1. Anasayfa
  2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 2004/14-615 K: 2004/633 T.1.12.2004


Kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine yönelik idari işlemler adli yargı yönünden kural olarak takdiri delil niteliğinde olup; bağlayıcılığı yoktur.

Taraflar arasındaki “tapu iptali, taşınmazın kamuya terki” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ….. Sulh Hukuk Mahkemesi’nce davanın reddine dair verilen 5.6.2002 gün ve 2002/172-192 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 27.12.2002 gün ve 8492-9012 sayılı ilamı ile, (…Davacı Hazine, davalı adına kayıtlı taşınmazın 450 metrekarelik kısmının, idarece tespit edilen kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını ileri sürerek bu kısma ilişkin tapu kaydının iptalini talep etmiştir.

Davalı, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, dava konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisinin dışında kaldığı kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir. Hükmü davacı, mahkemece kıyı çizgisinin usulünce saptanmadığı gerekçesiyle temyiz etmiştir.

Dava, açıldığı tarihte yürürlükte bulunan Türk Kanunu Medenisi’nin 641. maddesi ile 3621 sayılı Kıyı Kanunu’na dayalı tapu iptali isteğine ilişkindir. Davada ileri sürülen iddia ve savunmalarının içeriğine göre taraflar arasındaki uyuşmazlık “kıyı kenar çizgisinin” saptanmasından kaynaklanmaktadır.

3621 sayılı Yasa’nın 5 ve 9’uncu maddesinde kıyı kenar çizgisinin nasıl belirleneceği düzenlenmiştir. Anılan Yasa’nın 9’uncu maddesi “Kıyı kenar çizgisi, valiliklerce kamu görevlilerinden oluşacak en az 5 kişilik bir komisyonca tespit edilir.

Bu komisyon; jeoloji mühendisi, jeolog veya jeomorfolog, harita ve kadastro mühendisi, ziraat mühendisi, mimar ve şehir plancısı, inşaat mühendisinden oluşur.

Komisyonca tespit edilip valiliğin uygun görüşü ile birlikte gönderilen kıyı kenar çizgisi, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nca onaylandıktan sonra yürürlüğe girer…” şeklindedir.

Kıyı kenar çizgisi, kıyının kara yönünden sona erdiği noktayı gösterirken, bazı durumlarda da özel mülkiyete konu ya da kamu malı niteliğindeki taşınmazların deniz yönünden sınırını oluşturmaktadır. Yukarıda açıklanan yöntemlerle belirlenen ve oldukça önemli bir işlevi olan kıyı kenar çizgileri ancak; ilgililerine usulünce tebliği ve bu tebliğden sonra, yasal süresi içinde idari yargıya başvurulmaması ya da başvurulduğu halde işlemin yasaya uygunluğunun saptanması halinde kesinleşir. Komisyonca saptanan ve kesinleşen bu kıyı kenar çizgisi 28.11.1997 tarihli ve 5/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da belirtildiği gibi artık herkesi bağlayıcı nitelik kazanır ve mülkiyet uyuşmazlıklarında da esas alınır.

Kıyı kenar çizgisinin usulünce belirlenip, herkes için bağlayıcılık kazanmasından sonra, bir taşınmazın kıyı kenar çizgisinin içinde ya da dışında kaldığı kesinleşen haritaların uygulanması ile saptanır.

İdarece çizilen kıyı kenar çizgisinin açıklandığı şekilde bağlayıcılık kazanmaması halinde ise, mahkemece, bu durum bekletici sorun kabul edilerek, öncelikle idareden, onaydan geçen kıyı kenar çizgisi haritasının ilgililere tebliğinin sağlanması istenmeli, yasal prosedürün tamamlanmasından sonra, idarenin belirlediği kıyı kenar çizgisinin kesinleşmesi halinde ise bu haritalar uygulanmalıdır. Aksi halde idarenin belirlediği kıyı kenar çizgisinin yok hükmünde sayılarak adli yargıda yeniden kıyı kenar çizgisi belirlenmesinden sonra, idarenin yasal prosedürü tamamlayarak kıyı kenar çizgisini kesinleştirmesi durumunda iki ayrı kıyı kenar çizgisi oluşması olasılığı mevcuttur. Bu durum da yeni uyuşmazlıkların doğmasına neden olabilecektir. Uygulamada yeknesaklığı sağlamak için yukarıda açıklanan yöntem izlenmelidir.

