Kamulaştırma bedelinin faizi temerrüt faizidir. Artırılan bedel faizinin kamulaşmanın kesinleştiği tarih olan mülkiyetin İdareye geçtiği tarihten itibaren işlemesi gerekir.
Taraflar arasındaki “kamulaştırma bedelinin artırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Antalya Asliye 6. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 25.10.1994 gün ve 1994/355-720 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 18. Hukuk Dairesinin 13.5.1995 gün ve 1995/1793-3002 sayılı ilamıyla; (… Mahkemece kararı, kamulaştırma tebliğinin geçersiz sayılması nedeniyle, dava tarihindeki esaslara göre yapılan değerlendirme sonucu artırılan bedel üzerinden, dava tarihi olan 29.4.1994 tarihinden itibaren faize hükmedilmesi gerekirken çok önceki elatma tarihinden faiz yürütülmesinin doğru olmadığı gerekçesiyle bozulmuş ise de, karar düzeltme istemi üzerine yeniden yapılan değerlendirmedE:
Kamulaştırma, dayanağı Anayasanın 46. maddesinde yer alan, Devletin ve Kamu Tüzel Kişilerinin Kamu yararının gerektirdiği hallerde özel mülkiyette bulunan taşınmazların edinilme müessesesidir. Kamulaştırmanın bu niteliği 29.10.1989 gün ve 1988/4-1989/3 sayılı İçtihatların Birleştirilmesi Kararında da tanımlanmış ve bundan hareketle, kamulaştırma üzerine açılan bedel arttırımı davalarında hüküm altına alınan kamulaştırma bedeline hükmedilecek “faizin” bir haksız eylem tazminatı değil, kamulaştırmanın kesinleşmesiyle mülkiyeti kamu idaresine geçen taşınmaz üzerindeki hak, bu suretle bedeli olan para alacağına dönüşmüş olmakla bu bedelin tam olarak tediyesine kadar ödemesi gereken temerrüt faizi olduğu vurgulanmıştır. Bu nedenledir ki, kamulaştırma bedeline, ancak, kamulaştırmanın kesinleşmesi ve bu suretle M.K.nun 633. maddesi hükmü uyarınca kamulaştırılan taşınmaz mülkiyetinin idareye geçtiği tarihten itibaren faiz yürütülebileceği benimsenmiştir. Sözü edilen İçtihatları Birleştirme Kararında, her ne kadar uygulanacak faiz başlangıcına esas alınabilecek diğer olguların (örneğin elatma, ferağ vs.) incelenmediği, bunların Tevhidi İçtihat dışında bırakıldığı açıklanmış ise de, ilk vazedilmiş, esas itibariyle açılan dava sonunda arttırılmasına karar verilen bedel, mülkiyetin idareye geçmesiyle, diğer bir deyişle kamulaştırmanın Kamulaştırma Kanununun 14. maddesi uyarınca idari yönden kesinleşmesiyle muaccel olacak ve faize bu tarihten itibaren hükmedilebilecektir.
Kanun hükümlerine göre, kamu yararı kararı verilip, kamulaştırılması öngörülen taşınmaza takdir komisyonunca bedel takdir edilir. Bu bedel taşınmaz maliki adına bir bankaya bloke edildikten ve diğer usul işlemleri tamamlandıktan sonra bütün işlemleri belgeleyen evrakın malike noter aracılığı ile tebliğe çıkarılması gerekirken, usulüne uygun bir tebligat yapılıp, kamulaştırmanın iptali ile ilgili idari dava açılmadıkça 30 gün (Kamulaştırma Kanunu madde 14) geçmekle kamulaştırma idari yönden kesinleşmekte (bedel arttırımı davası açılmış da olsa) ve mülkiyet idareye geçmektedir.
Bazı hallerde, değişik nedenlerle (taşınmaz maliklerinin saptanamaması ya da tebligatın usulüne uygun yapılamaması vs.) tebligat öngörülen şekilde gerçekleştirilememekte, bu suretle kamulaştırmanın idari yönden kesinleşmesi ve mülkiyetin idareye geçiş süresi uzamaktadır. Bu gibi durumlarda tebligat çıkaramayan ya da tebligatı çıkarmakla beraber usulüne uygun tebligat yapılmadığının ayırdında olmayan idare kamulaştırmanın amacına uygun kamu hizmetinin gerçekleşmesine yönelik olarak taşınmaza fiilen elkoymak durumunda kalmaktadır. Bu durumlarda idare, tebligatın hiç yapılmamış olması ya da usulüne uygun yapılmamış bulunması nedeniyle kamulaştırmadan itibaren çok uzun süreler geçmesinden sonra bedel arttırımı davalarına muhatap olmaktadır. Bu davalar sonunda hüküm altına alınan arttırımlar için istenmesi halinde faize de hükmedilmesi gerekmektedir. Bu faizin başlangıcının hangi olaya ya da olguya dayanacağı keyfiyeti konumuzu oluşturan sorundur.
Kamulaştırma Kanununun 15. maddesinin 13. fıkrası hükmüne göre, kamulaştırma işlemi taşınmaz malikine, kamulaştırma kararının tamamlanmasından itibaren bir yıl içinde usulüne uygun tebliğ edilememiş olursa, açılacak bedel arttırımı davalarında, dava tarihi esas alınarak taşınmazın değeri belirlenir. Örneğin 1980 yılında alınmış kamu yararı kararı üzerine, Kamulaştırma Kanununun 13. maddesinde belirtilen belge ve bilgileri içeren (kamu yararı kararı, takdir komisyonu raporu, paranın bankaya yatırıldığına dair banka dekontu, kamulaştırma krokisi, davanın aleyhine açılacak idarenin adı vs.) tebligatın çıkarılmamış ya da tebligatı çıkarmakla beraber geçersiz kılınmış veya usulüne uygun (Tebligat Kanunu hükümlerine göre) yapılmamış ise davacının bu tarihten 15 yıl sonra kamulaştırmaya yeni muttali olduğu gerekçesiyle açabileceği bedel arttırım davasında taşınmazın değeri, 1995 yılındaki özellikleri ve birim fiatlarına göre belirlenecektir. Bu suretle belirlenen değere faiz yürütülmesi gerektiğinden faizin başlangıcı ne olacağı önem kazanmaktadır.
Kamulaştırılan taşınmaza, kamu yararının alındığı tarihte el atılmış (örneğin yol yapımı sebebiyle) ya da kamulaştırma gereği taşınmaz, inşaa edilen tesis ile bütünleşmiş (baraj kamulaştırmalarında su altında kalmış) ise bu olguların gerçekleştiği tarihin, faizin başlangıcı olarak alınmasının doğru olmayacağı iki yönden kendini açıkça göstermektedir.
Herşeyden önce kamulaştırma yasal bir işlem olup, Yasanın öngördüğü işlemleri yaptıktan sonra (Kamulaştırma Kanununun 13. maddesinde belgelendirilmeleri öngörülen işlemler ve tebligata çıkarma) kamu hizmetinin ifası için taşınmaza elkoyan idarenin bu davranışı bir haksız eylem olarak nitelendirilemez. Çünkü idare haksız yararlanma ya da gasp amacıyla taşınmaza elatmış değildir. Belli yasal işlemlerden sonra bu yola başvurmuştur. Kaldı ki idarenin bu davranışı “elatma” haksız eylem olarak nitelendirildiği takdirde bir “Kamulaştırma”dan söz edilemez. Böyle hallerde Kamulaştırma Kanununun 38. maddesinde tanımlanan kamulaştırmasız elatmadan ancak sözedilebilir ki bu konumuz dışında olup, taşınmaz maliki yıllar sonra bu olguya değil, kamulaştırma hukuki nedenine dayanarak bedel arttırım davası açmıştır. Bu durumda arttırılan bedele haksız eylem tazminatında olduğu gibi zararın gerçekleştiği (elatma) tarihin faiz başlangıcına esas alınmasına hukuken olanak yoktur.
