1. Anasayfa
  2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 2020/220 K: 2020/726


Taksim sözleşmesinin geçerli olabilmesi için miras bırakanın ölümünden sonra bütün mirasçıların veya temsilcilerinin iradelerinin birleşmesi asıl olduğundan, her birinin kendi payına düşeni aldığı ve diğer mirasçıların paylarına düşenler bakımından da karşılıklı olarak vazgeçtikleri açık ve kesin şekilde belirlenmedikçe taksimin sabit olduğu kabul edilemeyecektir

Davacı İstemi: 4. Davacı vekili 06.01.2010 harç tarihli dava dilekçesinde; davalı borçlu … hakkında müvekkiline olan borcundan dolayı Beyoğlu 2. İcra Dairesinin 2005/1664 takip sayılı dosyası ile başlatılan takip kesinleşince borçlunun kendisine babasından kalan ve diğer davalıların da iştiraken malik oldukları Güngören İlçesi 2 pafta 9130 parsel sayılı arsa niteliğinde olan üzerinde üç katlı yapı bulunan taşınmaza haciz şerhi işlendiğini, borçlunun hissesinin satışı amacıyla Beyoğlu 2. İcra Mahkemesinin 2007/718 E. sayılı dosyasında ortaklığın giderilmesi amacıyla yetki alındığını, yetkiye istinaden açılan Bakırköy 6. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2007/1800 E. sayılı dosyanın temyiz incelemesinde olduğunu, yine davalı … tarafından ikame edilen Bakırköy 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/189 E. sayılı dosyasına ilişkin yargılama devam ederken davalıların kendi aralarında kat irtifakı konusunda anlaşarak taşınmazı mirasa göre taksim ettiklerini, yapılan taksim sonucunda davalı …’nin kıymet olarak çok düşük bir bağımsız bölüme razı olduğunu, kat irtifakı kurulurken davalı …’in vekil vasıtasıyla imza attığını, yapılan taksim neticesinde davalı …’nin çok düşük bir paya alacaklı olan davacıyı zarara uğratmak ve mal kaçırmak gayesi ile razı olduğunu, müvekkilinin kaybına yol açan taksimin muvazaalı olduğunu ileri sürerek taksimin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı: 5. Davalılar İsmail, … ve … vekili 29.03.2010 havale tarihli cevap dilekçesinde; alacağın tahsili için tüm hukuki yolların tüketilmesi gerektiğinden dava açmakta hukuki menfaatin bulunmadığını, davacının, alacağından ötürü …’ye yönelik olarak icra takibi başlattığını ve bu davalının miras hissesine haciz koydurduğunu, davacı tarafın Bakırköy 6. Sulh Hukuk Mahkemesini 2007/1800 E. sayılı dosyası ile müvekkilleri aleyhine paydaşlığın giderilmesi davası açmasına rağmen davayı takip etmediğini, davalılardan …’nin müvekkilleri aleyhine açtığı Bakırköy 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/189 E. sayılı paydaşlığın giderilmesi davasında da müvekkilleri ile davalı …’in sulh olduğunu ve ödenecek fark bedelleri ile karşılıklı ödemeler yapılarak gayrimenkulde kat irtifakı tesis edildiğini belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur. 6. Davalı … cevap dilekçesi sunmamış ve yargılamaya katılmamıştır.

