Tapu sicilinin aleniyeti ve güven ilkesi gereği kayden iktisap edenin tapu sicilinin dayanağını oluşturan müsbit evrakı inceleme yükümlülüğü yoktur.
Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; E: Asliye 1. Hukuk Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 27.12.2001 gün ve 2001/462-843 sayılı kararın incelenmesi davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 24.10.2002 gün ve 8907-12036 sayılı ilamı ile, (…Davacı, üzerinde yapıları bulunan taşınmazı tapudan satın aldığını, ancak daha sonra yerin mera olduğu iddiası ile Hazine tarafından açılan tapu iptal ve kal davası sonunda kaydın iptal edildiğini ve yerin eskisi gibi meraya dönüştürüldüğünü, geçen zaman dilimi içinde yer üzerinde ev yaptığını, ağaç diktiğini ve yapı ve ağaçların ortadan kaldırılmasına karar verildiğini, bu yüzden arsa ve yapı bedelinin hüküm altına alınmasını istemiştir. Karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki kanıtlara göre yerin 1954 yılında yapılan kadastro tespiti sırasında mera olarak sınırlandırıldığı ne var ki 31.12.1976 tarihinde alınan sahte ilamla yerin tamamının İ. adına senetsizden tapuya tescil edildiği ve tapuda ifraz yapılarak üçüncü kişilere satıldığı, davacının da satın alanlar arasında bulunduğu anlaşılmaktadır. Gerçeğe dayanmayan, sahte olan mahkeme kararı ile tescil hükmü verilirken sınırlar ve miktar belirtilmiştir. Bu kararın daha önce mera olarak sınırlandırılan yerle ilgili olup olmadığı karar gerçeği yansıtmadığından anlaşılamamaktadır. Kararda böyle bir belirleme yapılmamıştır. Yer sahte ilamla tapuya bağlandıktan sonra ayrı parsellere ayrılmış ve üçüncü kişilere devredilmiştir. Sonradan durumun anlaşılması üzerine Hazine tarafından tapu iptali davası açılmış, mahkemece 13.2.1996 tarihinde tapunun iptali ile eskiden olduğu gibi yerin mera olarak sınırlandırılmasına karar verilmiştir. İşte bundan sonra davacı eldeki işbu dava ile tapu kütüğündeki güven ilkesine dayanarak MK: 1007 (eski 917) maddesi gereğince arsa bedelini ve yaptığı bina ve ağaçların değerini istemiştir.
Yukarıda da açıklandığı üzere dava konusu yerin öncesi meradır. Bu husus yapılan kadastro tespiti sırasında belirlenmiş ve kesinleşerek bu şekilde sınırlandırılmıştır. Esasen bu konuda bir uyuşmazlık da bulunmamaktadır. Uyuşmazlığın çözümünde uygulanması gereken MK:’nun 1007. maddesinde tapu sicilinin tutulmasından doğacak zararlardan Devletin sorumluluğu kabul edilmiştir. Bu kusursuz sorumluluk hallerindendir.
Bunun anlamı zarar görenin, davalının kusurunu kanıtlamak zorunda olmaması sonucunu doğurur.
Ancak sorumluluk için diğer koşulların kanıtlaması zorunludur. Bu bağlamda hukuka aykırı eylem ile zarar arasındaki uygun illiyet bağının kanıtlaması gerekir.