Diğer taraftan yukarıda açıklandığı gibi böyle “geç kalmış” bedel arttırım davalarında, Kamulaştırma Kanununun 15. maddesinin 13. fıkrası hükmü gereği taşınmaz dava tarihindeki kıymet ve niteliklerine (örneğin tarım arazisinde net gelir esas alınacağı için dava tarihindeki üretim miktarı veya ürünün fiatları -arsalarda dava tarihindeki benzer alım, satımlar) göre değerlendirilir. Böylece, 1995 fiatları ile bulunan değere, sanki bu değer 1980 yılında gerçekleşmiş gibi bu yıldan itibaren (elatma tarihi) faiz yürütülmesi anlamsız ve dayanaksız kalmaktadır. Çünkü, bilinmektedir ki haksız eyleme dayalı tazminat davalarında, haksız eylemin gerçekleştiği tarihteki zarar dikkate alındığı için bunun karşılığı olan tazminata zararın vuku bulduğu bu suretle tazminatın muaccel sayıldığı tarihten itibaren faiz yürütülür. O halde kamulaştırma hukuki nedenine dayanılarak açılan bedel arttırımı davalarında hükmolunan arttırılmış bedele, kamulaştırma bir haksız eylem olmadığı ve Yasa gereği değerlendirmede dava tarihi esas alındığı için (elatma) tarihinden geçerli olmak üzere faize hükmedilemeyeceği sonucuna varılmalıdır. Bu gibi “gecikmiş davalarda” tebligat yokluğuna, geçersizliğine ya da usulsüzlüğüne dayanıldığı için, ıttıla (tebliğ) tarihi (Tebligat Kanunu madde 32/son) en geç dava tarihi kabul edilerek bunu izleyen 30 günlük sürenin bitiminde kamulaştırma idari yönden kesinleşmiş olacağından, (ve bu suretle Medeni Kanunun 633. maddesi uyarınca mülkiyet davalı idareye geçmiş olacağından) bu tarih esas alınarak faize hükmedilmelidir. Böylece, daha önce elkoyma veya işgal mevcut olsa bile tebligat yapılamamış olması nedeniyle değerlendirmede Kamulaştırma Kanununun 15. maddesinin 13. fıkrası uygulandığı durumlarda faiz başlangıcı yönünden yukarıda sözü edilen 20.10.1989 tarihli Tevhidi İçtihat Kararıyla paralellik sağlamış olmaktadır.
Taşınmaz malikinin, kamulaştırma üzerine idarenin elatma tarihi ile açtığı dava tarihi arasındaki süre içinde taşınmazdan yararlanmadığı, bu hakkın kendisinden alındığı, bu sebeple haksız yere zarara uğradığına dair iddiaları kamulaştırma bedelinin arttırılması davası kapsamı dışındadır.
Değerlendirilmesi gereken bir husus da şudur: Kamulaştırma benzeri ya da “fiili kamulaştırma” olarak tanımlanabilen, Kamulaştırma Kanununun 38. maddesi kapsamındaki kamulaştırmasız elatma davalarında 16.5.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı ile Yargıtay uygulamalarına göre, malikin taşınmazını elatan idareye bırakması karşılığında alacağı tazminat (bedel) taşınmaza ilk elatıldığı tarihteki nitelikleri dikkate alınarak dava tarihindeki değerine göre hesaplanmakta ve faiz, taşınmazın dava tarihindeki değerine hükmedildiği için bu tarihten başlatılmaktadır. Yasal kamulaştırma olarak kabul edilerek açılan bu davalarda (bedel artırım davası) yasal olmayan (kamulaştırmasız elatma) eyleme dayanılarak açılan davadakinden daha fazlasına hükmedilemeyeceği açıktır.
Bu durumda, faize dava tarihi esas alınarak kamulaştırmanın kesinleştiği ve bu suretle mülkiyetin davalı idareye geçtiği 29.5.1994 tarihinden itibaren hükmedilmesi gerekirse de, bozma ilamı davacı yararına kazanılmış hak kabul edilerek bu tarihin 29.1.1994 olarak muhafazası gerekir.
Bu itibarla, karar düzeltme istemi yerinde görülmemiş ise de, bozma ilamının açıklanan gerekçelerle kaldırılmasına ve mahkeme kararının bu değişik gerekçeyle bozulmasına…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Uyuşmazlık, Kamulaştırma yapan idarenin kamulaştırma evrakının tamamlanmasından itibaren bir yıl içinde hak sahibine usulüne göre tebligat yaptıramamış, ancak taşınmaza el koymuş olması halinde, Kamulaştırma Kanununun 15. maddesinin 13. fıkrası hükmü gereği kıymet takdirinin davanın açıldığı gün esas tutularak yapıldığı dikkate alınarak, arttırılan bedele uygulanacak faizin hangi tarihten başlayacağı konusunda toplanmaktadır.