Mahkeme Kararı: 7. Bakırköy 9. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.11.2011 tarihli ve 2010/4 E., 2011/439 K. sayılı kararı ile; dava konusu olan taşınmaz üzerine icra dairesince 24.05.2005 tarihinde ihtiyati haciz konulduğu, davalı …’nin diğer davalılar aleyhine açtığı paydaşlığın giderilmesi davasında 28.11.2006 tarihinde ortaklığın giderilmesine karar verildiği, kararın temyiz incelemesinde bozulduğu, mahkemece taraflara kat mülkiyeti kurmaları hususunda süre verildiği ve bundan sonra da davanın takipsiz bırakılarak açılmamış sayılmasına karar verildiği, davalıların dava konusu olan taşınmazda kendi aralarında yaptıkları 14.05.2009 tarihli anlaşmaya istinaden davalı borçluyu da kapsayacak şekilde kat irtifakı tesis edildiği, diğer davalıların davalı borçlu …’ye 35.000,00TL ivaz bedeli vererek binanın bodrum katındaki 1/4 arsa paylı 1 nolu bağımsız bölümü verdikleri hususunun tapu kaydından anlaşıldığı, davalı …’nin kardeşi olan diğer davalıların bu davalının borca batık olduğunu bilebilecek durumda oldukları, İİK’nın 278/3. maddesi uyarınca da özellikle yasa koyucunun bazı tasarrufları bağışlama hükmünde sayarak aksi ispat edilmeyen kesin karine kabul etmesi ve davalı … ile diğer davalılar arasında kardeşlik bağı bulunması nedeniyle … dışındaki diğer davalıların iyi niyet iddiasının dikkate alınmadığı, ortada ivazsız nitelikte bir tasarruf bulunduğu gerekçesiyle davalı borçlu …’nin diğer davalı üçüncü kişiler ile dava konusu taşınmazla ilgili olarak kat irtifakı kurulmasına ilişkin yapmış oldukları 05.06.2009 tarihli tasarruf işleminin takip konusu alacak ve ferileri ile sınırlı olarak iptaline, alacaklıya bu taşınmazın haciz ve satışını isteme yetkisi tanınmasına karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı: 8. Bakırköy 9. Asliye Hukuk Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalılar …, … ve … vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesince 27.03.2014 tarihli ve 2014/1298 E., 2014/4385 K. sayılı kararı ile; “…Dava İİK. nın 277 ve devamı maddeleri uyarınca açılan tasarrufun iptali isteğine ilişkindir. İİK. nın 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarında amaç, borçlunun haciz yada iflasından önce yaptığı ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da “iyiniyet kurallarına aykırılık” nedeniyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamaktır. Davacı, iptal davası sabit olduğu takdirde, tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını almak yetkisini elde eder ve tasarruf konusu taşınmaz mal ise, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir (İİK. md 283/1). Bu yasal nedenle iptal davası, alacaklıya alacağını tahsil olanağını sağlayan, nisbi nitelikte yasadan doğan bir dava olup; tasarrufa konu malların aynı ile ilgili değildir.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunun 676/son maddesi uyarınca mirasçılar arasındaki paylaşımın yazılı şekilde yapılması yeterlidir. Mirasçılar arasında yapılan rızai taksim bir sözleşme olup tarafların iradesi ne biçimde birleşmişse o biçimde gerçekleşir. Bu nedenle paylaşımda eşitlik şart değildir.

Somut olayda davacı vekili, davalıların murisleri olan…’den intikal eden 9130 sayılı parsel üzerindeki arsa ve binayı taksim ettiklerini ancak borçlu davalıya daha az değerli olan dükkanın isabet ettiğini öne sürerek davalılar arasında yapılan muvazaalı taksimin iptalini talep etmiştir. Dosya içeriğinden de dava konusu 9130 parsel sayılı arsa niteliğindeki taşınmazın …’ye ait iken 06.05.1998 tarihinde ölümü ile mirasçıları olan davalılara intikal ettiği, davalıların kendi aralarında yaptıkları 14.05.2009 tarihli anlaşma ile taşınmazı taksim ettikleri bu taksim sonucu taşınmaz üzerindeki 1 nolu dükkanın borçlu davalı …’ye kaldığı ve davalıların kat irtifakı talep etmeleri sonucu sözü edilen dükkanın borçlu davalı adına tapuya tescil edildiği anlaşılmıştır. Bu durumda davalılar arasında yapılan rızai taksim sonucu mirasın taksim edildiği ve rızai taksimde mutlak eşitlik şart olmadığından mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme sonucu davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru bulunmamıştır…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.

