Böylece özel mülkiyete tabi taşınmaz üzerinde inşa edilen cami ve mescitlerin yönetimi ve yönlendirilmesi ile ilgili olarak cami veya mesciti inşa eden gerçek veya tüzel kişinin ilgisi kesilmiş ve fakat taşınmaz üzerindeki diğer birimlere (dükkanlara) ilişilmemiştir. Bu yönde kesinleşmiş bir mahkeme ilamı bulunmadığı sürece aksine bir yorum ile sonuca gidilmesi mülkiyet hakkının özünü zedelediği gibi yukarıdaki yorum kurallarının topuna birden aykırı düşer.
Taraflar arasındaki “kira tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; A. Sulh Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 30.4.2001 gün ve 2001/16 E- 97 K: sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 3.Hukuk Dairesinin 11.6.2001 gün ve 2001/5113-5317 sayılı ilamı ile;
A) İddia, Savunma Ve Hüküm Davacı vekili, davalının 1991 yılında yapılan kira sözleşmesi ile müvekkili derneğe ait (3 adet) dükkanda kiracı olduğunu, 1998 yılında açtıkları kira tespit davası ile 1999 dönemi için 3 dükkanın aylık kirasının 80.000.000 lira olarak tespitine karar verildiğini ve bu kararın kesinleştiğini, ancak 2000 ve 2001 yıllarında kira bedelinin artırılmadığını, yasal %25 oranın dahi 2001 yılı için uygulanmadığını beyanla kira başlangıç tarihinin belirlenmesini ve aylık kiranın 240.000.000 lira olarak tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkilinin mahkemece belirlenen aylık 80.000.000 lira kira bedeli ödediğini, sözleşmedeki %30 veya yasal %25 artırımı kabul ettiklerini ancak davacının bu teklifi reddederek dava açtığını, fahiş artırım istediğini beyanla davanın reddini savunmuş, yargılamanın ilerleyen aşamalarında Yargıtay 6.Hukuk Dairesinin 2000/1413 E: -2000/1493 K: sayılı içtihadını ibraz ile davacı derneğin kamunun yararlanmasına mahsus kamu mallarından olan cami ve müştemilatı ile ilgili olarak mülkiyet ve bundan kaynaklanan dava hakkı (aktif dava ehliyeti) bulunmadığından söz ederek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, Yargıtay 6.Hukuk Dairesinin söz konusu içtihadı gerekçe yapılmak suretiyle davacının davasının dava açma ehliyeti yönünden reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık çeşitli açılardan irdelenmiştir. Şöyle ki:
B) Kamu Malları Kavramı Açısından
a) Kamu Mallarının Tanımı: Kamu tüzel kişilerinin ellerinde bulunan taşınır ve taşınmaz mallardan toplum tarafından istifade edilenlerle bir kamu hizmetine (o hizmetin bir unsuru olacak şekilde) bağlanmış olanlar kamu malı sayılır (Onar, Sıddık Sami : İdare Hukukunun Umumi Esasları, c.1, İst. 1960, sh.967). Bir başka anlatımla (kamu malları), halkın tümü tarafından kullanılan, yararlanılan veya halk için kamu tüzel kişilerince kullanılan ya da işletilen taşınır ve taşınmaz mallardır (Derbil, Süheyl : İdare Hukuku, AnK: 1959, sh.401; Akipek, sh.43). Yasal anlatımı ile: “Kamunun ortak kullanılmasına veya kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerdir” (Wieland, C: Kanunu Medeni’de Ayni Haklar, AnK: 1946, sh.151,152).
b) Bir Şeyin Kamu Malı Sayılabilme Nedenleri aa) Doğal nitelik: Doğal nitelikleri itibariyle özel mülkiyete konu olamayan ve tüm halkın yararlanabileceği yerler kamu malı sayılır. Örneğin; denizler, büyük göller ve nehirler gibi. Bunların mahiyetleri icabı kamu tüzel kişilerinin (devlet, belediye veya köy gibi) kararla bunlardan halkın yararlanacağı yer niteliğini kaldırmaya yetkileri kabul edilmemektedir (Sungurbey, İsmet : Medeni Hukuk Eleştirileri, ll, İst. 1963,sh.197 vd).
bb) Doğal zenginlik: MK: 644.maddedeki esaslar uyarınca özel mülkiyete konu olan toprağın kullanma ve yararlanma sınırları dışında kalan alt ve üst tabakalar kamu malı sayılır. Örneğin madenler ve petrol yatakları gibi doğal zenginlikler buraya girer.
