, ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASININ ÖZETİ: Temyize konu kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek istemin reddi gerektiği savunulmuştur.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ K1’INDÜŞÜNCESİ: Temyiz isteminin kabulü ile Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:

MADDİ OLAY: İstanbul İli, Zeytinburnu İlçesi, A1 Mahallesi, A2 Sitesi, 3246 ada, 15, 16, 21 ve 30 parsel sayılı taşınmazların maliki olan davacılar tarafından, kısmen 22.03.2007 onay tarihli 1/5000 ölçekli nazım imar planı, kısmen 22.09.2011 onay tarihli 1/5000 ölçekli nazım imar planı tadilatı, kısmen 18.02.2012 onay tarihli 1/5000 ölçekli nazım imar planı tadilatı kapsamında kalan 156.000 m2 büyüklüğünde şahıs, şirket ve nakliye ambarları kooperatifi mülkiyetinde olan alanın “kısmen ticaret alanı (E: 2.00, TAKS: 0.50), kısmen kültürel tesis alanı, kısmen idari tesis alanı, kısmen dini tesis alanı, kısmen kapalı ve açık semt spor alanı, kısmen yeşil alan, kısmen açık otopark alanı ve kısmen yol alanı fonksiyonunda iken “E: 2,00, TAKS: 0,40 ve Yükseklik ençok: 40,00 m. kısmen ticaret+konut alanı, kısmen park alanı, kısmen zemin altı otopark alanı, kısmen katlı otopark alanı, kısmen mesleki eğitim alanı, kısmen ibadet alanı, kısmen eğitim alanı ve kısmen yol alanı” olarak belirlenmesine ilişkin İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin 10.05.2016 tarih ve 747 sayılı kararı ile onaylanan 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliği 29.07.2016 – 29.08.2016 tarihleri arasında askıya çıkarılmıştır.

Davacılar tarafından, planlama alanının fiili kullanım şekline (nakliyeciler sitesi) uyumsuz planlama yapıldığı, kentsel sosyal donatı alanı niteliğinde olan kapalı ve açık semt spor alanı, idari tesis alanı ve kültürel tesis alanlarının kaldırıldığı ve aynı hizmet bölgesi içinde eşdeğer yer ayrılmadığı, müdahil şirketin inşaat projesine zemin hazırlamak amacıyla dava konusu imar planı değişikliğinin hazırlandığı, dolayısıyla yapılan işlemin kamu yararından ziyade bireysel yararı amaçladığı, önceki imar planlarında olan ticaret alanının yanına konut alanının da eklenmesiyle nüfus ve yapı yoğunluğunun arttırıldığı, buna karşılık sosyal ve teknik donatı alanlarının azaltıldığı, dava konusu nazım imar planı değişikliğinin yoğunluğu arttırdığı ve ulaşım sistemini etkilediği ve Mekansal Planlar Yapım Yönetmeliği gereği zorunlu olduğu halde kentsel teknik altyapı etki değerlendirmesi raporunun hazırlanmadığı, plan notlarının 5, 6, 7, 8, 11, 12, 13, 16, 26, 27 ve 28.maddelerinin, işlem tarihinde yürürlükte olan Planlı Alanlar Tip İmar yönetmeliğine, şehircilik ilkelerine, planlama esaslarına ve imar mevzuatına aykırı olduğu, iddialarıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin 10.05.2016 tarih ve 747 sayılı kararı ile onaylanan 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliğinin iptali istemiyle 10.10.2016 tarihinde görülmekte olan dava açılmıştır.

İstanbul İli, Zeytinburnu İlçesi, A1 Mahallesi sınırları içerisinde bulunan ve 10/02/2017 tarih ve 29975 sayılı Resmi Gazete’de yayımlananBakanlar Kurulu kararına ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alan, 06/02/2017 tarih ve 2017/9867 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. maddesi uyarınca riskli alan ilan edilmiştir.

Dava konusu alanda mülkiyet sahibi olan davacılardan bir kısmı (K8, K9, K7, bakılan dava devam etmekte iken taşınmazlarını F2 Gayrimenkul Tur. İnş. Yat. ve Tic. A.Ş.’ye 01.08.2018 tarihinde satış yoluyla devretmişlerdir. Anılan davacılar, taşınmazlarının 6306 sayılı Kanun ve Uygulama Yönetmeliği gereği alandaki mülkiyet sahibi olan 2/3 çoğunluğa satışına engel olmak amacıyla dava dışı şirkete sattıklarını iddia etmektedirler.

Dava konusu alanda mülkiyet sahibi olan davacılardan K5 ile K6’ın taşınmazlarının mülkiyetinin 6306 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliği uyarınca yapılan ihale sonucu müdahil şirkete geçtiği görülmektedir.

Davacılardan K2, K3 ve K10ise, taşınmazları üzerinde bakılan davada müdahil şirket ile arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi imzalamışlardır. Anılan davacılar, taşınmazlarının 6306 sayılı Kanun ve Uygulama Yönetmeliği gereği alandaki mülkiyet sahibi olan 2/3 çoğunluğa satışına engel olmak amacıyla sözleşme düzenlediklerini iddia etmektedirler.

İLGİLİ MEVZUAT:

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının İkinci Kısmında Temel Hak ve Ödevler düzenlenmiş, Birinci Bölümünde Genel Hükümler belirlenmiş, bu Bölümde yer alan “Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması” başlıklı 4709 sayılı Kanun ile değişik 13. maddesinde; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” hükmüne yer verilmiş, İkinci Bölümde Kişinin Hakları ve Ödevleri arasında yer verilen “mülkiyet hakkı” ise 35. maddesinde sayılmış ve bu hak; “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” şeklinde düzenlemeye konu edilmiştir.

20/03/1952 tarihinde kabul edilen İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol Türkiye tarafından 19/03/1954 tarihinde onaylanmıştır. Anılan Protokol’ün “Mülkiyetin Korunması” başlıklı 1. maddesinde; “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” kuralı yer almıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde; iptal davaları; idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:

Kararın, taşınmazlarını satış yoluyla dava dışı şirkete devreden davacılardan K8, K9, K7 hakkında verilen davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmınınincelenmesinden;

Bölge İdare Mahkemelerinin kararlarının temyizen incelenerek bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinde yer alan; “a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi, c) Usul hükümlerinin uygulanmasında kararı etkileyebilecek nitelikte hata veya eksikliklerin bulunması” sebeplerinden birinin varlığı hâlinde mümkündür.

Temyizen incelenen kararın, anılan davacılar bakımından davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin kısmı usul ve hukuka uygun olup temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bu kısımlarının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

Kararın, davacılardan K5, K6, K2, K3 ve K10yönünden incelenmesinden;

2577 sayılı Kanunun 2.maddesinde yer alan ve iptal davasının subjektif ehliyet koşulu olan “menfaat ihlali” kavramı doktrin ve içtihatlarda dava konusu işlemle davacı arasında kurulan kişisel, meşru, güncel bir menfaat ilişkisi olarak tanımlanmaktadır. Sözü edilen menfaat ilişkisinin varlığı ve sınırları her olayda yargı yerince uyuşmazlığın niteliğine göre belirlenmektedir.

Yargısal denetim amacıyla her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idari işlemlerde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçüler içinde menfaat ilişkisi bulunması koşuluna ihtiyaç vardır.

İptal davası açılabilmesi için gerekli olan menfaat ilişkisi kişisel, meşru, güncel bir menfaatin bulunması halinde gerçekleşecektir. Başka bir anlatımla, iptal davasına konu olan işlemin davacının menfaatini ihlal ettiğinden söz edilebilmesi için, davacıyı etkilemesi, yani davacının kişisel menfaatini ihlal etmesi, işlem ile davacı arasında ciddi ve makul bir ilişkinin bulunması gerekmektedir.

İptal davalarında, dava konusu işlemin davacının menfaatini ihlal ettiğinin saptanması davacının bu davada ehliyetinin (subjektif ehliyetinin) bulunduğu, dolayısıyla davanın esasının incelenmesine geçilebileceği sonucunu doğurmaktadır.

Yerleşik İdare Hukuku ilkelerine göre; iptal davası açılabilmesi ve davanın görülebilmesi için davacının iptali istenilen işlem nedeniyle davanın açıldığı sırada menfaatinin ihlal edilmesi yeterli olup; alınacak yeni bir idari kararla, davacının iptali istenilen işlemle ilişkisini kesmek ya da yeni bir işlemle geriye dönük olarak işlemin hukuka uygunluğunu sağlamaya çalışmakla, hukuka aykırılığı ileri sürülen işlemin yargısal denetim dışında bırakılması sonucu doğacaktır. Kaldı ki, İdari işlemlerin tesis edildikleri tarih itibariyle yargısal denetiminin yapılması gerekmektedir.