Direnme Kararı: 10. Bakırköy 9. Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.06.2015 tarihli ve 2015/144 E., 2015/224 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçeye ilave olarak taraflarca rızai taksim sözleşmesinin eşitlik gayesi güdülerek yapıldığının anlaşıldığı ve taksim olunan bağımsız bölümlere bakıldığında taksimin amacını aşan fark bulunduğunun saptandığı, davalıların kendi aralarında yaptıkları 14.05.2009 tarihli anlaşmaya istinaden davalı borçluyu da kapsayacak şekilde kat irtifakı tesis edildiği, davalı borçlu …’ye diğer davalıların 35.000,00TL ivaz bedeli vererek binanın bodrum katındaki 1/4 arsa paylı 1 nolu bağımsız bölümü verdikleri, davalıların kardeş oldukları, davalı …’in borca batık olduğunu bilebilecek durumda oldukları, Bakırköy 5. İcra Hukuk Mahkemesinin 2013/108 E., 2013/427 K. sayılı ilamına göre de iş bu davaya dayanak olan ve davacının davalı borçlu … hakkında başlatmış olduğu İstanbul 32. İcra Dairesinin 2005/1664 E. sayılı dosyasında icra takip dosyasından haczedilen ve satışı istenilen taşınmazın tapuda haciz tarihi itibariyle …, …, … ve borçlu …’nin miras bırakanı babası adına kayıtlı olduğu, haciz tarihinden sonra tarafların bir araya gelerek iştirak hâlinde olan taşınmazın mülkiyet durumunu kat irtifakına çevirip tapuya tescil ettikleri, borçlu ve 3. şahısların hacizli taşınmazlar üzerindeki haczi yok sayarak kat irtifakı tesis ettirmesinin hukuka aykırı olduğu, Bakırköy 7. İcra Dairesinin 2010/1524 talimat sayılı dosyasında yapılan ihalenin feshine karar verildiği ve iş bu kararın Yargıtay’dan geçmek suretiyle de onandığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi: 11. Direnme kararı süresi içinde davalılar …, … ve … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

UYUŞMAZLIK 12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yapılan taksim sözleşmesinin muvazaalı olduğu iddiasının 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 676/son maddesi uyarınca davalılar arasında yazılı şekilde yapılan 14.05.2009 tarihli anlaşma belgesi ve dosya kapsamında bulunan diğer belgeler karşısında yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

GEREKÇE 13. Dava, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 277 vd. maddeleri uyarınca açılan tasarrufun iptali istemine ilişkindir.

Tasarrufun iptali davaları İİK’nın 277 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş; 277. madde de; bu davayı elinde muvakkat yahut kati aciz vesikası bulunan her alacaklının, iflas idaresinin yahut 245. maddede ve 255. maddenin 3. fıkrasında yazılı hâllerde alacaklıların kendilerinin açabileceği belirtilmiştir.

Tasarrufun iptali davasından maksat, 278, 279 ve 280. maddelerde yazılı tasarrufların butlanına hükmettirmek (m. 277) olduğundan, uyuşmazlığın çözümü için öncelikle Kanun’un öngördüğü iptal sebepleri üzerinde durularak, davanın amacı ve niteliği açıklanmalıdır.

“İvazsız Tasarrufların Butlanı” başlıklı 278. maddede; mutat hediyeler hariç olmak üzere, hacizden veya haczedilecek mal bulunmaması sebebiyle acizden yahut iflasın açılmasından haczin veya aciz vesikası verilmesinin sebebi olan yahut masaya kabul olunan alacaklardan en eskisinin tesis edilmiş olduğu tarihe kadar geriye doğru olan müddet içinde yapılan bütün bağışlamaların ve ivazsız tasarrufların batıl olduğu belirtilmiş, ancak bu sürenin haciz veya aciz yahut iflastan evvelki iki seneyi geçemeyeceği hüküm altına alınmıştır.

