Dava, menfi tespit istemlidir. Kural olarak, muvazaalı işlemin tarafları birbirine karşı kendi muvazaasına dayanarak talepte bulunabilir, üçüncü kişilere karşı bu durumu ileri süremezler ise de, somut olayda olduğu gibi tapuda bedelin düşük gösterilmesi suretiyle yapılan muvazaa taraflar arasındaki muvazaa niteliğinde olmadığından bu tür bir muvazaaya dayanılarak talepte bulunulması olanaklı değildir.
DAVA: Taraflar arasındaki “Menfi Tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 30.12.2008 gün ve 2006/218 E., 2008/372 K: sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13.Hukuk Dairesinin 2.7.2009 gün ve 3588-9229 Sayılı ilamı ile;
(… Davacılar, davalının 141 045 USD karşılığı 225.250 YTL.lik senetli alacağı olduğuna dayanarak aleyhlerinde icra takibi yapıldığını, itiraz süresini geçirdiklerini, böyle bir borçlarının olmadığını ileri sürerek borçlu olmadıklarının tespiti ile kötü niyet tazminatına hükmedilmesini istemiştir.
Davalı, davacıların kardeş olduğunu, taşınmazdaki 2/3 payı 250 000 USD ye kendisine sattıklarını, 1/3 pay sahibi olan diğer kardeşleri hapiste olduğundan onun payını alamadığını, cezaevinden çıkan dava dışı kardeşin açtığı şufa davası sonucu mahkemece 203 000 YTL ödenmesine karar verildiğini, kesintilerle eline 174.000,00 YTL geçtiğini, 24.3.2004 tarihli harici sözleşmeye dayanarak aradaki fark kadar zararının olduğunu, bu sebeple icra takibi yaptığını savunarak davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, sözleşme gereği 250 000 USD nin davalı tarafça davacılara ödenmiş olduğunun kabulüyle şufa davası sonrası bakiye kısım 64.656,23 YTL için borçlu olmadığının tespitine, 160 593,77 YTL üzerinden takibin devamına karar verilmiş, hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar davacılara ait 2/3 payın 250 000 USD ye davalıya satımı için 24.3.2004 tarihli harici sözleşme ile anlaşmış iseler de, 15.4.2004 tarihinde yapılan tapu devrinde sadece 200.000,00 YTL ye satımın gerçekleştiği, davacıların da satım bedeli olarak sadece 200 000 YTL aldıklarını kabul ettikleri, açılan şufa davasında satım bedelinin 200.000,00 YTL olduğunun kabul edilerek mahkemece harç ve masraflar ile 203 000 YTL nin şufa bedeli olarak ödenmesine karar verildiği görülmektedir.
Davalı, satım bedeli olarak 250 000 USD ödediğini, tapudaki bedelin kasten düşük gösterildiğini ileri sürerek aradaki farkın tahsili için davaya konu icra takibini yaptığını bildirmektedir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de; kimse kendi muvazaasına dayanarak talepte bulunamaz. Davalı tapuda gösterdiği bedel üzerinden yapılan satımın sonuçlarına katlanmak zorundadır. Hal böyle olunca mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir…),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
H.G.K.’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR: Dava, menfi tespit istemlidir. Davacılar; önalım hakkının kullanılması sebebiyle taşınmazı geri alınan davalının, tapuda gösterilen satış değerinin üstünde ödediğini iddia ettiği paranın iadesi için aleyhlerine giriştiği icra takibinin kesinleşmesi nedeniyle, borçlu olmadıklarının tespiti istemiyle eldeki davayı açmıştır.
Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Davacılar vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarda yazılı gerekçe ile karar bozulmuş; yerel mahkemece “…Tapudaki satışın tarafları şufa alıcısına karşı tapudaki değerin doğru olmadığını ileri süremez iseler de; taraflar arasında düzenlenen yazılı delil başlangıcı mahiyetindeki satış sözleşmesi karşısında şufa hakkının kullanılması sebebiyle taşınmazı geri alınan davalının yaptığı ödemenin sebepsiz zenginleşme koşullarına dayalı geri istenebileceği,…” gerekçesi ile önceki kararda direnilmiş; hükmü davacılar vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla H.G.K: önüne gelen uyuşmazlık; şufa hakkının kullanılması sebebiyle taşınmazı geri alınan davalının, ödediği satış bedelinin taşınmazın tapudaki değerinden fazla kısmını, satıcı davacılardan sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre isteyip isteyemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtmelidir ki, davalının, taraflar arasında haricen adi yazılı şekilde düzenlenen 24.3.2004 tarihli taşınmaz satış sözleşmesiyle koşulları kararlaştırılıp, tapuda resmi şekilde gerçekleştirilen taşınmaz satışı ile davacılara ait 2/3 hisseyi satın aldığı, tapudaki satış sırasında harici sözleşmede kararlaştırılıp fiilen satıcı davacılara ödendiği belirtilen 250.000 USD’nin değil, daha düşük bir bedelin gösterildiği; davalının satın aldığı bu 2/3 paya yönelik olarak aynı taşınmazın 1/3 hisse sahibince şufa hakkının dava yoluyla kullanıldığı; sonuçta mahkemece almış olduğu hisseler ve masraf karşılığı 203.000,00 YTL ödenmesi karşılığında davalının tapusunun iptal edildiği; davalının kendisine ödenen bu miktar dışında da zararı olduğu, harici satış sözleşmesine göre ödediği fazla bedel bulunduğu iddiasıyla, davacılar aleyhine icra takibine giriştiği ve eldeki davanın da satıcı davacılar tarafından borçlu olunmadığının tespitine yönelik olarak açıldığı uyuşmazlık konusu olmayıp, dosya kapsamı ile sabittir.
