1. Anasayfa
  2. Danıştay İDDK Kararları

Danıştay İDDK E: 2016/3916 K: 2016/2715 T: 20.10.2016


Riskli Yapıların Tespit Edilmesine İlişkin Esaslar, riskli yapı tespitini çok katı ve ayrıntılı kurallara bağlamış olduğundan, (riskli alan kararı alınan bölgenin bütünüyle temsil edilmesini sağlayacak yapılar arasından) doğru bir örnekleme seçim yöntemi ile belirlenen binalar üzerinde, anılan esaslarda yer alan koşulların birebir yerine getirilmesi ve tüm parametrelerin hesaplanması ve her binaya ilişkin formların hazırlanması suretiyle riskli alan kararı alınması gerekirken, tüm bu hususlar yerine getirilmeksizin alınan Bakanlar Kurulu kararının  hukuka uyarlık görülmemiştir.

İstemin Özeti: Danıştay Ondördüncü Dairesinin 18/02/2016 günlü, E: 2015/5172, K: 2016/1058 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması, davacılar tarafından istenilmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca dosya incelendi, gereği görüşüldü: Dava; 10/05/2015 günlü, 29351 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İstanbul ili Gaziosmanpaşa ilçesi  (…) ve  (…) Mahalleleri sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. maddesi uyarınca riskli alan ilan edilmesine ilişkin 13/04/2015 günlü, 2015/7602 sayılı Bakanlar Kurulu kararının  (…) Mahallesine ilişkin kısmının iptali istemiyle açılmıştır.

Danıştay Ondördüncü Dairesinin 18/02/2016 günlü, E: 2015/5172, K: 2016/1058 sayılı kararıyla; dava konusu alan üzerindeki binaların yapısal sınıflarını temsil edebilecek sayı ve niteliğe sahip yapılardan seçilen örneklerden alınan karot ve numuneleri ile 6306 Sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliği ekinde yer alan; Riskli Yapıların Tespit Edilmesine İlişkin Esaslara uygun bir şekilde elde edilen verilerin, zemin etüdü verileriyle birlikte değerlendirilmesi sonucu teknik rapor hazırlandığı, bu çerçevede raporun, 6306 sayılı Yasa ve 6306 Sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin amacına uygun olduğu, söz konusu alanda bulunan yapıların can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını kanıtlayacak yeterli bilgi ve değerlendirme içerdiği, bu durumda uyuşmazlığa konu alanın “riskli alan” ilan edilmesine ilişkin 13/04/2015 günlü, 2015/7602 sayılı Bakanlar Kurulu kararının  (…) Mahallesine ilişkin kısmında hukuka aykırılık bulunmadığı; diiğer taraftan, Kanunun uygulanması için belirlenen alanların sınırları içinde olmakla birlikte, ekonomik ömrünü tamamlamamış, yıkılma veya ağır hasar görme riski taşımayan yapıların da uygulama bütünlüğü bakımından Bakanlıkça gerekli görülmesi halinde ilan edilen riskli alan kapsamına dahil etme imkanını sağlayan 6306 sayılı Yasanın 3. maddesinin (7). alt bendini iptal eden 27/02/2014 günlü, E: 2012/87, K: 2014/41 sayılı Anayasa Mahkemesi kararı ve gerekçesi dikkate alındığında; 3194 sayılı Yasanın 21. ve 22. maddeleri ile diğer ikincil imar mevzuatına uygun bir şekilde inşa edilerek iskan edilen, fen ve sağlığa uygun, ekonomik ömrünü tamamlamamış ve yıkılma tehlikesi bulunmadığı; 6306 Sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliği ve ekinde yer alan Esaslar çerçevesinde ilgililerce yaptırılacak incelemeler sonucunda tespit edilecek yapıların korunması gerektiği, dolayısıyla riskli yapı olmadığı incelemeler sonucunda anlaşılacak yapıların, ilan edilecek riskli alan kapsamına dahil edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacılar, anılan kararı temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedirler.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması” başlıklı 4709 sayılı Yasa ile değişik 13. maddesinde; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” kuralı düzenlenmiş, İkinci Bölümde Kişinin Hakları ve Ödevleri arasında, 35. maddesinde “mülkiyet hakkı” sayılmış ve “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” hükmüne yer verilmiştir.

Anayasanın Milletlerarası Andlaşmaları uygun bulma başlıklı 90. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.”, son fıkrasında ise: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07.05.2004 günlü, 5170 sayılı Yasanın 7. maddesi) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” kuralıyla ise usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası andlaşmaların iç hukuk sistemine yansıtılma yöntemi belirlenmiş olup, bu andlaşmalardan temel hak ve özgürlüklere ilişkin olanlarla yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda uluslararası andlaşma kurallarının esas alınması anayasal gerekliliktir.

20/03/1952 günü kabul edilen İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol, Türkiye tarafından 19/03/1954 tarihinde onaylanmıştır. Anılan Protokol’ün “Mülkiyetin Korunması” başlıklı 1. maddesinde; “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse; ancak, kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” kuralı yer almıştır.

6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 2. maddesinin 1. fıkrasının (ç) bendinde; Riskli alan: Zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıyan, Bakanlık veya İdare tarafından Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü de alınarak belirlenen ve Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kararlaştırılan alan olarak tanımlanmıştır.

6306 Sayılı Kanun’un Uygulama Yönetmeliğinin, “Riskli alanın tespiti” başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında da “Riskli alan; a) Alanın, zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığına dair teknik raporu,

b) Alanda daha önceden meydana gelmiş afetler varsa, bunlara dair bilgileri,

c) Alanın büyüklüğünü de içeren koordinatlı sınırlandırma haritasını, varsa uygulama imar planını,

ç) Alanda bulunan kamuya ait taşınmazların listesini,

d) Alanın uydu görüntüsünü veya ortofoto haritasını,

e) Zemin yapısı sebebiyle riskli alan olarak tespit edilmek istenilmesi halinde yerbilimsel etüd raporunu,

f) Alanın özelliğine göre Bakanlıkça istenecek sair bilgi ve belgeleri,

ihtiva edecek şekilde hazırlanmış olan dosyaya istinaden ve Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir ve teklif olarak Bakanlar Kuruluna sunulur…” hükümlerine yer verilmiştir.

Anılan Yönetmeliğin ekinde yer alan “Riskli Yapıların Tespit Edilmesine İlişkin Esaslar” ile, riskli binaların tespit edilmesinde uygulanacak kurallara yer verilmiş, yapılacak hesaplamalar ve kullanılacak parametreler ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.

Mülkiyet hakkı, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile güvence altına alınmış olup, anılan düzenlemeler uyarınca bu hak, sadece kamu yararının mevcut olduğu durumlarda kanunla sınırlanabilir. 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun da, mülkiyet hakkına sınırlama getirilmesine ilişkin hükümler içermekle birlikte, sınırlama yetkisinin kullanımını oldukça sıkı kurallara bağlanmış ve ortada kamu yararını ilgilendiren durumun bulunduğunun hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açık ve somut olarak ortaya konulmasını kurala bağlamıştır.

Somut olayda ise uyuşmazlık konusu riskli alan kararının alınma süreci şu şekilde işlemiştir:

İlk olarak, 15/12/2013 günlü, 28852 sayılı Resmi Gazete’de “İstanbul İli, Gaziosmanpaşa İlçesi,  (…) ve  (…) Mahalleleri sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın riskli alan ilan edilmesi”ne ilişkin 15/12/2013 günlü, 2013/5666 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı alınmış olup, bu kararın dayanağı olan ve Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığınca hazırlanan Teknik Raporda; teklif edilen alanın yaklaşık 37,5 hektar olduğu ve içinde Toplu Konut İdaresi tarafindan ilan edilen 28,5 hektarlık Gecekondu Önleme Bölgesinin de yer aldığı, Gecekondu Önleme Bölgesi içerisinde bulunan 395 adet parselde yaklaşık 1600 adet yapının büyük çoğunluğunda ciddi bir mülkiyet sorununun bulunduğu, yapılar 1999 depremi öncesinde inşa edilen yaklaşık 30-40 yıllık binalar olduğundan kaçak ve deprem öncesi hiçbir önlem alınmadan yapılması nedeniyle ciddi riskler taşıdığı, gerekçeleriyle söz konusu alanın riskli alan ilan edilmesi gerektiği hususlarına yer verilmiştir.