Maddede ivazlı olduğu hâlde bağışlama gibi geçersiz olan tasarruflar ise “1.Karı ve koca ile usul ve füru, sıhren üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasında yapılan ivazlı tasarruflar, 2. Akdin yapıldığı sırada, kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği akitler, 3. Borçlunun kendisine yahut üçüncü bir şahıs menfaatine kaydı hayat şartiyle irat ve intifa hakkı tesis ettiği akitler ve ölünceye kadar bakma akitleri” olarak üç bent hâlinde yer almıştır. Yeri gelmiş iken hemen belirtmek gerekir ki; Anayasa Mahkemesinin 11.07.2018 tarihli ve 2018/9 E., 2018/84 K. sayılı kararı ile daha önce 278. maddenin 3. fıkrasının 1 numaralı bendinde yer alan “…neseben veya…” ibarelerinin “…mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden itiraz konusu kuralda; neseben üçüncü dereceye kadar (bu derece dâhil) hısımlar arasında yapılan ivazlı tasarrufların başka hiçbir koşula bağlı bulunmaksızın bağışlama gibi olduğu, aksinin iddiası ve ispatı mümkün olmayan bir olgu olarak kabul edilmiştir. Bu bakımdan tasarruf konusu malın değerinin tam olarak veya fazlasıyla ödenmiş olması, tasarruf işleminin borçlunun alacaklılarının da menfaatine bulunması, alacaklıların tasarruf işlemi dolayısıyla zarar görmemesi, alacaklıların alacağı tahsil ve cebri icra imkânlarının zorlaştırılmamış hatta kolaylaştırılmış olması sonucu değiştirmeyecektir. Neseben üçüncü dereceye kadar (bu derece dâhil) hısımlar arasında gerçekleşen ivazlı tasarruflara kesin olarak bağışlama sonucunu bağlayan itiraz konu düzenleme, taraflara belirtilen hususlarda iddia ve savunmada bulunma, bu hususların ispatı yönünden delil, bilgi ve belge sunma imkânı vermemektedir. Bu yönüyle mülkiyet hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında gözetilmesi gereken makul dengeyi malik aleyhine bozan düzenlemenin ulaşılmak istenen amaç ile orantılı olduğu söylenemez…” gerekçesiyle Anayasa’ya aykırı olduğundan iptaline, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir.

Kanunda yer alan diğer iptal sebepleri ise “Acizden Dolayı Butlan” başlıklı 279. maddede; “Aşağıdaki tasarruflar borcunu ödemiyen bir borçlu tarafından hacizden veya mal bulunmaması sebebile acizden yahut iflasın açılmasından evvelki bir sene içinde yapılmışsa yine batıldır:

1 – Borçlunun teminat göstermeği evvelce taahhüt etmiş olduğu haller müstesna olmak üzere borçlu tarafından mevcut bir borcu temin için yapılan rehinler;

2 – Para veya mutat ödeme vasıtalarından gayrı bir suretle yapılan ödemeler;

3 – Vadesi gelmemiş borç için yapılan ödemeler.

4- Kişisel hakların kuvvetlendirilmesi için tapuya verilen şerhler.

Bu tasarruflardan istifade eden kimse borçlunun hal ve vaziyetini bilmediğini ispat eylerse iptal davası dinlenmez.” ve

“Zarar verme Kastından dolayı İptal” başlıklı 280. maddede;

“Malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun, alacaklılarına zarar verme kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu malî durumun ve zarar verme kastının, işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hâllerde iptal edilebilir. Şu kadar ki, işlemin gerçekleştiği tarihten itibaren beş yıl içinde borçlu aleyhine haciz veya iflâs yoluyla takipte bulunulmuş olmalıdır (Mülga ikinci fıkra: 17/7/2003-4949/103 md.).

Üçüncü şahıs, borçlunun karı veya kocası, usul veya füruu ile üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) kan ve sıhri hısımları, evlat edineni veya evlatlığı ise borçlunun birinci fıkrada beyan olunan durumunu bildiği farz olunur. Bunun hilafını üçüncü şahıs, ancak 279 uncu maddenin son fıkrasına göre isbat edebilir.