Dava konusu olayda, davalı idare 9.12.1981 tarihinde arazi niteliğindeki taşınmazın bir bölümünü kamulaştırmış, takdir edilen bedeli bankaya yatırmış, tapuda malik olan kişiye tebligat çıkarmıştır.
Ancak malikin mirasçılarının 29.4.1994 tarihinde açtıkları bedel artırımı davasında, murislerine çıkarılan tebligatın usulen uygun olmadığı anlaşılmış, mahkemece, Kamulaştırma Kanunu’nun 15. maddesinin 13. fıkrası hükmü dikkate alınarak taşınmazın değeri dava tarihi olan 29.4.1994 tarihi itibariyle takdir edilmiş ve bu suretle arttırılan bedele, davalı idarenin taşınmaza el attığı 9.12.1981 tarihinden itibaren faize hükmedilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu ve 5. Hukuk Dairesince verilen kamulaştırma parasının artırılması için açılan davalarda, mahkemece artırılan bedele idarenin ancak taşınmaza fiilen elkoyması halinde faize hükmedilebileceği ve faiz başlangıcının bu elatma tarihi olacağına dair kararlarla, tapuda ferağ halinde de hukuki elkoyma gerçekleşmiş olacağından, ferağ tarihinden de faiz yürütülebileceğine dair kararlar arasındaki içtihat aykırılığının, giderilmesi konusundaki Yargıtay İçtihatlarını Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 20.10.1989 gün ve 1988/4-1989/3 sayılı kararında, konunun doğrudan doğruya mülkiyet hakkını ilgilendirdiği, mülkiyet hakkı kime ait ise nef’i ve hasarın ona ait olacağı genel kuralından hareketle, taşınmaz malikinin taşınmaz malla hukuki bağının kesildiği, yani mülkiyetin idareye geçtiği andan itibaren nef’i ve hasar idareye geçeceğinden, mal sahibinin bu andan itibaren, taşınmazın kendisine ödenmemiş (arttırılan) bedeline faiz isteyebileceği kabul edilerek, bu davalarda bedelin arttırılan bölümü için “mülkiyetin idareye geçtiği günden itibaren faiz istenebileceği” sonucuna varılmıştır.
Aynı Tevhidi İçtihat Kararında, “… Kamulaştırmanın idari yönden kesinleşmesinden önce … elatma hali içtihadı birleştirme konusunun dışında tutulmuştur.” ifadesine yer verilmiş olmakla, dava konusu olaydaki uyuşmazlığa bir çözüm getirilmemiştir. O halde konunun, faizin niteliği, benzer hukuki müesseseler, sözü edilen Tevhidi İçtihat Kararında doğrudan doğruya sona etkili gerekçeler ve genel hukuk kuralları yönlerinden incelenerek adil bir sonuca varılması gerekir.
Yukarıda sözü edilen Tevhidi İçtihat Kararına göre “para borçlarında faiz, alacaklının cebinde zamanında bulunmayan paradan mahrumiyeti karşılayan bir ivazdır.” Kararın, sonuca sıkı sıkıya bağlı olan ve bu niteliği ile benzer olaylarda bağlayıcılığı kabul edilen gerekçesine göre de, mülkiyet hakkı kime ait ise, nef’i ve hasar ona ait olacağından taşınmaz mülkiyetinin idareye geçmesi ile hak sahibi de bu tarihte bedelin tamamına (arttırılan bölüm) müstehak olacak, bu andan itibaren de ödemede geç kalınan günler için faiz isteyebilecektir. Olayımızda Kamulaştırma evrakı tebliğe çıkarılmış ise de, tebligatın usulsüz yapıldığı anlaşılmış, Tebligat Kanununun 32. maddesinin 2. fıkrası hükmü gereği davacıların beyan ettiği tarih tebliğ tarihi sayılmakla, Kamulaştırma Kanununun 14. maddesindeki 30 günlük hak düşürücü süre sonunda kamulaştırma kesinleşecek ve bu suretle mülkiyet idareye geçeceğinden, mal sahibi ancak bu tarihten itibaren arttırılan bedelin faizine müstehak olacaktır.