Kıyı kenar çizgisinin, idarece belirlenmediği ya da idarenin düzenlediği haritaların idari yargıda iptal edildiği hallerde ise yukarıda açıklanan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, çekişmenin adli yargıda belirlenecek kıyı kenar çizgisine göre çözülmesi gerekmektedir. Bu belirleme de, 3621 sayılı Yasa ile 13.3.1972 tarih ve 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’ndaki kural ve yöntemler doğrultusunda yapılmalıdır. Adli yargıda kıyı kenar çizgisi, taşınmazın başında yapılacak keşifte, 3621 sayılı Yasa’nın 9/2. maddesi hükmü doğrultusunda oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığı ile bilimsel kriterler de esas alınarak belirlenmeli ve belirlenen bu çizgi “tapu fen memuru” sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisinde, infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde gösterilmelidir.

Somut olayda; dosya içerisinde bulunan Konya Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü’nün 18.4.2001 tarih ve 2302 sayılı yazısından dava konusu taşınmazın bulunduğu alana ait kıyı kenar çizgisinin daha önce idarece belirlendiği, ancak davalılara tebliğ edilmediği, mahallinde yapılan keşifte idare tarafından düzenlenen harita uygulanmış ise de kıyı kenar çizgisinin yeniden tespiti yoluna gidilerek, buna göre dava konusu taşınmazın tümünün kıyı kenar çizgisinin dışında kaldığı sonucuna varılarak, davanın reddine karar verilmiştir.

Eldeki davada, yapılan bu inceleme ve araştırma yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde hüküm kurmaya yeterli ve elverişli görülmemiştir. Şöyle ki; davacının dayandığı ve idarece 8.1.2001 tarih ve 174 sayılı yazı ekinde gönderilen kıyı kenar çizgisi tespitine ilişkin haritalar ilgililere tebliğ edilerek kesinleştirilmemiştir. Öncelikle; bu idari kararın taraflara tebliğine olanak sağlanmalı ve bu tebliğ üzerine açıklanan aşamaların geçmesi beklenilmelidir. Sonuçta idarenin belirlediği kıyı kenar çizgisinin usulünce kesinleşmesi halinde uyuşmazlık buna göre çözümlenmeli, aksi takdirde yukarıda belirtilen ve 3621 sayılı Yasa’nın 9/2. maddesinde gösterilen ilkeler doğrultusunda oluşturulacak üç kişilik bilirkişi kurulunda “jelooji mühendisi, jeolog ve jeomorfolog” bulundurulmak suretiyle, bilimsel kriterler de esas alınarak kıyı kenar çizgisi belirlenmeli ve belirlenen bu çizgi “tapu fen memuru” sıfatını taşıyan uzman bilirkişinin krokisinde, infazda kuşkuya yer bırakmayacak biçimde gösterilmeli ve bu kıyı kenar çizgisine göre sonuca gidilmelidir. (Mahkemece bu hususlar üzerinde durulmadan, eksik araştırma ve inceleme ile karar verilmesi doğru görülmediğinden hükmün bozulması gerekmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz Eden: Davalı vekili

Hukuk Genel Kurulu Kararı

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

A- Davacının isteminin özeti: Davacı Hazine vekili, davaya konusu taşınmazın davalı kişiler adlarına kayıtlı olduğunu, taşınmazın kısmen A. Gölü’nün kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını; 3621 sayılı Kanun’un 9. maddesi uyarınca idare tarafından kıyı kenar çizgisinin belirlendiğini, kıyı kenar çizgisi içerisinde kalan taşınmazın tapusunun iptali ile kamuya terkine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

B- Davalının cevabının özeti: Davalılar, duruşmada davanın reddini savunmuşlardır.

