1. Anasayfa
  2. Danıştay 6. Dairesi Kararları

Danıştay 6. Dairesi E: 2018/6401 K: 2018/6401 T: 11.04.2019


Özet: 3194 sayılı İmar Kanunu’nun geçici 16. maddesinde yapı kayıt belgesinin yapının kullanım amacına yönelik olduğu belirtilmiş, yapı ruhsatı alıp da yapı kullanma izin belgesi almamış veya yapı ruhsatı bulunmayan yapılarda, yapı kayıt belgesi ile maliklerin tamamının muvafakatinin bulunması ve imar planlarında umumi hizmet alanlarına denk gelen alanların terk edilmesi halinde yapı kullanma izin belgesi aranmaksızın cins değişikliği ve kat mülkiyeti tesis edilebileceğine ilişkin hükümlere yer verildiği görülmüştür. Bu itibarla, uyuşmazlığa konu düzenlemenin tümü ve dava konusu edilen madde yönünden yapılan değerlendirme neticesinde, dayanak yasa maddesine uygun olduğu görülen tebliğde mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

DÜŞÜNCESİ: 11.05.2018 tarihinde 3194 sayılı Kanuna eklenen geçici 16. maddesine dayalı, 06.06.2018 tarihli 30443 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslar” başlıklı tebliğ kabul edilmiştir.

Bakılan davanın konusunu da anılan Tebliğin 6. maddesinin 8. fıkrasının iptaline karar verilmesi talebi oluşturmaktadır.

İmar mevzuatı uyarınca, uygulama imar planında belirlenen fonksiyonlara yönelik yapılaşma hakkı tanınan taşınmazlar açısından, malikleri (kuruluş/kişiler) veya ilgililerince taşınmaz üzerinde yapı yapılmak istenildiğinde; yapının, imar planlarına, yönetmelik, ruhsat ve eklerine uygun olarak yapılması ve İmar Kanununu kapsamına giren bütün yapılar için yine Kanunda belirlenen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınması mecburi kılınmıştır.

Kişiler, yapı ruhsatı verilmesi talebinde bulunurken yapılması planlanan binaya ilişkin mimari, statik, elektrik ve tesisat projeleri gibi belgeleri dilekçeleri ekinde idarelere sunmakta ve belirli bir oranda harç ödemektedirler.

Devamında da ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar tespit edildiklerinde yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulmakta, aykırılıklar giderilmediği takdirde de yapı ruhsat iptal edilmekte ve bina yıktırılmaktadır.

Her ne kadar davalı idarece dava konusu edilen düzenlemelerin af niteliğinde olmadığı savunulmuş ise de, af kanunlarına benzer şekilde ele alınan geçici madde ve tebliğ uyarınca belirlenen bedelin idareye ödenmesi karşılığında düzenlenen yapı kayıt belgesi ile, baştan kanuna aykırı hareket etmiş kişilerin yapılarına, yıkılıp yeniden yapılıncaya veya yapının kentsel dönüşüm alanı ilanına kadar mühlet tanınmaktadır.

Ayrıca anılan yapıların çok uzun yıllar yıkılmama ihtimali dikkate alındığında, uyuşmazlık konusu düzenlemelerin bir “imar affı” niteliğine sahip olduğu değerlendirilmiştir.

Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” başlıklı 35. maddesinde: “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz. ” hükmü dikkate alındığında, şahısların kendi mülkiyetinde bulunan taşınmazlar üzerinde kullanacakları mülkiyet hakkının, mevzuatta belirlenen yükümlülükleri yerine getirmeden ve yapı yapılmasına müsade edilmeyen alanda bina yapmak suretiyle toplum yararına aykırı şekilde kullanılmasına, davaya konu edilen düzenlemeler ile fırsat tanınmaktadır.

Anayasanın “Kıyılardan yararlanma” başlıklı 43. maddesinde “Kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.

Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir.

