1. Anasayfa
  2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 1995/1004 K: 1996/21 T:31.1.1996


Zilyetlik tapu siciline şerh edilebilir haklardan değildir. Medeni Kanun’ un değinilen maddelerinde ve Tapu Sicil Nizamnamesi’nde sayılan veya özel kanunlarında belirtilen hakların dışında hiçbir hakkın tapu sicilinin şerhler veya beyanlar hanesinde gösterilmesinde yasal olanak yoktur.

Taraflar arasındaki “zilyetlik şerhinin terkini” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; A. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 29.11.1994 gün ve 1994/528 E-989 K: sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 03.07.1995 gün ve 1995/8688-9856 sayılı ilamı; (…Dava, 832 ada 1-2-3, 833 ada 1-2-3-4-5, 274 ada 1 parsel sayılı taşınmazların tapu kaydındaki zilyetlik şerhinin iptali isteğine ilişkindir. Çekişme konusu taşınmazların başlangıçta 3129 parsel numarası ile 1960 yılında senetsizden Hazine adına tespit, 31.12.1963 tarihinde de tescil edildiği tapulama tespiti sırasında davalıların miras bırakanı lehine zilyetlik şerhi konulduğu taşınmazın 30.09.1968 tarihinde tahsis suretiyle davacı belediye adına yazıldığı, daha sonra imar uygulamasına tabi tutulduğu ve çekişme konusu parsellerin bu suretle oluştuğu taşınmazlarda kat mülkiyeti kurulduğu, ana taşınmaz üzerinde bulunan zilyetlik şerhinin tüm bağımsız bölümler sayfasının beyanlar hanesine aynen taşındığı hususları toplanan deliller ve tüm dosya içeriği ile sabittir. Esasen bu yönler yanlar arasında da tartışmasızdır.

Hemen belirtmek gerekir ki, yürürlükten kalkmış bulunan 766 sayılı Tapulama Yasası’nın 31/2 ve halen yürürlükte bulunan 3402 sayılı Yasa’ nın 12/3. maddelerinin açık hükümlerine göre tespit tutanağında belirtilen haklara tespit tutanağının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra kadastro (tapulama) öteki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz olunamaz ve dava açılamaz. O hakkın sicilin mülkiyet şerhler veya beyanlar hanesinde gösterilmesi de sonuca etkili değildir.

Ne var ki Medeni Kanun’ un 919 ve devamı maddelerinde tapu siciline şerh verilmesi gereken kişisel haklar sınırlı olarak sayılmış, yasalarda açıkça belirtilen hakların ancak tapu siciline şerh verilebileceği hükme bağlanmıştır. Tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilmesi gereken kişisel haklar ise, yine MK’ nun 610. maddesine dayanılmak suretiyle Tapu Sicil Nizamnamesi’nde belirtilmiştir. Medeni Kanun’ un değinilen maddelerinde ve Tapu Sicil Nizamnamesi’nde sayılan veya özel kanunlarında belirtilen hakların dışında hiçbir hakkın tapu sicilinin şerhler veya beyanlar hanesinde gösterilmesinde yasal olanak yoktur. Bilindiği üzere kişisel hakların sicilde veya beyanlar hanesinde gösterilmesi ona ayni hak niteliği kazandırmamakta, sadece aleniyetini sağlamaktadır.

Somut olayda davalıların miras bırakanın zilyetliği yasalarda belirtilen şerh edilebilir haklardan değildir. Esasen davalıların miras bırakanı yararına tapulama tespit tarihinde zilyetlikle mülk edinme koşullarının oluşması halinde taşınmazın adına tespit ve tescil edileceği kuşkusuz bulunduğuna göre ayrıca zilyetlik şerhi verilmesi için bir nedende bulunmamaktadır. Dava konusu taşınmazın belediye adına tapulamaca tespit ve tescil edilmesinden sonraki zilyetliğe de değer verilmeyeceği açıktır. Davalıların miras bırakanın ve davalıların aradan bu kadar süre geçmesine karşın zilyetliğe dayanarak bir hak talep etmemeleri söz konusu zilyetliğin mülk edinmeye yeterli olmadığı yönündeki kanıyı doğrulamaktadır. Bu durumda davalıların miras bırakanları lehine konan zilyetlik şerhinin hukuki dayanaktan yoksun, yok hükmünde bir şerh olduğu, hiç bir hüküm ve sonuç doğurmayacağı, devamında yasal bir zorunluluk ve davalıların korunması gerekli yararlarının da bulunmadığı anlaşılmaktadır. Diğer bir söyleşiyle on yıllık hak düşürücü sürenin geçmesi, zilyet yararına bir hak oluşturmamakta, davacı belediyenin mülkiyet hakkını ortadan kaldırmamaktadır.

Hal böyle olunca, davanın kabul edilmesi gerekirken, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek reddedilmesi doğru değildir. Anılan hususlar karar düzeltme isteği üzerine bu kez yapılan inceleme ile anlaşıldığından davacı taraf vekilinin karar düzeltme isteğinin HUMK’ nun 440. maddesi uyarınca kabulüne, dairesinin yanılgıya dayalı 12.04.1995 tarih ve 1995/4656-5437 sayılı onama kararının ortadan kaldırılmasına A. Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 29.11.1994 tarih 528/989 sayılı hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’ nun 428. maddesi gereğince bozulmasına…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi.