Taşlık ve çalılık olarak kadastro tespit harici bırakılan taşınmaz, Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden sayıldığından, bu alanda bulunan taşınmaz, imar-ihya edilmedikçe, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile kazanılamaz.
M… ile Hazine ve K: .. Belediye Başkanlığı aralarındaki tescil davasının kabulüne dair, (Alanya Birinci Asliye Hukuk Hakimliği)’nden verilen 10.3.1995 gün ve 569/104 sayılı hükmün Yargıtay’ca incelenmesi Hazine vekili tarafından süresinde istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR: Davacı, dava dilekçesinde; mevki ve sınırları yazılı taşınmazın, HUMK: nun 639/l. maddesi hükmü uyarınca adına tesciline karar verilmesini istemiştir. Hazine, davanın reddine karar verilmesini savunmuş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi üzerine hüküm Hazine tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, dilekçesinde; dava tarihinden önceki kazanmayı sağlayan kadim zilyetliğe dayanarak tescil isteğinde bulunmuştur. Bir yerin bu yoldan kazanılabilmesi için, yasada belirtilen kazanma koşulları yanında, taşınmazın zilyetlikle kazanılacak özel mülkiyet konusu yerlerden olması gerekmektedir. Ancak bu takdirde zilyetlik yolu ile taşınmazın tescili yoluna gidilebilir. Fen elemanı Ö… tarafından düzenlenen 28.6.1994 günlü raporda, tescil konusu taşınmazın kadastro haritasında taşlık ve çalılık olarak gösterildiği, ziraatçı bilirkişi H… tarafından düzenlenen 4.7.1994 günlü raporda da taşınmazın imar ve ihya edilen bir yer olduğu açıklanmıştır.
Paftaya göre taşınmazın 4 tarafı taşlık ve çalılık alanlarla çevrilidir. Uzman bilirkişilerin raporlarında belirlenen bilgi ve paftadaki açıklamalar karşısında bu yerin zilyetlik yolu ile kazanılıp kazanılmayacağının gözönünde tutulması gerekir. Taşlık ve çalılık olarak kadastro tesbit harici bırakılan bir yer, kural olarak MK: nun 641. maddesinin kapsamına giren Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden sayılır. Böyle bir yer 3402 sayılı Kadastro Kanununun 17. maddesi uyarınca imar ve ihya edilmedikçe zilyetliğe dayanılarak kazanılması mümkün olmaz.
Yerel bilirkişi ve tanıklar, imar ve ihya olgusundan söz etmeksizin davacı tarafından tasarruf edildiğini bildirmişlerdir. Mahkemece, taşınmazın paftadaki niteliği gözönünde tutulmaksızın yerel bilirkişi ve tanık sözlerine dayanarak davanın kabulü yönüne gidilmiştir. Dava dilekçesinde, davacı ihya olgusuna dayanmadığına ve yargılama aşamalarında da bu olguyu ileri sürmediğine göre, zilyetliğe dayanılarak bu yerin davacı adına tapuya tesciline karar verilmiş olması yasaya uygun düşmez.
Zira, HUMK: nun 75. maddesi hükmüne göre, Kanunun belirlediği ayrık haller dışında hakim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya iddia sebeplerini re’sen nazarı dikkate alamaz. Kanunumuzun bu hükmüne göre, hakimin hükmüne temel yapacağı maddi vakıaların taraflarca getirilmesi gerekmektedir. Kanun, “taraflarca getirilme prensibini” kabul ettiğine göre, ancak taraflarca ileri sürülen vakıalar dikkate alınabilir. Somut olayda, dava konusu taşınmaz, ancak imar ve ihya yolu ile kazanılabilecek bir yerdir.
Davada ihya olgusu ileri sürülmediğine ve niteliği itibariyle maddi ve vakıa niteliğinde olan bu yön yerel bilirkişi ve tanıklar tarafından ifade edilmediğine göre zilyetliğe dayanılarak davanın kabulüne karar verilmiş olması yasaya aykırıdır.
SONUÇ: Hazinenin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile hükmün açıklanan nedenle (BOZULMASINA), 18.4.1996 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.