Kıyılarla sahil şeritlerinin, kullanılış amaçlarına göre derinliği ve kişilerin bu yerlerden yararlanma imkan ve şartları kanunla düzenlenir.” hükmü doğrultusunda, Kıyı Kanunu ile “kıyı” ve “sahil şeridi” kavramlarına açıklık getirilerek kıyılarda yapılaşma hakkı tamamen yasaklanmış, kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde yatay olarak enaz 100 metrelik alan olarak ifade edilen sahil şeritlerinde de kısıtlanmıştır.

Bu durumda sahil şeridinde taşınmazı bulunan şahıslar açısından sahil şeritlerinde yapılacak yapıların kıyı kenar çizgisine en fazla 50 metre yaklaşabileceği, yaklaşma mesafesi ve kıyı kenar çizgisi arasında kalan alanlarında; ancak yaya yolu, gezinti, dinlenme, seyir ve rekreaktif amaçla kullanılmak üzere planlanabileceği, Kıyı Kanununda hükme bağlanarak mülkiyet hakkına bir sınırlama getirilmiştir.

Zira kıyı ve sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilmek zorundadır.

İstanbul 2. İdare Mahkemesince itiraz yolu ile 22.05.1986 günlü, 3290 sayılı “24.02.1984 Tarih ve 2981 Sayılı Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun” un 7. maddesiyle değiştirilen 24.02.1984 günlü, 2981 sayılı “İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun”un 14. maddesinin (f) bendinde yer alan “…. İstanbul Boğazı sahil şeridi ve öngörünüm bölgeleri. . . 2 Haziran 1981 tarihinden sonra yapılan gecekondular … l Ekim 1983 tarihinden sonra inşaasına başlanan imar mevzuatına, ruhsat ve eklerine aykırı yapılar” hükmünün, Anayasa’nın 2. ve 43. maddelerine aykırılığı nedeniyle iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine yapılan başvuru neticesinde, Mahkeme’nin E:1988/61 K:1989/28 28.6.1989 tarihli kararında “…Kamuya açık olmayan özel yapılanmaları yasaklayan Anayasa’nın, sahil şeridinde mevzuata aykırı eylemi durumlara af yasalarıyla geçerlik kazandırılmasına olur vermesi olanaksızdır. Anayasa’nın çizdiği sınır yasalarla aşılamaz ve yasakladığı oluşumlar gerçekleştirilemez. Bu nedenle, Boğaziçi sahil şeridi yönünden itiraz konusu imar affına ilişkin ibare Anayasa’nın 43. maddesinin ikinci fıkrasına aykırıdır…” şeklinde yapılan tespit uyarınca, İstanbul Boğazı haricindeki sahil şeritleri açısından daha önce herhangi bir istisna getirmeyen geçici 16. maddenin ilk hali Anayasa’nın 43. maddesine aykırı olarak değerlendirilmekte iken, 27/12/2018 tarihli ve 7159 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi ile madde metnine yapılan ekleme ile 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu uyarınca tesis edilen idari para cezalarının ve yıkım kararlarının da iptal edileceğine ilişkin hüküm getirilmesinde, yukarıda yer verilen Anayasa’nın ilgili kısımlarına ve Anayasa Mahkemesi kararına uyarlık görülmemiştir.

Yine Anayasa’nın “Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması” başlıklı 45. maddesinde; Devletin, tarım arazileri ile çayır ve mer’aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek ödevi olduğu hükme bağlanmıştır.

Son olarak da Anayasa’nın “Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması” başlıklı 63. maddesinde; “Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır.

Bu varlıklar ve değerlerden özel mülkiyet konusu olanlara getirilecek sınırlamalar ve bu nedenle hak sahiplerine yapılacak yardımlar ve tanınacak muafiyetler kanunla düzenlenir. ” hükmüne yer verilmiştir.

Dava konusu edilen düzenlemeye, anılan hükümler açısından bakıldığında, geçici 16. maddenin 11. fıkrasında 2960 sayılı Boğaziçi Kanununda tanımlanan Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alan ile İstanbul tarihi yarımada içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda ve ayrıca 6546 sayılı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde belirlenmiş “Tarihi Alanda” alanda yapı kayıt verilmesine ilişkin usul ve esasların uygulanmayacağı belirtilmiş, bunlar haricinde özel mevzuatı gereği yapılaşma yasağı yada kısıtlaması getirilen başka alanlar madde metninde ve kabul edilen tebliğde açıkça ve ayrıca düzenlenmemiştir.

Her ne kadar davalı idarece; Danıştay Altıncı Dairesinin E:2018/4896 sayılı dava dosyasına sunulmuş olan Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğünün 29.06.2018 tarihli görüş yazısı uyarınca, Orman Kanunu, 7269 sayılı Kanun, Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Kanunu kapsamında kalıp Genelkurmay Başkanlığınca satışı uygun görülmeyen alanlar, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu kapsamında kalması nedeniyle Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisi gereken alanlarda (Hazineye ait olmayanlarla tevhit şartı olanlar ile Hazinenin hissedar olduğu taşınmazlar hariç), 2873 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu kapsamında kalıp, Kültür ve Turizm Bakanlığınca satışı uygun görülmeyen, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu uyarınca milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanları içinde kalması nedeniyle Orman ve Su İşleri Bakanlığına tahsisi gereken, 3083 sayılı Kanun kapsamında kalıp da uygulama alanı ilan edilen bölgelerde kalan ve ilgili kurumunca satışı uygun görülmeyen, 3621 sayılı Kıyı Kanununa göre kıyıda kalan (ki sahil şeritleri ayrıca belirtilmemiştir.), Mera Kanunu kapsamında kalan ve 644 sayılı KHK gereğince tabiat varlıkları, doğal sit alanları (arkeolojik ve tarihi sitler yine ayrıca belirtilmemiştir.) ile özel çevre koruma bölgelerinde olup tasarruf yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığında bulunan, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazların geçici 16. Madde kapsamında değerlendirilmemesi gerektiğine yönelik bu alanlarda yapı kayıt belgesi düzenlenmeyeceği hususu savunulmuş ise de; yukarıda yer verilen görüşün bir bağlayıcılığı olmadığı, dayanak maddede ve tebliğde bu yerlerin ayrıca belirtilmediği ve görüş içeriğinde belirtilen Kanunlar kapsamında kalıp da özel mülkiyete konu olan yerlerde nasıl bir yol izleneceğinin açık olmadığı dikkate alındığında, Milli Emlak Genel Müdürlüğünün görüş yazısına ve davalının bu yönde yaptığı açıklamalara itibar edilememiştir.

Boğaziçi Kanunu kapsamında Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi içinde ve tarihi yarımadada istisna tutulan alanların krokisi dosyaya sunulmadığı gibi, aynı Kanun kapsamında bulunan ve belirli oranda yapılaşma sınırlamalarına tabi tutulan geri görünüm ve etkilenme bölgesine ilişkin bir istisnaya Kanunda yada tebliğ de yer verilmediği öngörülmüştür.

Kaldı ki, 2018 yılı Aralık ayında yapılan değişiklik ile Boğaziçi Sahil Şeridi ve Öngörünüm Bölgesine ilişkin krokilerde değişiklik yapılmış, anılan kısımlar açısından da yapı kayıt belgesi düzenlenilmesinin önü açılmış, bu alanlarda mevzuata aykırı inşa edilmiş yapılar korunmuştur.

Bu değişikliğin hangi gerekçeye dayalı yapıldığı yönünden Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Mevzuat Bilgi Sisteminde herhangi bir bilgiye rastlanılmamıştır.

Öte yandan, Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanun ve Boğaziçi Kanunu kapsamında kalan belirli alanlarda bu özel kanunlar gereği yapılaşmaya ilişkin sınırlamalar ve istisnalar zaten belirlenmiş olmasına karşın, yalnızca bu iki Kanunun ismine, geçici 16. maddede ve tebliğde tekrar yer verilmiş olması, kanunkoyucunun bu alanların özellikle korunmasına yönelik iradeye sahip olduğunun göstergesi olmakla birlikte, başka özel kanunlarda korunması gerekli olarak belirlenen alanların uyuşmazlık konusu düzenlemelerde zikredilmemiş olması, bu alanlarda yapı kayıt belgesi düzenlenebileceği sonucuna ulaştırmaktadır.