cc) Örf ve adet gereğince: Bir mal, gelenekten ötürü de kamu malı olma niteliğini kazanmış olabilir. Örneğin; mer’a, yaylak, otlak’da olduğu gibi. Gerçekten de mer’alar “Hayvanların otlatılması ve otundan yararlanılması için tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yerlerdir” (4342 sayılı Mera Kanunu, mad.3/d).
dd) Tahsis : Bir devlet malı idarenin tahsisi ile kamu malı niteliğini kazanabilir. Bir arsanın çocuk bahçesi veya park yapılması gibi.
ee) Yasa : Özel mülkiyete konu olabilen, şu var ki, yurdun ekonomik ve sosyal yaşamı yönünden önemli sayılarak bir mala yasalarla kamu malı niteliği verilebilir. Örneğin; Orman Yasası ile ormanlar, Maden Yasası ile madenler, Petrol Yasası ile de petrol kaynakları kamu malları kapsamına alınmıştır.
C) KAMU MALI NİTELİĞİNİ KAZANMA KOŞULLARI
Hizmet ve orta mallarının kamu malı niteliği kazanabilmesi için bu malların önce ya hukuksal bir işlem (alım-satım veya kamulaştırma) ya da maddi bir olay ile (gölün, akarsuyun kuruması ile ortaya çıkan topraklar) idarenin malları arasına girmesi gerekir. Bundan sonra mal idare tarafından ya doğrudan doğruya kamunun ortak kullanmasına ve yararlanmasına ya da bir kamu hizmetinin görülmesine tahsis edilir (Düren, Akın : İdare Malları, AnK: 1975, sh.66).
Ç) Kira Hukuku Açısından: a) Kiralayanın Malik Olması Şart Değildir
Adi kira sözleşmesi ile kiralayan kiracıya, bir nesnenin (şeyin) kullanılmasını bırakmayı borçlanır. Buna karşılık, sözleşmenin meydana gelmesi için nesnenin kiralayanın mülkiyetinde olması zorunlu değildir. Zira kiralayan üzerinde herhangi bir ayni hakka (mülkiyet, intifa gibi) malik olmadığı bir nesnenin kirası da, sözleşmenin tarafları için bağlayıcıdır. (Becker, H: Borçlar Hukuku, Çeşitli Sözleşme İlişkileri, çev. Suat Dura, AnK: 1993, sh.241)
- b) Kira Sözleşmesinin Son Bulması
Kira sözleşmesi tarafların karşılıklı rızaları (ikale), kiralanan şeyin kiralayanın kusuru olmaksızın tamamen yok olması, kiracının kiralanana malik olması gibi borçlar hukukunun genel esaslarından çıkan sebeplerden başka, BK: nun ve 6570 sayılı Kanunun bu sözleşme için özel olarak öngördüğü (mad.7/a-e) nedenlerle sona erer (Aydınlıyım, Suat : Türk Hukukunda Adi Kira Sözleşmesinin Son Bulması, AnK: 1973; Tandoğan, Haluk : Borçlar Hukuku, Özel Borç İlişkileri, C.1/2, üçüncü bası, AnK: 1985, sh.194).
C) Üçüncü Kişilerin Hakları
Üçüncü kişi, kiralanan üzerinde kira sözleşmesinin kurulmasından sonra kiracının haklarıyla bağdaşmayacak bir ayni hak (mülkiyet, intifa) elde edebilir (BK: mad.254,6570 SK: mad.7/d). Bu durum dahi kira sözleşmesini birbaşına sona erdirmeye yeterli değildir. Zira gerekli koşullar oluştuğunda yeni maliklere kira ilişkisini sona erdirmeyi isteme hakkı tanınmış bulunmaktadır.
D) Yorum Açısından Tanım
Hukukta yorum, yazılı bir hükmün içeriğini, sınırını ve anlamını, kurallara göre, inceleyip belirleyen zihinsel bir etkinlik ve süreçtir.
