1. Anasayfa
  2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 2004/1-498 K: 2004/475 T.6.10.2004


Kıyı kenar çizgisinin Yasa ve Yönetmelik hükümleri gözetilerek ve 16.4.1972 gün 7/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde açıklanan hususlar dikkate alınarak mahkemece saptanması zorunludur. Ancak, idarece belirlenip kesinleşmemiş olan kıyı kenar çizgisinin, çekişmenin çözümü bakımından takdiri delil olarak değerlendirilip, göz önünde bulundurulması gerekir.

Taraflar arasındaki “Tapu iptali, Tescil, Elatmanın Önlenmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda: O. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.03.2002 gün ve 2001/ 119 E: 2002/87 K: sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerinE: Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 30.06.2003 gün ve 2003/6818-7762 sayılı ilamı ilE:

(…Davada ileri sürülen iddianın ve savunmanın İçeriğine göre; yanlar arasındaki uyuşmazlığın, “kıyı kenar çizgisinin” saptanmasından kaynaklandığı açıktır.

Bilindiği üzere, son kez yürürlüğe giren, 3621 sayılı Kıyı Kanununun “kıyı kenar çizgisini” belirleme yöntemine ilişkin 5 ve 9. maddeleri, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı kapsamı dışında bırakılmış; anılan kanun maddesinin uygulanmasına yorum getiren ve görülmekle olan davalarda dikkate alınması zorunlu bulunan 28.11.1997 gün ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında “kural olarak,mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisi belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğuna; ancak 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 9.maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idare tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine” işaret edilmiştir.

Hal böyle olunca, öncelikle idare tarafından 3621 sayılı Kanunun 9.maddesi hükmüne göre “kıyı kenar çizgisi” haritasının düzenlenip, düzenlenmediği araştırılmalı, ondan sonra, üç jeologdan oluşturulacak uzman bilirkişi kurulu ve Tapu Fen Memuru aracılığıyla yerinde keşif yapılmalı; harita düzenlendiğinin ve yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararı’nda belirtildiği şekilde işlem gördüğünün, böylece davanın taraflarını bağlayan bir içerik kazandığının anlaşılması durumunda “kıyı kenar çizgisi” idarenin düzenlendiği haritaya değer” verilerek saptanmalıdır.

Harita düzenlenmediğinin yada düzenlenip de, 5/3 sayılı kararda yazılı olduğu gibi bizzat bildirim yapılmadığının veya ilanen bildirime karşın, idari yargıya başvurulmadığının ortaya çıkması halinde ise, kıyı kenar çizgisi, bilimsel verilerden ve düzenlenmiş olmakla birlikte bağlayıcılık niteliğini kazanamamış haritadan yararlanılarak belli edilmeli belirlenen çizgi Tapu Fen memuru sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisine infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yansıtılmalı ve sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır.

Eldeki davada kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine yönelik araştırma ve uygulamanın hüküm kuracak nitelikte olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.

Keyfiyet karar düzeltme isteği üzerine bu kez yapılan inceleme ile anlaşılmış olmakla, davacının karar düzeltme isteğinin HUMK’un 440. maddesi gereğince kabulüne, Dairenin 25.11.2002 tarih 2002/12241 esas 13360 karar sayılı onama kararının ortadan kaldırılmasına, Ortaca Asliye Hukuk Mahkemesinin 26.3.2002 tarih, 2001/119 esas-2002/ 87 karar sayılı hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan taşınmazın tapusunun iptali, davacı Hazine adına tescili, elatmanın önlenmesi ve kal isteğine ilişkindir. Özel Daire ile yerel mahkeme kararındaki uyuşmazlık, bilirkişi kurulu tarafından düzenlenen raporun hükme esas alınabilecek nitelikte olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Bilindiği ve Özel Dairece de vurgulandığı üzere, son kez yürürlüğe giren 3621 Sayılı Kıyı Kanunu’nun “kıyı kenar çizgisini” belirleme yöntemine ilişkin 5 ve 9.maddeleri, Anayasa Mahkemesinin iptal kararı kapsamı dışında bırakılmış; anılan kanun maddesinin uygulanmasına yorum getiren ve görülmekte olan davalarda dikkate alınması zorunlu bulunan 28.11.1997 gün ve 5/3 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında “kural olarak, mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisi belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğuna; ancak 3621 Sayılı Kıyı Kanunu’nun 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idare tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine” işaret edilmiştir.