Anayasa’nın “Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması” başlıklı 56. maddesinde ise herkesin, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğu ve çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevrenin kirlenmesini önlemek görevi vatandaşlarla birlikte öncelikle Devletin görevi sayılmıştır.

3194 sayılı Kanunun amacı, yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak şeklinde belirlenmiş, aynı Kanunda ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar açısından ruhsat alınmadan yapıya başlandığının veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığının ilgili idarece, fenni mesulce tespiti halinde, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilerek yapının mühürleneceği, inşaatın durdurulacağı ve eksiklikler giderilmediği takdirde yapı ruhsatının iptal edilerek belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe binanın yıktırılması sorumluluğu idarelere yüklenmiştir.

Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılaşan alanlarda, imar mevzuatına aykırı yapılaşmayı önlemek için ruhsata bağlanmayan yapıların yıktırılması ve ruhsatsız yapılaşmanın önlenmesi için kesin yapı yasağı şartı getirilmektedir.

Yine 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun “Belediyenin görev ve sorumlulukları” başlıklı 14. maddesinde “Belediye, mahallî müşterek nitelikte olmak şartıyla; a) İmar, su ve kanalizasyon, ulaşım gibi kentsel alt yapı; coğrafî ve kent bilgi sistemleri; çevre ve çevre sağlığı, temizlik ve katı atık … hizmetlerini yapar veya yaptırır…” hükmü ile belediyelere çevre sağlığı konusunda da sorumluluk yüklenmiştir.

Bu durumda somut uyuşmazlığa dönüldüğünde, geçici 16. maddenin ve tebliğin amacına bakıldığında afet risklerine hazırlık kapsamında tedbirlerin alınması amacına dayalı olarak düzenlendikleri belirtilmiş; ancak bir yapının ve arsasının mülkiyet durumu, yapı sınıfı ile grubu ve diğer hususların yalnızca yapı sahibinin beyanına göre yapı kayıt sistemine kaydedileceği hükme bağlanmış; ayrıca yapının depreme dayanıklılığı hususu da malikin sorumluluğu şeklinde ifade edilmiştir.

İdarelerin kendi yükümlülüğünde bulunan can ve mal güvenliğine, çevre sağlığına ilişkin hususlarda (yapının riskli veya sağlam olup olmadığı, zemin durumu vb.) sorumluluğun, daha önce mevzuata aykırı hareket etmiş ve yükümlülüklerini yerine getirmemiş olan vatandaşlara yüklenmesi, Anayasa’nın yukarıda yerilen ilgili hükümlerine aykırı olarak değerlendirilmiştir.

Nitekim, Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda anılan E:1988/61 K:1989/28 28.6.1989 tarihli kararında “…İstanbul Boğazı sahil şeridi ve öngörünüm bölgeleri…” ibareleri ile sınırlı olarak yapılan inceleme neticesinde “… kişilerin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama haklarını zedelediği, Devleti de bu konuda yükümlülüklerini yerine getirmemeye zorladığı için Anayasa’nın 56. maddesine aykırıdır.” şeklindeki tespit ile 56. maddeye de aykırılık bulunduğuna hükmedilmiştir.

Açıklanan nedenlerle İmar Kanunu’nun geçici 16. maddesinin iptali için 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 40. maddesi gereğince, itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurulmasına, Anayasa Mahkemesince bu konuda bir karar verildikten sonra nihai karar verilinceye kadar yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.

Anılan hükmün Anayasa Mahkemesine gönderilmesine karar verilmemesi halinde ise, bu açıdan dosyanın değerlendirilmesinden:

Akaryakıt istasyonu işletmekte olan dava tarafından, komşu parselinde yer alan akaryakıt ve lpg istasyonuna ilişkin açılan davalarda taşınmaza ilişkin imar planlarının iptaline karar verildiği, ayrıca yine işletme açısından ruhsat ve izinlerinde iptal edilmiş olmasına karşın, kabul edilen tebliğ ile tüm bu sürecin yok sayılarak yeniden işyeri açma ve çalışma ruhsatı düzenlendiğinden haklarının ihlal edildiği iddia edilmiştir

Dava konusu edilen Tebliğin 6. maddesinin 8. fıkrasında; yapı kayıt belgesi verilen yapılarda işyeri açma ve çalışma ruhsatının, yapı kullanma izin belgesi aranmaksızın verileceği düzenlenmiştir.

Bu hususa ilişkin dayanak geçici 16. maddede açık bir düzenleme bulunmamakla birlikte, İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik’in “İşyerlerinde aranacak genel şartlar” başlıklı 5. maddesinin c fıkrasında yer alan: “Özel yapı şeklini gerektiren sinema, tiyatro, düğün salonu, otel, hamam, sauna; ekmek fırını ile akaryakıt, sıvılaştırılmış petrol gazı, sıvılaştırılmış doğal gaz ve sıkıştırılmış doğal gaz istasyonu için yapı kullanma izin belgesinin alınmış olması,” kuralı uyarınca anılan işyerleri açısından işyeri açma ve çalışma ruhsatı verilebilmesi için yapı kullanma izin belgesinin bulunması şart koşulmuştur.

Öte yandan Türk Ceza Kanunu’nun “İmar kirliliğine neden olma” başlıklı 184. maddesinin 3. fıkrasında: ” Yapı kullanma izni alınmamış binalarda herhangi bir sınai faaliyetin icrasına müsaade eden kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” hükmüne yer verilmiştir.

Anılan hüküm uyarınca da Tebliğ’in dava konusu edilen maddesinin kanunlara aykırı olduğu değerlendirilmiştir.

Açıklanan nedenlerle yürütmenin durdurulması isteminin kabulünün uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Danıştay Altıncı Dairesince, her ne kadar Danıştay Altıncı Dairesinin 05.11.2018 tarihli E:2018/6401 sayılı ara kararı uyarınca uyuşmazlığın Danıştay Altıncı ve Ondördüncü Daire Kurullarınca birlikte görüşülmesine karar verilmiş ise de; 2575 sayılı Danıştay Kanunu’na 6723 sayılı Kanunun 12. maddesi ile eklenen geçici 27. maddesinin 14. fıkrası uyarınca, Danıştay Başkanlık Kurulu’nun 07.03.2019 tarihli 2019/24 sayılı kararı ile Danıştay Ondördüncü Daire Başkanlığının kapatılarak görev alanına giren konuların Danıştay Altıncı Daire Başkanlığına devrine karar verildiğinden, müşterek heyet yapılmasına ilişkin ara kararı kaldırılarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve 2577 sayılı Yasanın 27. maddesi uyarınca dosyadaki belgeler incelendikten sonra, işin gereği görüşüldü:

Davalı idarenin ehliyet yönünden itirazına itibar edilmemiştir. 11.05.2018 günlü 7143 sayılı Yasa ile 3194 sayılı İmar Kanununa eklenen geçici 16. madde şu şekildedir: “Afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması ve imar barışının sağlanması amacıyla, 31/12/2017 tarihinden önce yapılmış yapılar için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve yetkilendireceği kurum ve kuruluşlara 31/10/2018 tarihine kadar başvurulması, bu maddedeki şartların yerine getirilmesi ve 31/12/2018 tarihine kadar kayıt bedelinin ödenmesi halinde Yapı Kayıt Belgesi verilebilir. Başvuruya konu yapının ve arsasının mülkiyet durumu, yapı sınıf ve grubu ve diğer hususlar Bakanlık tarafından hazırlanan Yapı Kayıt Sistemine yapı sahibinin beyanına göre kaydedilir.

