1. Anasayfa
  2. Danıştay 6. Dairesi Kararları

Danıştay 6. Dairesi E: 2016/12720 K: 2019/8828 T: 09.10.2019


Tapu tahsis belgesi, ilgilisine taşınmazın mülkiyetini kazandıracak nitelikte olduğundan, bu belgeye sahip olan davacının tapu tahsis belgesinin ait olduğu alana yönelik imar planının iptali istemiyle dava açma ehliyetinin bulunduğu hakkında.

Karar Düzeltme İsteminde Bulunan (Davacılar): 1- …, 2- … Karşı Taraf (Davalılar): 1- Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Vekili: Hukuk Müşaviri …

İstemin Konusu: İstanbul 6. İdare Mahkemesince verilen 07/05/2015 tarihli, E:2015/1055, 10.2015/1184 sayılı kararının onanmasına dair Danıştay Altıncı Dairesinin 13/05/2016 tarih ve E:2015/6893, 102016/2636 sayılı kararının; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen 3622 sayılı Kanun ile değişik 54. maddesi uyarınca düzeltilmesi istenilmektedir.

Dava Konusu İstem: İstanbul ili, Beykoz ilçesi, Rüzgarlıbahçe Mahallesi, … ada … parsel (eski … pafta, … ada, … parsel) sayılı taşınmazın park ve spor alanı olarak belirlenmesi yolundaki 19.01.2015 tarihinde askıya çıkarılan Beykoz 1. Etap 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Revizyon İmar Planı ile 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Revizyon Uygulama İmar Planının iptali istemiyle açılmıştır.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti: İdare Mahkemesince; 2981 s,ayılı Kanunun, en temel ihtiyaçlardan biri olan barınma ihtiyacını dahi karşılayamayacak durumdaki dar gelirli vatandaşların mağduriyetini gidererek bu durumda olanlara aileleriyle birlikte barınma olanağı sağlamak için hazine, belediye, il özel idaresi ve vakıf arazisi üzerine yapılan, barınma amacıyla ya da kısmen barınma kısmen işyeri olarak kullanılan kaçak yapıları meşrulaştırdığı, bu meşrulaştırma sırasında yasaya özgü olan ve tapuya esas teşkil ederek hak sahipliğini belirleyecek olan tapu tahsis belgesi verildiği ve bu tahsisin yapıldığının tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterildiği, söz konusu belgenin, Medeni Kanunda tanımlanan tasarruf belgelerinden farklı olarak mülkiyeti değil hak sahipliğini belirlediği, belgenin tapuya dönüşünceye kadar işlevinin ise içinde oturan dar gelirli ailenin barınma ihtiyacını karşılamak olduğu, gecekondunun yıkılmasının ya da yıkılarak yeniden yapılmasının tahsisin iptali sonucunu doğuracağı ve ilgiliye tapu verilemeyeceği, dolayısıyla tapu tahsis belgesi ile hak sahibi kabul edilenlerin tasarruf haklarının, yasanın belirlediği amaçlar çerçevesinde kısıtlandığı, olayda davacının, henüz tapuya dönüşmemiş tapu tahsis belgesi ile tasarruf edilen gecekondudan hareketle ve onun dışında herhangi bir farklı iptal nedeni ileri sürülmeksizin imar planı yapılmasına ilişkin işlemin iptalini istediği, bu nedenle dava konusu işlemin davacının kişisel, meşru ve güncel bir menfaatini ihlal etmediği sonucuna ulaşıldığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir.

Daire Kararının Özeti: Davacıların temyiz başvurusu üzerine Danıştay Altıncı Daire since, temyize konu karar hukuk ve usule uygun bulunmuş ve kararın onanmasına karar verilmiştir.

