Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 2001/8-480 K: 2001/519 T:13.6.2001

Zilyetliğin çekişmeli hale gelmesi için mutlaka karşı tarafın dava açması şart değildir.

Taraflar arasındaki “zilyetliğe dayalı tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; K: Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 16/5/2000 gün ve 24/34 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 2/11/2000 gün ve 2000/7040-8200 sayılı ilamı ile; (…Davacı, dava dilekçesinde mevkii ve sınırları yazılı taşınmazın adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiş, Hazine Karapürçek Köyü ve Orman İdaresi davanın reddine karar verilmesini savunmuşlar, mahkemece davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, kadastro çalışmaları sırasında tespit dışı bırakılan taşınmazın tescili isteğine ilişkindir. Dosyadaki bilgilere göre, dava konusu taşınmaz 1979 yılında tespit dışı bırakılmıştır. Davacının daha önce 20/1/1997 tarihinde aynı yer hakkında K: Asliye Hukuk Mahkemesine açmış olduğu 1997/12 E, 1997/94 Karar sayılı tescil davasının reddi nedeniyle kazanmayı sağlayan zilyedliğin kesintiye uğradığı ve bu hükmün kesinleşmesi tarihinden itibaren kazanmayı sağlayan bağımsız 20 yıllık sürenin geçmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Gerçekten davacı daha önce açtığı dava ile dava konusu taşınmazın adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiş, mahkemece toplanan deliller göz önünde tutularak davacının zilyedliğinin 1979 yılında başladığı, bu tarihten 20/01/1997 dava tarihine kadar kazanmayı sağlayan sürenin geçmediği görüşünden hareketle davanın reddine karar verilmiş ve bu hüküm Yargıtay 8. Hukuk Dairesince onanmış, karar düzeltme yoluna gidilmediğinden kesinleşmiştir. Davacı bu defa açmış olduğu dava ile süre yönünden de kazanma koşullarının oluştuğunu ileri sürerek tescil isteğinde bulunmuştur. Yukarıda tarihi ve sayısı yazılı kesinleşen dava dosyası ile davacının dava konusu taşınmazı 1979 yılından itibaren Yasa’da belirtilen koşullara ve ekonomik amacına uygun olarak tasarrufta bulunduğu belirlenmiş, uyuşmazlığın niteliğine göre yasal ilanlar ve incelemeler yapılmıştır. Az önce de açıklandığı üzere, daha önce açılan dava süre eksikliği nedeniyle reddedilmiştir. Dairenin yerleşmiş uygulamalarına göre bu nedenle reddedilen bir dava çekişme sayılmayacağı gibi kazanmayı sağlayan zilyedliğin kesilmesine de sebep olmaz. Gerçekten 29/11/1969 tarihli 7-656 esas 852 karar sayılı Hukuk Genel Kurulu Kararında da belirtildiği gibi davanın hak kazandırıcı zamanaşımını kesebilmesi ya da nizasızlık durumuna son verebilmesi için davanın hak kazandırıcı zamanaşımı zilyedine karşı açılmış olması ve aynı zamanda olumlu bir şekilde sonuçlanmış bulunması gerekir. Aynı esaslar Yüksek Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin, 23/11/1992 tarih, 2498/10615 sayılı kararında, keza, Yüksek 16. Hukuk Dairesinin 17/09/1990 T: 1989/16076 E, 1990/11850 K; Yine Yüksek 5. Hukuk Dairesinin 17/02/1987 T: 1868 E: 1442 K: sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

Bunun gibi Hukuk Genel Kurulu’nun 12/5/1973 T: 1969/8-808 E: 1973/403 sayılı ilamında da değinildiği gibi “MK: nun 640 ve BK: nun 134, 135. maddeleri borç ve niza ile ilgilidir. Önceki tescil davasında taşınmazlar hakkında niza doğuracak surette bir defi ileri sürülmesi halinde kazandırıcı zamanaşımı kesilebilir”.