Yapının bulunduğu arsanın 29/7/1970 tarihli ve 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanununa göre belirlenen emlak vergi değeri ile yapının Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca belirlenen yaklaşık maliyet bedelinin toplamı üzerinden konutlarda yüzde üç, ticari kullanımlarda yüzde beş oranında alınacak kayıt bedeli başvuru sahibi tarafından genel bütçenin (B) işaretli cetveline gelir kaydedilmek üzere merkez muhasebe birimi hesabına yatırılır. 6306 sayılı Kanun kapsamında kullanılmak üzere kaydedilen gelirler karşılığı Bakanlık bütçesine ödenek eklemeye Maliye Bakanı yetkilidir. Bu ödenek, dönüşüm projeleri özel hesabına aktarılarak kullanılır. Kayıt bedeline ilişkin oranı iki katına kadar artırmaya, yarısına kadar azaltmaya, yapının niteliğine ve bölgelere göre kademelendirmeye, ayrıca başvuru ve ödeme süresini bir yıla kadar uzatmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir.

Yapı Kayıt Belgesi yapının kullanım amacına yöneliktir. Yapı Kayıt Belgesi alan yapılara, talep halinde ilgili mevzuatta tanımlanan ait olduğu abone grubu dikkate alınarak geçici olarak su, elektrik ve doğalgaz bağlanabilir.

Yapı Kayıt Belgesi verilen yapılarla ilgili bu Kanun ve 2960 sayılı Kanun uyarınca alınmış yıkım kararları ile tahsil edilemeyen idari para cezaları iptal edilir.

Yapı ruhsatı alıp da yapı kullanma izin belgesi almamış veya yapı ruhsatı bulunmayan yapılarda, Yapı Kayıt Belgesi ile maliklerin tamamının muvafakatinin bulunması ve imar planlarında umumi hizmet alanlarına denk gelen alanların terk edilmesi halinde yapı kullanma izin belgesi aranmaksızın cins değişikliği ve kat mülkiyeti tesis edilebilir. Bu durumda, ikinci fıkrada belirtilen bedelin iki katı ödenir.

Beşinci fıkra uyarınca kat mülkiyetine geçilmiş olması 6306 sayılı Kanunun ek 1 inci maddesinin uygulanmasına engel teşkil etmez.

Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların, Hazineye ait taşınmazlar üzerine inşa edilmiş olması halinde, bu taşınmazlar Bakanlığa tahsis edilir. Yapı Kayıt Belgesi sahipleri ile bunların kanuni veya akdi haleflerinin talepleri üzerine taşınmazlar Bakanlıkça rayiç bedel üzerinden doğrudan satılır. Bu durumda elde edilen gelirler bu maddenin ikinci fıkrasına göre genel bütçeye gelir kaydedilir. Ayrıca bu gelirler hakkında 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 5 inci maddesinin beşinci fıkrası hükmü uygulanmaz.

Yapı Kayıt Belgesi alınan yapıların belediyelere ait taşınmazlar üzerine inşa edilmiş olması halinde, Yapı Kayıt Belgesi sahipleri ile bunların kanuni veya akdi haleflerinin talepleri üzerine bedeli ilgili belediyesine ödenmek kaydıyla taşınmazlar rayiç bedel üzerinden belediyelerce doğrudan satılır.

Üçüncü kişilere ait özel mülkiyete konu taşınmazlarda bulunan yapılar ile Hazineye ait sosyal donatı için tahsisli araziler üzerinde bulunan yapılar bu madde hükümlerinden yararlandırılmaz.

Yapı Kayıt Belgesi, yapının yeniden yapılmasına veya kentsel dönüşüm uygulamasına kadar geçerlidir. Yapı Kayıt Belgesi düzenlenen yapıların yenilenmesi durumunda yürürlükte olan imar mevzuatı hükümleri uygulanır. Yapının depreme dayanıklılığı hususu malikin sorumluluğundadır.