Somut olayda, davacının devirde adına oluşturulan kayıt tamamen gerçek dışıdır. Diğer bir anlatımla, hiçbir yasal hükme ve hukuki nedene dayanmamaktadır. Hatta tapuya tescil edilmemesi gereken, diğer bir anlatımla özel mülkiyete konu olmayacak bir yerle ilgilidir. Hiç tapuya bağlanmaması ve özel mülkiyete konu olmayacak yerle ilgili olarak, alınan sahte ilamla tapuya tescil edilmesi durumunda o yerin mülkiyete konu olabilecek yerlerden olması sonucunu doğurmaz. Buna karşın mera olan yerin sahte kayıtla özel mülkiyete konu olabilecek nitelikte yerlerdenmiş gibi kaydedilmesi de üçüncü kişi konumundaki İ.’nin eyleminden kaynaklanmaktadır. İ.’nin bu ağır kusuru uygun illiyet bağını kesmektedir. Bunun içindir ki, kusursuz sorumluluğu ortadan kaldıran koşullardan biri de gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bu hususları gözeten mahkeme dava konusu yer üzerindeki yapı ve ağaçların da yıkımına karar vermiştir. Böylece davacının yerdeki tapu kaydının bir hukuki dayanağı bulunmadığı, hukuki sonuç doğuracak bir nitelik taşımadığı kullanımının da hukuka aykırı olduğu anlaşılmıştır. Böyle bir durumda kaydın, hukuksal bir gerçeğe dayanmaması, yapılan tescilin yok hükmünde bulunması itibarıyla davacının iyi niyetinden de söz edilemez. Davacı olsa olsa taşınmazı satın aldığı kişinin kendisine ayıplı mal satmasından ve böylece nedensiz zenginleşmesine dayanarak istemde bulunabilir. Açıklanan bu gerekçelerle kararın bozulması gerekirken onanmış bulunduğundan, davalının karar düzeltme istemi HUMK:’nun 440-442 maddeleri uyarınca kabul edilmeli onama kararı kaldırılmalı karar gösterilen nedenlerle bozulmalıdır…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu Kararı: Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı şahıs vekili, dava dilekçesi ve yargılama aşamalarında, E: H. Mahallesi’nde bulunan çekişmeli 3432 parseli satın alarak üzerinde ev inşa edip, ağaç diktiğini, satınalma günü olan 31.3.1986 yılından bu yana tasarrufunda bulundurduğunu, Hazinenin sahte ilama dayalı yolsuz tescil iddiası ile açtığı tapu iptali ve tescil davası sonucunda tapu kaydının iptaline karar verildiğini iddia ederek, taşınmaz üzerinde yaptığı ev ile diktiği ağaçların bedeli olan 10.026.574.490 TL. tazminatın faizi ile birlikte davalı Hazineden tahsilini dava etmiştir.
Davalı Hazine vekili, yanıt dilekçesi ve yargılama sırasındaki savunmalarında; dava konusu 3432 parsel numaralı taşınmazın 1954 yılında yapılan genel kadastro sonucunda mera olarak sınırlandırıldığını, sahte olarak düzenlenen mahkeme ilamı ile İ. isimli dava dışı şahıs adına tescil edildikten sonra, muhtelif parsellere ifraz edilerek aralarında davacı da bulunan şahıslara satıldığını, müvekkili Hazine tarafından açılan tapu iptali ve kal davasının kabulüne karar verilmiş ve bu kararın kesinleşmiş olduğunu savunarak yasal dayanağı bulunmayan tazminat isteminin reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Yerel mahkemenin davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak kurduğu hüküm özel dairesince yukarıda belirtilen gerekçe ile bozulmuş olup yeniden yapılan yargılama sonucunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Yanlar arasındaki dava, Devletin tapu sicillerinin tutulmasından doğan zararlardan birinci derecede ve objektif sorumluluk esasına göre mesul bulunması ilkesini düzenleyen eski Türk Kanunu Medenisi’nin 917 ve bu kuralı aynen benimseyen yeni Türk Medeni Kanunu’nun 1007. maddesinden kaynaklanmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, anılan maddeler ile öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluk olup, tapu sicilinin tutulması görevi ile yükümlü bulunan memurun yaptığı yanlış işlem ve kayıtta kusursuz olması bile, Devleti sorumluluktan kurtarmaz. Tapuda yapılan işlem sonucu bir zararın oluşması, bu işlem ile zarar arasında illiyet bağının bulunması Devletin sorumlu tutulması için yeterlidir. Tapu siciline güven ilkesine verilen önemi vurgulamayan 15.3.1944 gün ve 13/8 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, Medeni Kanun’un yürürlüğe girmesinden önceki sicillerin tutulmasından dahi Devletin objektif sorumluluğunu benimseyip vurgulamıştır. (Bkz. Resmi Gazete, 28.6.1944, sayı: 5742)
Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında;
1- Dava konusu taşınmaz 1954 yılında yapılan genel kadastro sonucu mera olarak sınırlanmıştır.
2- Aynen muhafazasından Devletin sorumlu bulunduğu, kadastro paftasında; tescil işlemini olanaklı hale getirmek amacı ile “mera” ibaresi silinerek yerine “dağ” ibaresi yazılmıştır.
3- Sahteliği duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptanan ve bir yaş düzeltme davasına aidiyeti tarih, esas ve karar sayıları ile belirlenen E: Asliye Hukuk Mahkemesi’ne ait 31.12.1976 gün 1976/69-902 sayılı ilamla dava dışı İ. adına yolsuz tescil işlemi yapıldıktan sonra ifrazen davacıya satılmıştır.
