Koruma makiliği dışında kalan makilikler 5653 sayılı kanun hükümleri gereğince orman sayılamazlarsa da nitelikleri itibariyle devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olup, ancak imar ihya koşullarının gerçekleşmesi halinde özel mülkiyete konu teşkil edebilir.
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; A. Asliye 4. Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 17.4.1998 gün ve 1997/414 esas, 1998/352 sayılı kararın incelenmesi davacı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 25/6/1998 gün ve 1998/7564-8081 sayılı ilamı ile; (…Davacı Hazine, dava konusu G… köyü 223 parsel sayılı taşınmazın 1947 yılında 3116 sayılı Yasa uyarınca yapılan Orman tahdidinde Orman sınırları içersinde kaldığını, 1976 yılında 1744 sayılı Yasaya göre yapılan Orman dışına, çıkarma işleminin İdari Yargı yerince iptal edildiğini; daha sonra, 1988 yılında 6831 sayılı Yasanın 3302 sayılı Yasa ile değişik 2B maddesi gereğince Hazine adına Orman sınırları dışına çıkarıldığını; taşınmazın Orman tahdidi içerisinde iken tapulamaca davalılar adına tespit gördüğünü ileri sürüp iptal ve tescil istemiştir. Mahkemece, davanın kabulüne ilişkin olarak verilen kararın Dairenizce bozulması üzerine bozma sonrası yapılan yargılama sonucunda bu defa on yıllık hakdüşürücü sürenin dolduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmüne uyulan bozma ilamında her ne kadar on yıllık hak düşürücü süreden de söz edilmiş ise de davada ileri sürülen iddia maki tefrik komisyonunun yaptığı işlemden önceki taşınmazın niteliğinin Devletin hüküm ve tasarrufundaki yer olduğu iddiasını da içerir, nitekim Dairenin konuya ilişkin emsal kararlarında imar ve ihyadan söz edilerek ve zilyetlikle de bağlantı kurularak kişilere mülk edinme olanağı sağlanmıştır. Diğer bir deyişle Daire kararında “…3402 sayılı Yasanın 12/3. maddesinin öngördüğü 10 yıllık hakdüşürücü sürenin de olayda gerçekleşebileceği kuşkusuzdur…” ilkesine değinilmiş olması; kişi yararına zilyetlikle mülk edinme koşullarının gerçekleşmesi halinde bu ilkenin uygulanabileceği anlamındadır. Esasen, dava şartının (10 yıllık hakdüşürücü sürenin) varlığı amaçlanmış olsa idi; başkaca araştırmaların yapılmasına gerek duyulmaksızın davanın yalnızca bu nedenle (10 yıllık hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle) reddedilmesi gerekir denilmekle yetinilirdi (Bilindiği üzere, dava şartının oluşması durumlarında münhasıran bu yönü ile hüküm kurulur).
Öte yandan, Hazinece açılan ve Devletin hüküm ve tasarrufundaki yerdir iddiasını içeren davalar da 10 yıllık hakdüşürücü sürenin dikkate alınmayacağı kararlık kazanmış yargısal uygulamada benimsenmiştir.
Somut olayda dava konusu taşınmazın 1946 tahdidinde Orman sınırları içerisinde kaldığı 1744 sayılı Yasaya göre 1975 yılında Hazine adına Orman dışına çıkarıldığı, 1952 yılında yapılan maki tefrik işleminde makilik olarak ayrılan alanda kaldığı, tapulamaca da 1963 yılında senetsizden tespit gördüğü anlaşılmaktadır.
Ne var ki taşınmazın makilik olarak tefrik edildiği 1952 yılından itibaren kadastro tespitinin yapıldığı 1963 yılına kadar 20 yıllık zilyetlikle mülk edinme süresinin dolmadığı açıktır. Hal böyle olunca davalılar yararına kazandırıcı zamanaşımı yolu ile mülk edinme koşullarının oluşmadığı gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı Hazine vekili
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Antalya G… köyünde bulunan 223 parsel sayılı taşınmazın 3116 sayılı Orman Kanunu uyarınca 1946 yılında yapılan Orman sınırlamasında kısmen orman sınırları içerisinde bırakıldığı, 5653 sayılı Kanuna göre 1952 yılında maki alanı olarak tespit edildiği, kadastro çalışmaları sonucu zilyetliğe dayanılarak 25/7/1963 tarihinde davalı adına tespit gördüğü tespitin 17/10/1970 tarihinde kesinleşerek davalı adına çap oluştuğu, 1744 sayılı Kanun gereğince yapılıp 1981 yılında kesinleşen işlemle orman içinde kalan kısmın orman dışına çıkarıldığı, 857 parsel numarası verilerek davalı üzerine yazıldığı getirtilen tapu kaydı tespit tutanağı, maki tespit tutanak ve haritaları, yapılan keşifler sonucu alınan bilirkişi rapor ve krokileri ile sabittir.