15/12/2013 günlü, 2013/5666 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemiyle açılan davada; Danıştay Ondördüncü Dairesi E: 2014/437 sayılı dosyasında keşif ve bilirkişi incelemesine başvurmuş olup , bu kapsamda hazırlanan bilirkişi raporunda; ” (…) ve  (…) mahalleleri için Belediyece hazırlanan teknik raporda, dava konusu bölgelerdeki yapı stokunun genel olarak 1 veya 2 katlı, 40-50 yıllık, konut amaçlı kullanılan yığma yapılardan oluştuğunun belirtildiği, bu durumun, bilirkişi heyeti tarafından yapılan keşif sırasında yerinde tespit edildiği, genel olarak mühendislik hizmeti görmeden inşa edilmiş olan bu tür yapıların kuvvetli depremler esnasında kötü performans gösterdikleri, bunun dışında, sayıları daha az olmakla birlikte, bölgede mühendislik normlarına uygun olarak inşa edilmiş binaların da mevcut olduğu, idarece hazırlanan rapora göre, dava konusu olan bölgelerdeki binaların gözlemsel olarak incelendiği ve kalite olarak “iyi”, “orta” ve “kötü” diye sınıflandırıldığı, bu sınıflandırmanın gözlemsel olarak malzeme kalitesi, bina yaşı ve bakımlılık durumu gözetilerek yapıldığının belirtildiği; ancak, niceliksel bir ölçüt verilmediği, öncelikle, bu gözlemsel incelemede kullanılan parametrelerin ve yapılan sınıflandırmanın binaların deprem riski düzeyi ile birebir ilişkilendirilmesinin yeterli bir yaklaşım olmayacağı, bir binanın deprem riski belirlenirken daha çok, binanın taşıyıcı sistemine ait parametrelerin (taşıyıcı eleman sayısı ve dağılımı, planda düzensizlik, düşeyde düzensizlik, lokal ve konstrüktif uygulamalar, vb.) dikkate alınacağı ve niceliksel bir yaklaşım ile teknik açıdan anlamlı tanımlar çerçevesinde binaların risk seviyeleri açısından sınıflandırılabileceği, örneğin bu tip bir sınıflandırmayı gerçekleştirmek için bütün binaların 6306 Sayılı Kanun’un Uygulama Yönetmeliğinin ekinde yer alan hızlı değerlendirme formları ile değerlendirilmesi ve bina bazında elde edilen performans skorlarının sınıflandırma amacıyla kullanılmasının daha sağlıklı sonuçlar vereceği, örnekleme yoluyla tipik binaların seçilmesi ve seçilen binaların ayrıntılı olarak incelenmesinin geçerli bir yaklaşım olduğu; ancak, burada bölgelerde detaylı risk çalışması için binalar seçilirken hangi örnekleme yönteminin (tesadüfi/tesadüfi olmayan yöntemler) kullanıldığı, örnek büyüklüğünün nasıl seçildiği hususlarının açık olarak belirtilmediği, ayrıca, Bağlarbaşı Mahallesinde anakütle (toplam bina stoku) içerisinde hem yığma hem betonarme binalar varken örneklerin sadece yığma binalardan seçildiği, benzer bir şekilde  (…) ve  (…) mahallelerinde örnekleme içerisinde 53 yığma ve 1 betonarme bina yer aldığı, örnek olarak seçilen tek betonarme binanın da terkedilmiş ve bakımsız bir görüntü verdiği, bu binanın bölgedeki tüm betonarme