4- Hazine tarafından açılan dava sonucunda; E: Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 4.7.2001 gün 2000/32 E: 2001/429 K: sayılı kararı ile çekişmeli 3432 parselin davacı Mehmet adına olan tapu kaydının iptaline, öncesinin mera olduğu anlaşıldığından, mera olarak sınırlandırılmasına, kargir ev ve tuvaletin yıkılmasına ve yedi adet ağacın kesilmesine karar verilmiş ve bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
5- Tapu sicilinin aleniyeti ve güven ilkesini düzenleyen eski Medeni Kanun’un 931 ve yeni MK:’nun 1023. maddelerine ilişkin yerleşik bilimsel ve yargısal görüşler doğrultusunda, kayden iktisap edenin tapu sicilinin dayanağını oluşturan müsbit evrakı inceleme yükümlülüğün bulunmadığı tartışmasızdır. Bu bağlamda, davacının genel kadastro ile başlayıp, tedavil kayıtları ve dayanakları ile nihai kaydı oluşturan tapu sicil işlem aşamalarını oluşturan evrakı tetkik etme zorunluluğu yoktur.
6- Davacının, mera nitelikli taşınmazın sahte ilamla tescilini sağlayan dava dışı Ş. el ve işbirliği içerisinde bulunduğunu gösteren hiçbir tanıt ve bulgu olmadığı gibi, bu husus davalı yanca iddia ve ispat edilmemiştir. Eş anlatımla davacı iyi niyetlidir.
7- İyi niyetli müktesebin, yolsuz tescile dayanarak kazandıkları ayni haklar ve her türlü tazminat istemlerinin saklı olduğu, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 932 ve koşut kural içeren, Yeni Medeni Kanunun 1025. maddesinde açıkca belirtilmiştir.
Tüm bu açıklamalar doğrultusunda; yanların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve belgelere, mahkeme kararında ve yukarıda açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekir.
Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 24.9.2003 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Karşı Oy
Davacı vekili dava dilekçesinde; E: Merkez H. Mahallesi, pafta 1’deki 3432 parseli satın alındığını, üzerine ev yaptığını, ağaç diktiğini, yıllardan beri kullana geldiğini, Maliye Hazinesi’nin tapunun sahte olduğunu iddia ederek tapu iptali ve tescil davası açtığını, yargılama sonunda taşınmazın sahte mahkeme ilamı ile tescil ettirildiği gerekçesiyle iptaline karar verildiğini, taşınmaz üzerine yapmış olduğu ev ile diktiği ağaç bedelleri toplamı 10.026.574.490 TL tazminatın faizi ile birlikte davalı Hazine’den alınmasına karar verilmesini dava etmiştir.
Davalı vekili ise cevap dilekçesinde; dava konusu yerin 1954 yılında yapılan kadastro sırasında mera olarak sınırlandırıldığını, gerçek olmayan, sahte olarak düzenlenmiş mahkeme ilamı ile İ. adına tescil edildikten sonra ifraz edilerek parsellere bölündüğünü, dava konusu parselin davacı tarafından satın alınarak üzerine ev yapıldığını, ağaç dikildiğini, açılan tapu iptali, tescil ve kal davasında davacı adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmaz üzerindeki ev ve ağaçların kal’ine karar verildiğini, kararın kesinleşmiş olduğunu davacının orada tazminat isteminde bulunmadığını savunup davanın reddini istemiştir.
Yapılan yargılama sonunda davacının 3. kişi ve iyi niyetli olduğu kabul edilerek davasının kısmen kabulü ile taşınmaz üzerindeki davacı tarafından yapılan ev ile yetiştirilen ağaç bedelleri toplamı 7.500.581.390 TL’nin faizi ile birlikte davalı Hazineden alınmasına karar verilmiştir.
Kararın özel dairece; karar düzeltme isteği üzerine bozulmasından sonra mahkemece, aynı gerekçelerle önceki kararda direnilmiştir.
Dava; Medeni Yasa’nın 1007. (Eski 917.) maddesinden kaynaklanan, tapu sicilinin tutulmasından doğan zarara ilişkindir.
Dosya arasına getirilen kanıtlara göre, dava konusu yer 1954 yılında yapılan kadastro tespiti sırasında MERA olarak sınırlandırılan yer içinde kalmaktadır. Dava konusu yer 31.12.1976 tarih ve 1976/69 E: – 902 K: sayılı E: 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verildiği belirtilen, gerçek olmayan (esas ve karar numaraları yaş tashihi dosyalarına ait) sahte olarak düzenlenmiş bir mahkeme ilamına dayanılarak, Kadastro Müdürlüğü’ndeki pafta ve kayıtlardaki MERA ibaresi silinip yerine DAĞ ibaresi de yazılmak suretiyle 18.250 m2 olarak İ. adına susuz tarla olarak tescil edilmiştir. 17.4.1979 tarihinde ise ifraz ettirilerek parsellere bölünmüş, 3432 no’lu parselde 487 m2 olarak Mehmet’e satılmıştır.
