1. Anasayfa
  2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E: 1996/13901 K: 1996/14381 T: 28.11.1996


Bir vakıf malın zilyetlikle mülk edinilip edinilemeyeceği; vakfın türüne, zilyedin taşınmazın vakıf malı olduğunu bilip bilmediğine ve zilyetlikle kazanma koşullarının geçekleşip gerçekleşmediğine bağlı olduğu gibi; yalnızca muteber bir vakfiyenin bulunduğu ispat edilmekle de, belli bir taşınmazın vakıf malı olduğu sabit olmuş sayılmaz. Muteber bir vakfiye evvelce yapılmış olabilir. Ancak o vakfiyeye göre hak iddia edilen taşınmaz malın da vakfedilmiş olduğu kanıtlanmalıdır.

Davacı tarafından, davalılar aleyhine açılan tapu iptali, tescil, men’i müdahale davasının yapılan yargılamasında, mahkemece davanın reddine dair verilen kararın davacı İdare vekili tarafından temyizi üzerine dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

Vakıf mallarının zilyetlikle mülk edinilebilmesi, 13.2.1935 tarihinde yürürlüğe giren 2762 sayılı Vakıflar Kanunun da ilke olarak kabul edilmiş, bu yön 41.madde de; (….Kanunu Medenide ki müruru zaman hükümleri vakıf mallar hakkında da tatbik olunur…) şeklinde ifade edilmiştir. Söz konusu madde metninden anlaşılacağı üzere, zilyetlikle mülk edinme de yeni koşullara gerek duyulmamış, Medeni Kanunun kazandırıcı zaman aşımını düzenleyen hükümlerine, özellikle 639.maddesinde yollama da bulunulmakla yetinilmiştir. Bu itibarla, her iki kanun hükümlerinin birlikte ele alınıp değerlendirilmesinde zorunluluk vardır. Bilindiği gibi, sahih vakıf türünden olan mukataalı ve icareteynli vakıflar da kuru mülkiyet hakkı vakfa ait iken tasarruf hakkı mutasarrıfa bırakılmıştır. Keza, tasarruf hakkı vakfedilen gayri sahih vakıflar da ise kuru mülkiyet Hazine’de (beytülmalde) kalmıştır. Vakfın ve Hazinenin ölmeleri veya gaiplerine hükmedilmesi söz konusu olmayıp, hükmü şahsiyetleri devam ettiğinden, mutasarrıfların ölmelerinden veya gaipliklerine hükmedilmesinden itibaren 20 yıllık süre ile zilyetlik başkasında olsa dahi tapulu vakıf taşınmazların mülkiyeti ilgilisine geçmez. O halde, tapulu vakıf taşınmazlar hakkında zilyetlikle mülk edinme koşullarının gerçekleşmesine ve Vakıflar Kanununun 41.maddesinin uygulanmasına olanak yoktur. Nitekim bu kural 4.3.1959 tarih, 1959/2-19 sayılı İnançları birleştirme kararına ve yerleşmiş Yargıtay İçtihatların da açıkca vurgulanmıştır. Hemen belirtmek gerekir ki, tapu kaydı yanın da, aynı değeri taşıyan evkaf idareleri, şeriye mahkemeleri ve mütevellilerce tutulan ve daha sonra Tapu İdarelerine aktarılan defterlerde kayıt vakıf taşınmaz malların da zilyetlikle mülk edinilemeyeceği kuşkusuzdur. Ancak, mülkiyeti Hazineye ait olan arazi (miri arazi)nin gelirleri (öşür ve rüsümatı) vakfedilmek suretiyle oluşturulmuş “tahsisat nevinden vakıf” niteliğini taşıyan vakfiyelerin kapsamında kalan taşınmaz yada taşınmazlar yönünden mülk edinme imkanının varlığı da göz ardı edilmemelidir.

Öte yandan, Vakıflar Kanununun 8.maddesinde aynen: “Vakıfların doğrudan doğruya hayrattan olan gayrimenkulleri rehnedilemezler. Bunların mülkiyet ve intifa hakkı iktisap müruruzamanı işlemez.” Denmek suretiyle, bu ilkeye ayrık bir hüküm getirilmiş, doğrudan hayrat vakıfların zilyetlikle kazanılamayacağı belirtilmiştir.

Daha sonra yasa koyuca, geçmişten günümüze intikal eden bizlerin de gelecek nesillere aynen devretmesi gereken vakıf değerlerini korumak, kuruluş amaçlarını devam ettirmek için 13.7.1967 tarih, 903 sayılı Yasa ile Medeni Kanunda 81/B maddesini ekleyerek, vakıf malların zilyetlikle mülk edinme yolunu tamamen kapamıştır. Böylece değinilen kanunun yürürlük tarihinden sonra Vakıflar Kanununun 41. Maddesinin uygulanma ve vakıf malların zilyetlikle başkalarına geçme olanağı kalmamıştır.