Ticari işletmenin veya işyerindeki mevcut ticari emtianın tamamını veya mühim bir kısmını devir veya satın alan yahut bir kısmını iktisapla beraber işyerini sonradan işgal eden şahsın, borçlunun alacaklılarını ızrar kasdını bildiği ve borçlunun da bu hallerde ızrar kasdiyle hareket ettiği kabul olunur. Bu karine, ancak iptal davasını açan alacaklıya devir, satış veya terk tarihinden en az üç ay evvel keyfiyetin yazılı olarak bildirildiğini veya ticari işletmenin bulunduğu yerde görülebilir levhaları asmakla beraber Ticaret Sicili Gazetesiyle; bu mümkün olmadığı takdirde bütün alacaklıların ıttılaını temin edecek şekilde münasip vasıtalarla ilan olunduğunu ispatla çürütülebilir…” şeklinde düzenlenmiştir.

Görüldüğü gibi, borçlunun aciz ya da iflasından önce yaptığı iptale tabi tasarruflar üç grup altında ve 278, 279 ve 280. maddelerinde düzenlenmiş, ancak bu maddelerde iptal edilebilecek bütün tasarruflar sınırlı olarak sayılmış değildir. Kanun, iptale tabi bazı tasarruflar için genel bir tanımlama yaparak hangi tasarrufların iptale tabi olduğu hususunun tayinini hâkimin takdirine bırakmıştır (İİK. m. 281). Bu yasal nedenle de davacı tarafından İİK’nın 278, 279 ve 280. maddelerden birine dayanılmış olsa dahi mahkeme bununla bağlı olmayıp diğer maddelerden birine göre iptal kararı verebilir. Nitekim aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.11.1987 tarihli ve 1987/15-385 E., ve 1987/872 K.; 08.10.2019 tarihli ve 2017/17-2248 E., 2019/998 K. sayılı kararlarında da kapsamlı bir biçimde açıklanmıştır.

İİK.’daki düzenlemeler karşısında tasarrufun iptali davası; “Borçlunun alacaklısını zarara uğratmak kastıyla mal varlığından çıkarmış olduğu, mal ve hakların veya bunların yerine geçen değerlerin tasarruftan zarar gören alacaklının alacağını elde etmesi amacıyla dava açarak tekrar borçlunun mal varlığına geçmesini sağlayan bir dava,” kısaca borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak için yaptığı tasarruflarını, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüzleştirmeye yönelik bir dava şeklinde tanımlanabilir. İptal davasının amacı bir alacağı ödememek için, mal varlığını azaltıcı veya artışını önleyici nitelikte, borçlu tarafından yapılan bir taraflı hukuki işlemler ve fiillerle, borçlunun amacını bilen veya bilmesi gereken kişilerle yaptığı tüm hukuki işlemleri, alacaklının alacağı ile sınırlı olarak hükümsüz sayarak işlem konusu mal veya hakkı hâlen borçluya aitmiş gibi, cebrî icra yolu ile alacaklının alacağını almasına olanak sağlamaktır (Güneren, A: İcra ve İflas Hukukunda Tasarrufun İptali Davaları, Ankara 2012, s: 39, 40). Davacı, iptal davası sabit olduğu takdirde, tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını almak yetkisini elde eder ve tasarruf konusu taşınmaz mal ise, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir (İİK. m 283/1). Bu yönüyle iptal davası hukuki niteliği itibariyle malın aynına ilişkin değil, şahsi bir davadır.

Borçlunun, alacaklılarına zarar vermek amacıyla kendisine miras yoluyla intikal eden ve hissedar olduğu mal varlığını, resmi taksim sözleşmesi ile diğer mirasçılara devretmesi işlemi de tasarrufun iptali davasına konu olabilmektedir. Somut olayda da davacı vekilince, davalıların murisleri olan…’den intikal eden parsel üzerindeki arsa ve binayı taksim ettikleri, ancak borçlu davalıya daha az değerli olan dükkânın isabet ettiği, yapılan işlemin muvazaalı olduğu ve mal kaçırmak amacıyla yapıldığı ileri sürüldüğünden uyuşmazlığın çözümü için taksim sözleşmesi üzerinde de durmakta yarar bulunmaktadır.