binaları tek başına temsil ettiğini söylemenin gerçekçi olmayacağı, istatistiksel olarak betonarme binaları temsilen her iki bölgede de daha fazla sayıda betonarme binanın seçilmiş olması gerektiği, bölgede daha önce yaşanmış olan deprem afetleri (bu bölge genelinde 17 Ağustos 1999 Kocaeli depremi en somut örnektir) sırasında binaların performansı ve eğer varsa meydana gelen hasarların dağılımı konusunda raporda herhangi bir bilgiye yer verilmediği, Gaziosmanpaşa Belediyesinin keşif sonrası sunduğu Ek Rapor’da; “mevcut arazinin kapsamlı zemin etütlerinin yapılması sonucu zeminin yapısal özellikleri belirlenmiştir …. 1. aşamada takip edilen yolda öncelikli olarak bölgenin jeolojik formasyonu hakkında daha önceden yapılmış çalışmalar göz önünde bulundurularak bilgi edinilmiş olup, yerinde yapılan jeofizik çalışmalarla (MASW, Sismik kırılma) desteklenmiştir. Daha önceden yapılan sondaj çalışmaları göz önünde bulundurularak bölgenin temel kayasını oluşturan grovakların çatlaklı ve parçalı olması ve yapılaşmanın bulunduğu bölgenin kısmen de olsa dere yatağına yakın olması yer altı su seviyesinin mevsimsel yağışlara bağlı olarak değişmesi sonucunda yapılar için risk teşkil etmektedir” denildiği, ayrıca; ek rapor içerisinde sunulan Tablo 7’de; dolgu kalınlığı, emniyet gerilmesi, emniyet gerilmesi sınır değerleri, ve To değerlerinin sunulduğu, dosya incelendiğinde, ek raporda belirtilen ve mevcut olduğu vurgulanan detaylı zemin etüdü raporunun yer almadığı, bu raporun keşif günü istenilmesine rağmen, dosyaya eklenmediği, o nedenle, yapılan zemin etüdü çalışmasının sistematik yapılıp yapılmadığının bilinemediği, Tablo 7’deki veriler dikkate alındığında, dolgu kalınlığının genelde 2 m ve daha az olduğu, sunulan ek raporda, belirtilen emniyet gerilmelerine ilaveten zeminde beklenen oturma miktarlarına ait bilgi bulunmadığı, ayrıca, grovak olduğu belirtilen jeolojik formasyondaki tabakaların ve eklemlerin yönelimi ile şev yönelimi ilişkisi belirtilmediği için, alanda şev stabilitesi ile ilgili bir problemin olup olmadığının da anlaşılmadığı, dava dosyasında, farklı dönemlerde ölçülmüş yeraltı su seviye bilgisi bulunmadığı, yeraltı su seviyesinin mevsimsel yağışlara bağlı olarak değişmesi sonucunda yapılar için risk teşkil edip etmediğine ve alan için su taşkın riskine dair dosya içerisinde herhangi bir bilgi de bulunmadığı, dava konusu alanın genelde eğimli olması dolayısıyla, taşkın suyunun alan dışına akacağı düşünülebilir ise de bu konuda bir yorumda bulunabilmek için, hidrolojik-hidrojeolojik hesaplamaların yapılması gerektiği, yerleşim alanlarını gerek yerleşime açılırken gerekse kapatılırken yapılması gereken detaylı zemin etüdü çalışmaları ile ilgili bilgilerin, dava dosyalarında bulunmadığı” tespitlerine yer verilmiştir.

