Bir taşınmazın salt arkeolojik “SİT” alanında kalması onun kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile veya diğer bir mülkiyet belgesi ile edinilmesine engel değildir. Koşullarının gerçekleşmesi durumunda bu yer mülk edinilebilir.
Taraflar arasındaki “kadastro tesbitine itiraz” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Datça Kadastro Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 22.05.1992 gün ve 1990/434-1992/167 sayılı kararın incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi’nin 07.09.1993 gün ve 533-7723 sayılı ilamı ile: (…Dava konusu taşınmazın sit alanı olduğu ve yöreye ilişkin sit alanı haritasının kapsamında kaldığı gerekçe gösterilerek hüküm kurulmuştur. Ne var ki 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 3 ve 11. maddesi hükmünde öngörülen araştırma yapılmamıştır. Taşınmazın sit alanı içinde kalması zilyetlik yoluyla iktisap edilemeyeceği anlamına gelmez. Taşınmaz üzerinde korunması gerekli tabiat ya da kültür varlıklarının bulunup bulunmadığının araştırılması gerekir. Mahkemece bu yön araştırılmamıştır. O halde, 2863 sayılı Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 3 ve 11. maddesi hükmünde öngörülen araştırma yapılmalı, taşınmaz üzerinde korunması gereken Tabiat ve Kültür Varlığı bulunup bulunmadığı belirlenmeli, bu araştırma sonunda taşınmaz üzerinde korunması gerekli Tabiat ve Kültür Varlığı bulunmadığı sonucuna varıldığı takdirde 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 14. maddesi hükmünde öngörülen araştırma davalı taraf hakkında yapılmalı, toplanan zilyetlik delilleri birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır. Bu nedenlerle davacı tarafın temyiz itirazları yerinde olduğu gibi dava reddedildiğine göre hüküm yerinde taşınmazın davalı Hazine adına tesciline karar verildiğinin gösterilmesi gerekirken tesbitin aynen muhafazası şeklinde hüküm kurulması dahi isabetsizdir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurul’unca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR: Davacı kadastroca arkeolojik sit alanı içerisinde bulunduğu gerekçesi ile davalı Hazine adına tesbit edilen dava konusu taşınmazın, uzun yıllardır zilyetliğinde bulunan, kültür arazisi olduğunu ileri sürerek davalı Hazine adına yapılan tesbitin iptali ile bu yerin adına tesbit ve tescilini istemiştir.
Çekişmeli taşınmazın tesbit gününe kadar 20 yılı aşkın süreden beri davalı tarafın zilyetliğinde olduğu arkeolojik “SİT” alanı içerisinde bulunduğu hususları tartışmasızdır.
Hemen belirtmek gerekir ki; bir taşınmazın salt arkeolojik “SİT” alanında kalması onun kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile veya diğer bir mülkiyet belgesi ile iktisap edilmesine engel değildir. Koşullarının gerçekleşmesi durumunda bu yer mülk edinilebilir.
Nitekim 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun 3. maddesinin 1. fıkrasında kültür varlıklarından 2. fıkrasında tabiat varlıklarından ne anlaşılması gerektiği belirtilmiş, 3. fıkrasında “SİT” alanı tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeşitli medeniyetlerin ürünü olup, yaşadıkları devirlerin sosyal, ekonomik, mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tesbiti yapılmış tabiat özellikleri ile korunması gerekli alanlar olarak tanımlanmıştır.
Maddenin 5. fıkrasında da koruma alanının, taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının muhafazaları veya tarihi çevre içinde korunmalarında etkinlik taşıyan, koruması zorunlu olan alan bulunduğu ifade edilmiştir.
Görüleceği üzere; arkeolojik “SİT” alanı genelde çok geniş bir sahayı kapsamakta kültür ve tabiat varlıkları ile bunların koruma alanları ise “SİT” alanı içerisinde ancak daha küçük yüzölçümüne sahip kısımlarda kalmaktadır. Kültür ve tabiat varlıkları ile bunların korunması için zorunlu bulunan alanlardan oluşan bütünler, geçmişten günümüze intikal eden bizlerin de alanlardan nesillere aynen devretmemiz gereken yeri doldurulamaz çok değerli kültür hazineleridir. Aynı Yasanın 11. maddesi ile de, yalnızca korunması zorunlu kültür ve tabiat varlıkları ve bunların korunma alanlarının zilyetlikle iktisap edilemeyeceği hükme bağlanmıştır.
Yine mahkemece gözönünde bulundurulması gereken bir hususta, SİT alanı tesisinde güdülen temel amacın zedelenmemesi ve alan bütünlüğünün korunması gereğidir. Mahkemenin kararına gerekçe yaptığı İzmir II. numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu Müdürlüğü’nün 24.04.1992 günlü yazısı içeriği bu konuda yeterli açıklığı taşımadığından kanaat vermekten uzak görülmüştür.
O itibarla arkeolojik SİT alanı içerisinde kalan taşınmaz malların zilyetlikle edinilmesi hakkında ilgili Yasalar çerçevesinde izlenmesi gereken yola işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da aynen benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir. O halde usul ve yasaya uygun bulunmayan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacının temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı (BOZULMASINA), oybirliğiyle karar verildi.