Tespit dışı bırakılan bir taşınmaz hakkında itiraz üzerine tutanak düzenlenerek, komisyonca tespit dışı bırakılmasına karar verilmesi veya kadastro mahkemesi kararı ile tespit dışı bırakılması hallerinde, komisyon veya mahkeme kararı ile taşınmazın hukuksal durumu belirlenmiş olduğundan bu kararların kesinleştiği tarihte tespit dışı bırakıma işlemi kesinlik kazanır ve bu tarih mülk edinme zamanının başlangıcında esas alınır.
Taraflar arasındaki “tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; U. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 24.11.1998 gün ve 1996/156-1998/370 sayılı kararın incelenmesi bir kısım davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin 10.2.2000 gün ve 2000/603-1114 sayılı ilamı ile, (…Davacı, Medeni Yasanın 639 maddesine göre kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetliğe dayanarak tescil isteminde bulunmuştur. Yerel mahkeme davayı kabul etmiş, hüküm Hazine, Orman Yönetimi ve Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından temyiz edilmiştir.
Dava konusu taşınmazın bulunduğu yörede 1980 yılında kadastro tespiti yapılmış, 1.7.1980-31.7.1980 tarihleri arasında ilan edilmiş ve 1.8.1980 tarihinde kesinleşmiş olup, bu taşınmaz kültür arazisi vasfında olmadığından tespit dışı bırakılmıştır.
Dava 29.5.1996 tarihinde açılmış, tespit tarihi itibariyle dava tarihine kadar 20 yıl geçmemiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.02.1997 T:, 1996/8-768 E: , 1997/100 K ve 18.02.1998 T: 1998/8-15 E: – 129 K: sayılı kararlarına göre kadastro gören yerlerde tespit dışı bırakılan taşınmazlar için tespitin kesinleştiği tarih ile tescil davasının açıldığı tarih arasında 20 yıllık kazandırıcı süre dolmadıkça tescil davası dinlenemez.
Dosyada belirlenmiş tarihlere göre, dinlenme olanağı bulunmayan davanın reddi gerekirken, kabulü yolunda hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir:
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava hukuksal nitelikçe, kadastro çalışmaları sırasında tespit dışı bırakılan taşınmazın tescili istemine ilişkindir.
Davacı, dava konusu parseli 20 yıldan fazla bir süre nizasız ve fasılasız malik sıfatıyla kullandığını iddia ederek bu yerin adına tescilini istemiştir. Mahkemenin, Türk Kanunu Medenisinin 639 ve 3402 sayılı Yasanın zilyetlikle iktisaba ilişkin hükümlerinin davacı lehine gerçekleştiği sonucuna varılarak davanın kabulüne, dava konusu taşınmazın davacı adına tesciline ilişkin olarak kurduğu hüküm Özel Dairece, taşınmazın tespit dışı bırakılma tarihi zilyetliğin başlangıç tarihi olarak alınması ve tespitin kesinleştiği tarih ile dava tarihi arasında 20 yıllık kazandırıcı süre dolmadığından davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuştur.
Uyuşmazlık, bu tür davalarda; Medeni Yasa’nın 639/1 ve 3402 sayılı Kadastro Yasası’nın genel hüküm niteliğinde bulunan 14 ve 17. maddelerinde, anlamını bulan mülkiyeti kazanma koşullarının hangi tarih esas alınarak başlatılması gerektiği noktasında toplandığı anlaşılmaktadır.
Öncelikle belirtelim ki, tespit dışı bırakılan taşınmaz mal hakkında zilyetlikle iktisap koşullarının oluşması halinde Medeni Kanun’un genel hükümlerine göre tescilinin istenebileceğinde asla duraksanamaz.
Burada kadastro işleminin niteliğinin ne olduğunun açıklanmasında yarar vardır. Kadastro Tapulama dışı bırakma işlemi, taşınmazın geometrik durumu belirlenmediğinden bir tespit işlemi değilse de görevlilerce bir yerin tescile tabi olmadığının saptanarak hukuksal durumunun belirtilmesi nedeniyle öncelikle bir Kadastro/Tapulama işlemi olduğunda kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Tespit dışı bırakılan taşınmazların her ne kadar kadastroca; hukuksal durumu belirlenmekle birlikte, haklarında kadastro tutanağı düzenlenmemekte, sadece paftasında gösterilmekte yetinilmektedir. Bu olgu .3402′ sayılı Kadastro Yasası’nın 7/4 maddesindeki “çalışma alanı sınırı içinde veya bitişiğindeki taşınmaz mallar ile dışında tapulu olarak bulunan taşınmaz, mallardan kadastro tutanağı düzenlenmeyen yerlerin” sözcüğüyle de açıkça doğrulamıştır.
Gerçektende; Kadastro ekibince kadastro yapılarak, ada da taşınmazların hukuksal durumu tespit edildikten sonra, tespit ve sınırlandırılması yapılmayan ve bu nedenle tutanağı düzenlenmeyen taşınmazın, paftasında gösterilmek suretiyle tespit dışı bırakma işlemi hukuken tamamlanmış olur.
Öte yandan, Kadastro Yasası’nın 12/1 maddesi sırf tespit ve sınırlandırması yapılan taşınmazlara ilişkin tutanakların kesinleşmesinin söz konusu olabileceğini öngörmektedir. Hal böyle olunca, tespit dışı bırakılan bir taşınmaz hakkında, kadastro tutanağı düzenlenmediği için anılan 12/1 maddeden yola çıkılarak sonuca kavuşulamayacağında asla duraksanamaz. Bu durum karşısında, tespit dışı bırakılan bir taşınmaz hakkında kadastro tutanağı düzenlenmediğinden paftasının düzenlenmesi ile işlemin tamamlandığının kabulü zorunludur.
Bu bağlamda; şu ayrık durumu gözden kaçırmamakta yarar vardır Tespit dışı bırakılan bir taşınmaz hakkında itiraz üzerine Kadastro Yasası’nın 7/4 maddesine göre tutanak düzenlenerek, komisyonca tespit dışı bırakılmasına karar verilmesi veya Kadastro Mahkemesi kararı ile tespit dışı bırakılması hallerinde, Kadastro komisyonu veya mahkeme kararı ile taşınmazın hukuksal durumu belirlenmiş olduğundan bu kararların kesinleştiği tarihte tespit dışı bırakıma işlemi kesinlik kazanır ve bu tarih mülk edinme zamanının başlangıcında esas alınır. Olayımızda az yukarıda açıklanan ayrık durum söz konusu değildir.
Esasen, tespit dışı bırakılan bir taşınmazın tespit veya sınırlandırılan komşu parsellerin tutanaklarına dayanılarak kesinleştiğine ilişkin kıyas yoluyla yorumunda yasal dayanağı bulunmamaktadır. Yine kadastro yasası hükümlerince, her parsel hakkında ayrı ayrı tutanak düzenlenip ayrı ayrı kesinleştirildiği göz önünde tutulduğunda; komşu parsellerden hareketle tespit dışı bırakılan taşınmazın kadastro işleminin kesinleştiği tarihi belirlemeye çalışmanın olanaksız olduğu gibi anılan yasa hükümlerine de uygun düşmeyeceği sonucuna ulaşılır.
Yukardan beri açıklanan maddi ve hukuki olguların ışığında, bu tür davalarda yapılacak işlem; Kadastro ekibince hukuksal durumu belirlenerek, tespit dışı bırakılan bir taşınmazın, kadastrosunun yapıldığı, diğer bir deyimle; paftasının düzenlendiği tarihin kadastro müdürlüğünden sorularak tespit edilmesi ve bu tarihten başlatılarak kazanma süresinin ve koşullarının hesaplanması ve hasıl olacak uygun sonuç çerçevesinde karar verilmesi gerekir.
Somut olayda; Taşınmazın bulunduğu çalışma alanında 5.6.1979 tarihinde kadastro çalışmalarına başlanıldığı, 1.7.1980 tarihinde son verildiği ve kadastro işlemleri 1.8.1980 tarihinde kesinleştirildiği, Kadastro Müdürlüğünce bildirilmiştir.
Hal böyle olunca paftanın düzenlendiği tarihten davanın açıldığı 28.5.1996 tarihine kadar 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolmadığı belirgindir. Bu durumda Özel Dairenin bozma ilamına uyularak dinlenme olanağı bulunmayan davanın reddine karar verilmesi gerekirken direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.2.1997 gün ve 1996/8-768 E ve 1997/100 K: , 18.2.1998 gün ve 1998/8- I5 E: ve 1998/129 K: ve ayrıca 17.3.1999 gün ve 1999/8-168 E: ve 1999/158 K; 11.10.2000 gün ve 2000/81264 E: ve 2000/1250 K: sayılı kararlarında da aynı ilkeler vurgulanmıştır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davalılardan Orman, Hazine ve Karayolları vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve Özel Dairenin bozma ilamında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K: nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, 24.9.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.