Taksim kanunda düzenlenmiş müşterek mülkiyeti sona erdiren özel bir yoldur. Taksim ile bütün paydaşlar bakımından müşterek mülkiyet sonra erer. Paydaşlar anlaşarak taksim yapabilecekleri gibi, taksime dava yoluyla da ulaşılabilir. Tarafların anlaşarak yaptıkları taksime rızai taksim, hâkim kararı ile yapılan taksime ise kazai taksim denir. Müşterek mülkiyetin sona erdirilmesi rızai taksimle veya kazai taksimle olabileceği gibi, müşterek malın taksim edilmeyip satılması suretiyle de olabilir (Kılıç, H: Gayrimenkul Davaları, Ankara, 2007, C I, s. 566 vd.).

4721 sayılı TMK’nın 676 maddesinde “Mirasçılar arasında payların oluşturulması ve fiilen alınması veya aralarında yapacakları paylaşma sözleşmesi mirasçıları bağlar. Paylaşma sözleşmesiyle mirasçılar, tereke mallarının tamamı veya bir kısmı üzerindeki elbirliği mülkiyetinin miras payları oranında paylı mülkiyete dönüştürülmesini de kabul edebilirler. Paylaşma sözleşmesinin geçerliliği yazılı şekilde yapılmasına bağlıdır.” hükmüne yer verilmiştir. Maddeye göre, taksim sözleşmesinin geçerli olabilmesi için miras bırakanın ölümünden sonra bütün mirasçıların veya temsilcilerinin iradelerinin birleşmesi asıl olduğundan, her birinin kendi payına düşeni aldığı ve diğer mirasçıların paylarına düşenler bakımından da karşılıklı olarak vazgeçtikleri açık ve kesin şekilde belirlenmedikçe taksimin sabit olduğu kabul edilemeyecektir. Bu nedenle TMK’nın 676. maddesinde sözleşmenin geçerliliği yazılı şekle bağlanmış, 10.12.1952 tarihli ve 1950/2 E., 1952/4 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da taksim sözleşmesine tüm mirasçıların katılımı ve yazılı olması taksimin geçerliliği için yeterli kabul edilmiş, taksimde mutlak eşitlik aranmamıştır.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; alacaklı davacı … tarafından borçlu davalı … aleyhine 86.038,64TL asıl alacak yönünden 24.05.2005 tarihinde icra takibi başlatılmış olup, davalı borçlu 14.02.2006 tarihinde icra dairesine müracaat ederek takibe konu alacağı kabul etmiştir. İcra dairesince dava konusu taşınmaz üzerine 24.05.2005 tarihinde ihtiyati haciz konulmuştur. Davacı tarafça alınan yetkiye istinaden açılan ortaklığın giderilmesi davasında davanın takip edilmemesi ve süresi içinde de yenilenmemesi nedeniyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş, verilen karar Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 23.03.2010 tarihli ve 2009/11830 E., 2010/3204 K. sayılı kararıyla onanmıştır. Borçlu … tarafından dosyanın diğer davalılarına yönelik olarak açılan ortaklığın giderilmesi davasında ise, satış suretiyle ortaklığın giderilmesine dair verilen karar, Yargıtay (kapatılan) 18. Hukuk Dairesinin 19.11.2007 tarihli ve 2007/6976 E., 2007/9858 K. sayılı kararı ile bozulmuş, uyulan bozma ilamı sonucu yapılan yargılamada ise davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Dava konusu 9130 parsel sayılı arsa niteliğindeki taşınmazın …’ye ait iken 06.05.1998 tarihinde ölümü ile mirasçıları olan davalılara intikal ettiği, davalıların kendi aralarında yaptıkları 14.05.2009 tarihli yazılı paylaştırma anlaşması ile taşınmazı taksim ettikleri, bu taksim sonucu taşınmaz üzerindeki 1 nolu dükkanın borçlu davalı …’ye kaldığı ve davalıların kat irtifakı talep etmeleri sonucu sözü edilen dükkanın borçlu davalı adına tapuya tescil edildiği anlaşılmıştır. Paylaştırmada arazi ve üzerindeki bina değeri toplamda 420.000,00TL olarak kabul edilmiş ve tüm davalıların fark bedeli olarak davalı borçluya 35.000,00TL ödeyecekleri kararlaştırılmıştır. 05.06.2009 tarihli makbuz karşılıklı belgeye göre davalı borçlu 35.000,00TL fark bedelini aldığını belirtmiştir. Dosya kapsamında bedelin ödenmediğine dair bir iddia bulunmamaktadır. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda davalı borçluya ait ¼ arsa paylı 1 nolu dükkanın arsa payı dahil akit tarihindeki değeri 68.500,00TL olarak belirtilmiş, diğer bağımsız bölümlere ise 100.000,00 ve 110.000,00’er TL değer biçilmiştir.

