Davacı ileri sürdüğü munzam zararını somut olgularla kanıtlamadıkça zarar miktarının saptanması gerçekçi olmayacak, bir bakıma varsayıma dayanacaktır. Yukarda ayrıntılı biçimde açıklandığı üzere; davada somut olaylara dayanılarak -geçmiş günler faizini aşan- bir zararın gerçekleştiği ileri sürülüp, yöntemince kanıtlanmış bulunmadığı cihetle, Borçlar Yasasının 105. maddesi gereğince tazminata hükmedilemeyeceği gözetilmeden, yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Taraflar arasındaki “munzam zararın tazmini” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Eskişehir Asliye 5.Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 7.5.2002 gün ve 2000/495 E. 2002/349 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Sekizinci Hukuk Dairesinin 31.10.2002 gün ve 2002/9510 E. 2003/1596 K. sayılı ilamı ile; (…Davacı vekili dava dilekçesinde, mahkemece artırılan (726.331.528 TL) kamulaştırma bedelinin asıl alacakla birlikte temerrüt faizi ve tüm giderler olmak üzere toplam 3.508.017.742 TL’nin 12.6.2000 tarihinde tahsil edildiğini, eğer borç zamanında ödenmiş olsaydı tahsil tarihi (12.6.2000 günü) itibariyle bu paranın 3.000.000.000.000 TL. olacağını ileri sürerek, Borçlar Yasasının 105. maddesi hükmünce ödemede gecikme nedeniyle uğranılan 500.000.000.000 TL. zararın (fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak koşuluyla) reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı vekili, borcun geç ödenmesinde idarenin kusurunun bulunmadığını, haksız ve yersiz açılan davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Dosyada toplanan belge ve bilgiler bilirkişiye incelettirilmiş, hükme esas alınan ikinci bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen raporda; davanın niteliği ve özellikle davacının uğradığını ileri sürdüğü -temerrüt faizini aşan- zararın somut olaylara dayandırıp bunları yöntemince kanıtlaması gerektiği hususu üzerinde durulmamış, davacının ortak olduğu Erler İnşaat Kaplıca Ticaret ve Turizm Ltd Şirketinin kurumlar vergisi matrahlarındaki artış oranı dikkate alınarak yapılan hesaplamada davacının temerrüt faizini aşan munzam zararının, 139.719.557.739 TL. olduğu bildirilmiştir.
Mahkemece yukarıda değinilen bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kısmen kabulü ile 139.719.557.739 TL’nin faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, artırılan kamulaştırma bedelinin geç ödenmesinden dolayı Borçlar Yasasının 103. maddesinde öngörülen ve 3095 sayılı yasa hükümleri uyarınca davacıya ödenen yasal faizle karşılanmayan zararın Borçlar Yasasının 105. maddesi gereğince tahsili istemine ilişkindir.
Dava konusu edilen zararın yasal dayanağını oluşturan Borçlar Yasasının 105. maddesi hükmüne göre, borcun geç ödenmesi nedeniyle alacaklı -geçmiş günler için öngörülen faizle karşılanamayacak- bir zarara uğramış ise, borçlu, geç ödemeden dolayı kendisinin hiçbir kusurunun bulunmadığını kanıtlanmadıkça bu zararı da karşılamak zorundadır. Yasa bu hüküm ile alacaklıya temerrüt faizini aşan zararını borçludan isteme olanağı tanımıştır. Ancak bunun için uğranılan zararın varlığı ve miktarının alacaklı tarafından kanıtlanması gerekir. Zarar kanıtlandığı takdirde borçlu, ödemenin geç yapılmasında kendisinin hiçbir kusurunun bulunmadığını kanıtlaması halinde bu zararı ödeme yükümlülüğünden kurtulabilir. O halde, munzam zararının ödenmesi söz konusu olduğunda kusur, bir unsur olarak yer almaktadır. Kısacası, munzam zarar davasında davacı, zararın varlığını ve miktarını; davalı ise, borcun geç ödemesinde kusurunun olmadığını kanıtlayacaktır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.6.1996 gün ve 1996/5-144 esas 1996/503 karar sayılı kararında da değinildiği üzere; bu konuda kanıtlanması gereken, belli paranın (somut olayda artırılan kamulaştırma bedelinin) gününde ödenmemesinden doğan zarardır. Açıkçası alacaklı, borcun kendisine geç ödenmesi yüzünden uğradığı zararın ne olduğunu ve miktarını kanıtlamak durumundadır. Doğaldır ki bu zarar paranın zamanında ödenmemesinden dolayı mahrum kalınan olası (muhtemel) kar ya da varsayılan (farzedilen) gelir değildir. Bu zarar davacının öz varlığından, ekonomik ve sosyal faaliyetlerinden, toplum içindeki statüsünden, başına gelen olaylardan kaynaklanan somut olgular nedeniyle uğramış olduğu zarardır. Hal böyle olunca davada istenen zararı doğuran somut olayın ve bu nedenle uğranılan zararın kanıtlanması gerektiği duraksama yaratmayacak denli açık bir olgudur.