C- Yerel mahkeme kararının özeti: Yerel mahkemece, çekişmeli taşınmazın 28.111997 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı’nda belirtilen yöntemler izlenerek tespit edilen A. Gölü kıyı kenar çizgisinin tamamen dışında kaldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

D- Temyiz evresi ve direnmE: Hüküm, davacı Hazine vekilinin temyizi üzerine özel dairece, yukarıya aynen alınan gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkemece bu bozmaya karşı özetle, İçtihadı Birleştirme Kararı’nın anlam ve içeriğinin değiştirilmesinin isabetli görülmediği, kanun gereği bağlayıcılığı bulunan İçtihadı Birleştirme Kararları’nın yorum yoluyla maksadından farklı sonuçlara bağlanmasının haklı ve yerinde olmadığı gerekçesiyle davanın reddi yönünde direnme kararı verilmiştir.

E- GerekçE: Uyuşmazlık, idarece 3621 sayılı Kıyı Yasası’na göre saptanan kıyı kenar çizgisinin ilgililere tebliğ edilmemesi durumunda, yapılacak işlemin ne olacağı noktasında toplanmaktadır.

Kadastro Kanunu’nun 16. maddesinin C fıkrasında açıkça belirtilmemekle beraber, deniz, göl, akarsu kıyıları ve sahil şeritleri Devlet’in hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerdir ve kadastro dışı bırakılır.

1982 tarihli T.C. Anayasası’nın 43 ve 3621 sayılı Kıyı Yasası’nın 5. maddesine göre kıyılar, Devlet’in hüküm ve tasarrufu altındadır. Deniz, göl ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerinden yararlanmakta, öncelikle kamu yararı gözetilir.

Deniz kıyıları, idari bir tahsis kararı gereğince değil, mahiyetleri gereği halkın yararlanacağı yerlerden olduğundan, idarenin yani Devlet, belediye, köy gibi kamu tüzel kişilerinin idari bir kararla, deniz kıyılarından halkın yararlanacağı yer niteliğini kaldırmaya yetkisi yoktur.

Kıyı çizgisi, deniz, tabii ve suni göl ve akarsularda taşkın durumları dışında, suyun kara parçasına değdiği noktaların birleşmesinden oluşan, meteorolojik, olaylara göre değişen doğal çizgidir.

13.3.1972 tarihli, 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da belirtildiği gibi kıyı, denizin temadisi, ondan faydalanma hususunda zaruri bir unsur, bir kelime ile denizin mütemmim cüzüdür. Kumluk ve kayalık sahaların derinliği; dalgaların en fazla erişebildiği nokta, med ve cezirde denizin en son varabildiği yerlerdir.

Kıyı kenar çizgisi; deniz, tabii ve suni göl ve akarsuların, alçak-basık kıyı özelliği gösteren kesimlerinde, kıyı çizgisinden sonraki kara yönünde, su hareketlerinin oluşturduğu, kumsal ve kıyı kumullarından oluşan, kumluk, çakıllık, kayalık, taşlık, sazlık, bataklık ve benzeri alanların doğal sınırı; dar-yüksek kıyı özelliği gösteren kesimlerinde ise, şev ya da falezin üst sınırıdır.

Bu sınır, doldurma suretiyle arazi elde edilmesi halinde de değiştirilemez.