Karar Düzeltme Talep Edenin İddiaları: Davacılar tarafından, davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesinin hukukun temel ilkelerine ve hak arama özgürlüğüne aykırı olduğu, 40 yılı aşkın süredir söz konusu taşınmazın kullanıldığı, 2981 sayılı Kanun uyarınca tapu tahsis belgesi alındığı, taşınmaz üzerindeki hak sahipliği yok sayılarak imar planında park ve spor alanı olarak belirlenmesinin hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek Danıştay Altıncı Daire since verilen kararın düzeltilmesi istenilmektedir.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından, düzeltilmesi istenen kararın usul ve yasaya uygun olduğu, ileri sürülen nedenlerin 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54. maddesine uymadığı, bu nedenle istemin reddi gerektiği savunulmaktadır. Beykoz Belediye Başkanlığı tarafından, savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hakimi Zübeyde Bulur’un Düşüncesi: Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet kavramının, kapsam itibarıyla Türk Medeni Kanunu’nda yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı olmadığı, ancak mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri süren kimsenin böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorunda olduğu, bu nedenle, öncelikle kişinin, Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği birçok Anayasa Mahkemesi kararında (Örneğin; İhsan Vurucuoğlu Başvurusu, B. No:2013/539, T.16/5/2013, para.30-31) açıklanmıştır.

Mülkiyet hakkının konusuna giren mülk kavramı, Sözleşme ve Anayasa’daki düzenlemeler nedeniyle özerk bir kavram olarak ele alınmaktadır. Her somut olayda bu kapsamda mülkiyet hakkının sağladığı güvenceden yararlanabilecek bir malvarlığı değerinin olup olmadığının araştırılması gerekmektedir.

Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı, kişilere başkalarının haklarına zarar vermemek ve yasaların koyduğu sınırlamalara uymak koşuluyla, sahibi olduğu şeyi dilediği gibi kullanma, ürünlerinden yararlanma ve tasarruf olanağı veren bir haktır. (Nazmiye Akman, B. No: 2013/1012, 16/4/2013, para. 17) Kişilerin, anayasal mülkiyet hakkından yararlanmak için ancak kendi mülkleriyle ilgili ihlal iddiasında bulunabileceği, Anayasa’nın 35. maddesinin sadece sahip olunan mülk ve varlıklara koruma sağladığı, bir kimsenin henüz sahip olmadığı bir varlığın mülkiyetini kazanma hakkının, kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun, mevcutta var olan mülke sağlanan bu korumadan yararlanamayacağı kabul edilmektedir. (Murat İslamoğlu, B. No: 2013/614, 25/6/2014, para 32)

Anayasa Mahkemesince, alacak haklarının ise mülkiyet hakkı kapsamında korunabilmesi için, ya bir mahkeme hükmü, hakem kararı, idari karar gibi bir işlemle yeterli derecede icra edilebilir kılınmış olması ya da en azından bunlarla bağlantılı olarak meşru bir beklentinin bulunması gerektiği kabul edilmekte, meşru beklenti de, makul bir biçimde ortaya konulmuş icra edilebilir bir iddianın doğurduğu, ulusal mevzuatta belirli bir kanun hükmüne veya başarılı olma şansı yüksek olduğu görünen yerleşik ve istikrarlı bir yargı içtihadına dayanan, yeterli somutluğa sahip nitelikteki bir beklenti olarak tanımlanmaktadır. (Sultan Tokay ve Diğerleri, B. No: 2013/1122, 26/6/2014, para. 37)

2981 sayılı Kanunun 10.maddesinin (a) fıkrasında ise; bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün idare ettiği arsa ve araziler üzerinde gecekondu sahiplerince yapılmış yapıların 12. madde hükümlerine göre tesbit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yerin hak sahibine tahsis edilerek tapu tahsis belgesi verileceği, tapu tahsis belgesinin ıslah imar planı veya kadastro planlan yapıldıktan sonra verilecek tapuya esas teşkil edeceği, 3. maddesinde,

İstanbul ve Çanakkale (Özel kanun çıkarılıncaya kadar) Boğazları ile 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu uyarınca belirlenmiş ve belirlenecek yerlerde, Askeri Yasak Bölgeleri ve Güvenlik Bölgelerinde, Türk Silahlı Kuvvetlerine ait harekat, eğitim ve savunma amaçlı yapılarda bu Kanun hükümlerinin uygulanmayacağı hükme bağlanmıştır.

