1. Anasayfa
  2. Yargıtay 1. Hukuk Dairesi

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E: 2004/1272 K: 2004/3339 T: 27.4.2004


Kural olarak her olay meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan yasa hükümlerine göre çözümlenmesi gerekir. İhya olgusunun 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanununun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki döneme rastlaması halinde 5602 sayılı Tapulama Kanununun 52. maddesi hükmü karşısında bu tür taşınmazlar Hazine adına tespit ve tescil edilmeleri gerekir.

Muhittin ve müşterekleri ile Hazine aralarındaki tapu iptali ve tescil davasının reddine dair (Manavgat 1. Asliye Hukuk Hâkimliğinden verilen 25.9.2003 gün 448/521 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yar-gıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacılar vekili, dava konusu parselin Hazine üzerindeki tapu kaydının iptali ile vekil edenleri adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir. Davalı Hazine vekili, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Mahkemece, davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava konusu 103 parsele ait kadastro tutanağında, Devletin özel mülkiyetindeki kumluk ve ormanlık yerlerden iken 1948 yılında Mehmet oğlu Osman Ali’nin para ve emek sarfı ile ihya ettiği, ancak zilyetliğinin şagil sıfatı ile geçtiği açıklanarak 4.10.1963 yılında tarla niteliği ile Hazine adına tespit edilmiştir.

Davacılar vekili, 10.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 46.maddesinin son fıkrası ile getirilen iki yıllık süre içinde 11.3.1988 tarihinde açtığı görülmekte olan dava ile, dava konusu yerin vekil edenlerinin miras bırakanı tarafından 1950 yılından önce ihya edilerek kültür arazisi haline getirildiğini, mülkiyet hakkının doğduğunu açıklayarak iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur. Yerel bilirkişi, öncesi itibariyle çalılık ve fundalık olan dava konusu yerin 1946 yılında davacıların miras bırakanının Tugay oğullarından satın ve devraldığını, para ve emek sarf etmek suretiyle ihya ettiğini ve bu olgunun 1948 yılında tamamlandığını, tanık Hüseyin ihya hakkında bir açıklamada bulunmaksızın davacıların 1951 yılından sonraki zilyetliğini, diğer tanık Mustafa’da davacıların miras bırakanının 1947 yılından sonra satın ve devraldıktan sonra 3-5 yıl içinde imar-ihya ederek kültür arazisi haline getirdiğini ve tespit tarihine kadar zilyet olduğunu, ziraatçi uzman bilirkişide imar-ihyası tamamlanmış kültür arazisi olduğunu açıklamıştır. Davanın kabulüne ilişkin ilk hüküm davalı Hazine vekilinin temyizi üzerine Dairece ihya olgusunun tamamlandığı tarihten tespit tarihine kadar kazanmayı sağlayan sürenin geçmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gereğine işaret edilmiş, karar düzeltme isteği reddedilmek suretiyle uyulan bozma ilamı uyarınca son kez davanın reddine karar verilmiştir.

Davacılar vekili, 1950 yılından önceki ihya olgusuna dayanarak iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur. Az öncede açıklandığı üzere yerel bilirkişi ihyanın 1950 yılından önce, tanık Mustafa’da bu olgunun 1950 yılından sonraki bir dönemde tamamlandığını bildirmiştir. Somut olayda, ihya olgusunun 1950 yılından önce tamamlandığı kesin olarak kanıtlanmamıştır. Kural olarak her olay meydana geldiği tarihte yürürlükte bulunan yasa hükümlerine göre çözüme kavuşturulması gerekir. İmar ve ihyaya imkan tanıyan 2644 sayılı Tapu Kanununun 6. maddesi 11.6.1945 tarihinde yürürlüğe giren 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun 64. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış, 16.3.1950 tarihinde yürürlüğe giren 5602 sayılı Tapulama Kanunu’nun 52. maddesi ile aynen “4753 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar yapılmış olan ihyalar mezkûr kanunun geçici maddesinde yazılı müracaata bakılmaksızın ihya edenler veya mirasçıları adlarına tapulanır. 4753 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra ihya edilmiş veya ihyasına başlanmış olan gayrimenkuller Devlet adına kaydolunur” denilmiştir. Somut olayda; davacıların 1950 yılından önceki ihya olgusunun bu madde çerçevesinde çözüme kavuşturulması gerekir. İddia, yerel bilirkişi ve tanık sözlerine göre ihya olgusu 4753 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki döneme rastlamaktadır. Bu durumda metni aynen yukarıya alınan 5602 sayılı Tapulama Kanununun 52. maddesinin ikinci cümlesinde yazılı olduğu üzere 4753 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra ihyası yapılmış veya ihyasına başlanmış bulunan yerlerin hazine adına tespit ve tescili hükme bağlanmıştır. Açıklanan bu hüküm karşısında davacıların 1945 yılından sonraki ihyaya dayanarak süre koşulu aranmaksızın iptal ve tescil isteğinde bulunmaları mümkün olmaz. Bunlardan ayrı, 10.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun 17. maddesi ile ihya yoluyla taşınmaz edinme imkanı yeniden getirilmiş ise de, bu hükme göre diğer koşullar yanında ihyanın tamamlandığı tarihten tespit veya dava tarihine kadar aynı Kanunun 14. maddesindeki koşullar altında tasarruf edilmiş olması gerekir.

Somut olayda; davacıların ihya olgusunun tamamlandığı tarihten kadastro tespitinin yapıldığı 4.10.1963 tarihine kadar kanunda belirtilen kazanmayı sağlayan süre ve zilyetlikleri geçmemiştir. Her ne kadar önceki bozma kararında ihyanın yapıldığı 1948 tarihinden itibaren kazanmayı sağlayan sürenin geçmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gereğine işaret edilmiş ise de, yukarıda yapılan açıklamalar karşısında bozmada işaret edilen davanın reddi sonucu doğru olmaktadır. Görülmekte olan davada taşınmazın 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 1. maddesi hükmü uyarınca orman sayılan ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu, konuya ilişkin 28.11.1997 gün ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre kıyı kenar çizgisi içinde kalan Devletin hüküm ve tasarrufu altında kalan yerlerden olduğu belirlenmemiş ise de, yukarıda ayrıntılı olarak temas edilen kanun hükümleri karşısında bu incelemenin yapılmamış olması sonuca etkili görülmemiş, davanın reddine ilişkin hüküm doğru bulunmuştur.

Davacılar vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun bulunan hükmün (ONANMASINA), Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 375.000.000.-TL. avukatlık ücretinin davacılardan alınarak Yargıtay duruşmasında Avukat marifetiyle temsil olunan davalı Hazineye verilmesine, 7.900.000.-lira peşin harcın onama harcına mahsubu ile kalan 2.200.000.-Iİ-ranın temyiz edenden alınmasına, 27.4.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.