Somut olayda çekişmeli taşınmazın bulunduğu yörede idarece 3621 sayılı Yasa hükümleri uyarınca kıyı kenar çizgisi tespitinin yapıldığı, ancak anılan tespite dayalı kıyı kenar çizgisinin, taraflar yönünden kesinleşmediği anlaşılmaktadır. Yukarıda değinildiği üzere bu tür durumlarda kıyı kenar çizgisinin Yasa ve Yönetmelik hükümleri gözetilerek ve 16.4.1972 gün 7/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde açıklanan hususlar dikkate alınarak mahkemece saptanması zorunludur. Ancak, idarece belirlenip kesinleşmemiş olan kıyı kenar çizgisinin, çekişmenin çözümü bakımından takdiri delil olarak değerlendirilip, göz önünde bulundurulması gerekir.

Bilirkişilerce, idarece oluşturulan kıyı kenar çizgisinin zemindeki kıyı kenar çizgisinden farklı oluş nedeninin, idarece düzenlenen kıyı kenar çizgisinin, muhtemelen eş yükseklik eğrileri takip edilerek çizilmiş olabileceği gösterilmekte ise de; belirlemeler tahminlere değil, kesinlik arzeden teknik ve bilimsel verilere uygun olmalıdır.

Ayrıca ölçümlerin şerit metre ile yapıldığı görülmektedir. Öte yandan, zeminde belirlenen kıyı kenar çizgisinin de yeterli olduğunu söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır.

3621 Sayılı Kıyı Kanunu’nun 4. ve bu Kanuna göre çıkarılan Yönetmeliğin aynı maddelerinde kıyı kenar çizgisinin tanımı yapılmıştır. Buna göre kıyı kenar çizgisi “deniz, tabii ve suni göl ve akarsuların alçak-basık kıyı özelliği gösteren kesimlerinde kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde su hareketlerinin oluşturduğu, kumsal ve kıyı kumlarından oluşan kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sının; dar-yüksek kıyı özelliği gösteren kesimlerinde ise, şev yada falezin üst sınırıdır. ”

Yukarıda değinildiği gibi kıyı kenar çizgisinin belirlenmesinde yasal mevzuatın dikkate alınacağı kuşkusuzdur. Bunun için önce tapu fen memuru veya mühendisi sıfat ve yeteneğini taşıyan uzman bilirkişi veya bilirkişiler aracılığı ile kadastro sırasında konan nirengi, poligon ve röper noktalarından, bunlar yoksa hem paftada hem arazide mevcut sabit noktalardan yararlanılarak takometrik aletlerle, kadastrol yöntemlere uygun olarak çap kaydının araziye uygulanması, zemindeki parsel sınırının saptanması, sonra kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi, iptali istenen bölümün kıyı kenar çizgisi içinde kalıp kalmadığının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Çekişme konusu taşınmazın kısmen de olsa dar-yüksek kıyı niteliğinde olduğu dosyaya yansıyan bilgilerden anlaşılmaktadır. Bu nitelikli kıyılarda şev yada falez durumu gözetilerek kıyı kenar çizgisinin bilimsel ve teknik verilere göre belirlenmesi büyük ölçüde önem arzetmektedir.

Özellikle, denize inen dik ve yüksek kıyı yani falez (yalıyar)’in üst sınırının belirlenmesinde deniz dalgalarının en fazla erişebileceği nokta, med-cezir (gelgit) olayları, toprak kaymaları, kıyı gerilmeleri üzerinde durulması, kuyular ya da gözlem çukurları açılarak morfolojik verilerle birleştirilmesi, gerektiğinde topraktan numuneler alınarak laboratuarda incelenmesi, yukarda açıklandığı gibi önceki haritaların irdelenmesi, raporlar arasında doğacak çelişkilerin bilimsel verilere göre gerekçeleri açıklanmak suretiyle giderilmesi, toplanan veya toplanacak tüm bilgiler değerlendirilerek varılacak sonuca göre bir karar verilmesi zorunludur.

Bu itibarla yukarıda açıklanan ilkelerin ışığı, altında ve değinilen yasa hükümlerine göre bir uygulama, inceleme ve soruşturma yapıldığından söz edilemez.

Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına yukarda açıklanan nedenlerle uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK’un 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 6.10.2004 gününde oybirliği ile karar verildi.