Kıyı, kıyı çizgisi ile kıyı kenar çizgisi arasındaki alandır.

a) Dar-yüksek kıyı: Plaj ya da abrazyon platformu olmayan veya çok dar olan, şev, falezle son bulan kıyılardır.

b) Alçak-basık kıyı: Kıyı çizgisinden sonra da devam eden, kıyı hareketlerinin oluşturduğu plajı hareketli ve sabit kumulları da içeren kıyı kordonu, lagün alanları, sazlık, bataklık ile kumluk, çakıllık, taşlık ve kayalık alanları içeren kıyılardır (Y.İ.B.K: 13.03.1972 T. 7/4). Kıyı yasalarımızın temelini teşkil eden mülga 6785/1605 sayılı İmar Kanunu’nun Ek 7 ve Ek 8. maddelerine ilişkin yönetmelikler, kıyılardan eşitlik ve serbestlikle toplumun yararlanması, kıyıların doğal yapısının değiştirilmemesi ve kirletilmemesi yönünde hükümler getirmiş ise de bu yönetmelik yerini 27.11.1984 tarihinde, 3086 sayılı “Kıyı Kanunu”na bırakmıştır.

Ancak, 3086 sayılı Kıyı Kanunu’nu ile getirilen “Kıyı Kenar Çizgisi” ve “Kıyı”ya ilişkin teknik tanımlar ve bazı maddeleri Anayasa’ya aykırı bulunması nedeniyle iptal edilmiş, böylece Kıyı Kanunu’nun yeniden hazırlanması gereği ortaya çıkmıştır.

Anayasal bir hak olarak ortaya çıkan kıyılardan yararlanma imkan ve koşullarının gösterilmesi amacıyla bir yasa çıkarılması zorunlu hale gelince 3621 sayılı Kanun bu amaçla çıkarılmıştır. Yasa’nın bu işlevi “amacı” başlıklı birinci ve “kapsam” başlıklı ikinci maddelerinde açıkça ortaya konmuştur. Sözü edilen birinci madde aynen “Bu kanun, deniz, tabii ve suni göl ve akarsu kıyıları ile bu yerlerin etkisinde olan ve devamı niteliğinde bulunan sahil şeritlerinin doğal ve kültürel özelliklerini gözeterek koruma ve toplum yararlanmasına açık, kamu yararına kullanma esaslarını tespit etmek amacıyla düzenlenmiştir” dedikten sonra, ikinci maddede belirtilen amaca paralel biçimde yasanın kapsamını göstermiş ve aynen “Bu kanun deniz, tabii ve suni göller ve akarsu kıyıları ile deniz ve göllerin kıyılarını çevreleyen sahil şeritlerine ait düzenlemeleri ve bu yerlerden kamu yararına yararlanma imkan ve şartlarına ait esasları kapsar” kuralına yer vermiştir.

Denilebilir ki; yasa, bütünüyle değerlendirildiğinde; kıyıların kamuya açık tutulması ve bu yerlerden toplumun genellik, eşitlik ve serbestlik ilkelerine uygun faydalanmasını sağlama yönünden; idareye görevler yüklemiş ve bu alanda yapılacak işler gösterilmiş ve kıyıya ilişkin teknik ve hukuki esaslar, anayasal doğrultuda ortaya konmuştur. Kıyının kamuya açık tutulabilmesi ve yasanın bu alanda idareye verdiği görevlerin yerine getirilebilmesi ve kıyıda planlama ve uygulamanın yürütülebilmesi için öncelikle, kıyıya ilişkin bir tespitin yapılması zorunludur. Bu nedenle idarenin kendi açısından kıyı kenar çizgisini belirlemesi gerekir. İşte yasa koyucu 3621 sayılı Kanun’un 9. maddesiyle, salt bu amaçla sınırlı olmak üzere valiliğe kıyı kenar çizgisini kamu görevlilerinden oluşan beş kişilik bir komisyon aracılığıyla belirleme yönünden bir görev vermiştir. Nitekim Yasa’nın 5/4. maddesi bu durumu aynen “kıyıda ve sahil şeridinde planlama ve uygulama yapılabilmesi için kıyı kenar çizgisinin tespiti zorunludur” biçiminde ortaya koymuştur (28.11.1997 gün ve 1996/5-1997/3 sayılı Y.İ.B.K: ).

Burada üzerinde durulması gereken nokta, 3621 sayılı Kanun’un 9. maddesinin getirdiği düzenlemenin kapsamının ne olduğudur. Bu yasa kuralında, 28.11.1997 gün ve 1996/5-1997/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu Kararı’nda da belirtildiği üzere; kıyı kenar çizgisine yönelik bu belirlemenin, yeni bir kıyı kadastrosu biçimde bir düzenleme getirilmediği, belirleme komisyonunun oluşumunda, mülkiyet ve zilyetlik konularında çıkacak uyuşmazlıklarda bilgisine başvurulacak bir hukukçu ya da uzman bir kişiye, arazinin mevkii, konum ve sınırlarını bilebilecek yerel bilirkişilere ve yerel yönetim temsilcilerine yer verilmediği, kıyıya sınır bulunan arazi sahiplerine, komisyon çalışmalarında dikkate alınacak kayıt, belge, tapu ve diğer kanıtların ibraz edilme imkanının tanınmamış olduğu, kıyının yer aldığı, köy ve beldelerde belirleme işleminin yapılacağına dair ilan ve duyurulara gerek görülmediği, kişilerin mülkiyet ve ayni haklarına ilişkin gerek komisyon nezdinde ve gerekse komisyon kararı sonrasında ne gibi işlem yapacakları ve haklarını nasıl koruyacakları konusunda bir düzenlemenin öngörülmediği, komisyon kararlarının tebliğ ve ilanı yolunda bir kuralın kabul edilmediği, kıyıların diğer sahipsiz kamu malları ve özellikle ormanlar yönünden, belirlemenin hangi temsilcilerle ve hangi esaslara göre yapılacağı yolunda bir hükme yer verilmediği, bu yasanın uygulamalarından doğan uyuşmazlıkları idari yargı yerlerinde görüleceği ve yerel adliye mahkemelerin görevlerinin sona ereceği yolunda herhangi bir düzenlemenin olmadığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda idare tarafından saptanan kıyı kenar çizgisi, imar planlaması ve uygulamasına yönelik ve onunla sınırlı bir çizgidir. Bu çizginin mülkiyet hakkının tespitine ilişkin olduğuna dair yasada açık ya da kapalı bir hüküm de bulunmamaktadır. O halde, idari bir işlemle mülkiyet hakkı sınırlandırılamaz.

Mülkiyet hukukundan kaynaklanan tüm uyuşmazlıkları çözümlemek adli yargıya aittir. 3621 sayılı Yasa kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi ve uygulanması nedeniyle ortaya çıkacak uyuşmazlıklar yönünden adli yargının bu görevini kısıtlamamış, daraltmamış ve ortadan kaldırmamıştır.

Burada önemle üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise; taraflara tebliğ olunmayan, ilan edilmeyen ve ilgililere dava açma olanağı vermeyen bir idari tasarrufun Anayasa’nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkının ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığıdır.

Öyleyse, kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine yönelik idari işlemler adli yargı yönünden kural olarak takdiri delil niteliğinde olup, bağlayıcılığı bulunmamaktadır.

Buna karşın, kıyı kenar çizgisinin belirlenmesine ilişkin idari işlem, ilgili tarafa usulen yazılı olarak, Anayasa’nın 125/3 ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 7. maddeleri uyarınca tebliğ edilmiş ve yasal süresi içinde idari işleme karşı dava açılmamış ve idari yargı yolu kapanmış ise idari işlem o kişi ya da kurum yönünden bağlayıcı nitelik kazanır. Yazılı bildirime rağmen idari yargıya başvurmayan ve yargı hakkını kullanmayan gerçek veya tüzel kişi kararı kabul etmiş sayılır. Bu kararın artık idari yargıda tartışılması da olanaklı olmadığından, kesinleşen bu karara göre kıyı kenar çizgisinin belirlenmesi gerekir.