Danıştay Ondördüncü Dairesinin 17/02/2016 günlü, E: 2014/437, K: 2016/980 sayılı kararıyla; anılan bilirkişi raporundaki tespitlere dayalı olarak uyuşmazlığa konu alanın “riskli alan” ilan edilmesine ilişkin 15/12/2013 günlü, 2013/5666 sayılı Bakanlar Kurulu kararının,  (…) Mahallesine ilişkin kısmında hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle anılan kısmın iptaline karar verilmiştir (Anılan karar, temyiz incelemesi sonucunda Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 20/09/2016 günlü, E: 2016/2103, K: 2016/2613 sayılı kararıyla onanmıştır).

Bakılan uyuşmazlıkta ise, anılan iptal kararı uyarınca teknik rapora eklemeler yapılarak, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlığınca, dava konusu alanın riskli alan olarak ilan edilmesi yeniden talep edilmiş ve teklif dosyası hazırlanarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığına iletilmiş, alana ilişkin olarak Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının (AFAD) görüşü sorulmuş ve AFAD, Gaziosmanpaşa ilçesinde olmuş afetler dolayısıyla Bakanlar Kurulu Kararı ile alınmış herhangi bir “Afete Maruz Bölge” kararı bulunmadığı, hasar tespitine ilişkin bir çalışma olup olmadığına ilişkin bilgi ve belgelerin Valilikten temin edilip dikkate alınması gerektiği, varsa plana esas jeolojik-jeoteknik etüt raporlarına ve F1 Bankasınca hazırlanan Jeolojik Etüt Raporlarına ilişkin bilgi ve belgelerin ilgili yerel idarelerden temin edilip sorulan alanı kapsayıp kapsamadığının tespit edilmesi gerektiğine ilişkin görüşünü anılan Bakanlığa sunmuştur.

Bunun üzerine, dava konusu alan üzerindeki yapılaşmanın can ve mal kaybına yol açma riski taşıması sebebiyle, 6306 sayılı Kanun’un 2. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendi uyarınca Bakanlar Kurulu’nun 13/04/2015 günlü, 2015/7602 sayılı dava konusu kararı alınmış ve 10/05/2015 günlü, 29351 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Yukarıda yer verilen süreç incelendiğinde; dava konusu Bakanlar Kurulu Kararının, yargı kararıyla eksiklikleri saptanan teknik rapora dayalı olarak alınan 15/12/2013 günlü, 2013/5666 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının Danıştay Ondördüncü Dairesince iptal edilmesi üzerine tesis edildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, dava konusu riskli alan kararının dayanağı olan teknik raporun, 15/12/2013 günlü, 2013/5666 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının dayanağı olan teknik raporda mevcut olan ve bilirkişi tarafından tespit edilen eksiklikleri taşıyıp taşımadığı ve 6306 Sayılı Kanun’un Uygulama Yönetmeliğinin eki “Riskli Yapıların Tespit Edilmesine İlişkin Esaslar”a uygun olup olmadığı hususlarının tespiti, bakılan uyuşmazlığın çözümü bakımından önem arz etmektedir.

Yargı kararıyla iptal edilen 15/12/2013 günlü, 2013/5666 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının dayanağı olan teknik rapora ilişkin düzenlenen bilirkişi raporunda, “ (…) ve  (…) Mahallelerinde örnekleme içerisinde 53 yığma ve 1 betonarme bina yer aldığı, örnek olarak seçilen tek betonarme binanın da terkedilmiş ve bakımsız bir görüntü verdiği, bu binanın bölgedeki tüm betonarme binaları tek başına temsil ettiğini söylemenin gerçekçi olmayacağı, istatistiksel olarak betonarme binaları temsilen her iki bölgede de daha fazla sayıda betonarme binanın seçilmiş olması gerektiği, bölgede daha önce yaşanmış olan deprem afetleri (bu bölge genelinde 17 Ağustos 1999 Kocaeli depremi en somut örnektir) sırasında binaların performansı ve eğer varsa meydana gelen hasarların dağılımı konusunda raporda herhangi bir bilgiye verilmediği,” ifade edilmiş olmasına rağmen, dava konusu işlemin dayanağı olan teknik raporda örnekleme seçiminin aynı şekilde yapıldığı görülmektedir.