Tapu tahsis belgesi, hazine, belediye, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve il özel idarelerinin müstakilen sahip oldukları taşınmazlar üzerinde 2981 sayılı Kanuna göre belirlenen çerçevede ilgili kişilerin söz konusu taşınmazları elinde bulundurduğuna ilişkin bir belgedir. Söz konusu belge Türk Medeni Kanunu uyarınca düzenlenen taşınmaz üzerinde mutlak hak sahipliğini gösteren ve herkese karşı ileri sürülebilen tapu senedi niteliğinde değildir.

Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince de, tapu tahsis belgesi verilen taşınmazların kamu malı niteliğinde olduğu, dolayısıyla söz konusu taşınmazların kazandırıcı zamanaşımı yoluyla mülkiyet hakkının elde edilmesinin mümkün olmadığı, başvurucuların, tahliye edilinceye kadar uzun süre taşınmazı kullanmalarının mülkiyet hakkının kazanılmasına gerekçe olamayacağı, tapu tahsis belgesi ile mülk sahibi olmanın şartları olduğundan, bu belgenin şartlı bir hak sağladığı, bu şartların oluşup oluşmadığının ise derece mahkemeleri tarafından değerlendirilebilecek bir husus olduğu, tapu tahsis belgesinin verilmesinin, belge sahibine mülkiyet hakkı tanındığı anlamına gelmediği ve yetkili makamlara tapu senedi verme zorunluluğu getirmediği, gerçekten de 2981 sayılı Kanun’un 10. maddesinde, bu belgenin ıslah imar planı gerçekleştirildikten sonra hak sahiplerine verilecek tapu senedi için esas teşkil ettiği, tapu kaydı alınmasının bazı şartları bulunduğu, bu şartların yerine getirilmemesi sebebiyle tapu kaydı verilmemesi halinde, sadece bu belgeye dayalı olarak kullanılan taşınmazın başvurucunun elinden alınması ile alacaklı konuma geldiğinden söz edilemeyeceği, başvurucunun, bu taşınmazla ilgili olarak 1 No.lu Ek Protokolün 1. maddesi anlamında “mülk”ün varlığını iddia edemeyeceği belirtilmiştir. (Anat ve Diğerleri/Türkiye, B. No:37899/04, 26/4/2011, para. 53, 55, 56)

Diğer yandan, yine Anayasa Mahkemesi Ayşe Öztürk başvurusuna ilişkin kararda, somut olayda başvurucuya, 10/7/1985 tarihinde, Milli Emlak Müdürü tarafından 2981 sayılı Kanun’a göre tapu tahsis belgesi düzenlenerek verildiği ve 18/7/1985 tarihinde taşınmazın tapu kaydının beyanlar hanesine işlendiği, tapu tahsis belgesine göre, başvurucunun kullandığı binanın, Beykoz ilçesi, Gümüşsüyü Mahallesi, … ada … parsel sayılı 1259 m2 taşınmaz üzerinde bulunduğu, taşınmaz üzerindeki binanın 3 katlı olduğu, taşınmazın malikinin Maliye Hazinesi olduğu, taşınmaz üzerinde yapılan incelemede, konut olarak kullanılan binanın 2/6/1981 tarihinden önce yapıldığı ve başvurucunun, taşınmaz üzerindeki binanın vergilerini ödediği, Beykoz ilçesinin tamamının Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 15/11/1995 tarihli ve 7755 sayılı kararı ile 2863 sayılı Kanun kapsamına alınıp doğal sit alanı ilan edildiği, taşınmazın ıslah imar planı yapılmadığı gibi doğal sit alanı olarak ilan edildiği, sit alanı olan yerlerde 2981 sayılı Kanun’un 3. maddesi uyarınca anılan Kanunun uygulanamayacağı, taşınmazın Maliye Hazinesi adına tapuya tescilli olması nedeniyle zamanaşımına dayalı olarak da mülkiyetin kazanılamayacağı hususları dikkate alındığında, başvurucunun, meşru beklenti kapsamında dahi bir hak veya alacağının olmadığının anlaşıldığı, başvurucuyu, taşınmazın mülkiyetini elde etme konusunda meşru bir beklentiye sevkedecek bir kanun hükmü veya yerleşik yargısal bir içtihatın da bulunmadığı hususları dikkate alınarak, başvurucunun, Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkına ilişkin korumadan yararlandırılmasının mümkün olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. (B.No 2013/6670, T.10/6/2015, para. 51-60)

