Doğrudan doğruya hayrattan olan mallar zamanaşımı ile kazanılamaz. Çekişmeli taşınmazın vakıf adına tapuya tesciline, üzerinde bulunan muhdesatın 3402 sayılı Yasanın 19. maddesi gereğince nitelik ve özellikleri belirtilmek suretiyle kütüğün beyanlar hanesinde gösterilmesine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu gibi hüküm kurulması isabetsizdir.
Taraflar arasındaki “kadastro tespitine itiraz” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, (A. Kadastro Mahkemesi)’nce davanın reddine dair verilen 9.5.1994 gün ve 1986/1033-1994/57 sayılı Kararın incelenmesi davacı Vakıflar İdaresi vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 18.10.1994 gün ve 1994/5182-8092 sayılı ilamı ile; (…Kadastro sırasında 318 parsel sayılı 415 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz S. ‘nin 20 yılı aşkın zilyetliğinde ise de, firari ve mütegayyip şahıslardan kaldığından ev ve ahır niteliği ile Hazine adına tespit edilmiştir. İtirazı, tapulama komisyonunda reddedilen davacı Vakıflar Genel Müdürlüğü vakfiyeye dayanarak dava açmıştır. Davaya irsen intikale ve zilyetliğe dayanarak S. katılmıştır. Mahkemece davanın Vakıflar Genel Müdürlüğü yönünden reddine, katılan yönünden kabulüne ve katılan S… adına tapuya tesciline karar verilmiştir.
Çekişmeli taşınmazın Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1989 numaralı defterinin 454. sayfasında kayıtlı, K: Vakfı’na ait 893 Hicri tarihli vakfiyenin kapsamında kaldığı yerinde yapılan keşif ve uygulama ile saptanmıştır. Vakıf defterinde kayıtlı bulunan vakıf, mazbut vakıflardandır. Mahkemece, vakfın niteliğine göre zamanaşımı zilyetliği ile kazanılabilecek yerlerden olduğu kabul edilerek Vakıflar İdaresi’nin davasının reddine karar verilmiştir. Ne var ki vakfiyenin içeriği ve vakfın niteliği itibariyle bu tür taşınmazların zamanaşımı zilyetliği yolu ile kazanılacak vakıf türlerinden olmadığı anlaşılmaktadır. Bu nedenlerle davanın kabulüne ve çekişmeli taşınmazın vakıf adına tapuya tesciline, üzerinde bulunan muhtesatın 3402 sayılı Yasanın 19. maddesi gereğince nitelik ve özellikleri belirtilmek suretiyle kütüğün beyanlar hanesinde gösterilmesine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu gibi hüküm kurulması isabetsizdir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davacı Vakıflar Genel Müdürlüğü vekili.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Karar: Dava, kadastro tesbitine itirazdır.
Dava konusu 292 parsel sayılı taşınmazın davacı Vakıflar İdaresi’nin iddiasına dayanak yaptığı 893 Hicri (1472) tarihli K: Vakfı, vakfiyesi içerisinde kaldığı tartışmasızdır.
Örneği dosyada mevcut vakıfnameden, vakfedenin vakfettiği taşınmazını Hazineden satın aldığı, mülk arazi bulunduğu, keza sahih esasa dayalı zürri ve mazbut bir vakıf olduğu duraksanmayacak kadar açıklıkla anlaşılmaktadır. Yine vakfiyenin Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1989 numaralı defterinin 454. sayfasında kayıtlı olduğu, ancak tapu siciline intikal etmediği hususu da belgelenmiş olmakla ihtilafsızdır.