Davacılardan K5 ve K6’a ait taşınmazların mülkiyetinin 6306 sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliği uyarınca yapılan ihale sonucu müdahil şirkete geçtiği, söz konusu devir işleminin, riskli alan ilanına ilişkin 06/02/2017 tarih ve 2017/9867 sayılı Bakanlar Kurulu kararı sonucu alınan ihale kararı üzerine gerçekleştiği, başka bir ifadeyle, davacıların iradeleri dışında taşınmazın mülkiyetini kaybettikleri açıktır.

Yukarıda yer verilen açıklamalar çerçevesinde dosyada bulunan bilgi ve belgelerin incelenmesinden, 06/02/2017 tarih ve 2017/9867 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla riskli alan ilan edilen alanda, müdahil şirketin 2/3 çoğunluğa sahip olduğu, müdahil şirketin bu çoğunluk hakkına dayanarak, alandaki diğer taşınmazların, 6306 sayılı Kanun ve Uygulama Yönetmeliği gereği ihale yoluyla satışının sağlanması için gerekli girişimlerde bulunduğu, davacıların ise, taşınmazlarının ihale yoluyla satışına engel olmak ve olası bir hak kaybına uğramamak adına müdahil şirket ile arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlediklerini, mevcut durumun gerçek iradelerini yansıtmadığını, nitekim, sözleşmenin düzenlenmesinden 90 gün sonra sözleşme ile verilen vekâletnamelere ilişkin azilname düzenledikleri beyanında bulundukları, her ne kadar, davacılar ile müdahil şirket arasında düzenlenen arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinin 7. maddesinde; “İş bu sözleşmenin taraflarca imzalanmasının ardından arsanın mülkiyetinin tamamı yükleniciye devredilecektir.” şeklinde düzenleme var ise de, UYAP sistemi üzerinde TABBİS kayıtlarının incelenmesinden, sözleşmeye konu taşınmazların mülkiyetinin, davacılar tarafından yüklenici (müdahil) şirkete devredilmediği anlaşılmaktadır.

Davacıların kendi iradeleri ile sözleşmeleri imzaladıkları görülse de, davacıların dava açmaktaki amacı ile dava açmakla ulaşmak istediği sonuç göz önünde bulundurulduğunda beyanlarından, dava dosyasındaki bilgi ve belgelerden ve yapılan incelemelerden, davacıların, taşınmazlarının ihale yoluyla satışına engel olmak ve hak kaybına uğramamak için sözleşme imzalamayı kabul ettikleri, sözleşme sonrasında da taşınmazların devrine engel olmak için sözleşme ile verilen vekâletnamelere ilişkin azilname düzenledikleri,söz konusu davacıların subjektif dava açma ehliyetinin varlığının devam ettiğinin kabulü gerekmektedir.

Öte yandan, mezkur taşınmazları da kapsayan alanda Bakanlar Kurulunun 06/02/2017 tarih ve 2017/9867 sayılı kararıyla ilan edilen riskli alan kararının Danıştay Ondördüncü Dairesinin 15/01/2019 tarih ve E: 2017/826, K: 2019/81 sayılı kararı ile iptaline karar verildiği, anılan kararın temyizi üzerine de Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 03/10/2019 tarih ve E: 2019/83, K: 2019/4047 sayılı kararıyla onanması üzerine iptal kararının kesinleştiği görülmektedir.

Bu durumda, 1/5000 ölçekli nazım imar planı değişikliğinin iptali istemiyle açılan davada davacılardan K5, K6, K2, K3 ve K4’in dava açma ehliyetlerinin bulunduğu sonucuna ulaşıldığından, işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken davanın tüm davacılar bakımından ehliyet yönünden reddi yolunda verilen Bölge İdare Mahkemesi kararında isabet görülmemiştir.

KARAR SONUCU:

Açıklanan nedenlerle; Davacılardan,K8, K9, K7’nin temyiz isteminin reddine, 2.İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesinin temyize konu 10/10/2018 tarih ve E: 2018/1554, K: 2018/1950 sayılı kararının davacılardan,K8, K9, K7 yönünden verilen davanın ehliyet yönünden reddineilişkin kısmının ONANMASINA, Davacılardan K2, K3, K4, K5 ve K6’ın temyiz isteminin kabulüne, 4.Anılan Daire kararının,davacılardan, K2, K3, K4, K5 ve K6 yönünden verilen davanın ehliyet yönünden reddineilişkin kısmının BOZULMASINA, Bozulan kısım yönünden yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 4. İdari Dava Dairesine gönderilmesine, Kesin olarak, 10/09/2020 tarihinde, oybirliğiyle karar verildi.