İncelenen dosyada, davacılardan … adına İstanbul ili, Beykoz ilçesi, Rüzgarlıbahçe Mahallesi, … pafta, … ada, … parsel sayılı taşınmaza yönelik 21.04.1987 tarihinde tapu tahsis belgesi düzenlendiği, ancak anılan belgenin sonrasında 2981 sayılı Kanun’da öngörülen şartlar gerçekleşerek tapuya dönüştürülmediği, davalı belediye tarafından taşınmazın bulunduğu Beykoz ilçesinin tamamının İstanbul 3 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun 15.11.1995 tarihli, 7755 sayılı kararı ile doğal sit alanı ilan edildiğinin bildirildiği görülmektedir.

Bu durumda, yukarıda aktarılan Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında yer alan gerekçeler ve anayasal mülkiyet hakkının genel ilkeleri ile dosyadaki bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde, 2981 sayılı Kanun uyarınca tapu tahsis belgesine sahip olan davacının mülkiyet durumunu mutlak manada gösteren tapu belgesinin bulunmadığı, 2981 sayılı Kanun uyarınca ıslah imar planı yapılmadığı gibi taşınmazın bulunduğu alanın doğal sit alanında kalması nedeniyle 2981 sayılı Kanun uyarınca herhangi bir hak sahipliği söz konusu olamayacağı dolayısıyla taşınmazın mülkiyetini elde etme konusunda meşru bir beklentisinin de olamayacağı göz önünde bulundurulduğunda, taşınmazın park ve spor alanına dönüştürülmesine ilişkin imar planlarının iptalini istemek bakımından menfaati etkilenmediğinden davanın, … bakımından bu gerekçelerle ehliyet yönünden reddi, diğer davacının ise uyuşmazlığa konu taşınmazla herhangi bir ilgisi ortaya konulmadığından taşınmazla ilgili dava açma ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle ehliyet yönünden reddi gerektiği düşünülmektedir.

Öte yandan, imar planlarının kamu yararını ilgilendiren düzenleyici işlemler olması nedeniyle çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunması amacıyla kamu yararını ilgilendiren konularda belde sakini sıfatıyla menfaatleri ihlal edildiğinden bahisle ilgililerin dava açma hakkı bulunmaktadır.

Sonuç olarak, davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin Mahkeme kararının açıklanan gerekçelerle onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

Kararın düzeltilmesi dilekçesinde ileri sürülen nedenler, 2577 sayılı Kanunun Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen 3622 sayılı Kanun ile değişik 54. maddesi hükmüne uygun bulunduğundan, karar düzeltme isteminin kabulü ile Danıştay Altıncı Dairesinin 13/05/2016 tarih ve E:2015/6893, K:2016/2636 sayılı kararı kaldırılarak uyuşmazlık yeniden incelendi:

İnceleme ve Gerekçe:

Maddi Olay: İstanbul ili, Beykoz ilçesi, Rüzgarlıbahçe Mahallesi, … ada … parsel (eski … pafta, … ada, … parsel) sayılı taşınmazın park ve spor alanı olarak belirlenmesi yolundaki Beykoz 1. Etap 1/5000 ölçekli Koruma Amaçlı Revizyon İmar Planı ile 1/1000 ölçekli Koruma Amaçlı Revizyon Uygulama İmar Planı 19.01.2015 tarihinde askıya çıkarılmıştır.

Söz konusu taşınmaza ilişkin tapu tahsis belgesine sahip olunduğundan hareketle davacılar tarafından anılan planların iptali istemiyle bakılmakta olan dava açılmıştır.

İlgili Mevzuat: Anayasanın “Mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesinde; “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” hükmüne yer verilmiştir.

2981 sayılı Kanunun “Tapu verme” başlıklı 10. maddesinde; bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapıların, 12’nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edileceği ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine “Tapu Tahsis Belgesi” verileceği, tapu tahsis belgesinin, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil edeceği, ancak İslah imar planı veya kadastro planları ile belirlenen alanlarda tapu tahsis belgesi yerine hak sahiplerine doğrudan tapularının verilebileceği hükmü yer almıştır.