Bu madde hükümleri, 18/11/1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanununda tanımlanan Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alan ile İstanbul tarihi yarımada içinde ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanlarda ve ayrıca 19/6/2014 tarihli ve 6546 sayılı Çanakkale Savaşları Gelibolu Tarihi Alan Başkanlığı Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde belirlenmiş Tarihi Alanda uygulanmaz.

Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Bakanlık ve Maliye Bakanlığı tarafından müştereken belirlenir.”

Dava dosyasının ve Danıştay Altıncı Dairesinin E:2018/4896, E:2018/8886, E:2018/5259 sayılı dosyalarının birlikte incelenmesinden, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Mevzuat Bilgi Sisteminde yapılan incelemede, Kanun maddesinin gerekçesi bulunmamakla birlikte, maddenin ilk kabul edildiği şeklinin “Taslak Gerekçesi”nden; “Afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız, ruhsat ve eklerine aykırı veya imar mevzuatına aykırı yapıların kayıt altına alınması ile dönüşüm projelerine finans sağlanarak dönüşüm daha hızlı ve etkin yapılması amacıyla;

– 31/12/2017 tarihinden önce yapılmış yapıların, yapı sahiplerinin müracaatları üzerine ve beyanına göre hazırlanacak Yapı Kayıt Sistemine işlenmesi,”Afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız, ruhsat ve eklerine aykırı veya imar mevzuatına aykırı yapıların kayıt altına alınması ile dönüşüm projelerine finans sağlanarak dönüşüm daha hızlı ve etkin yapılması amacıyla;

– 31/12/2017 tarihinden önce yapılmış yapıların, yapı sahiplerinin müracaatları üzerine ve beyanına göre hazırlanacak Yapı Kayıt Sistemine işlenmesi,

– Bu yapılara su, elektrik ve doğalgaz bağlanabilmesi, yargı ve belediyelerdeki iş yükünün azaltılabilmesi için alınmış yıkım kararlarından ve tahsil edilmeyen para cezalarından vazgeçilmesi,

– Maliklerin yarısının muvafakatinin bulunması halinde yapı kullanma izin belgesi aranmaksızın cins değişikliği ve kat mülkiyeti tesis edilebilmesi,

– Yapı Kayıt Belgesinden elde edilecek gelir, genel bütçeye gelir kaydedilecektir. Bu gelirler, şehirlerin yeniden inşaa ve imarında kullandırılması” yönünde düzenleme yapıldığı anlaşılmıştır.

Daha sonra madde metninde iki kez değişikliğe gidilerek yukarıda yer verildiği üzere son şeklini almıştır. Bu değişikliklerin ilkinin gerekçesi: “- 3194 sayılı İmar Kanununa eklenmesi öngörülen geçici 16 ncı maddesinin ikinci fıkrasının, yapı sahiplerinden yüzde üç olarak alınacak kayıt bedelinin hangi bedeller dikkate alınmak suretiyle belirleneceğine ilişkin tereddütlerin giderilmesini teminen değiştirilmesi,

– Eşit hissedarların bulunduğu ihtilaflı taşınmazlarda yaşanabilecek olumsuzlukların önüne geçilebilmesi amacıyla ‘maliklerin yarısının muvafakatinin aranması’ yerine gerek Kat Mülkiyeti Kanununda gerekse imar mevzuatında yer alan ‘maliklerin sayı ve arsa payı çoğunluğunun’ dikkate alınmasını teminen beşinci fıkranın değiştirilmesi,

– Kentsel dönüşüm yapılması halinde Yapı Kayıt Belgesi aranacağını öngören hükmün, Yapı Kayıt Belgesi olmayan yapıların kentsel dönüşüme dâhil edilmeyeceği anlamına gelebileceğinden yaşanması muhtemel olumsuzlukların önüne geçilebilmesini teminen yedinci fıkrasının madde metninden çıkarılması,

– İstanbul Boğaziçi sahil şeridi ve öngörünüm bölgesi ile İstanbul Tarihi Yarımada’nın kültürel ve tarihi değerlerini ve doğal güzelliklerini kamu yararı gözetilerek korumak ve geliştirmek ve bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılanmayı sınırlandıran bir hükmün maddeye yeni dokuzuncu fıkra olarak eklenmesi,” olarak TBMM’nin sitesinde yer almakla birlikte, maddenin 4. fıkrasına 27/12/2018 tarihli ve 7159 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi ile bu fıkrada yer alan “…bu Kanun…” ibaresinden sonra gelmek üzere “ve 2960 sayılı Kanun” ibaresi eklenerek metne işlenmesine ilişkin ikinci ve son değişikliğin gerekçesine rastlanılamamıştır.

