Kıyının kamuya açık tutulabilmesi ve yasanın bu alanda idareye verdiği görevlerin yerine getirilebilmesi ve kıyıda planlama ve uygulamanın yürütülebilmesi için öncelikle kıyıya ilişkin bir tespitin yapılması zorunludur.
Taraflar arasındaki “müdahalenin meni,kal” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ç. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 13.10.2003 gün ve 2001/90 E: 2003/286 K: sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay I. Hukuk Dairesi’nin 3.3.2004 gün ve 2004/1533-2122 sayılı ilamı ile;
(…Davada ileri sürülen iddianın ve savunmanın içeriğine göre;yanlar arasındaki uyuşmazlığın, “kıyı kenar çizgisinin” saptanmasından kaynaklandığı açıktır.
Bilindiği üzere, son kez yürürlüğe giren 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun “kıyı kenar çizgisini “belirleme yöntemine ilişkin 5 ve 9 .maddeleri,Anayasa Mahkemesinin iptal kararı kapsamı dışında bırakılmış;anılan kanun maddesinin uygulanmasına yorum getiren ve görülmekte olan davalarda dikkate alınması zorunlu bulunan 28.11.1997 gün ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında “kural olarak, mülkiyet hukuku yönünden kıyı kenar çizgisi belirlenmesi görevinin adli yargıya ait olduğuna; ancak 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 9.maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisi belirlenmiş ve yazılı bildirime rağmen yasal süresinde idari yargıya başvurulmaması nedeniyle yargı yolunun kapanmış olması veya idare tarafından verilip kesinleşmiş karar bulunması durumlarında, bunlara uygun şekilde kıyı kenar çizgisinin adli yargı tarafından saptanması gerektiğine” işaret edilmiştir.
Hal böyle olunca, öncelikle idare tarafından 3621 sayılı Kanunun 9.maddesi hükmüne göre “kıyı kenar çizgisi” haritasının düzenlenip, düzenlenmediği araştırılmalı, ondan sonra, üç jeologtan oluşturulacak uzman bilirkişi kurulu ve Tapu Fen Memuru aracılığıyla yerinde keşif yapılmalı; harita düzenlendiğinin ve yukarıda değinilen İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği şekilde işlem gördüğünün, böylece davanın taraflarını bağlayan b ir içerik kazandığının anlaşılması durumunda “kıyı kenar çizgisi” idarenin düzenlendiği haritaya değer verilerek saptanmalıdır.
Harita düzenlenmediğinin yada düzenlenip de 5/3 sayılı kararda yazılı olduğu gibi bizzat bildirim yapılmadığının veya ilanen bil dirime karşın, idari yargıya başvurulmadığının ortaya çıkması halinde ise, kıyı kenar çizgisi, bilimsel verilerden ve düzenlenmiş olmakla birlikte bağlayıcılık niteliğini kazanamamış haritadan yararlanılarak belli edilmeli belirlenen çizgi Tapu Fen memuru sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisine infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yansıtılmalı ve sonucuna göre bir hüküm kurulmalıdır. Mahkemece değinilen ilkeler gözetilerek bir araştırma yapılmış değildir. Eksik soruşturma ile hüküm kurulamaz. Taraf vekillerinin temyiz itirazları yerindedir…)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
A- Davacının isteminin özeti: Davacı Hazine vekili, davalının kıyı kenar çizgisi içerisindeki Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere pergole yaparak masa ve sandalye koymak suretiyle müdahalede bulunduğunu ileri sürerek müdahalenin men’ine, yapılan muhdesatın kal’ine karar verilmesini istemiştir.
B- Davalının cevabının özeti: Davalı vekili, dava konusu taşınmazın Hazinenin mülkiyetinde olmadığını bu nedenle dava açma sıfatı bulunmadığını, ilgili belediyeye işgaliye harcı ödediklerini ileri sürerek usulden ve esastan davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
C- Yerel Mahkemenin Kararının Özeti: Yerel mahkeme, jeolog bilirkişilerin, Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca çizilmiş olan kıyı kenar haritası, memleket haritası, hava fotoğrafları ve mahallinde yaptıkları incelemeye göre Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca onanmış kıyı kenar çizgisinin doğru olduğunu belirttikleri, teknik bilirkişinin de Jeolog bilirkişilerin belirlediği kıyı kenar çizgisine göre 48.50 m2’lik kısmın kıyı niteliğinde olduğunu tespit ettiği ve bu raporların yeterli bulunduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.
