3402 Sayılı Yasanın 12/3 maddesinde düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü sürenin, Hazinece açılan ve devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yer iddiasına dayanan davalarda dava koşulu olarak ele alınıp değerlendirilemeyeceği, işin esasına girilip dava konusu taşınmazın gerçek niteliğini, daha açık bir anlatımla özel mülkiyete konu olup, olmayacağının tespit edilmesinden sonra bu yönde bir karar verilmesi gerektiği; yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ortaklaşa kabul edilen bir kural haline geldiği
Taraflar arasında görülen davada; Davacı; davalı adına kayıtlı 911 parsel sayılı taşınmazın tamamının Akşehir Gölü kıyı kenar çizgisi içinde kaldığını, idarece belirlenen ve kesinleşen kıyı kenar çizgisinin bulunduğunu, kıyıların devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, özel mülkiyete konu olamayacağını ileri sürüp, tapu kaydının iptali ile kıyı olarak kamuya terkine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, taşınmaza tapu ile malik olduğunun, tapusunun iptali ile hazine adına tescilinin kanuna aykırı olduğunu belirtip, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, 3402 Sayılı Kadastro Kanununun 12/3 maddesinde sözü edilen 10 yıllık hak düşürücü süresi dolduktan sonra açıldığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı Hazine vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi Berna Dizdaroğulları Koç’un raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, kıyı kenar çizgisi içinde kalan taşınmazın tapu kaydının iptali ile terkin edilmesi isteğine ilişkindir.
Mahkemece, 3402 Sayılı Yasanın 12/3 maddesinde kamu malı, özel mal ayrımı yapılmadığından söz edilerek 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Medeni Yasamızın 715. maddesi hükmüne göre “Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.” Kadastro Yasanınm 16/C maddesinde de, “Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kayalar, tepeler, dağlar (bunlardan çıkan kaynaklar) gibi, tarıma elverişli olmayan sahipsiz yerler ile deniz, göl, nehir gibi genel sular tescil ve sınırlandırmaya tabi değildir, istisnalar saklıdır” denilmektedir.
Genel sular ve göller ile bunların kenarındaki kumluk, taşlık ve kayalık yerlerden kamunun serbestçe yararlanması; kamunun, başka bir deyişle herkesin hakkıdır. Genel sulardan ve bunların bütünleyici bölümleri olan kumluk, taşlık ve kayalık yerlerden kamunun yararlanması, genel suların sahil şeritlerinin herkese açık bulundurulması ile bu niteliklerin korunması ile mümkün olabilir.
2109 Sayılı Anayasamızın Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler başlıklı 3. bölümünün “kamu yararı” ve “kıyılardan yararlanma” başlığını taşıyan 43. maddesinde “kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyılarıyla, deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmada öncelikle kamu yararı gözetilir ” denilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunun 23.11.1988 gün ve 1/825 – 964 sayılı kararında da değinildiği gibi, “Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler, bu nitelikleri itibariyle yasama organının serbestçe düzenlemesine açık yerlerden değildirler. Yasama organı çıkaracağı yasalarla, söz konusu taşınmazların bu niteliklerini koruyucu yönde düzenlemede bulunmak zorundadır; zira Anayasa hükümleri yasa koyucunun yetkilerini ve düzenleme alan ve sınırlarını belirleyici hükümlerdir. Bu itibarla 3402 Sayılı Yasanın devletle kişiler arasındaki uyuşmazlıklara ve davalara son vermek amacıyla devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin bu niteliklerini ortadan kaldıracak yönde yoruma elverişli olarak çıkarıldığını benimseme olanağı yoktur.”
Devletin görevi, kıyıların niteliğini korumak ve kamunun bundan yararlanmasını olabildiği ölçüde sağlamaktır.
Yukarıda sözü edilen Genel Kurul Kararındaki hak düşürücü sürenin devletin hüküm ve tasarrufu altındaki, özel mülkiyete konu olmayacak yerlerde uygulanmayacağı ilkesi “3402 Sayılı Yasanın 12. maddesini yorumlarken, aynı Yasanın 16. maddesinin de birlikte değerlendirilmesi gerekir. Yasanın 12. maddesi hak düşürücü süreyi tutanaklarda belirtilen “haklara sınırlandırma ve tespitlere ait tutanaklar kesinleştiği tarihten itibaren” işletmeye başlamıştır. Bu itibarla 3402 Sayılı Yasanın 12. maddesinde öngörülen hak düşürücü süre özel mülkiyete konu olmayan ve özel hukuk hükümlerine tabi bulunmayan üzerinde mülkiyet hakkı kurulamayacak devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazlar hakkında Hazine tarafından açılacak davalara uygulanmaz” şeklinde açıklanmıştır.
Hukuk Genel Kurulunun 24.03.1999 gün ve 1/170 – 167 sayılı kararında da “3402 Sayılı Yasanın 12/3 maddesinde düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü sürenin, Hazinece açılan ve devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yer iddiasına dayanan davalarda dava koşulu olarak ele alınıp değerlendirilemeyeceği, işin esasına girilip dava konusu taşınmazın gerçek niteliğini, daha açık bir anlatımla özel mülkiyete konu olup, olmayacağının tespit edilmesinden sonra bu yönde bir karar verilmesi gerektiği; yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ortaklaşa kabul edilen bir kural haline geldiği” vurgulanmıştır.
Yukarıdan beri açıklanan yerleşmiş Yargıtay Hukuk Genel Kurul Kararları özetlenecek olursa, devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve bu nedenle tespit dışı bırakılması gereken taşınmazlar hakkında tespit tutanağı düzenlenmiş olsa bile, yok hükmünde sayılan işlemler, önceki 766 Sayılı Yasanın 31/2 ve halen yürürlükte bulunan 3402 Sayılı Yasanın 12/3 maddelerinde yazılı olan 10 yıllık hak düşürücü süreye tabi değildir. Kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan kumluk yerlerinde devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu tartışmasızdır. Bu husus Yargıtay’ın istikrar kazanmış kararları gereğidir.
Hal böyle olunca, işin esasına girilerek yanların tüm delillerinin toplanması ve hasıl olacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, yukarıda değinilen ilke ve kurallar gözardı edilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. Davacı Hazinenin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün H.U.M.K.’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 08.07.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.