Taşınmaza daha önceki bir tarihte idarece elatılmış olması, mülkiyetin, dolayısıyla nef’i ve hasarın idareye geçmesi ile sonuçlanamayacağından mal sahibi 15. maddenin 13. fıkrası hükmü gereği dava tarihi itibariyle belirlenen bedelin faizine elatma tarihinde müstehak olmaz. Ancak bu elatma nedeni ile uğramış olabileceği zarar ya da elatma süresi içinde taşınmazın mahrum kaldığı geliri varsa, onu koşullarına uygun olarak açacağı bir dava ile isteyebilir. Bu ise, ihtilaf konusu sorunun değerlendirmesi dışındadır. Böyle bir zararın faizle karşılanması, faizin niteliği ile bağdaşmaz.
Maddi olayda mahkeme, Kamulaştırma Kanununun 15. maddesinin 13. fıkrası uyarınca dava tarihi olan 29.4.1994 itibari ile taşınmazın gelirine göre hesaplanan değerine hükmetmiş, bu değerin faizini de elatma tarihi olan 9.12.1981 tarihinden başlatmıştır. Yukarıda sözü edilen esaslardan hareket edildiğinde, elatmanın mülkiyetin intikali olarak kabulü mümkün olmadığından faizin o tarihten başlatılmasının hukuki dayanağı bulunmadığı gibi, dava tarihindeki değerlere göre hesaplanan arttırılan bedelin onun elatma tarihinde muaccel olan bedeli olarak kabulü, hayatın olağan akışı ve genel mantık kuralları ile bağdaşmaz.
Böyle bir işlem, davacının haksız zenginleşmesine de yol açacaktır. Çünkü, taşınmaza elatma süresi içinde davalının bu elatma sebebi ile uğramış olabileceği gerçek zararı, ancak işgal edilen taşınmazın net geliri ile sınırlıdır. Taşınmaz, değerlendirme tarihinde (dava tarihi) geçerli verilere göre saptanan net gelire kapitalizasyon faizi uygulanmak suretiyle değerlendirildiğinden, uygulanan kapitalizasyon faiz oranı dikkate alındığında (%5.5) dava tarihindeki yıllık getirinin yaklaşık 18 katına (net gelir x 100 -kapitalizasyon faizi) hükmedilmekte olup, cari % 30 faiz ile malik, elatma tarihinden itibaren taşınmazın, mahrum kaldığı yıllık gelirinin yaklaşık 6 katını, her yıl (gelirin ait olduğu yıl yerine, değerlendirme yılındaki geliri olarak) elde edecektir. Böylece, davacının haksız zenginleşmesine yol açacak uygulamaya gidilmesi ve bunun devamında ısrar edilmesi kabul edilemez.
Diğer taraftan 16.5.1956 gün ve 1956/1-6 sayılı Tevhidi İçtihat Kararı kapsamında haksız eylem olarak nitelendirilebilecek olan kamulaştırmasız elatma sebebiyle idare aleyhine açılan bedel davalarında, taşınmazın dava tarihindeki değerine hükmedildiği için faizin de bu tarihten başlatılmakta olduğuna dair uygulama dikkate alındığında yasal bir işlem olan kamulaştırma hukuki sebebine dayalı bedel arttırım davalarında dava tarihi gözönünde bulundurularak değer belirlendiğinde, aynı kuralın uygulanmaması için geçerli bir gerekçe bulunmayacağı da açıktır.
Bu itibarla Kamulaştırma Kanununun 15. maddesinin 13. fıkrasındaki hüküm gereği değerlendirmenin dava tarihi ya da kamulaştırmanın tebliği tarihi itibariyle yapıldığı hallerde, artırılan bedel faizinin kamulaştırmanın kesinleştiği ve bu suretle mülkiyetin davalı idareye geçtiği tarihten başlatılması gerekli olup, Hukuk Genel Kurulu’nca da aynen benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 18.10.1995 gününde bozmada oybirliği sebebinde oyçokluğu ile karar verildi.