D- Temyiz Evresi ve DirenmE: Hüküm taraf vekillerinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıya aynen alınan gerekçe ile bozulmuş, yerel mahkeme bu bozmaya karşı, bilirkişi kurulunun belirlediği kıyı kenar çizgisinin Bayındırlık haritasıyla çakıştığının fen memuru raporunda açıkça ifade edildiği bu nedenle Bayındırlık haritasının tebliğ edilmiş olup olmamasının somut davada sonucu değiştirmeyeceği gerekçesiyle önceki kararında direnmiş, karar taraflarca temyiz edilmiştir.
E- Gerekçe: Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mahkemece yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporlarının, kıyı kenar çizgisinin saptanması bakımından Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarına ve hüküm kurmaya uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. 1982 tarihli T.C. Anayasa’sının 43 ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu’nun 5. maddesine göre kıyılar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmakta öncelikle kamu yararı gözetilir.
Deniz kıyıları, idari bir tahsis kararı gereğince değil, mahiyetleri gereği halkın yararlanacağı yerlerden olduğundan, idarenin yani Devlet, belediye, köy gibi kamu tüzel kişilerinin idari bir kararla, deniz kıyılarından halkın yararlanacağı yer niteliğini kaldırmaya yetkisi yoktur.
Kıyı çizgisi, deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda taşkın durumları dışında, suyun kara parçasına değdiği noktaların birleşmesinden oluşan, meteorolojik olaylara göre değişen doğal çizgidir.
13.3.1972 tarihli, 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği gibi kıyı, denizin temadisi, ondan faydalanma hususunda zaruri bir unsur, bir kelime ile denizin mütemmim cüzüdür. Kumluk ve kayalık sahaların derinliği; dalgaların en fazla erişebildiği nokta, med ve cezirde denizin en son varabildiği yerlerdir.
Kıyı Kenar Çizgisi; Deniz, tabii ve suni göl ve akarsuların, alçak-basık kıyı özelliği gösteren kesimlerinde, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde, su hareketlerinin oluşturduğu, kumsal ve kıyı kumullarından oluşan, kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırı; dar-yüksek kıyı özelliği gösteren kesimlerinde ise, şev ya da falezin üst sınırıdır.
Bu sınır, doldurma suretiyle arazi elde edilmesi halinde de değiştiri1emez.
Kıyı, kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alandır.
a) Dar-Yüksek kıyı: Plaj ya da abrazyon platformu olmayan veya çok dar olan, şev, falezle son bulan kıyılardır.
b) Alçak-Basık kıyı; Kıyı çizgisinden sonra da devam eden, kıyı hareketlerinin oluşturduğu plajı hareketli ve sabit kumulları da içeren kıyı kordonu, lagün alanları, sazlık, bataklık ile kumluk, çakıllık, taşlık ve kayalık alanları içeren kıyılardır. (Y.İ.B.K: 13.3.1972 T. 7/4) Kıyı Kanunlarımızın temelini teşkil eden mülga 6785/1605 sayılı İmar Kanunu’nun Ek 7 ve Ek 8. maddelerine ilişkin yönetmelikler, kıyılardan eşitlik ve serbestlikle toplumun yararlanması, kıyıların doğal yapısının değiştirilmemesi ve kirletilmemesi yönünde hükümler getirmiş ise de bu yönetmelik yerini 27.11.1984 t., 3086 sayılı “Kıyı Kanunu”na bırakmıştır.
Ancak, 3086 sayılı Kıyı Kanunu ile getirilen “Kıyı Kenar Çizgisi ” ve “Kıyı”ya ilişkin teknik tanımlar ve bazı maddeleri Anayasa’ya aykırı bulunması nedeniyle iptal edilmiş, böylece Kıyı Kanununun yeniden hazırlanması gereği ortaya çıkmıştır.