Yine önceki raporda, “6306 sayılı Kanun uyarınca bir alanın üzerinde bulunduğu yapı stokunun can ve mal kaybına yol açma riski taşıması nedeniyle “Riskli Alan’ olarak ilan edilebilmesi için, söz konusu alandaki binaların deprem riski belirlenirken daha çok binaların taşıyıcı sistemine ait parametrelerin (taşıyıcı eleman sayısı ve dağıtımı, planda düzensizlik, düşeyde düzensizlik, lokal ve konstrûktif uygulamalar, vb.) dikkate alınması gerektiği, niceliksel bir yaklaşımla teknik açıdan anlamlı tanımlar çerçevesinde binaların risk seviyeleri açısından sınıflandırılabileceği, bu tip bir sınıflandırmayı gerçekleştirmek için bütün binaların ilgili Yönetmeliğinin ekinde yer alan hızlı değerlendirme formları ile değerlendirilmesi ve bina bazında elde edilen performans skorlarının sınıflandırma amacıyla kullanılması gerektiği, örnekleme yoluyla tipik binaların seçilmesi ve seçilen binaların ayrıntılı olarak incelenmesi geçerli bir yaklaşım ise de, detaylı risk çalışmasında binalar seçilirken hangi örnekleme yönteminin (tesadüfi/tesadüfi olmayan yöntemler) kullanıldığı ve örnek büyüklüğünün nasıl seçildiğinin açık olarak belirtilmesi gerektiği, anakütle (toplam bina stoğu) içerisinde hem yığma hem betonarme binalar varken örneklerin sadece yığma binalardan seçilemeyeceği, istatistiksel olarak betonarme binaları temsilen toplam bina sayısına orantılı bir şekilde binaların seçilmesi gerektiği, alanda yer alan yapıların deprem riskinin belirlenebilmesi için ise, bu yapıların teknik olarak incelenmesi gerektiği, bunun için, yapıların bulunduğu yerdeki deprem tehlikesı ve yapının deprem performansını etkileyen yapısal özelliklerin saha çalışmaları sonucunda elde edilmesi gerektiği. yapısal sistem özelliklerine göre sınıflandırılmış tip binalar seçilerek bunların ayrıntılı analizlerinin yapılması sonucunda bir korelasyon çıkarılıp buna göre genel yapı stokunun riskinin belirlenmesi gerektiği, bölgenin deprem riskini belirlemek için öncelikle deprem tehlikesinin hesaplanması gerektiği, deprem tehlike hesaplamasının ise bölgeyi etkileyebilecek depremlerin oluşma potansiyeli olan sismik kaynaklara bağlı olarak yapılabileceği, bu şekilde ayrıntılı bir hesaplamanın istatistiksel olarak bölgenin deprem tehlikesi hakkında bir veri olabileceği, aksi takdirde yukarıda belirtilen çalışmalar yapılmadan alanın üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybına yol açma riski konusunda değerlendirme yapmanın bilimsel kurallara ve dolayısıyla 6306 sayılı Yasanın amacına aykırı olacağı açıktır.” tespitine yer verilmiş olmasına rağmen, dava konusu işlemin dayanağı olan teknik raporda sadece dolgu kalınlığı, emniyet gerilmesi, To(sn) ve dayanımı yetersiz duvarların kat kesme kuvvetine katkısı (Ve/Qbi%) değerlerine yer verilmiş, Ve/Qbi(%) değeri seçilen tüm yapılar için % 50’nin üzerinde olduğundan, yapıların riskli olduğu tespiti yapılmıştır.