Yine aynı Kanunun “Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular” başlıklı 13. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde; Hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde olan veya bu Kanun uyarınca mülkiyetlerine geçen arsa veya araziler üzerinde ıslah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edileceği, gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinden başka bir arsa veya hisse verileceği; aynı maddenin 2. fıkrasında da, bulundukları yerde korunamayan gecekondu sahiplerinden hak sahibi sıfatı taşıyanlara, bir gecekondu önleme veya ıslah bölgesinde veya yakın bölgelerde yapılmış ıslah imar planı içinde meydana gelen boş imar parsellerinin müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esasına göre verileceği hükme bağlanmış, aynı Kanunun 14. maddesinde ise; bu kanun hükümlerinden yararlanamayacak olan yapılar ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlıklı 2. maddesinde iptal davası; yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı oldukları ileri sürülen idari işlemlerin iptalleri amacıyla menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan dava olarak tanımlanmıştır.

Hukuki Değerlendirme: 2577 sayılı Kanunun 2. maddesine göre iptal davalarında davacı olabilmek için “menfaat ihlali” yeterli görülmüş ve davacı ile dava konusu işlem arasında meşru, kişisel ve güncel bir ilişkinin varlığı aranmıştır.

Sözü edilen menfaat ilişkisinin varlığı ve sınırları her olayda yargı yerince uyuşmazlığın niteliğine göre belirlenmektedir.

Çevre, tarihi ve kültürel değerlerin korunmasına yönelik olarak, imar planları gibi kamu yararım yakından ilgilendiren konularda sübjektif ehliyet koşulu daha geniş yorumlanmaktadır. İmar planlarının iptali istemiyle, gerek tasarrufları altında bulunan taşınmazla ilgili hak sahiplerinin, gerek belde sakini sıfatıyla menfaatleri ihlal edilenlerin dava açma hakkının bulunduğu kabul edilmektedir.

T.C Anayasasının 35. maddesi; “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” hükmünü amirdir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Ek 1 No.lu Protokolün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1. maddesinde ise; “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Anayasa’nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet hakkı kapsamının, Türk Medeni Kanununda yer alan mülkiyet kavramıyla sınırlı olmadığı Anayasa Mahkemesi kararlarında da açıklanmıştır. Anayasa Mahkemesi kararlarında, “Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı, mevcut mal, mülk ve varlıkları koruyan bir güvencedir. Bir kişinin halihazırda sahibi olmadığı bir mülkün mülkiyetini kazanma hakkı, -kişinin bu konudaki menfaati ne kadar güçlü olursa olsun- Anayasa’yla korunan mülkiyet kavramı içinde değildir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki Anayasa’nın 35. maddesi soyut bir temele dayalı olarak mülkiyete erişmeyi ve mülkiyeti edinmeyi değil mülkiyet hakkını güvence altına almaktadır. Bu hususun istisnası olarak belli durumlarda bir ekonomik değer veya icrası mümkün bir alacağı elde etmeye yönelik meşru bir beklenti Anayasa’da yer alan mülkiyet hakkı güvencesinden yararlanabilir.” şeklinde mülkiyet hakkının sağladığı güvencenin kapsamı açıklanmıştır. (Özel İstanbul Arel Eğitim Kurumları A.Ş. Başvurusu, B.No:2016/359, T.29/5/2019 para. 36- 38; Kemal Yeler ve Ali Arslan Çelebi Başvurusu, para. 36, 37; Mustafa Ateşoğlu ve Diğerleri Başvurusu, para. 52-54)