Anayasaya Uygun Yorum
Yasa kurallarının, birer bağlayıcı ve üstün hukuk kuralları olan anayasa hükümleriyle birlikte ve onlarla çelişmeyecek biçimde yorumlanması esastır. Bir yasa kuralı, değişik biçimlerde yorumlanabiliyorsa, bunlardan Anayasaya en uygun olanının benimsenip uygulanması gerekir. Anayasanın 35.maddesi, mülkiyeti kişinin temel hakları arasında saymıştır. O nedenle, bu hakkın kısıtlanmasına ancak sınırlandırmanın kaçınılmaz olduğu zorunlu ve istisnai durumlarda başvurulmalıdır. Bu durumda, mülkiyet hakkını sınırlayan kuralların bu anlayış içinde, başka bir deyişle kapsamları genişletecek biçimde değil, daraltacak biçimde yorumlanmaları gözden kaçırılmamalıdır.
b) Yapılan Yorum Adil Olmalıdır
Yapılan yorum adil olmalı, hak ve nasafet kurallarına uygun bulunmalıdır. Yasa kuralları haksızlığa vasıta olacak şekilde yorumlanıp uygulanmamalıdır.
c) Yorum, Eylemle Önlem Arasında Adil Olmayan Bir Dengesizlik Yaratmamalıdır.
d) Yapılan Yorum, Yasakoyucunun Amacı İle Uyum İçinde Olmalıdır.
e) Yorum Yapılırken Yasanın Sözlerine De Uygun Olmasına Özen Gösterilmelidir.
Yorum bahanesiyle yasal metnin kapsamı genişletilemez ve sınırları aşılamaz. Çünkü Hakim yasanın üzerinde olamaz (HKG.26.1.2000-1052/10).
- f) Yorumda Hedef
Yorumda hedef, kanunun anlamını saptamaktır. Öyle ki, norm’dan mümkün olan en iyi, en değerli hukuksal fikir elde edilmek gerekir. Bu da, ancak ve ancak, normun temas ettiği uyuşmazlık için en adil çözüm arz eden anlam olabilir. Demek oluyor ki, yorumda hedef, sözkonusu uyuşmazlığa en iyi cevap veren ve aynı zamanda hukuk düzeninin tümü için de mümkün olduğu kadar ahenkli bir surette yer alan bir kanun hükmünün anlamını elde etmektir.
E) Camilerin İbadete Açılması Ve Yönetimi
633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un 35.maddesine göre: “Cami ve mescitler Diyanet İşleri Başkanlığı’nın izni ile ibadete açılır ve Başkanlıkça yönetilir. Hakiki ve hükmi şahıslar tarafından yapıldığı halde izinli veya izinsiz olarak ibadete açılmış bulunan cami ve mescitlerin yönetimi üç ay içinde Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nca buralara imkanlar nispetinde kadro tahsis edilir. Kadro tahsis edilinceye kadar buralarda görev yapanların mesleki ehliyetleri ile ilgili esas ve usuller yönetmelikle düzenlenir”.
Görüldüğü üzere sözü edilen düzenleme, ne (cami yaptırma ve yaşatma dernekleri’ne ilişkin) tüzel kişilerin varlıkları ve ne de bu kişilerin veya gerçek kişilerin cami inşa ettikleri özel mülkiyetlerine dahil taşınmazların mülkiyetinin devri veya niteliğinin değiştirilmesi ile ilgili bulunmamaktadır. Yukarıdaki hüküm tamamen bunların dışında sadece ve ancak cami ve mescitlerle ilgili olarak oluşturulmuş bir yönetim varsa bunun üç ay içinde Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilmesi ile ilgili bulunmaktadır. Nitekim aynı maddedeki “Diyanet İşleri Başkanlığı’nca buralara imkanlar nispetinde kadro tahsis edilir” cümlesi, bu düşünceyi çok daha belirgin olarak açıklamaktadır.
Böylece özel mülkiyete tabi taşınmaz üzerinde inşa edilen cami ve mescitlerin yönetimi ve yönlendirilmesi ile ilgili olarak cami veya mesciti inşa eden gerçek veya tüzel kişinin ilgisi kesilmiş ve fakat taşınmaz üzerindeki diğer birimlere (dükkanlara) ilişilmemiştir. Bu yönde kesinleşmiş bir mahkeme ilamı bulunmadığı sürece aksine bir yorum ile sonuca gidilmesi mülkiyet hakkının özünü zedelediği gibi yukarıdaki yorum kurallarının topuna birden aykırı düşer.
F) Sonuç: Davacı tarafın tüzel kişiliği sona ermediği gibi kiraya konu taşınmaz mal halen davacı üzerinde kayıtlı bulunmaktadır. Kira sözleşmesinin sona erdiğine ilişkin dosyada herhangi bir delil mevcut değildir. Bir hakkı dava etmek yetkisi (o haktan dolayı davacı olmak sıfatı) ise o hakkın hamiline aittir.