Tescil davaları kanuni prosedür olarak birer tespit davası niteliğindedirler. Bu davalarda Hazine zorunlu hasım olarak bulunur. Bu itibarla Hazine’nin, tescili istenen taşınmazın niteliğine bir itirazı bulunmadığı takdirde klişeleşmiş cevap dilekçeleriyle defi ileri sürüp işleyen müruru zamanı kestiğinin kabulü davanın niteliği itibariyle doğru olmaz. Elbette davacı MK: nun 639/1’de yer alan 20 yıla ulaşan zilyedliğini ispat edecektir, edememişse davası red edilecektir. Henüz 20 yıl dolmadan Hazine bu yerin adına tescilini dava edebilir. Somut olayımızda Hazine bu yola gitmemiştir. Esasen taşınmazın nitelik itibariyle Hazine ile ilgisi olmayan yerlerden olduğu önceki kararla da kesinleşmiştir. Bu konuda Yüksek 7. Hukuk Dairesinin 20/12/1990 T; 12149/15575 sayılı kararında “…tescil davasının davacısının taşınmazda sürdürdüğü zilyetlik üzerine niza çıkarılmadığı, zilyet tarafından kazandırıcı zamanaşımı hükümlerine göre açılan tescil davasının zilyedliğin iktisaba yeterli süreye ulaşmaması sebebiyle red edilmiş olması halinin zilyetliği kesmeyeceği göz önünde tutularak karar verilmesi…” gereğine değinilmiştir.

Dava süre eksikliği nedeniyle reddedilmiş olduğuna ve bu davanın açıldığı 04/04/2000 tarihine kadar da kazanma süresi ve koşulları oluştuğu belirlenmiş bulunduğuna göre, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddine karar verilmiş olması doğru değildir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava, kadastro çalışmaları sırasında tespit dışı bırakılan taşınmazın zilyetlik hukuksal nedenine dayanılarak tescili isteğine ilişkindir. Hazine temsilcisi davanın reddini istemiştir.

Dava konusu taşınmaz hakkında davacı, Hazineyi ve köy muhtarlığını hasım göstermek suretiyle MK: nun 639/1. maddesi uyarınca 1970/70 E: , 1999/71 K: sayılı dosyasıyla dava açmış; Hazine tarihsiz cevap dilekçesiyle (…dava konusu taşınmaz, imar ve ihya ile özel mülkiyet konusu olamayacak Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerdendir. …davacının mülkiyetini gerektirir zilyetlik, koşulları da gerçekleşmemiştir…) demek suretiyle, bu yerin olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı nedeniyle edinilmesinin mümkün olmadığını ileri sürerek, davaya karşı koymuştur. Nitekim Hazinenin savunması yerel mahkemece haklı bulunarak süre yönünden dava reddedilip, kesinleşmiştir. Bu durumda davacının zilyetliği çekişmeli duruma gelmiş ve zilyetlik süresi kesilmiştir.

Hemen belirtilmelidir ki, zilyetliğin çekişmeli hale gelmesi için mutlaka karşı tarafın dava açması şart değildir. Önemli olan, taşınmazın mülkiyetinin kime ait olduğu ve zilyetliğin çekişmeli duruma gelmesidir.

MK: nun 640. maddesi hükmüne göre, olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı süresinin hesabında, kesilme ve durdurulmasında alacak zamanaşımının hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür.

Bazı olaylar gerçekleştikleri ana kadar işleyen zamanaşımını etkisiz bırakırlar. Öyle ki, bu olayların gerçekleştikleri tarihten itibaren yeni bir zamanaşımı süresi işlemeye başlayacaktır. İşte böyle hallerde zamanaşımının durmasından değil, kesilmesinden söz edilir. Durma ile kesilme arasındaki hüküm farkı şu noktada görülür; zamanaşımı kesildiği takdirde daha önce işlemiş olan süre silinmiş, yeniden bir süre işlemeğe başlamış olur. Durma ise evvelce işlemiş zamanaşımı hükmüne hiçbir etki yapmaz.

BK: 133/2. maddesine göre alacaklı, borçluya karşı mahkemede veya hakem önünde dava açarak ya da karşılık bir iddia ileri sürerek alacağını dermeyan ettiği takdirde zamanaşımı kesilir. Dava konusu olayda da hazinenin karşı koyması, anılan maddedeki defi anlamındadır.

BK: 135. maddesinde ise zamanaşımının kesilmesi (kat edilmiş olması) halinde yeni bir müddetin işlemesi gerektiği hükme bağlanmıştır.

Somut olayda, yukarda değinilen mahkeme kararından sonra; hazinenin def’isi ile kesilen olağanüstü kazandırıcı zamanaşımı süresi yeniden işlemeğe başlamış, henüz dolmamıştır. Açıklanan nedenlerle yerel mahkemece davanın reddi yönünde kurulan hüküm doğrudur. Karar onanmalıdır.

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA gerekli temyiz ilam harcı peşin alınmış olduğundan, başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 13/6/2001 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın