YARGITAY İLAMI Taraflar arasındaki tazminat davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Elazığ 1.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 19.01.2004 gün ve 2001/391-2004/30 sayılı kararın incelenmesi Davalı Hazine vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4 Hukuk Dairesinin 21.06.2005 gün ve 622-6821 sayılı ilamı ile ; (…Davacı, dava konusu taşınmazları tapu siciline güvenerek satın aldığını, daha sonra üzerine bina yapmak ve ağaç dikmek suretiyle kullandığını ancak daha sonra Hazine tarafından açılan Tapu İptali ve Tescil ve kal davası sonucunda tapu kayıtlarının iptal edildiğini ve yerin daha önceki gibi meraya dönüştürüldüğünü, taşınmazlar üzerindeki muhtesatların kal’ine karar verildiğini bu nedenle arsa ve muhtesat bedellerinin hüküm altına alınmasını istemiştir. Yerel mahkemece dava kabul edilmiş, karar davalı tarafından temyiz edilmiş, dairece onama kararı verilmesi üzerine yine davalı tarafından kararın düzeltilmesi istenmiştir.
Dosyadaki kanıtlara göre dava konusu yerlerin 1954 yılında yapılan kadastro tesbiti sırasında mera olarak sınırlandırıldığı 31.12.1976 tarihli sahte mahkeme ilamına dayanılarak tamamının senetsizden Şah İsmail Gür adına tapuya tescil olduğu ve tapuda ifraz yapılarak üçüncü kişilere satıldığı; davacının da satın alanlar arasında bulunduğu anlaşılmaktadır. Sonradan durumun anlaşılması üzerine hazine tarafından tapu iptali ve tescil davası açılmış dava konusu yerler mera olarak sınırlandırılmış bu karar 17.07.1996 tarihinde kesinleşmiş, yine hazine tarafından davacı aleyhine Tapu İptali ve tescil ve kal davası açılmış; bu davada da taşınmazların mer’a olarak sınırlandırılmasına, davacı tarafından oluşturulan muhtesatın kal’i ile taşınmazların eski hale getirilmesine karar verilmiştir. İşte bundan sonra davacı eldeki bu dava ile tapu kütüğüne güven ilkesi gereğince ve Medeni Yasanın 1007 (eski 917) maddesi gereğince arsa bedeli ile oluşturulan muhtesatın bedelini istemiştir.
Yukarıda da açıklandığı üzere; dava konusu yerlerin öncesi meradır. Bu husus yapılan kadastro çalışması sırasında belirlenmiş ve kesinleşerek bu şekilde sınırlandırma yapılmıştır. Esasen bu konuda da taraflar arasında da bir uyuşmazlık yoktur. Uyuşmazlığın çözümünde uygulanması gereken Medeni Yasa’nın 1007. maddesinde tapu sicilinin tutulmasından doğacak zararlardan devletin sorumluluğu kabul edilmiştir. Bu kusursuz sorumluluk hallerindedir. Bunun anlamı, zarar görenin davalının kusurunu kanıtlamak zorunda olmaması sonucunu doğurur. Ancak sorumluluk için aranan diğer koşulların; bu bağlamda hukuka aykırı eylem ile zarar arasındaki uygun illiyet bağının kanıtlanması zorunludur.
Somut olaydaki kayıt tamamen gerçek dışıdır. Diğer bir anlatımla hiçbir hükme ve hukuki nedene dayanmamaktadır. Hatta tapuya tescil edilmemesi, diğer bir anlatımla özel mülkiyete konu olmayacak bir yerle ilgilidir. Hiç tapuya bağlanmaması ve özel mülkiyete konu olamayacak yerle ilgili olarak alınan sahte ilamla tapuya tescil edilmesi durumunda o yerin özel mülkiyete konu olabilecek yerlerden olması sonucunu doğurmaz. Buna karşın mer’a olan yerin sahte kayıtla özel mülkiyete konu olabilecek nitelikte yerlerdenmiş gibi kaydedilmesi de üçüncü kışı konumundaki Şah İsmail Gür’ün eyleminden kaynaklanmaktadır Şah İsmail Gür’ün bu ağır kusuru uygun illiyet bağını kesmektedir. Bunun içindir ki, kusursuz sorumluluğu ortadan kaldıran koşullardan biri gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bu hususları gözeten mahkeme dava konusu yer üzerindeki yapı ve ağaçların yıkımına karar vermiştir. Böylece davacının yerdeki tapu kaydının bir hukuki dayanağı bulunmadığı; hukuki sonuç doğuracak bir nitelik taşımadığı, kullanımının da hukuka aykırı olduğu anlaşılmıştır. Böyle bir durumda davacının iyiniyetinden de söz edilemez. Davacı olsa olsa taşınmazları satın aldığı kişinin kendisine ayıplı mal satmasından ve böylece nedensiz zenginleşmesine dayanarak istemde bulunabilir.