TMK’nın 676. maddesi uyarınca terekeye tabi taşınmazların yazılı olmak koşuluyla mirasçılar arasında taksimi geçerli olup, taksimin geçerli olması için tüm mirasçılar arasında eşit bir paylaşım gerekli değildir. Somut olayda yapılan paylaşımda hisselerin parasal değerine göre açık bir bedel farkı da bulunmamaktadır. Eş söyleyişle edimler arasında bir oransızlık bulunduğu, varsa bu oransızlığın ciddi ve objektif olarak makul karşılanmasının beklenemeyeceği bir durum yoktur. Takip konusu alacak miktarı ve paylaşım sonucu borçluya düşen oran dikkate alındığında, davalı borçlunun mal kaçırma kastıyla hareket ettiğine dair somut deliller sunulamadığı gibi, aksine yukarıda açıklanan tüm aşamalarda borçlu davalının borçlarını ödemek gayesiyle hareket ettiği ve yapılan işlemlerin mal kaçırmak için değil, taksim gayesiyle yapıldığı ortaya konulmuştur. Bu durumda mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve hatalı gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması yerinde görülmemiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, hükme esas alınan bilirkişi raporunda borçlu …’e verilen dükkânın değerinin 68.500,00TL, diğer davalılara verilen dükkân ve meskenlerin değerlerinin 100.000,00TL, 110.000,00TL. 110.000,00TL ve değer farkları toplamının ise 31.500,00TL, 41.500,00TL, 41.500,00TL’nin toplamı 114.500,00TL olduğunun tespit edildiği, taksim sözleşmesinde mirasçılar arasında açık bir nispetsizlik olduğu, Medeni Kanun hükümlerine göre açılacak davalarda aranan eşitliğin şart olmaması hususunun İİK’nın 278/ 3-2. maddesinde göz önüne alınmayacağı, davalılar kardeş olduğundan borçlunun mal kaçırma ve ızrar kastıyla hareket ettiğini de bilebilecek durumda olduklarından direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 27. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle; Davalılar …, … ve … vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatıranlara geri verilmesine, Aynı Kanun’un 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 06.10.2020 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Tasarrufun iptal davaları ile güdülen amaç bir alacağın tamamının ya da bir kısmının tahsiline olanak bırakmamak amacı ile borçlu tarafından yapılan hukuksal işlemlerle borçlunun amacını bilen veya bilmesi gereken kimselerle yapılan bütün hukuksal işlemlerin iptalini sağlamak ve bu yol ile alacağı tahsil etmektir. Davacı iptal davası sabit olduğu takdirde tasarrufa konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını alma yetkisi elde eder ve tasarruf konusu taşınmaz mal ise davalı üçüncü kişi üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir (İİK 283/1). İptal edilmiş olan tasarruf, iptal davası açmış ve kazanmış olan alacaklıya karşı hüküm ifade etmez.