Benzeri biçimde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince de mülkiyet kavramının kapsam itibarıyla iç hukuktaki tanımlamalarından bağımsız kendine özgü bir anlamı olduğu kabul edilmiş, bazı hak ve çıkarların ve bunların elde edilebileceği yönünde meşru beklentinin mülk kapsamında değerlendirilmesi gerektiği belirtilmiştir. Örneğin; Ümraniye’de bulunan taşınmaz için tapu tahsis belgesine sahip başvurana ilişkin olarak Öneryıldız /Türkiye başvurusunda, “AİHM 1 No.’lu Protokolün 1. maddesi’nin ilk kısmındaki “mülkiyet” kavramının, maddi mülkiyet ile sınırlı olmayan ve iç hukuktaki resmi sınıflandırmadan bağımsız, kendine has bir anlamı olduğunu yineler: incelenmesi gereken husus, bir bütün olarak ele alındığında dava şartlarının, başvurana, bu hükümle güvence altına alınmış ciddi bir çıkar sağlayıp sağlamadığıdır. Buna göre, maddi mülkiyetin yanı sıra, kıymet teşkil eden bazı hak ve çıkarlar da bu hüküm uyarınca “mülkiyet hakkına” girebilir ve dolayısıyla “mülk” olarak görülebilir. “Mülk” kavramı “mevcut mülkler” ile sınırlı değildir; kıymetleri, başvuranın üzerinde mülkiyet hakkım fiilen kullanabilmeye yönelik makul ve “yasal bir beklentiye” sahip olduğunu iddia edebileceği arazileri de kapsar. AİHM huzurunda, başvuranın, meskenini Türk şehir planlama yönetmeliklerine aykırı olarak inşa ettiği ve ilgili teknik standartlara uymadığı, ya da işgal ettiği arazinin Hazine’ye ait olduğu tartışılmamaktadır. Ancak taraflar, başvuranın, 1 No.’lu Protokol’ün 1. maddesi uyarınca “mülkiyet” sahibi olup olmadığı konusunda anlaşmazlığa düşmüştür. İlk olarak, meskenin üzerinde inşa edildiği ve 28 Nisan 1993’e kadar bu şekilde işgal edilen araziye ilişkin olarak, başvuran, ilgili işlemleri başlatarak arazinin tapusunu almasının önünde hiçbir zaman bir engel bulunmadığım belirtmiştir. Ancak AİHM’nin bu spekülatif savı kabul etmesi mümkün değildir. Aslında, tarafların hiçbir ayrıntılı bilgi sunmadığı göz önüne alındığında, AİHM’nin, Kazım Karabekir bölgesinin, Hekimbaşı bölgesinin aksine gecekondu-rehabilitasyon planına dahil olup olmadığını; başvuranın sözkonusu tarihte işgal etmiş olduğu kamu arazisinin tapusunu alabilmek için şehir planlaması yönetmeliği uyarınca gerekli resmi şartları yerine getirip getirmediğini belirlemesi mümkün olmamıştır. Her halükarda, başvuran hiçbir zaman bu yönde idari bir adım atmadığını kabul etmiştir. Bu şartlar altında AİHM, başvuranın bir gün sözkonusu araziyi devralma beklentisinin mahkemelerde kabul edilebilecek temellere sahip olduğunu, dolayısıyla AİHM’nin içtihatları uyarınca bağımsız bir “mülk” oluşturduğunu kabul edemez. Bu anlatılanlara rağmen, başvuranın meskenine ilişkin olarak farklı hususlar sözkonusudur. Bu bağlamda, AİHM’nin, yukarıda belirtilen ve başvuranın davranışlarının Devlet makamları tarafından hoş görüldüğü sonucuna varmasını sağlayan nedenler 1 No.’lu Protokol’ün 1. Maddesi bağlamında geçerlidir ve başvuran ile akrabalarının, meskenleri ve taşınabilir mallarında bir mülkiyet çıkarma sahip olduğunun yetkili makamlar tarafından de facto olarak kabul edildiği yargısını desteklemektedir. Bu hususta, AİHM, ilgili makamların neredeyse beş yıldır haberdar oldukları usulsüzlükler (bkz. yukarıdaki 122. paragraf) nedeniyle başvuran ve akrabalarının bu şekilde eleştirilmesini kabul edemez. Elbette AİHM şehir ve ilçe planlanması politikalarının ve bunlar sonucunda oluşturulan önlemlerin seçimi ile uygulanmasında birçok yerel etkeni kapsayan bir takdir hakkı bulunduğunu kabul etmektedir. Ancak sözkonusu davadakine benzer bir sorunla karşılaşıldığında, bu takdir hakkının yetkilileri zamanında, uygun ve hepsinden de önemlisi tutarlı bir şekilde harekete geçme görevlerinden muaf tutması beklenemez. Sözkonusu davada böyle olmamıştır, zira kaçak yapıları engellemeye yönelik yasaların uygulanmasında Türk toplumunda yaratılan belirsizliğin, başvuranın meskenine ilişkin durumun bir gece içerisinde değişebileceğini sanmasına neden olması elbette mümkün değildir. AİHM, başvuranın meskenine yönelik mülkiyet çıkarının, 1. No.’lu Protokol’ün 1. Maddesinin ilk cümlesinin anlamı çerçevesinde önemli bir çıkar ve dolayısıyla bir “mülk” oluşturmaya yetecek doğaya sahip olduğu ve yeterli derecede tanındığı kanısındadır.” (Öneryıldız/Türkiye Başvurusu, B.No: 48939/99, T.30.11.2004, para.124-129) değerlendirmelerinde bulunularak mülkiyet hakkının, fiilen kullanılmaya yönelik makul ve yasal bir beklentiye sahip olunduğu iddia edilen taşınmazları da kapsayacağı kabul edilmiştir.

