1. Anasayfa
  2. Yargıtay 8. Hukuk Dairesi

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi E: 2005/7349 K: 2006/2218 T: 4.4.2006


Fermanlar mülkiyet belgesi olmayıp, zilyetlik belgesidir zilyetliğin ispatı için fermanlar tek başına yeterli olmayıp, yerel bilirkişi ve tanık sözleriyle de birleşmesi gereklidir. Somut olayda, dayanak fermanının harcı yatırılmak suretiyle tasdik işleminin yapıldığı kanıtlanamadığı gibi lehine ferman bulunan kişi ile davacıları arasında irsi veya akdi bağ da kanıtlanamamış, taşınmazın farklı amaçla kullanıldığının belirlenmiş olması karşısında dayanak padişah fermanı esas alınarak davanın kabulü mümkün görülmemiştir.

Celal ve müşterekleri, müdahil davacılar, Bekir ve Cemal ile Hazine, dahili davalılar K: .. Köyü Tüzel Kişiliği, Vehbi ve müşterekleri aralarındaki el atmanın önlenmesi ve tescil davasının reddine dair H. Asliye Hukuk Hakimliği’nden verilen 13.4.2005 gün ve 270/157 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay’ca incelenmesi davacılardan Bedri ve müdahil davacılardan Bekir tarafından istenilmiştir. Temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Davacılar Celal ve müşterekleri vekili, mevkii ve sınırları belirtilen taşınmazın Mart-Nisan 1839 tarihli ferman ile kök miras bırakanları Alho oğlu Hasan’a verildiğini, 200-300 yıldan beri devam eden zilyetliğin bulunduğunu belirterek vekil edenleri adına tapuya tesciline ve Hazine’nin el atmasının önlenmesine karar verilmesini istemiş, keşif sırasında tescil isteklerinden vazgeçtiklerini belirtmiştir. Davacılar yanında davaya katılan Bekir ve Cemal de kendilerinin de Alho oğlu Hasan’ın mirasçısı olmaları nedeniyle hak sahibi olduklarını belirterek el atmanın önlenmesine karar verilmesini istemişlerdir.

Davalı Hazine vekili ile davalı yanında davaya katılan köy temsilcileri ve gerçek kişiler, uyuşmazlık konusu taşınmazın köy halkı tarafından mera olarak kullanılan yerlerden olduğunu, davacıların korunmaya değer üstün haklarının bulunmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuşlardır.

Mahkemece, mera ve yaylak niteliğinde olan dava konusu taşınmazın özel mülkiyete konu olamayacağı, fermanın içeriğine göre ödenmesi gerekli 2000 akçenin Malatya Mal sandığına yatırıldığının kanıtlanmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacılardan Bedri ile katılan davacı Bekir tarafından temyiz edilmiştir.

Davacılar vekili, fermana ve eklemeli zilyetliğe dayanarak istekte bulunmuştur. Delil olarak sunulan ve uyuşmazlığın çözümünde göz önünde tutulması gereken Mart-Nisan 1839 tarihli fermanın belge olarak niteliği ve mahiyeti üzerinde kısaca durulmasında yarar görülmüştür. Buyruk anlamına gelen ferman, padişahların emir ve iradelerini içeren belgelerdir. İmparatorluk döneminde miri arazi niteliğinde olan mera, yaylak ve kışlak ve benzeri yerlerin temlik, tefviz, tahsis ve bu tür yerler üzerinde gerçek ve tüzel kişilere tasarruf ve yararlanma hakkının tanınması da irade ve fermanlarla sağlanmakta idi. Taşınmaza ilişkin bu ferman nedeniyle yatırılması öngörülen paranın ödendiği anlaşılmadığı gibi, bu belgeye kesin ferman niteliği kazandırıldığı da belirlenememiştir.

Bu biçimde verilmiş olan fermanlar yürürlükten kaldırılan MK’nın, TMK’nın ve 3402 sayılı KK’nın karşısında mülkiyet belgesi olmayıp, zilyetlik belgesidir. 3402 sayılı KK’nın 14. maddesinde, yüzölçümü sulu arazide 40 kuru arazide 100 dönümü aşan taşınmazlar üzerindeki zilyetliğin ispatı bakımından maddede belirtilen diğer belgeler yanında fermanlarla da kanıtlanması kabul edilmiştir. Hiç kuşku yok ki, zilyetliğin ispatı için fermanlar tek başına yeterli olmayıp, yerel bilirkişi ve tanık sözleriyle birleşmesi gerekir. Diğer yönden dava konusu taşınmazın nitelik ve mahiyeti itibariyle üzerinde özel hukuk hükümleri çerçevesinde zilyetlik kurulması ve tapu siciline tescili de mümkün değildir.

Somut olayda, dayanak fermanının harcı yatırılmak suretiyle tasdik işleminin yapıldığı kanıtlanamadığı gibi lehine ferman bulunan Alho oğlu Hasan ile eldeki dosyanın davacıları arasında irsi veya akdi bağ da kanıtlanamamıştır. Bundan ayrı, sözkonusu padişah fermanın da “… zahire üretiminde bulunmak şartı ilE: ..” Alho oğlu Hasan’a verildiği belirtilmiştir. Dosya içeriğine göre, çekişme konusu taşınmazda zahire üretimi yapılmayıp, hayvan otlatmak amacıyla kullanıldığında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bu açıklamalar karşısında dayanak padişah fermanı esas alınarak davanın kabulü mümkün görülmemiştir.

Davacı taraf, fermanı yanında eklemeli zilyetliğe de dayanmamıştır. Yerel bilirkişi ve tanıklar, taşınmazın tarım arazisi olarak kullanılmadığını, davacılar ve diğer köylülerin hayvanlarını otlatmak suretiyle tasarruf ettiklerini belirtmeleri, ziraatçı bilirkişinin tarım üretiminin yapılmayıp kadimden beri hayvan otlatılan mera ve yaylak niteliğinde olduğunu belirtmesi, jeolog bilirkişinin çekişme konusu taşınmazın % 95’lik kısmının kırıklı-çatlaklı kayaçlardan oluştuğunu, %5’nin ise kum-çakıl ve çamurdan oluştuğunu, bu hali ile tarım arazisi niteliğinde olmadığını belirtmesi karşısında özel mülkiyete elverişli olmadığı anlaşılmaktadır. Taşınmaz, kamunun ortak kullanımına açık mera, yaylak niteliğinde olup davacılar Celal ve arkadaşlarının davalı Hazine karşısında korunmaya değer üstün haklarının bulunmadığının kabulü gerekir.

Sonuç: Yukarıda belirtilen açıklamalar karşısında davanın reddine karar verilmesinde usul ve kanuna ve dosya içeriğine aykırılık görülmediğinden davacı Bedri ile katılan davacı Bekir’in temyiz itirazlarının reddi ile yerel mahkeme hükmünün ONANMASINA, 4.4.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.