Somut olayda borçlu … hakkındaki takip kesinleşince, borçlu …’e babasından intikal eden diğer davalıların da iştiraken malik oldukları tapuda 2 pafta 9130 parselde kayıtlı arsa niteliğinde üzerinde 3 katlı yapı bulunan taşınmaza muristen borçluya intikal edecek hisse üzerine haciz şerhi konulmuştur.

Davalıların 14.05.2009 tarihli taksim sözleşmesi yaptıkları 9130 parsel üzerindeki binada olan daireleri aralarında paylaşıp üzerlerinde kat irtifakı tesis ettikleri, binanın bodrum katındaki dükkanı borçlu …’in, katlardaki daireleri diğer davalı mirasçıların aldığı, fark bedeli olarak 35.000TL’yi diğer davalıların …’ye ödemelerinin kararlaştırıldığı, … imzalı 05.06.2009 tarihli adi yazılı belgede …’nin fark bedeli 35.000TL’yi davalılar …, …, …’den aldığını beyan ettiği görülmektedir.

Davacı alacaklı, borçlu … hakkındaki takipte borçlunun borca yetecek haczi kabil malının bulunmadığını ancak alacaklıdan mal kaçırma amacı ile murisinden kendisine kalan taşınmazı diğer paydaşlarla yaptığı taksimde daha az değerli taşınmazın borçluya kaldığını ileri sürerek, davalıların …’nin feragat ettiği hak kadar mal varlıklarında artış olduğundan taksim tasarrufun iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu verilen raporda sözleşme tarihi itibariyle borçlu …’e verilen bodrum kat dükkanın değeri 68.500TL, diğer davalılara verilen dükkan ve meskenlerin değerleri 100.000TL, 110.000TL, 110.000TL olup toplam değerin 388.500TL olduğu değer farkları toplamının 31.500+41.500+41.500=114.500TL olduğu tespit edilmiştir.

Davalılar kardeş olup, borçlu …’in borca batık olduğunu bilebilecek durumdadırlar.

İİK 278/3-2. bendinde “Akdin yapıldığı sırada kendi verdiği şeyin değerine göre borçlunun ivaz olarak pek aşağı bir fiyat kabul ettiği akitler” şeklinde hüküm düzenlenmiş olup, bu tür tasarrufların bağışlama gibi olduğu ve iptali gerekeceği öngörülmüştür.

Taksim sözleşmesinde mirasçılar arasında açık bir nispetsizlik bulunduğu, taksimde hisselerin parasal değerine göre aşırı bedel farkı bulunduğu, davalıların kardeş olduğundan borçlu …’in alacaklısından mal kaçırma ve ızrar kastı ile hareket ettiğini bilebilecek durumda olduğundan tasarrufun iptali gerekmektedir.

TMK 676/son maddesi uyarınca mirasçılar arasındaki paylaşımda eşitliğin şart olmaması hususu Medeni Kanun hükümlerine göre açılan miras taksim sözleşmesinin iptali davasında geçerli bir husus olup İİK 278/3-2. bendi hükmü karşısında göz önüne alınamaz.

Öte yandan alacaklının hacizi sonrası yapılan taksim sözleşmesinden sonraki tarihi taşıyan 06.02.2009 tarihli makbuz, her zaman düzenlenecek adi belge olup, borçlunun aralarında bulunduğu mirasçıların alacaklıdan mal kaçırma kastı ile muvazaalı olarak düzenlenebileceği gerçeği karşısında davacı alacaklıya karşı bir delil oluşturmaz. Kaldı ki bu fark bedelin diğer mirasçı davalılarca alacaklıya verildiği ispat edilse dahi fark bedel kadar alacaklıdan mal kaçırdığını ortaya koyar.

Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararının onanması görüşünde olduğumuzdan, Genel Kurulun bozma yönündeki çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.