1. Anasayfa
  2. Danıştay İDDK Kararları

Danıştay İDDK E: 2017/2078 K: 2017/2972


Hukuk devletinin özünü; devletin hukuka bağlılığı, devlet organlarının hukukun içinde kalarak işlem ve eylemler yapabilmesi oluşturmaktadır. Anayasal bir ilke olarak, devletin tüm faaliyetlerinin yargısal denetime açık olması hukuk devletinin vazgeçilmez bir niteliği olup; yargı denetimi, hukuk devleti ilkesinin en önemli unsurlarındandır. Şu kadar ki, yargısal denetim re’sen yapılan bir denetim olmayıp, usulüne uygun bir başvuru koşuluna bağlıdır. Bir idari işlemden dolayı iptal davası açılabilmesi için iptali istenilen idari işlem ile davacının bir menfaat ilişkisinin bulunması yeterli sayılmış olup; gerek doktrin, gerekse içtihatlar, dava açmaya yetecek bir menfaat ilişkisinden söz edilebilmesi için bu ilişkinin meşru, davacıyı etkileyecek bir biçimde kişisel ve güncel olması gerektiğinde birleşmektedirler. Sözü edilen menfaat ilişkisinin varlığı ve sınırları her olayda yargı yerince uyuşmazlığın niteliğine göre belirlenmektedir.

T.C Anayasası’nın 35. maddesi; “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” hükmünü amirdir.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Ek 1 No.’lu Protokol’ün “Mülkiyetin korunması” kenar başlıklı 1. maddesinde ise; “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.

Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Anayasa’nın 35. maddesinde yer verilen mülkiyet kavramı, kapsam itibarıyla 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda yer alan mülkiyet kavramı ile sınırlı olmamakla birlikte, taşınmaz mülkiyetinin Anayasa’nın 35. maddesindeki güvence kapsamına girdiğinde kuşku yoktur.

Anayasa’nın 35. maddesi kapsamındaki hakkının ihlal edildiğini ileri süren davacı, böyle bir hakkın varlığını kanıtlamak zorundadır. Bu nedenle, öncelikle davacının, Anayasa’nın 35. maddesi uyarınca korunmayı gerektiren mülkiyete ilişkin bir menfaate sahip olup olmadığı noktasındaki hukuki durumunun değerlendirilmesi gerekir.

“Mülk” kavramı “mevcut mülkler” ile sınırlı değildir; kıymetleri, başvuranın üzerinde mülkiyet hakkını fiilen kullanabilmeye yönelik makul ve “yasal bir beklentiye” sahip olduğunu iddia edebileceği arazileri de kapsar.

“Tapu tahsis belgesi”, imar ve gecekondu mevzuatı çerçevesinde; hazine, belediye, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve il özel idarelerinin müstakilen sahip oldukları taşınmazlar üzerinde 2981 sayılı Kanun’a göre belirlenen çerçevede ilgili kişilere tanınan ve şahsi hak içeren bir belge olup Kanunun aradığı şartların gerçekleşmesi durumunda, ilgilisine o taşınmazın mülkiyetini kazandıracak niteliğe sahiptir.

Yukarıda anlatılanlar çerçevesinde tapu tahsis belgesine sahip bir kimsenin, bu belgenin ait olduğu alana yönelik mülkiyet çıkarının, Anayasa’nın 35. maddesi hükmü ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1. No.’lu Protokol’ün 1. maddesinin ilk cümlesinin anlamı çerçevesinde önemli bir çıkar ve dolayısıyla bir “mülk” oluşturmaya yetecek doğaya sahip olduğu ve bu durumun davacıya verilen tapu tahsis belgesi ile idarece kabul edildiği sonucuna ulaşılmaktadır.

Bu durumda, tapu tahsis belgesi sahibi olan davacının bakılmakta olan davayı açmakta; güncel, meşru ve kişisel bir menfaatinin varlığı açık olduğundan, Dairece davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

Açıklanan nedenle, davacının temyiz isteminin kabulüne, Danıştay Altıncı Dairesinin 16/05/2017 günlü, E:2017/1, K:2017/3304 sayılı kararının bozulmasına, 11/10/2017 gününde, esasta oybirliği, gerekçede oyçokluğu ile kesin olarak karar verildi.

GEREKÇEDE KARŞI OY Dava; İstanbul İli, Gaziosmanpaşa İlçesinde ilan edilen riskli alan sınırları içerisindeki taşınmazların acele kamulaştırılmasına ilişkin 14/03/2016 tarihli, 2016/8598 sayılı Bakanlar Kurulu kararının, Gaziosmanpaşa İlçesi, Yıldıztabya Mahallesi, … ada, … parsel sayılı taşınmaz yönünden iptali istemiyle açılmıştır.

Kamulaştırma işlemlerinin özü itibariyle bireysel nitelikte işlemler olduğu, bu nedenle tapuda kayıtlı malikler veya diğer hak sahipleri tarafından dava açılabileceği açıktır.

Uyuşmazlık; davacının tapu tahsis belgesine sahip olması sebebiyle, mülkiyet hakkının ihlal edilip edilmediği ve bu kapsamda dava açma ehliyetinin bulunup bulunmadığına ilişkindir.

Tapu tahsis belgesi, 2981 sayılı Yasa hükümleri kapsamında; devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan arsa ve araziler üzerine yapılan kaçak yapılar karşılığında verilen ve hak sahiplerine, ıslah imar planları kapsamında arsa tahsisine imkan tanıyan bir belgedir. Nitekim, 2981 sayılı Yasanın 10. maddesinde; “Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder.

Ancak islah imar planı veya kadastro planları ile belirlenen alanlarda tapu tahsis belgesi yerine hak sahiplerine doğrudan tapuları verilebilir…” hükmüyle, imar mevzuatına aykırı yapının bulunduğu yerde korunabilmesi ve tapusunun verilebilmesinin tek istisnasının, yapının bulunduğu alanın ıslah imar planı kapsamında yer alması hali olduğu açıkça belirtilmektedir.

Görüldüğü üzere, tapu tahsis belgesinin, arza ilişkin bir mülkiyet hakkı niteliğini kazanabilmesi için, ıslah imar planı kapsamında kalması gerekmektedir.

Bu niteliği itibarıyla, ıslah imar planı kapsamında bulunmayan yapılara ilişkin tapu tahsis belgesinin, üzerinde bulunduğu arza ilişkin bir mülkiyet hakkını içermediği göz önüne alındığında, davacının 2981 sayılı yasa kapsamındaki gecekondusunun bulunduğu alanın ıslah imar planı kapsamında bulunup bulunmadığının araştırılması, ıslah imar planı kapsamında bulunmadığının tespiti halinde de, ancak mülkiyet bağı bulunması halinde dava açılabileceği kabul edilen acele kamulaştırma işlemi bakımından davacının dava açma ehliyetinin bulunmadığına hükmedilmesi gerektiği, dolayısıyla; Mahkeme kararının bu gerekçeyle bozulması gerektiği görüşüyle, aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyoruz.

Yorumlar (1)

    Bir yanıt yazın