Anayasal bir hak olarak ortaya çıkan kıyılardan yararlanma imkan ve koşullarının gösterilmesi amacıyla bir yasa çıkarılması zorunlu hale gelince 3621 sayılı yasa bu amaçla çıkarılmıştır. Yasanın bu işlevi “Amacı” başlıklı birinci ve “kapsam” başlıklı ikinci maddelerinde açıkça ortaya konmuştur. Sözü edilen birinci madde aynen “Bu kanun, deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmek amacıyla düzenlenmiştir.” Dedikten sonra ikinci maddede belirtilen amaca paralel biçimde yasanın kapsamını göstermiş ve aynen “Bu kanun deniz, tabii ve suni göller ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerine ait düzenlemeleri ve bu yerlerden kamu yararına yararlanma imkan ve şartlarına ait esasları kapsar” kuralına yer vermiştir.
Denilebilir ki; Yasa, bütünüyle değerlendirildiğinde; kıyıların kamuya açık tutulması ve bu yerlerden toplumun genellik, eşitlik ve serbestlik ilkelerine uygun faydalanmasını sağlama yönünden; idareye görevler yüklemiş ve bu alanda yapılacak işler gösterilmiş ve kıyıya ilişkin teknik ve hukuki esaslar, Anayasal doğrultuda ortaya konmuştur.
Kıyının kamuya açık tutulabilmesi ve yasanın bu alanda idareye verdiği görevlerin yerine getirilebilmesi ve kıyıda planlama ve uygulamanın yürütülebilmesi için öncelikle, kıyıya ilişkin bir tespitin yapılması zorunludur; Bu nedenle idarenin kendi açısından kıyı kenar çizgisini belirlemesi gerekir. İşte yasa koyucu 3621 sayılı Kanun’un 9. maddesiyle, salt bu amaçla sınırlı olmak üzere Valiliğe kıyı kenar çizgisini kamu görevlilerinden oluşan beş kişilik bir komisyon aracılığıyla belirleme yönünden bir görev vermiştir. Nitekim Yasa’nın 5/4 maddesi bu durumu aynen “kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur.” biçiminde ortaya koymuştur. (28.11.1997 gün ve 1996/5-1997/3 sayılı Y.İ.B.K: )
Somut olayda dava konusu taşınmazın bulunduğu yörede idarece 3621 sayılı Kanun hükümleri uyarınca kıyı kenar çizgisi tespitinin yapıldığı anlaşılmakla birlikte kesinleşip kesinleşmediğine dair dosya içerisinde bir belge bulunmamaktadır.
Kaldı ki, mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporlarında, yasa ve yönetmelik hükümleri ile 16.04.1972 gün 7-4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde açıklanan hususlar dikkate alınarak kıyı kenar çizgisi belirlenmemiş olup soyut ifadelerle belirledikleri kıyı kenar çizgisi ile idarenin belirlediği kıyı kenar çizgisinin aynı olduğu ifade edilmiştir.
Hal böyle olunca; mahkemece yapılması gereken iş, aralarında bu konuda uzman ziraat, harita mühendisi ve jeolog veya jeomorfologların bulunduğu yeni bir bilirkişi kurulu oluşturularak, dava konusu taşınmazın bulunduğu yere ilişkin, memleket haritası, en eski tarihli askeri haritalar, hava fotoğrafları, Valilik Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü’nce kıyı kenar çizgisi saptanması sırasında kullanılan ve oluşturulan işlemli tüm evrak, belge ve haritalar getirtilip tüm kayıtların uygulanmasını sağlamak, gerektiğinde değişik kodlardan toprak örnekleri alınıp analizler yaptırmak, mevsimsel etkiler de göz önünde tutularak yukarıda yapılan kıyı kenar çizgisi tanımına uygun biçimde kıyı kenar çizgisini saptamak, sonucuna göre karar vermekten ibarettir.
O halde yukarıda açıklanan nedenlerle özel daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davacı ve Davalı vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı HUMK: nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 22.12.2004 günü oybirliği ile karar verildi.