Kadastro Kanununda, tapulama tespit gününde yürürlükte olan yasa hükümlerine göre oluşturulmuş, imar ihya şerhlerini dayanaksız bırakan bir hüküm bulunmadığı gibi; imar ihya, belirli koşullarda taşınmaz mal mülkiyetinin kazanılması yollarından biri olarak kabul edildiğinden, kazanılmış hak kuralı gereğince ve ayrıca, imar ihya ve zilyetliği doğrulayan mahkeme hükmünün üzerinden on yıllık hak düşürücü süre de geçmediği için, davalının, kişisel hakkının ayni hakka dönüştürülmesini isteyebileceği de düşünülerek, Hazinenin açtığı imar ihya şerhinin kaldırılması davasının reddi gerekir.
Taraflar arasındaki “tapu kaydındaki şerhin kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Ödemiş Asliye Birinci Hukuk Mahkemesi)’nce davanın reddine dair verilen 12/09/1995 gün ve 1995/90-318 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi’nin 07/02/1996 gün ve 1994/14574-16347 sayılı ilamı ile; (…Eski hukukumuzda ve Cumhuriyet döneminde çıkarılan çeşitli kanunlarda imar ihya yoluyla mülk edinme hakkı tanınmışken, 509 sayılı Tapulama Kanunu ile bu Kanunun şekil noksanlığı nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmesi üzerine, 12/05/1996 tarihinde yürürlüğe konulan 766 sayılı Tapulama Kanunu, imar ihya ile taşınmaz mülkiyetinin kazanılması olanağını ortadan kaldırarak, imar ihyayı yalnızca zilyetliğin tespiti şeklinde ele almış, fakat imar ihyadan doğan kişisel hakları belirli bir süre için aleniyete kavuşturmak ve teminat altına almak maksadıyla tapu kaydının beyanlar ve şerhler hanesinde gösterilmesini öngörmüştür. bu doğrultuda olmak üzere, her iki Kanunun 37. maddelerinde; (Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu hükümlerine göre Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunup kamu hizmetlerine tahsis olunmayan taşlık ve delicelik araziden, 27/03/1950 tarihinden önce masraf ve emek sarfı ile bağ, bahçe, meyvalık, zeytinlik veya tarla haline getirilmek suretiyle ihya edilmiş gayrimenkuller, Hazine adına tespit ve tescil olunur. İhya edenlerle kanuni veya akdi halefleri tutanakta ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilir. Bu gibi yerler hakkında yetkili mercilerce Çiftçiyi Topraklandırma Kanununun muaddel geçici maddesi hükmü uygulanır.
Bu nevi gayrimenkuller üzerinde, Hazine tarafından Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu o yerde tatbik edilinceye kadar, ahara temliki tasarrufta bulunamayacağı gibi, ihya edenlerle haleflerinin zilyetlikleri ihlal olunamaz. Bu cihet tapulama tutanağında belirtilir ve kütüğün şerhler hanesine işaret olunur) hükmü getirilmiştir. Görüldüğü gibi, imar ihyaya ilişkin beyan ve şerh belirli koşula ve süreye bağlanmıştır. Bir taraftan imar ihyanın 27/03/1950 tarihinden önce gerçekleşmesi koşulu getirilirken, öbür taraftan konan imar ihya beyan ve şerhi için, 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanununun o taşınmazda uygulanmasına kadar bir süre tanınmıştır. Bu itibarla, anılan Yasa gereğince bir işlem yapıldıktan sonra hukuki dayanaktan yoksun hale gelecek olan beyan ve şerhin hükümsüz olacağında kuşku yoktur.
Ne var ki, 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, 19/07/1973 tarihinde yürürlüğe giren 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan Kanun, kazanılmış . hakları saklı, tutmuş ise de, 17.10.1976 tarih, 1973/42 esas, 1976/48 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı ile iptal edilmiş, böylece imar ihyaya dayanılarak 4753 sayılı Kanuna göre hak isteme yolu da tamamen kapanmıştır.
Öte yandan, 9.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanunu 17. maddesiyle; imar ihyayı, belirli koşullar altında taşınmaz mal mülkiyetinin kazanılması yollarından biri olarak kabul etmiş, 46. maddesi ise; imar ihya edilip de daha önce Hazine adına yazılan taşınmazların tapularının iptalini ve tescil isteme olanağını getirmiş, ancak bu maddenin son fıkrasında “ilgililerin daha önce kadastrosu yapılan yerlerde bu maddeye dayanan talep ve dava hakkı bu kanunun yürürlüğe girmesi tarihinden itibaren iki yıl geçmekle düşer” denmek suretiyle, talep ve dava hakkı iki yıllık hak düşürücü süreye bağlanmıştır. O halde, tapuda yararına imar ihya beyan ve şerhi düşürülen kişi, iki yıllık hak düşürücü süre içerisinde talepte bulunmadığı takdirde, bir daha bu beyan ve şerhe dayanarak iptal ve tescil isteyemez. Başka bir anlatımla, imar ihyaya ilişkin kişisel hakkın, aynî hakka dönüştürme olanağını yitirir. Bilindiği üzere, beyanın ve şerhin konma amacı veya dayanağı kişisel hak, ortadan kalkınca ve ileri sürülme olanağı kalmayınca beyan ve şerh de hukuki dayanaktan yoksun hale geleceğinden iptali her zaman istenebilir.