Şu hali ile davanın açıklanan nedenle reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru değildir. Bu itibarla davalının karar düzeltme isteminin kabulüne karar vermek gerekmiştir…)gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı şahıs vekili 10.05.2001 tarihli dava dilekçesinde; Elazığ ili, merkez, Harput Mahallesinde bulunan çekişmeli 3452 ve 3514 parselleri satın alarak üzerinde ev inşa edip, ağaç diktiğini satın alma günü olan 17.07.1989 yılından bu yana tasarrufunda bulundurduğunu, tapu kayıtlarına güvenerek iyiniyetle satın aldığı bu yerlerin Hazinenin sahte ilama dayalı yolsuz tescil iddiası ile açtığı tapu iptali ve tescil davası sonucunda tapu kaydının iptaline karar verildiğini, zarara uğradığını, ifadeyle, taşınmaz üzerinde yaptığı ev ile diktiği ağaçların bedeli olan 7.919.302.053 TL. tazminatın faizi ile birlikte davalı Hazineden tahsilini istemiştir.
Davalı Hazine vekili cevabında; dava konusu taşınmazların 1954 yılında yapılan genel kadastro sonucunda mer’a olarak sınırlandırıldığını, paftada yapılan tahrifatla mera ibaresi silinerek dağ ibaresinin yazıldığını, bunun kadastro aşamasına ilişkin bulunduğunu, ardından sahte olarak düzenlenen mahkeme ilamı ile Şah İsmail Gür isimli dava dışı şahıs adına tescil edilip muhtelif parsellere ifraz edilerek aralarında davacının da olduğu değişik şahıslara satıldığını, müvekkili Hazine tarafından açılan tapu iptali ve kal davasının kabulüne karar verilerek, bu kararın kesinleşmiş olduğunu, ifadeyle, yasal dayanağı bulunmayan tazminat isteminin reddini savunmuştur.
Yerel mahkemece, tapu kayıt suretleri, Elazığ 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2000/54 esas sayılı dava dosyası getirtilmiş, mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmış, raporlar alınmış, sonuçta; sahte bir ilama istinaden tapu kaydı oluşturularak Şah İsmail Gür adına tescil edilen taşınmazı davacının tapu kaydına itimat ederek iyi niyetle satın alıp mülkiyetini iktisap etmesinden sonra üzerine ev yapıp ağaç diktiği, davacının mülkiyeti kazanma işleminin tamamen devlet güvencesi altında tutulan tapu kaydına itimaden gerçekleştiği, sonradan yolsuz tescilin anlaşılarak tapu kaydının iptal edilip eski hale getirilmesinden davacının zarar gördüğü, bu zararın yolsuz tescilden kaynaklandığı, sahte mahkeme ilamına istinaden tapuda tescil işleminin yapılmamış olması halinde davacının bu taşınmazı satın alarak üzerine ev yapıp ağaç dikmeyeceği ve bu yöndeki zararının gerçekleşmeyeceği gerekçesi ile davanın kısmen kabulü ile taşınmaz üzerinde bulunan ev, çevre duvarı ve ağaçtan ibaret bulunan muhtesatın bedeli toplamı olan 6.257.434.755 TL.’nın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Davalı Hazine vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairesince önce onanmış; hazine vekilinin karar düzeltme istemi üzerine yukarıda belirtilen gerekçe ile bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hükmü temyize hazine vekili getirmektedir.