Her ne kadar tespit tutanağının kesinleşme tarihi ile dava tarihi arasında önceki 766 sayılı Tapulama Kanununun 31 ve halen yürürlükte bulunan 3402 sayılı Kadastro Kanunun 12. maddelerinde düzenlenen on yıllık hak düşürücü süre geçmiş ise de, Hazinece açılan ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerdir iddiasına dayanan davalarda on yıllık hak düşürücü sürenin bir dava koşulu olarak ele alınıp değerlendirilemeyeceği, işin esasına girilip dava konusu taşınmazın gerçek niteliğinin, daha açık bir anlatımla özel mülkiyete konu olup olamayacağının tespit edilmesinden sonra bu yönde bir karar verilmesi gerektiği; Yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ortaklaşa kabul edilen bir kural haline gelmiştir.
Öte yandan, koruma makiliği dışında kalan makiliklerin yukarıda değinilen 5653 sayılı Kanun hükümleri gereğince Orman sayılamazlarsa da nitelikleri itibariyle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olduğu, ancak imar ihya koşullarının gerçekleşmesi halinde özel mülkiyete konu teşkil edebileceği de kuşkusuzdur. Bu itibarıyla imar ihya koşulları gerçekleşmeden Devletin hüküm ve tasarrufundaki yer niteliği devam ederken maki alanının kişiler adına tespit edilmesi halinde hak düşürücü süreden söz etme olanağı yoktur.
Somut olayda, taşınmazın makilik olarak tespit edildiği, 1952 yılından kadastro tespitinin yapıldığı 1963 yılına kadar 20 yıllık süre geçmediği buna bağlı olarak davalı yararına imar ihya ile mülk edinme koşullarının oluşmadığı da açıktır.
Hal böyle olunca, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davacı Hazine vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK: nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 24.3.1999 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.
Karşı Oy Yazısı Kadastro sırasında dava konusu taşınmaz vergi kaydına ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak 1963 yılında davalı taraf adına tespit edilmiş, kadastro tutanaklarına itiraz edilmediği için 1970 yılında kesinleşmiş ve aynı yıl tapuya devredilmek suretiyle tapu sicili oluşmuştur.Hazine tapu sicilinin oluştuğu tarihten 25 yıl sonra yani 1995 yılında nizalı taşınmazın Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğunu ileri sürerek dava açmıştır.
Her ne kadar, 8/5/1987 gün ve 1986/3-1987/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararında 766 sayılı Tapulama Kanunu 35. madde uyarınca sınırlandırılan taşınmaz mallar hakkında kişiler tarafından Hazine aleyhine açılacak davalarda 10 yıllık hak düşürücü sürenin uygulanacağı vurgulanmış, bu kararın yorumundan Hazine tarafından bu nitelikteki taşınmazlar hakkında kişiler aleyhine açılan davalarda 10 yıllık sürenin uygulanmayacağı neticesi çıkmakta ve Hukuk Genel Kurul kararlarında bu görüş benimsenmekte ise de; 766 sayılı Yasada olmayan, daha sonra sözü edilen içtihattan sonra yürürlüğe giren 3402 sayılı Yasanın 12/son fıkrası yeni bir hüküm getirmiş ve getirilen bu hükümle akla gelebilen tüm belirsizlikler ve çözümsüzlükler giderilmiştir. Bu madde hükmünden de anlaşılacağı gibi tespit öncesi bir nedene dayanarak tutanaklara geçmiş ve tapuya yansımış (tescil edilmiş) bir hak, başka bir ifadeyle oluşan tapu kaydı, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın taşınmazı,tescil tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyedliğinde bulunduranlar. Medeni Kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanacağı kabul edilmiştir.Davalı taraf tespitten çok öncesine varan (1993 yılından beri) zilyetliğini dava tarihine kadar arasız ve çekişmesiz sürdürmüştür. Kanunun bu amir hükmüne başka anlam vermek mümkün değildir. Ayrıca, Kanunun kesinleşmemiş tutanaklar için kabul ettiği bu hükmü, kesinleşmiş tutanaklar için özellikle kabul edeceği her türlü izahtan varestedir. Kanunun kabul ettiği bu hükmün bir yerde amacının tapu sicillerini korumak olduğu da kuşkusuzdur. Yasa Hazine lehine bir ayrıcalık tanımamıştır.
Bütün bu nedenlerle çoğunluk görüşüne katılmıyorum.