Yapılan sahtecilik işleminin anlaşılması üzerine Hazine tarafından, parselleri alan kişiler aleyhine tapu iptali, tescil ve kal davaları açılmıştır. Dava konusu 3432 parsel için açılan davada, E: 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 4.7.2000 tarih ve 2000/32 E: – 429 K: sayılı kararı ile Mehmet adına olan tapu kaydının iptali ve bu yerin MERA olarak sınırlandırılmasına, üzerindeki evin yıkılmak, ağaçların kesilmek suretiyle KAL’ine karar verilmiş ve karar kesinleşmiştir.
Tapu siciline egemen olan ilkeler; Tescil, İlliyet Bağı, Aleniyet, Güven ve Devletin Sorumluluğu ilkeleridir. Devletin sorumluluğu ise, bir kusursuz sorumluluktur, zarar görenin davalı Hazinenin kusurlu olduğunu kanıtlaması zorunluluğu yoktur. Ne var ki, diğer koşulların gerçekleşmiş olması, hukuka aykırı eylem ile zarar arasında uygun illiyet bağının varlığının kanıtlanması gerekir. İlliyet bağı ilkesi ise, tapu kütüğüne yapılacak kayıtların hukuksal bir nedene dayanmasıdır. Başka bir anlatımla, hak mutlaka geçerli bir hukuksal sebebe dayanmış olmalıdır. Geçerli bir sebebe dayanmayan hakkın varlığından söz edilemez. Somut olayda, davacının satın aldığı taşınmazın tapu kaydı gerçek dışıdır. Hiçbir yasal hükme ve sebebe dayanmamaktadır. Gerçekte olmadığı halde, dere, bayırlar ve yol taşınmaz sınırları olarak gösterilmiş, miktarı da kayda yazılmıştır. Tapu kaydı, tescili yapılamayacak MERA olan kamu malı niteliğindeki bir yerle ilgilidir. Bu yerin özel mülk olarak edinilmesi olanağı yoktur. Davacı, taşınmaz başına gittiğinde bu durumu gördüğü, meranın bozulması, üzerine bina yapılması ve ağaç dikilmesinin suç oluşturduğunu bildiği halde bu yeri sahiplenmek istemiştir. MERA olan bir yerin sahte bir ilamla tapuya bağlanmış olması, o yerin özel mülk olarak edinilmesini sağlamaz. Dosyada, yapılan sahteciliğe tapu memurlarının katılmış olduğu yolunda bir delil de yoktur. İ. isimli kişinin bu ağır kusuru (sahtecilik işlemi) uygun illiyet bağını kesmiş olduğundan, tapu kaydı hukuksal bir neden ve gerçeğe dayanmadığı için yapılan tescil işlemi yok hükmündedir. Bu yüzden davacının iyi niyetli olduğundan da söz edilemez.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.4.1999 tarih ve 1999/1-222 E: – 1999/226 K: sayılı kararında, Medeni Yasa’nın 917. maddesine göre; “Hazinenin sorumlu tutulabilmesinin koşulları; tapu sicilinin tutulmasından bir zarar doğmuş bulunması, memurun hukuka aykırı eylemi olması, zarar ile eylem arasında illiyet bağı bulunmasıdır.” biçiminde sıralanmıştır. Somut olayda; hukuka aykırı eylemi ile sahte tapunun oluşmasına neden olan bir memur yoktur. Tapu sicilinin tutulmasıyla görevli olan memurun bu sahteciliğe katıldığı, böylelikle tapu memurunun hukuka aykırı bir eyleminin varlığı da söz konusu değildir. Oluşan zarar ile memurun (Devletin tapu sicilini tutmakla görevlendirdiği) eylemi arasında bir illiyet bağı bulunmadığından, Hazinenin sorumlu tutulması olanağı yoktur.
Davacı sahte işlem yaparak kendisine ayıplı mal sattığı ve nedensiz olarak zenginleştiği için satıcısı İ. aleyhine tazminat davası açarak zararını isteyebilir.
Açıklanan nedenlerle, yerel mahkeme kararının bozulması görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun kararın onanması yönündeki görüşüne katılamıyoruz. 24.9.2003.