Munzam zararın tazmini konusuyla ilgili olup Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Dairemizin 22.3.1994 gün ve 1994/2060-3571 sayılı kararı ve bunu izleyen kararlarında belirtildiği gibi; alacaklı, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu somut olgulara dayanarak inanılır, kesin ve net bir biçimde kanıtlanmak zorundadır. Genel ve soyut nitelikteki ortak olduğu şirketin kazancındaki artış oranı kadar munzam zararın gerçekleştiği ve kanıtlandığının kabulü mümkün değildir. Burada davacının kanıtlaması gereken husus soyut ve genel olgular değil, şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğü keyfiyetidir. Örneğin, alacağını zamanında tahsil edememekten ötürü başkasına olan borcunu ödemek için daha yüksek oranda faizle borç aldığını; alacaklı olduğu parayı zamanında alsa idi, yabancı para ile ödemek durumunda olduğu borcunu, geçen süre içinde geçekleşen bu fark nedeniyle daha yüksek kurdan ödemek zorunda kaldığını; borçludan alacağını zamanında tahsil edeceğine güvenerek üçüncü kişilere karşı bir takım yükümlülükler altına girip, borçlunun borcunu geç ödemesi yüzünden bu (üçüncü kişilere karşı edimini yerine getiremediği için cezai şart ya da vergi cezası ödediğini, mallarının haczedildiğini veya yüksek faizli kredi almak zorunda kaldığını; kanıtlamak durumundadır. Yoksa soyut ve doğrudan davacının zararına ifade etmeyen, genel nitelikteki olgular Borçlar Yasasının 105. maddesinde sözü edilen munzam zararın tazminini gerektirmez.
Öte yandan, borçlunun borcunu ödemede temerrüde düşmesi durumunda, alacaklının başkaca bir hususu kanıtlamadan salt ortak olduğu şirketteki kurumlar vergisi matrahındaki artış oranı Borçlar Yasasının 105. maddesindeki munzam zararın kanıtı olarak gösterilip, bu oranda kazançtan mahrum kalındığı varsayılarak bunun doğurduğu olumsuzluk gerçek zarar olarak gösterilemez. Bunu kabul etmek hukuk tekniği bakımından da olanaklı değildir. Çünkü, alacaklının somut olarak herhangi bir zarara uğradığını kanıtlamaksızın salt kamulaştırma bedelinin şirkette değerlendirilmesi halinde vergi matrahındaki artış oranında ilave bir zarara uğradığını varsaymak, borcun zamanında ödenmemesi nedeniyle alacaklıların uğrayacağı varsayılan ve kanıtlanması gerekmeyen zarara karşılık teşkil eden yasal faizin oranını yükseltmek anlamına gelir ki, bu yetki yalnızca yasa koyucuya aittir. Kaldı ki şirketlerde her zaman kar elde edilerek vergi oranının artacağı varsayımı da yanlıştır.
Yasa koyucu tüm ekonomik olumsuzlukları değerlendirip, bunların yaratacağı zarar dolayısıyla tazminat oranını Anayasadan aldığı yasa yapma yetkisine dayanarak- belirlemiş iken, bu yasal düzenleme gözardı edilip, başka nedenlere dayanılarak kanıta gerek olmadan tazmin edilecek zararın -temerrüt faizinden- daha fazla olduğu kabul edilemez.
Bu durumda Borçlar Yasasının 105. maddesinde karşılanması öngörülen faizi aşan-munzam zararın, davacının durumuna özgü somut olaylarla kanıtlanması gerekir. Bu konularda alacaklı, önemli bir kanıtlama külfeti altındadır. Kanıtlama yükünü yerine getirirken, kural olarak her hangi bir kanıtlama kolaylığından yararlanabilir. Örneğin enflasyon, somut olguların kanıtlanmasında özellikle zararın miktarının saptanmasında kolaylık sağlayabilir ise de, kanıtlama zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Zararın varlığı ileri sürülerek somut olgular ile kanıtlandıktan sonra miktarının belirlenmesinde zamanında ödeme yapılmadığı için alınmak zorunda kalınan borca ödenen yüksek faiz oranının, malvarlığında oluşan azalmanın veya dövize ödenen yüksek kurun ve ülkede geçerli diğer ekonomik göstergelerin dikkate alınacağı doğaldır.
Davacı ileri sürdüğü munzam zararını somut olgularla kanıtlamadıkça zarar miktarının saptanması gerçekçi olmayacak, bir bakıma varsayıma dayanacaktır. Yukarda ayrıntılı biçimde açıklandığı üzere; davada somut olaylara dayanılarak -geçmiş günler faizini aşan- bir zararın gerçekleştiği ileri sürülüp, yöntemince kanıtlanmış bulunmadığı cihetle, Borçlar Yasasının 105. maddesi gereğince tazminata hükmedilemeyeceği gözetilmeden, yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. ..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.