Sonuç olarak; risk çalışması için binalar seçilirken hangi örnekleme yönteminin (tesadüfi/tesadüfi olmayan yöntemler) kullanıldığı, örnek büyüklüğünün nasıl seçildiği (örneğin, 1301 yığma binadan 53 örnek seçilirken, 220 betonarme binadan sadece 1 örnek seçilmesi, riskli alan ilan edilen bölgenin temsil edilebilirliği açısından yetersizdir) hususlarının açık olarak belirtilmediği görülmüştür. Bunun yanı sıra, parametrelerin ve yapılan sınıflandırmanın binaların deprem riski düzeyi ile birebir ilişkilendirilmesi yeterli olmayıp, binanın taşıyıcı sistemine ait parametreler (taşıyıcı eleman sayısı ve dağılımı, planda düzensizlik, düşeyde düzensizlik, lokal ve konstrüktif uygulamalar, vb.) dikkate alınarak ve binalar 6306 Sayılı Kanun’un Uygulama Yönetmeliğinin ekinde yer alan hızlı değerlendirme formları ile değerlendirilip, bina bazında elde edilen performans skorları, binaların risk seviyeleri açısından sınıflandırılarak bir sonuca varılması gerekirken, dava konusu işlemin dayanağı teknik raporda bu hususlara yer verilmediği anlaşılmıştır.

“Riskli Yapıların Tespit Edilmesine İlişkin Esaslar”, riskli yapı tespitini çok katı ve ayrıntılı kurallara bağlamış olduğundan, (riskli alan kararı alınan bölgenin bütünüyle temsil edilmesini sağlayacak yapılar arasından) doğru bir örnekleme seçim yöntemi ile belirlenen binalar üzerinde, anılan esaslarda yer alan koşulların birebir yerine getirilmesi ve tüm parametrelerin hesaplanması ve her binaya ilişkin formların hazırlanması suretiyle riskli alan kararı alınması gerekirken, tüm bu hususlar yerine getirilmeksizin alınan 13/04/2015 günlü, 2015/7602 sayılı Bakanlar Kurulu kararının  (…) Mahallesine ilişkin kısmında hukuka uyarlık görülmemiştir.

Bu nedenle, dava konusu işlemin dayanağı olan teknik raporun, 6306 sayılı Yasa ve 6306 Sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliğinin amacına uygun olduğu, söz konusu alanda bulunan yapıların can ve mal kaybına yol açma riski taşıdığını kanıtlayacak yeterli bilgi ve değerlendirme içerdiği gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen temyize konu Daire kararında hukuki isabet görülmemiştir. Bunun yanı sıra, dava konusu Bakanlar Kurulu kararı,  (…) ve  (…) Mahalleleri sınırları içerisinde bulunan ve ekli kroki ile listede sınır ve koordinatları gösterilen alanın tümüyle riskli alan ilan edilmesine ilişkin olmasına rağmen; Dairece, kararda “ekonomik ömrünü tamamlamamış ve yıkılma tehlikesinin bulunmadığı 6306 Sayılı Kanunun Uygulama Yönetmeliği ve ekinde yer alan Esaslar çerçevesinde ilgililerce yaptırılacak incelemeler sonucunda tespit edilecek yapıların korunması gerektiği” yönünde açıklamaya yer verilmesi de “Bakanlar Kurulu kararının  (…) Mahallesine ilişkin kısmında hukuka aykırılık bulunmadığı” yolundaki ret gerekçesiyle de çelişmektedir.

Açıklanan nedenlerle, davacıların temyiz isteminin kabulüne, Danıştay Ondördüncü Dairesinin 18/02/2016 günlü, E: 2015/5172, K: 2016/1058 sayılı kararının BOZULMASINA ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 6545 sayılı Kanun ile değişik 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca dava konusu işlemin, davacılar yönünden İPTALİNE kesin olarak, Kurulumuzca yeniden bir karar verildiğinden, aşağıda dökümü yapılan dava ve temyiz aşamasına ilişkin 587,60-TL yargılama gideri ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca takdir edilen 1.800,00-TL avukatlık ücretinin davalı idarelerden alınarak davacılara verilmesine, davalı idareler ve müdahil idare tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerlerinde bırakılmasına, posta ücretinden artan kısmın istemi halinde davacılara iadesine, 20/10/2016 gününde oyçokluğu ile karar verildi.