Çözümü gereken husus; şufa hakkının kullanılması sonucu iptale konu olan taşınmaz satımında, tapuda satış bedeli olarak gösterilen bedelin, taraflar arasındaki harici sözleşmede kararlaştırılıp fiilen ödenen bedelden düşük olması durumunda alıcının; satıcılara ödediği, ancak tapuda bildirmediği fark bedelden kaynaklanan zararına, satıcı davacıların sebep olup olmadığı ve dolaysısıyla da bu bedelin davacı satıcılar yönünden sebepsiz zenginleşme teşkil edip etmeyeceği; sonuçta da davalı alıcının bu hukuksal nedene dayanarak alacağının tahsilini isteme olanağı bulunup bulunmadığıdır.
Hemen burada, davalının uğradığını iddia ettiği zararın kaynağının tespiti gerekir:
Dosyada bulunan ve imzası inkar edilmeyen yazılı belge kapsamına göre taşınmazın gerçek değeri taraflarca 250.000 ABD doları olarak kararlaştırılmıştır. Alıcı davalının satıcı davacılara bu satış bedeli üzerinden ödemede bulunduğunun sabit kabul edilmesi halinde dahi, alıcı davalının kararlaştırılan bu bedeli ödeyerek edimini yerine getirmesi karşılığında satıcıların da edimlerini yerine getirerek taşınmazı davalı alıcıya teslim etmeleri ve tapuda tescili ile sözleşme hükmünü bulmuştur. O halde, taraflarca kararlaştırılan satış bedelinin taşınmazın kararlaştırılan gerçek değeri olmasına, bu bedeli davalı alıcıdan tahsil eden davacı satıcıların edimlerini yerine getirmek suretiyle taşınmazdaki paylarını davalı alıcıya devir ve teslim etmiş bulunmalarına göre, bu bedeli hukuksal bir nedene dayalı olarak tahsil eden davacıların sebepsiz zenginleştiğinden söz edilemez. Hal böyle olunca, davacılara sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre başvurulması da mümkün değildir.
Vurgulamakta yarar vardır ki, davalının zararı, harici sözleşme gereğince kararlaştırılan satış bedelinin ödenmesinden değil, tapudaki satış ve resmi senedin düzenlenmesi sırasında tapu masraflarından kaçınmaya yönelik eksik satış bedelinin bildirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır. Davalı tapudaki resmi kayıtlarda taşınmaz değerini düşük göstermekle, daha az tapu masrafı ve vergi ödemiş; bu yolla menfaat temin etmiştir. Davalının bu eyleminden dolayı kendi kusuru ile zarar gördüğü açıktır. Hukukun temel ilkelerine göre hiç kimse kendi kusurundan yine kendisi lehine sonuç çıkaramaz; dolayısıyla kendi kusuru ile sebebiyet verdiği zarara katlanmak zorundadır.
Davalının tapudaki bedeli düşük gösterme şeklinde gerçekleşen muvazaalı davranışından kaynaklanan zararı; yine bu davranıştan kendisi lehine sonuç çıkararak davacılardan istemiş olması hukuken korunamaz. Davalının bu eyleminin sonuçlarına katlanması gerekir.
Diğer taraftan, kural olarak, muvazaalı işlemin tarafları birbirine karşı kendi muvazaasına dayanarak talepte bulunabilir, üçüncü kişilere karşı bu durumu ileri süremezler ise de, somut olayda olduğu gibi tapuda bedelin düşük gösterilmesi suretiyle yapılan muvazaa taraflar arasındaki muvazaa niteliğinde olmadığından bu tür bir muvazaaya dayanılarak talepte bulunulması olanaklı değildir.
H.G.K.nda yapılan görüşmeler sırasında bozma ilamında kullanılan “kimse kendi muvazaasına dayanarak talepte bulunamaz” açıklaması üzerinde durulmuş; yukarda açıklanan ilke gözetilerek bu ibare ile kastedilenin taraf muvazaasını değil, tapuda değerin düşük gösterilmesi suretiyle yapılan muvazaa olduğu oyçokluğu ile kabul edilmiştir.
Bilindiği gibi muvazaalı işlerde taraf olanlar, bu muvazaanın varlığını yeterli delillerle ispatlayabildiklerinde, muvazaaya dayalı talepte bulunabilmeleri mümkündür.
Hal böyle olunca mahkemece menfi tespit istemli davanın tümüyle kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarda gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 11.05.2011 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY: Taraflar arasında imzalanan sözleşmede taşınmazın değeri (250.000) dolar olarak öngörülmüş, buna karşılık tapuda devir bedeli 200.000 YTL. olarak gösterilmiş ve şufa hakkını kullanan dava dışı alıcı da tapuda gösterilen değer üzerinden taşınmaza sahip olmuştur. Tapuda taşınmazın değerinin düşük gösterilmesi davacı taraf yönünden kusur teşkil eder ve hiç kimse kendi kusurlu davranışlarından kendi lehine sonuç çıkartamaz ve netice olarak davalı tarafın sebepsiz zenginleşmesinden söz edilemez ise de, taraflar yaptıkları sözleşme ile tapu masraflarını yarı yarıya ödemeyi kabul etmiş bulunduğundan, tapuda gerçek değerin gösterilmemesinde iki taraf da kusurludur. Bundan kaynaklanan zarara da tarafların birlikte katlanmaları gerekir. Bu itibarla, mahkemece 1/2 oranına göre menfi tespit isteminin karara bağlanması gerektiği ve bu sebeple yerel mahkeme kararının bu gerekçe ile bozulması görüşünde olduğundan sayın çoğunluk kararına karşıyım.