Mahkemece, kamu malı niteliğindeki araziler üzerinde ruhsatsız olarak inşa edilen yapıların kullanılmasından kaynaklanan ekonomik menfaatin, idare tarafından yapıyla ilgili yasal duruma getirmeye yönelik hiçbir işlem yapılmaması ve bu duruma uzun bir dönem sessiz kalınması, hatta yapı ile ilgili vergi tahsil edilmesi, kamusal hizmetlerden yararlandırılması suretiyle bu alanlarda sosyal bir yaşamın oluşmasına izin verilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 35. maddesi çerçevesinde bir mal varlığı değeri dolayısıyla bir mülk oluşturduğu kabul edilmiştir.

İncelenen dosyada; davacılardan …’ ın İstanbul ili, Beykoz ilçesi, Rüzgarlıbahçe Mahallesi, … ada … parsel (eski … pafta, … ada, … parsel) sayılı taşınmaza ilişkin tapu tahsis belgesi bulunduğu, söz konusu taşınmazın bulunduğu alana ilişkin hazırlanan uyuşmazlık konusu nazım ve uygulama imar planının iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Tapu tahsis belgesi, imar ve gecekondu mevzuatı çerçevesinde; hazine, belediye, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve il özel idarelerinin müstakilen sahip oldukları taşınmazlar üzerinde 2981 sayılı Kanun’a göre belirlenen çerçevede ilgili kişilere tanınan ve şahsi hak içeren bir belge olup Kanunun aradığı şartların gerçekleşmesi durumunda, ilgilisine o taşınmazın mülkiyetini kazandıracak niteliğe sahiptir.

Yukarıda aktarılan genel ilkeler çerçevesinde ve uyuşmazlık konusunun taşınmazın kullanım kararına ilişkin imar planı değişikliği olduğu dikkate alındığında tapu tahsis belgesine sahip bir kimsenin, bu belgenin ait olduğu alana yönelik mülkiyet çıkarının, Anayasa’nın 35. maddesi hükmü ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1. No.’lu Protokol’ün 1. maddesinin ilk cümlesinin anlamı çerçevesinde önemli bir çıkar ve dolayısıyla bir mülk oluşturmaya yetecek niteliğe sahip olduğu dolayısıyla mülkiyet hakkının sağladığı güvencenin kapsamında kaldığı sonucuna ulaşılmaktadır.

Bu durumda, tapu tahsis belgesi sahibi olan davacılardan …’ın bakılmakta olan davayı açmakta; güncel, meşru ve kişisel bir menfaatinin var olduğu sonucuna ulaşıldığı, anılan davacı hakkında davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir. Davacılardan … ‘ın ise dava konusu taşınmazla ilgisi ortaya konulmamıştır. Bu durumun ise mahkemece araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.

Karar Sonucu: Açıklanan nedenlerle;

  1. 2577 sayılı Kanunun 49. maddesine uygun bulunan davacıların temyiz isteminin kabulüne,
  2. Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle davanın ehliyet yönünden reddine ilişkin, İstanbul 6. İdare Mahkemesince verilen 07/05/2015 tarihli, E:2015/1055, K:2015/1184 sayılı kararının 2577 sayılı Kanunun 49. maddesi uyarınca bozulmasına,
  3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 09.10.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.