Taraflar arasındaki davanın mülkiyet uyuşmazlığına ilişkin bulunmadığı dikkate alındığında, yukarıda açıklanan nedenlerle işin esasına girilmek suretiyle doğacak uygun sonuç dairesinde bir karar vermek gerekirken yazılı gerekçelerle davanın reddi cihetine gidilmesi doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dosyanın genel kurulda görüşülmesi sırasında bir kısım üyeler tarafından; 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 2. maddesi aracılığı ile 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 87. maddesine göre davacı derneğin “amacının gerçekleşmesi” nedeniyle davalıya aynı maddenin son fıkrası uyarınca sulh hakiminden “derneğin kendiliğinden sona erdiğinin tespiti” hakkında karar alması ve böylece davanın taraf ehliyeti bakımından reddedilmesini sağlaması için mehil verilmesi hususunun da bozma sebebi olarak kabul edilmesi gerektiği savunulmuş ve bu yolda oy kullanılmıştır.
Kurulun çoğunluğu ise aşağıdaki nedenlerle bu görüşe katılmamış ve Yüksek Özel dairenin bozma gerekçesinin uyuşmazlık konusu olaya uygun ve yeterli bulunduğu sonucuna ulaşmıştır:
1-Tüzel kişiler (örneğin dernekler) medeni haklardan istifade (hak) ehliyetine sahiptir, bu nedenle taraf ehliyetine de sahiptir.
Tüzel kişilerin kişiliği ve bununla medeni haklardan istifade (hak) ehliyeti tüzel kişiliğin nihayet bulması ile sona erer. Bu nedenle tüzel kişiliği sona eren bir derneğin taraf ehliyeti yoktur.Bir davada tarafların taraf ehliyetine sahip olmaları dava şartlarındandır. Bu nedenle, davanın taraflarından birinin taraf ehliyetine sahip olmadığı mahkemece (dosyaya giren dava malzemesinden anlaşıldığı takdirde) kendiliğinden (re’sen) gözetilir ve dava esasa girilmeden (mesmu olmadığından) reddedilir. Zira hakim, kendisine usulüne uygun biçimde bildirilmemiş (dava dosyasından anlaşılmayan) vakıaları kendiliğinden inceleyemez ve onları hatırlatabilecek hallerde dahi bulunamaz (HUMK: mad.75,1).
Öte yandan, sıfat yokluğu da, ancak dava dosyasından anlaşılabildiği ölçüde hakim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir. Zira dava dosyasından taraflardan birinin taraf sıfatına sahip olmadığı anlaşılamıyorsa ve karşı yan bu konuda bir itiraz ileri sürmemişse hakim, o tarafın gerçekten taraf sıfatına sahip olup olmadığı hakkında kendiliğinden araştırma yapamaz; aksinin kabulü hakimin davaların nedensiz uzamasına ve yargılama masrafının artmasına sebep olur ki, bunun usulen kabulü mümkün görülemez. Bu nedenle taraf sıfatının varlığını kabul zorundadır.
2-Bundan ayrı olarak taraflarca (temyiz aşamalarına kadar) ileri sürülüp bu konuda hukuksal bir sorun yaratmadıkları ve hatta görülmekte olan davanın incelenmesi ve sonuçlandırılmasının başka bir mahkemenin görevine giren veya ayrı bir dava konusu yapılması gereken bir uyuşmazlığın çözümüne bağlı bulunmadığı halde yerel mahkemeye, davalı tarafa “derneğin kendiliğinden sona erdiğinin tespiti” konusunda ayrı bir dava açması için uygun bir süre vermesi hususunda bozma sevk edilmesi de uygun görülmemiştir.
3-Davacı dernek henüz tüzel kişiliğini yitirmemiştir. Davaya konu taşınmaz malın mülkiyeti ise yine davacı dernek üzerinde görülmektedir. Tapu iptal edilinceye kadar etkinliğini sürdürmeye devam eder. Taraflar arasındaki kira sözleşmesi geçerli olup bağlayıcı bulunmaktadır. Dahası, hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamaz (HUMK: mad.79). O halde tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K: nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, 17.4.2002 gününde bozmada oybirliği sebebinde oyçokluğu ile karar verildi.