Somut olayda, imar ihyaya dayanılarak yürürlükten kalkan 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma ve 1717 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunlarına göre, bir aynî hak talep edilemeyeceği gibi, davalının hak düşürücü süreyi geçirmekle 3402 sayılı Kadastro Kanunu uyarınca bu yönde dava açma olanağı da kalmamıştır. Bu hususun kendiliğinden (re’sen) mahkemece gözönünde tutulması zorunludur. Başka bir anlatımla, davalının beyan ve şerhin devamında Kadastro Kanununun amacına, beyan ve şerhin gösterilme nedenine uygun bir yararın bulunduğundan söz edilemez. Şerhin, mahkeme kararı ile konulmuş olması da sonuca etkili değildir. Önemli olan, yukarıda değinildiği gibi konma sebebinin veya hukuki dayanağının daha sonra ortadan kalkıp kalkmadığıdır. Anılan yasa hükümleri ve ilkelere göre, davanın kabulüne karar verilmek gerekirken, yanılgılı değerlendirme yazılı olduğu üzere davanın reddine karar verilmesi doğru değildir…) gerekçesiyle bozularak, dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.
Ne var ki, 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, 19/07/1973 tarihinde yürürlüğe giren 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır. Anılan Kanun, kazanılmış . hakları saklı, tutmuş ise de, 17.10.1976 tarih, 1973/42 esas, 1976/48 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı ile iptal edilmiş, böylece imar ihyaya dayanılarak 4753 sayılı Kanuna göre hak isteme yolu da tamamen kapanmıştır.
Öte yandan, 9.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanunu 17. maddesiyle; imar ihyayı, belirli koşullar altında taşınmaz mal mülkiyetinin kazanılması yollarından biri olarak kabul etmiş, 46. maddesi ise; imar ihya edilip de daha önce Hazine adına yazılan taşınmazların tapularının iptalini ve tescil isteme olanağını getirmiş, ancak bu maddenin son fıkrasında “ilgililerin daha önce kadastrosu yapılan yerlerde bu maddeye dayanan talep ve dava hakkı bu kanunun yürürlüğe girmesi tarihinden itibaren iki yıl geçmekle düşer” denmek suretiyle, talep ve dava hakkı iki yıllık hak düşürücü süreye bağlanmıştır. O halde, tapuda yararına imar ihya beyan ve şerhi düşürülen kişi, iki yıllık hak düşürücü süre içerisinde talepte bulunmadığı takdirde, bir daha bu beyan ve şerhe dayanarak iptal ve tescil isteyemez. Başka bir anlatımla, imar ihyaya ilişkin kişisel hakkın, aynî hakka dönüştürme olanağını yitirir. Bilindiği üzere, beyanın ve şerhin konma amacı veya dayanağı kişisel hak, ortadan kalkınca ve ileri sürülme olanağı kalmayınca beyan ve şerh de hukuki dayanaktan yoksun hale geleceğinden iptali her zaman istenebilir.
Somut olayda, imar ihyaya dayanılarak yürürlükten kalkan 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma ve 1717 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kanunlarına göre, bir aynî hak talep edilemeyeceği gibi, davalının hak düşürücü süreyi geçirmekle 3402 sayılı Kadastro Kanunu uyarınca bu yönde dava açma olanağı da kalmamıştır. Bu hususun kendiliğinden (re’sen) mahkemece gözönünde tutulması zorunludur. Başka bir anlatımla, davalının beyan ve şerhin devamında Kadastro Kanununun amacına, beyan ve şerhin gösterilme nedenine uygun bir yararın bulunduğundan söz edilemez. Şerhin, mahkeme kararı ile konulmuş olması da sonuca etkili değildir. Önemli olan, yukarıda değinildiği gibi konma sebebinin veya hukuki dayanağının daha sonra ortadan kalkıp kalkmadığıdır. Anılan yasa hükümleri ve ilkelere göre, davanın kabulüne karar verilmek gerekirken, yanılgılı değerlendirme yazılı olduğu üzere davanın reddine karar verilmesi doğru değildir…) gerekçesiyle bozularak, dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; Hazinenin kayden malik olduğu taşınmaza ait tapulama tutanağının beyanlar ve tapu sicilinin şerhler hanesine yazılmış bulunan “zilyetliğe” dayanılarak, zilyetleri ya da onların halefleri tarafından yasal süresinde tapu iptal ve tescil davası açılmaması halinde, sicildeki şerhin korunması gereğinin ortadan kalkıp kalkmayacağı; bunun (şerhin) sicilden silinmesinin istenip istenemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Gerçekten, dosya içeriğine göre tapulama tutanağının beyanlar ve tapu kaydının şerhler hanesinde gösterilen zilyetliğin, imar ihya olgusuna dayanıldığı açıkça anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere ihya, hemen her devirde Devletin ekonomi ve tarım politikasının temel öğelerinden biri olma niteliğini korumuştur. Ölü toprakların tarıma elverişli duruma getirilmesi ve değerlendirilmesi, üretimin artırılmasındaki yararlar her dönemde ihyaya imkan veren hükümleri düzenlemeye Devleti zorlamıştır. Nitekim, imar ihyadan mülk edinmeye imkan veren ilk hüküm, 1934 yılında yürürlüğe giren 2644 sayılı Tapu Kanununun 6. maddesinde yer almış; ancak, 1945 tarihli ve 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile sözü edilen 6. madde yürürlükten kaldırılmıştır. Yaklaşık 6 sene sonra kabul edilen 1950 tarihli ve 5602 sayılı Tapulama Kanununun 52. maddesinde; (…4753 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar yapılmış olan ihyalar ve mezkur kanunun geçici maddesinde yazılı müracaata bakılmaksızın, ihya edenler veya mirasçıları adlarına tapulanır. 4753 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra ihya edilmiş veya ihyasına başlanmış olan gayrimenkuller devlet adına kayıt olunur…) denmiş, ihyadan ötürü mülk edinme imkanı getirilmiştir.
1966 yılında yürürlüğe konulan ve 5602 sayılı Tapulama Kanununun yerini alan 766 sayılı Yasanın 37. maddesinde ise; “Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu hükümlerine göre… Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunup kamu hizmetlerine tahsis olunmayan taşlık ve delicelik araziden, 27/03/1950 tarihinden evvel masraf ve emek sarfı ile bağ, bahçe, meyvalık, zeytinlik veya tarla haline getirilmek suretiyle ihya edilmiş gayrimenkuller Hazine adına tespit ve tescil olunur. İhya edenlerle kanuni veya akdi halefleri tutanakta ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilir. Bu gibi yerler hakkında yetkili mercilerce Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu muaddel geçici madde hükmü uygulanır.
Bu nevi gayrimenkuller üzerinde Hazine tarafından Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu o yerde tatbik edilinceye kadar ahara temliki tasarrufta bulunulamayacağı gibi, ihya edenlerle haleflerin zilyetlikleri de ihlal olunamaz. Bu cihet, tapulama tutanağında belirtilir ve kütüğün şerhler hanesine işaret olunur. Bu hükümler dışında ihya edilmiş veya ihyasına başlanmış olan gayrimenkuller doğrudan doğruya Hazine adına tespit ve tescil olunur. Özel kanunlar hükümleri saklıdır. Bu maddede yazılı gayrimenkuller hakkında şartlar bulunduğu takdirde, 33. madde hükmü uygulanır” şeklindeki düzenlemeye yer verilmiş; bir müddet sonra 1617 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Ön tedbirler Kanununun anılan maddesinin (37. maddenin) son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece, ihya yoluyla yasal anlamda kültür arazisi haline getirilmiş taşınmazın, Tapulama Kanununun 33. maddesinde yer alan kazandırıcı zamanaşımı şartları ile zilyet namına mülk edinilmesi imkanı kaldırılmıştır. Ancak, 766 sayılı Tapulama Kanununu yürürlükten kaldırılan, 9.10.1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun 17. maddesinde yazılı, “Orman sayılmayan, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ve kamu hizmetine tahsis edilmeyen araziden, masraf ve emek sarfı ile imar ve ihya edilerek, tarıma elverişli haline getirilen taşınmaz mallar, 14. maddedeki şartlar mevcut ise; imar ve ihya edenler adına tespit olunur” hükmü ile de; yasanın öngördüğü biçimde gerçekleştirilen ihyanın, kazandırıcı zamanaşımı ile birleşmesi halinde zilyetlik yararına mülk edinilebileceği kabul edilmiştir. Ayrıca, 3402 sayılı Kanunun 46. maddesinde de, “kadastro yapılacak veya daha önce tapulama veya kadastrosu tamamlanmış bulunan yerlerde, 766 sayılı Kanunun 37. maddesi veya 4753 sayılı Kanun ile ek ve tadilleri uyarınca Hazine adına kaydedilen taşınmaz mallar, bu kanunun hükümlerine göre doğan iktisap şartlarına istinaden zilyetleri adına tespit ve tescil olunur” hükmü yer almış; ne var ki, değinilen kanunun son fıkrasında, kadastrosu yapılan yerlerde bu maddeye dayanan talep ve dava hakkı kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren iki yıllık süreye tabi tutulmuştur. Kuşkusuz iki yıllık süre, Kadastro Yasasının 12/3. maddesinde yazılı on yıllık sürenin geçirilmiş olması halinde uygulanabilecek olan ek süre niteliğindedir.