Görülmekte olan dava ise, anılan maddeye dayalı olarak düzenlenen ve 6 Haziran 2018 tarihli 30443 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Yapı Kayıt Belgesi Verilmesine İlişkin Usul ve Esaslar” başlıklı tebliğin 6. maddesinin 8. fıkrasının iptali istemiyle açılmıştır.

Tebliğin “Yapı kayıt belgesinin kullanım yerleri” başlıklı 6. maddesinin 8. fıkrasında; yapı kayıt belgesi verilen yapılarda işyeri açma ve çalışma ruhsatının, yapı kullanma izin belgesi aranmaksızın verileceği kurala bağlanmıştır.

Her ne kadar davacı tarafından, Tebliğe ilişkin belirli bir fıkranın iptali istenilmiş ise de; öncelikle tebliğin dayanağı olan geçici 16. maddenin amacı göz önünde bulundurulmak suretiyle, Tebliğin tümüne etkili olacak değerlendirmeler yapıldığında:

Dayanak maddenin taslak gerekçesinin ve metninin birlikte değerlendirilmesinden, aktif deprem kuşağında yer alan Ülkemizde mevzuata aykırı şekilde inşa edilen yapıların tespit edilmesinin afet risklerine hazırlık kapsamında en etkili ve ilk atılması gereken adım olduğunda kuşku bulunmamaktadır.

Bu yapıların tespitinin hızlı şekilde yapılabilmesini teminen, ilgili kişilerin idarelere başvuruda bulunması yöntemi kabul edilmiş ve başvuru esnasında tahsil edilecek bedellerin şehirlerin dönüşümünde ve inşasında kullanılacağı hükme bağlanmıştır.

Somut olaya dönüldüğünde, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun geçici 16. maddesinde yapı kayıt belgesinin yapının kullanım amacına yönelik olduğu belirtilmiş, yapı ruhsatı alıp da yapı kullanma izin belgesi almamış veya yapı ruhsatı bulunmayan yapılarda, yapı kayıt belgesi ile maliklerin tamamının muvafakatinin bulunması ve imar planlarında umumi hizmet alanlarına denk gelen alanların terk edilmesi halinde yapı kullanma izin belgesi aranmaksızın cins değişikliği ve kat mülkiyeti tesis edilebileceğine ilişkin hükümlere yer verildiği görülmüştür.

Bu itibarla, Tebliğin dayanak maddesine göre, yapı kayıt belgesi düzenlenmesi neticesinde, yapı kullanma izin belgesi gerekli bazı durumlarda, yapı kullanma izin belgesi alınması zorunluluğuna istisnalar getirilebileceği hususunun ortaya koyulduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Kaldı ki işyeri açma ve çalışma ruhsatı verilebilmesi için, İşyeri Açma ve Çalışma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmelik’te belirlenen yükümlülüklerin yerine getirilmesi ve aranan koşulların sağlanması gerekliğinin devam ettiği dikkate alındığında, Tebliğin dava konusu edilen fıkralarında hukuka aykırılık bulunmamıştır.

Bu itibarla, uyuşmazlığa konu düzenlemenin tümü ve dava konusu edilen madde yönünden yapılan değerlendirme neticesinde, dayanak yasa maddesine uygun olduğu görülen tebliğde mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, olayda 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 27. maddesinde öngörülen koşulların bulunmaması nedeniyle YÜRÜTMENİN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, bu kararın tebliğini izleyen 7 (yedi) gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kuruluna itiraz edilebileceğinin duyurulmasına, 11/04/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.