Ne varki, yukarıda değinilen hususlar tartışmasız iken 13.7.1967 tarihinden önceki dönemde tapusuz vakıf mallar üzerinde gerçekleşen 20 yıllık zilyetlik süresine değer verilip verilemeyeceği, bu sürenin geçmesiyle vakıf taşınmazın özel mülke konu olup olamayacağı yönünde gerek doktrinde, gerekse uygulamada halen görüş birliği yoktur. Konuya açıklık getirmek için, vakıf kurmanın amacı ve vakıfların toplumdaki yeri ve özellikleri üzerinde durularak, zilyetliğin niteliğinin belirlenmesinde zorunluluk vardır: Eski Vakıflar, bir malı başka bir kimsenin mülkiyetine geçmemesini teminen Allah’ın mülkü haline getirerek yararlanmasını insanlara bırakmak amacıyla oluşturulan, toplumumuzla büyük önem ve değer verilen bu nedenle herkesçe, en azından yöre halkınca bilinen kuruluşlardır. Zilyetlikle mülk edinme koşullarından ilki ise, zilyetliğin malik sıfatıyla kurulması ve devam etmesidir. Bir taşınmazın vakıf malı olduğunu bilen bir kimsenin malik sıfatıyla zilyetliğinden söz edilemez. Örneğin; “geliri bir kariye veya mahalli ahalisinin avarız ve ihtiyaçlarına sarf olunmak üzere tesis edilmiş bulunan” avarız vakıf mallar tapu sicilinde veya Tapu İdaresine devredilen vakıf defterinde kayıtlı bulunmasa dahi yöre halkınca öteden beri vakıf malı olduğu bilindiğinden kullanan kişi malik sıfatıyla zilyet değil işgalci (şagil) durumundadır.

Bir vakıf malın zilyetlikle mülk edinilip edinilemeyeceği; vakfın türüne, zilyetlik tarihine, kişinin o taşınmazın vakıf malı olduğunu bilip bilmediğine, zilyetliğin malik sıfatıyla olup olmadığına ve dolayısıyla zilyetlikle mülk edinme koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğine bağlı bulunduğundan, bu yönler üzerinde önemle durulmalı ve bir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde açıklığa kavuşturulmalıdır.

Bu bağlamda ifade edilmelidir ki, muteber bir vakfiyenin bulunduğu ispat edilmekle de, belli bir gayrimenkulün vakıf malı olduğu sabit olmuş sayılmaz. Muteber bir vakfiye evvelce yapılmış olabilir; Ancak, o vakfiyeye göre hak iddia edilen malında vakfedilmiş olduğunun ispatı gerekir. Diğer bir deyişle, vakfedilen mallar arasında çekişmeli taşınmaz malın (gayrimenkulün) bulunup bulunmadığı araştırılmalıdır.

Yerel mahkemece yapılan araştırma ise, yukarıda değinilen ilkeleri gözeten bir içerik taşımamaktadır. Ayrıca, “muteber vakfiye” niteliğinde olduğu ileri sürülen belgenin kapsamını gösteren uygulamada hükme yeterli değildir.

Hal böyle olunca, öncelikle Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünden ve Vakıflar Genel Müdürlüğünden bilgi alınmak, gerektiğinde, konunun uzmanı kişilerden seçilecek bilirkişi veya bilirkişi kuruluna (talimat yoluna başvurularak) inceleme yaptırılmak suretiyle davanın dayanılan belgenin niteliğinin; özellikle, vakfın türünün saptanması,; ondan sonra çevreyi iyi bilen yerel bilirkişiler aracılığıyla yeniden keşif yapılıp belgede okunan sınırların arazideki yerlerinin belirlenmesi; yerel bilirkişilerin bilemedikleri sınırlar yönünden taraflara tanık dinletebilme olanağının sağlanması; tapu fen memuru yada harita kadastro mühendisi sıfat ve yeteneğini taşıyan uzman bilirkişilere uygulamayı izlemeye ve denetlemeye elverişli krokinin kadastrol paftayla bağlantılı olarak düzenlettirilmesi; dosyaya ibraz edilen krokilerdeki şekli benzersizliğin giderilmesi; böylece belgenin kapsamının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması ve sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken noksan soruşturma ile yetinilip yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir.

Davacı İdarenin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’nun 428.maddesi gereğince (BOZULMASINA), peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.11.1996 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.