Hemen belirtilmelidir ki, 3402 sayılı Yasanın 46/son maddesi ile getirilen iki yıllık ek süre, aynı Yasanın 12/3. maddesinde öngörülen on yıllık sürede olduğu gibi hak düşürücü bir süredir. Hak düşürücü sürenin kabul edildiği durumlarda, kanunun tayin ettiği süre içerisinde dava açılmaz ise hak doğmaz. Diğer bir anlatımla, hak düşüren sürenin dolması halinde, hak, bütünü ile ortadan kalkmaktadır. Benzeri hukuki müessese olan “zamanaşımı” ile farkı da burada odaklaşmaktadır. Zamanaşımı hakkı değil, onu dava etmek yetkisini ortadan kaldırır. Öte yandan, hak düşürücü sürenin dolduğu yönünden tarafların istemde bulunmalarına gerek yoktur. Hakim, belirtilen nitelikteki bir süreyi (hak düşüren süreyi) kendiliğinden (re’sen) göz önünde bulundurmak zorundadır.
Somut olayda, tapulama tutanağının beyanlar ve tapu kütüğünün şerhler hanesine isimleri yazılı kişi ve kişiler ile onların halefleri tarafından imar ihyaya ve zilyetliğe dayanılarak mülkiyetin kendilerine nakledilmesini amaçlayan iptal ve tescil davası açılmadığı saptanmıştır. Ne var ki, tutanağın beyanlar hanesinde gösterilen imar ihya ve zilyetliğin mahkeme hükmü ile doğrulandığı ve bu olgular yönünden kesin bir hükmün oluştuğu da hukuki bir gerçektir. Yukarıda açıklanan yasal düzenlemelere karşın; sonradan yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Yasasında değinilen nitelikteki şerhleri dayanaksız bırakan bir hüküm yer almamıştır. Yeni yasanın, ihya eden zilyetlere ya da haleflerine daha geniş bir imkan (mülk edinme imkanı) getirmiş olması ve bu imkanın dava yolu ile kullanılmaması şerhi dayanaksız hale gelmesine yol açmaz. Zira, tapulama tespit günündeki mevzuu hukuka (yürürlükte olan kanun hükümlerine) göre, kazanılmış bir hak söz konusudur. Diğer bir deyişle; şerhin dayanağını teşkil eden önceki yasa düzenlemeleri yürürlükte iken tamamlanarak kesinleşmiş tapulama tespiti, o ihya eden zilyetler yararına kazanılmış hak oluşturmuştur. Esasen, 3402 sayılı Yasa, yeni tarihlerde oluşan ihyalar nedeniyle dahi, mülk edinme imkanı tanırken, eski tarihlerde yapılmış ve her nasılsa dava açılıp mülkiyet hakkına dönüştürülmemiş ya da dönüştürülememiş ihyaların kaldırılması sonucunu doğrulayabilecek bu tür davaların haksızlıklara neden olabileceğini gözden kaçırmamak gerekir. Öte yandan, Hazineye ait tarım arazilerinin satışına dair 4070 sayılı Yasanın 8. maddesinde bu tür arazilerinin kullananların öncelikli alım haklarının varlığı ve alım koşulları düzenlenmiş bulunmaktadır. O nedenle, sicildeki beyanın korunmasında öncelikli alım hak sahibini belli etme yönünden hukuki yararın varlığı da yadsınamaz. Bunların yanında, “imar-ihya ve zilyetliği” doğrulayan ve saptayan 24/06/1987 tarih, 166/61 sayılı Tapulama Mahkemesi hükmü, 16.11.1987″ tarihinde kesinleşmiş olup; olaya uygulanması gereken 3402 sayılı Yasanın 12/3. maddesinde yazılı on yıllık hak düşürücü süre de henüz geçmiş değildir.
Şu durum karşısında, tüm açıklanan hukuki ve maddi olguların ışığında usul ve yasaya uygun olan direnme kararı onanmalıdır.
Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA), Harçlar Kanununun değişik 13. maddesinin “j” bendi gereğince harç alınmamasına, 05/02/1997 gününde oyçokluğu ile karar verildi.