Diğer yandan, idare tarafından belirlenen kıyı kenar çizgisine karşı dava açılmış ve bu çizgi idari yargının kesinleşen kararı ile saptanmış ise yargı bütünlüğü ve kesinleşen yargı kararının yeniden tartışma konusu yapılamayacağı, yargıya güven ve hukuki emniyetin sağlanması amacıyla kıyı kenar çizgisinin belirlenmesinde, idari yargıca belirlenen çizginin adli yargıca esas alınması zorunlu olduğu belirgindir. Aksi halde 3621 sayılı Kanun ile 13.3.1972 tarih ve 7/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’ndaki kural ve yöntemler doğrultusunda kıyı kenar çizgisinin adli yargıca belirlenmesi gerekir.

Hemen belirtelim ki, idarece çizilen kıyı kenar çizgisinin ilgiliye tebliğ edilmemesi nedeniyle açıklanan biçimde bağlayıcılık kazanmaması durumunda, yukarıda açıklanan biçimde, gerek 3621 sayılı Kanun’un 9. maddesi, gerekse 16.04.1972 gün ve 1970/6 E: , 1972/4 K: sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile yine 28.11.1997 gün ve 1996/5 E: ve 1997/3 K: sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı göz önünde tutularak yöntemince belirlenecek bilirkişi kurulu aracılığıyla, idarece belirlenen kıyı kenar çizgisi de takdiri delil olarak göz önünde tutularak, dava konusu taşınmazla ilgili kıyı kenar çizgisinin mahkemece belirlenmesi gereklidir. O halde, mahkemece bu durum bekletici sorun yapılarak, onaydan geçen ve kıyı kenar çizgisinin idarece ilgililere tebliğinin sağlanması, prosedürün tamamlanmasının beklenmesi, idari yargıda dava açılırsa sonucunun beklenmesi yönündeki düşüncenin gerek 3621 sayılı Yasa’ya, gerekse az önce anılan 28.11.1997 gün ve 1996/5 E: ve 1997/3 K: sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’na uygun olmayacağı sonucuna varılmıştır.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, dava konusu taşınmazın bulunduğu yerde, Konya Valiliği Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü’nce 3621 sayılı Kıyı Yasası’nın 9. maddesine göre oluşturulmuş bir kurul aracılığıyla kıyı kenar çizgisinin saptandığı anlaşılmakla birlikte bu belirleme işleminin davalıya yöntemince tebliğ edilmediği ve davalının yasal olanakları kullanmaktan mahrum edildiği görülmüştür. Kararlılık kazanmış yargısal uygulamaya göre, idarece yapılan belirlemenin doğrudan bağlayıcı olmayacağı sonucuna varılmış ve uyuşmazlığın yukarıda açıklanan biçimde, anılan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları ve 3621 sayılı Yasa hükümleri göz önünde tutularak bu çerçevede yapılacak araştırma ve uzman bilirkişilerden alınacak raporların değerlendirilmesi suretiyle çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Hukuk Genel Kurulu’nun kararlılık kazanmış uygulaması da bu yöndedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.4.2002 gün, 2002/1-157-300 ve 26.02.2003 gün, 2003/14/97 E: 2003/110 sayılı kararları).

Mahkemece, bilirkişiler aracılığıyla keşif yapılmış, bilirkişiler mahallinde kıyı kenar çizgisini belirlemişlerdir. Bu itibarla uyuşmazlığın mahkemece yöntemince oluşturulacak bilirkişi kurulu aracılığıyla çözümlenmesi gerektiğine ilişkin direnme kararı yerindedir. Ne var ki, özel dairece işin esası ve özellikle bilirkişi raporlarının değerlendirilmesi yönünden bir inceleme yapılmadığından dosya özel dairesine gönderilmelidir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı yerel mahkemenin direnme kararı yerinde ise de, işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 14. Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, 1.12.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.