1. Anasayfa
  2. Yargıtay 16. Hukuk Dairesi

Yargıtay 16. Hukuk Dairesi E: 1996/70 K: 1996/1 T: 22.1.1996


Bir taşınmazın tapuya tescili mümkün olmadığı halde; tapuya tescil edilmesi de, kamu tüzel kişileri tarafından satılması da hukuken bir değer taşımaz. Bu gibi durumlarda, M.K: 931. maddesi de uygulanmaz. Müdahil, tespitten sonra tapu dışı satıma dayanarak davaya katıldığından, davaya bakma görevi, genel mahkemelere aittir.

Taraflar arasındaki kadastro tesbitinden doğan dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi istenilmekle; temyiz isteminin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, gereği görüşüldü:

KARAR: Kadastro sırasında çekişmeli parsel, Asliye Hukuk Mahkemesinde dava konusu olduğu nedeniyle malik hanesi açık bırakılmak suretiyle tesbit edilmiştir. Asliye Hukuk Mahkemesinde Hazine tarafından açılan tapu iptali ve elatmanın önlenmesi davası, görevsizlikle Kadastro Mahkemesine devredilmiştir. Yargılama sırasında M…, satın alma ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak davaya katılmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda, davanın kabulüne ve çekişmeli parselin müdahiller adına tesciline karar verilmiş; hüküm, davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava konusu taşınmazın da içinde bulunduğu 87 hektar 5000 metrekare miktarındaki alanın, 9.11.1964 tarihinde idari yoldan belediye adına tapuya bağlandığı, belediye tarafından çekişmeli parselin davalıya satıldığı ve taşınmazın tapu kaydı kapsamında kaldığı tartışmasızdır.

Taraflar arasındaki uyuşmazlığın özü, çekişmeli parselin de içinde bulunduğu alanın niteliği itibariyle tapuya tescili mümkün olan yerlerden olup olmadığı hususundadır. Bir taşınmazın tapuya tescili mümkün olmadığı halde, tapuya tescil edilmiş olması hukuki anlam ve değer taşımaz. Bu gibi yerlerin kamu tüzel kişileri tarafından satılması da hukuken sonuç doğurmaz.

Bu gibi durumlarda Medeni Kanunun 931. maddesinin uygulanması da mümkün değildir. Mahkemece, taşınmazın kıyı kenar çizgisi dışında kaldığı belirtilerek ve tapu kaydına değer verilerek hüküm kurulmuş ise de, yapılan araştırma, inceleme ve uygulama hükme yeterli değildir.

3621 sayılı Kıyı Kanununun 4/2. maddesinde, kıyı kenar çizgisi tanımlanmıştır. Anılan Kanunun 9. maddesinde, kıyı kenar çizgisinin tesbiti görevi Valiliklere verilmiştir. Mahkemece, İdare tarafından kıyı kenar çizgisinin belirlenip belirlenmediği sorulmamıştır. Kıyı kenar çizgisi İdare tarafından belirlenmiş ise, uzman bilirkişiler aracılığıyla mahalline uygulanmalı ve bilirkişilere denetime elverişli biçimde kroki düzenlettirilmelidir. İdare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmemiş ise, mahkemece üç kişilik jeolog bilirkişi kurulu aracılığı ile keşif yapılarak, kıyı kenar çizgisi saptanmalıdır.

Taşınmazın öncesinin “kumluk alan” olduğu, 1994/327 esas sayılı dosyaya ibraz edilen bilirkişi kurulu raporunda açıklanmıştır. Mahkemece bu rapor üzerinde durulmamış, raporların çeliştiği dikkate alınmamış, raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesine çalışılmamıştır. Bu alanın Kıyı Kanununun 4/2. maddesi gereğince denizin etkisi ile oluşup oluşmadığı araştırılmalı, arazinin niteliği, toprak yapısı konusunda jeolog bilirkişiler ile ziraatçi bilirkişilerden ayrıntılı ve gerekçeli bilgi alınmalı, kumsal alanların özel mülkiyete konu olamayacağı düşünülmeli, tüm deliller toplanarak ve birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir. Eksik inceleme ile hüküm kurulması isabetsizdir.

Hazine tarafından, belediye aleyhine kök tapu kaydının ve gerekse bu kaydın ifrazı suretiyle oluşan tapu kayıtlarının iptali için Genel Mahkemede dava açıldığı ve bu davaların kadastro girmesi nedeniyle Kadastro Mahkemesine aktarıldığı belirlenmiştir. Davaların aynı nitelikte ve dayanaklarının da aynı olduğu ve verilecek kararın birbirine etkili olacağı açıktır. Yargılamanın doğru, ucuz ve çabuk gerçekleştirilmesi için belediye tarafından oluşturulan kök tapu kaydı kapsamında kalan tüm davaların birleştirilerek uyuşmazlığın çözümlenmesi zorunludur. Bu itibarla mahkemece, davaların ayrı ayrı görülmesi de doğru değildir.

Müdahilin, tesbitten sonra doğan hakka ilişkin tapu dışı satıma dayanarak davaya katıldığı ve mahkemece müdahil hakkında esastan hüküm kurulduğu anlaşılmıştır. 3402 sayılı Kanunun 26/d maddesi uyarınca, tesbitten sonra doğan haklara ilişkin uyuşmazlıklara bakma görevi Genel Mahkemelere aittir. Bunun tek istisnası, anılan Kanunun 40. maddesinde belirtilen tesbitten sonra tapu ile satın alma durumudur. Mahkemelerin görevi kamu düzenine ilişkin olup, bu hususun re’sen dikkate alınması gerekir. Müdahilin istemi yönünden görevsizlik kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.

SONUÇ: Temyiz itirazlarının bu nedenlerle kabulü ile hükmün (BOZULMASINA), 22.1.1996 gününde oybirliği ile karar verildi.