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, bu nitelikteki bir vakıf taşınmaz malının kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile edinilip edinilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki evkaf idareleri, şeriyye mahkemeleri ve mütevellilerince tutulup daha sonra tapu idarelerine aktarılarak sicil oluşturulmuş bulunan tapulu vakıf mallarla, keza 2762 sayılı Vakıflar Kanununun 8. maddesinde belirtilen doğrudan doğruya hayrattan olan vakıf malları zilyetlikle kazanılamaz. Ayrıca da “gallesi bir kariye ve mahalle ahalisinin avarız ve ihtiyaçlarına sarf olunmak üzere tesis edilmiş bulunan” avarız vakıf mallarının, gerek vakıf defterinde gerekse tapu sicilinde kayıtlı olup olmamasına bakılmaksızın yöre halkınca evvelden beri tesis amacına uygun biçimde kullanılagelmesi ve bilinmesi durumunda zilyetlikle kazanılması mümkün değildir.
Keza, Medeni Kanuna 903 sayılı Yasa ile 13.6.1967 tarihinde eklenen 81/B maddesi gereğince vakıf malları üzerinde zilyetlik yoluyla iktisap hükümlerinin tatbik olunamayacağı da hükme bağlanmıştır. Somut olayda ise, davacı İdarenin dayandığı vakfiye Medeni Kanundan önce ve Hicri 893 yılında düzenlenmiştir. Bu tarih itibari ile tapu kaydının bulunmasının düşünülmeyeceği tabiidir. Keza, Tüzel Kişilik kavramı da mevzuatımıza çok uzun yıllar sonra girmiştir. Nevar ki eski hukukumuzda çok önem verilen vakıf mallar Allah’ın malı niteliğindedir ve bir yerde eskilerden günümüze intikal eden ve bizlerin de yarınki kuşaklara geçirmede özen göstermemiz gereken değerlerdir.
Nitekim, 1935 yılında yürürlüğe giren 2762 sayılı Vakıflar Kanununun 7. maddesinde, vakıfların mahkeme veya vakıf kütüğüne kaydedilmiş olup olmamalarının şahsiyetlerine halel getirmeyeceği vurgulanmış ve tescil edilmemiş olan mülhak ve mazbut vakıfların Medeni Kanun hükümlerinin yürümeye başladığından itibaren 5 yıl içinde vakıflar kütüğüne kaydedilmeleri mecburidir denilmiş ve son cümlede, bu müddet içinde kaydedilmemiş olanlar yine hükmi şahsiyetlerini kaybetmezler, ancak kayıt ile mükellef olanlar mes’ul olur hükmüne yer verilmiştir.
Ne var ki, 2762 sayılı Vakıflar Kanununun 41. maddesinde, Kanunu Medenideki müruruzaman hükümlerinin vakıf mallar hakkında da tatbik olunacağı yazılıdır. Genel çerçevesi verilen açıklamadan sonra vakıf defterinde kaydı olduğu halde tapu kütüğüne geçmemiş bulunan vakfiye kapsamındaki çekişmeli taşınmazın zilyetlikle iktisabının mümkün olup olmadığının değerlendirilmesine geçilmelidir. Türü itibari ile sahih, zürri ve mazbut nitelikte vakıf malı olduğu anlaşılan taşınmaza ilişkin vakfiye, vakıf defterinde kayıtlıdır. Tesis tarihi itibari ile padişah iradesine uygun olarak düzenlenmiştir. Bu tür bir vakıf malı olduğu yöre halkınca da bilinen bir gerçektir. O nedenle de malik sıfatıyla kullanmadan söz edilemez.
Kaldı ki, vakfın Yasa ile bilahare kazandığı tüzel kişiliğin ölüm veya gaiplik nedeni ile sona erdiğinden yine söz edilemeyeceği de aşikardır. Muteber tasdikli vakıf defterinde kayıtlı bulunan vakıf malların, tapu siciline kayıtları geçirilmemiş olsa bile MK:’nun 639. maddesi uygulanamayacağından zilyetlikle iktisap edilmelerine imkan verilemez (S. Bertan, Ayni Haklar, Cilt: 1, sahife: 547).
Bu itibarla, Hukuk Genel Kurulu’nca da aynen benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir. O halde, usul ve yasaya uygun bulunmayan direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davacı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK:nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 7.6.1995 gününde oyçokluğu ile karar verildi.