Yanlar arasındaki dava, devletin tapu sicillerinin tutulmasından doğan zararlardan birinci derecede ve objektif sorumluluk esasına göre mesul bulunması ilkesini düzenleyen Eski Türk Kanunu Medenisinin 917 ve bu kuralı aynen benimseyen yeni Türk Medeni Kanununun 1007. maddesinden kaynaklanmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, anılan maddeler ile öngörülen sorumluluk, kusursuz sorumluluk olup, tapu sicilinin tutulması görevi ile yükümlü bulunan memurun yaptığı yanlış işlem ve kayıtta kusursuz olması bile, devleti sorumluluktan kurtarmaz. Tapuda yapılan işlem sonucu bir zararın oluşması, bu işlem ile zarar arasında illiyet bağının bulunması Devletin sorumlu tutulması için yeterlidir.
Tapu siciline güven ilkesine verilen önemi vurgulayan 15.3.1944 gün ve 13/8 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı, Medeni Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki sicillerin tutulmasından dahi Devletin objektif sorumluluğunu benimseyip vurgulamıştır.
Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında; 1- Dava konusu taşınmaz 1954 yılında yapılan genel kadastro sonucu mera olarak sınırlanmıştır.
2- Aynen muhafazasından devletin sorumlu bulunduğu, kadastro paftasında; tescil işlemini olanaklı hale getirmek amacı ile “mer’a” ibaresi silinerek yerine “dağ” ibaresi yazılmıştır.
3- Sahteliği duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptanan ve bir yaş düzeltme davasına aidiyeti, tarih esas ve karar sayılı ile belirlenen Elazığ Asliye Hukuk Mahkemesine ait 31.12.1976 gün 1976/69-902 sayılı ilamla dava dışı Şah İsmail Gür adına yolsuz tescil işlemi yapıldıktan sonra ifrazen önce dava dışı iki ayrı kişiye, 17.07.1989 tarihinde de davacıya satılmıştır. Davacı 03.06.1991 tarihinde altığı ruhsat ve izinlere dayanarak ev inşa etmiş; sahte ilama dayalı kayıt olduğu hususu ise tapuya 28.05.1992 tarihinde şerh edilmiştir.
4- Hazine tarafından açılan dava sonucunda: Elazığ Asliye Hukuk Mahkemesinin 4.7.2001 gün 2000/32 E., 2001/429 K.sayılı kararı ile çekişmeli 3432 parselin davacı Mehmet Güneş adına olan tapu kaydının iptaline, öncesinin mer’a olduğu anlaşıldığından, mer’a olarak sınırlandırılmasına, kargir ev ve tuvaletin yıkılmasına ve yedi adet ağacın kesilmesine karar verilmiş ve bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
5- Tapu sicilinin aleniyeti ve güven ilkesini düzenleyen Eski Medeni Kanunun 931 ve yeni M.K.1023 maddelerine ilişkin yerleşik bilimsel ve yargısal görüşler doğrultusunda, kayden iktisap edenin tapu sicilinin dayanağını oluşturan müsbit evrakı inceleme yükümlülüğünün bulunmadığı tartışmasızdır. Bu bağlamda, davacının genel kadastro ile başlayıp, tedavül kayıtları ve dayanakları ile nihai kaydı oluşturan tapu sicil işlem aşamalarını oluşturan evrakı tetkik etme zorunluluğu yoktur.
6- Taşınmazı sahte işlemi yapan kişiden sonra üçüncü el olarak alan davacının, mer’a nitelikli taşınmazın sahte ilamla tescilini sağlayan dava dışı Şah İsmail Gür’le el ve işbirliği içerisinde bulunduğunu gösteren hiçbir kanıt ve bulgu olmadığı gibi, bu husus davalı yanca iddia ve ispat edilmemiştir. Eş anlatımla davacı iyiniyetlidir.
7- İyi niyetli müktesebin, yolsuz tescile dayanarak kazandıkları ayni haklar ve her türlü tazminat istemlerinin saklı olduğu, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisinin 932 ve koşut kural içeren, Yeni Medeni Kanunun 1025. maddesinde açıkca belirtilmiştir.
Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.09.2003 gün ve 2003/4-491-487 sayılı kararında da aynen vurgulanmıştır.
Tüm bu açıklamalar doğrultusunda; yanların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve belgelere mahkeme kararında ve yukarıda açıklanan gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, usul ve yasaya uygun olan direnme kararı yerindedir.