1. Anasayfa
  2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 2011/164 K: 2011/245 T: 29.04.2011


Gerçek bir satışın konusu olmayan, satım niteliğinde olmayan pay temliklerinde yasal önalım hakkı doğmayacaktır. Önalım hakkının payın satışındaki şartlar dahilinde kullanılması gerektiğinden, payı paradan başka bir karşılıkla iktisap edenlerden, onu, aynı şartlarla yerine getirmek suretiyle temellük etmeye imkan bulunmamaktadır.

Taraflar arasındaki davadan dolayı, bozma üzerine direnme yoluyla; İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 20.04.2010 gün ve 2009/326 E., 2010/95 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’ndan çıkan 15.12.2010 gün ve 2010/6-572 E., 2010/656 K. sayılı ilamın, karar düzeltilmesi yoluyla incelenmesi davalı vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulu’nca dilekçe, düzeltilmesi istenen ilam ve dosyadaki ilgili bütün kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, önalım hakkına dayalı olarak tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir. Davacılar vekili, müşterek maliklerinden oldukları taşınmazın diğer hissedarları dava dışı Saadet Uluca ile Rabia Uluca’nın hisselerini davalıya satış yolu ile devrettiklerini belirterek önalım hakları uyarınca davalının hissesinin iptali ile davacılar adına eşit oranda tescilini talep ve dava etmişlerdir.

Davalı vekili, tapuda satış olarak gerçekleştirilen işlemin gerçekte akrabalar arasında yapılmış bir bağış olduğunu, bağış amaçlayan temliklerde önalım hakkının kullanılamayacağını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Yerel Mahkemece, “satıcılar ile taraflar arasında akrabalık ilişkisi bulunduğu, yakın akrabalık halinde hissenin satış değil hibe ile devredildiği savunmasının yapılabileceği ve tanıkla ispatlanabileceği, somut olayda satıcılar ile davalı arasında mirasçılık ilişkisi bulunması nedeniyle hibe iddiasının incelendiği ve devir işleminin gerçekte satış değil hibe olduğu” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacılar vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece: “…Paylı mülkiyet halindeki taşınmazın paydaşı payını karı-kocaya evlada veyahut akrabaya temlik ederse şeklen satış olarak gösterilen bu akdin gerçekte satış olmayıp miras hakkına bağlı veya hibe gibi maksada yönelik işlem olduğu iddia ve ispat edilirse önalım hakkının ileri sürülemeyeceği 27.3.1957 gün ve 12/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda açıkça belirtilmiştir. Bu yöndeki savunmanın tanık dahil her türlü delille kanıtlanması mümkündür. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararı sözleşmede taraf olan kişinin işlemde muvazaa savunmasında bulunamayacağı kuralının bir istinasıdır.

Olayımıza gelince: Alemdar Mahallesi 46 ada 22 No’lu parselde dava konusu edilen 16/24 pay taşınmazın paydaşlarından Saadet ve Rabia Uluca tarafından 24.5.2005 tarihinde davalıya 32.000 YTL bedelle satılmış, davacılar da 23.5.2006 tarihinde süresinde açtıkları işbu dava ile önalım hakkının tanınmasını istemiştir. Davalı her ne kadar söz konusu payın tapuda satış gösterilse de, teyzeleri tarafından kendisine miras hakkına bağlı olarak hibe edildiğini savunmuş ise de tapuda yapılan işlemin tarafı olan davalı yapmış olduğu sözleşme ile bağlı olduğundan temlikin muvazaalı olduğu iddiasında bulunarak kendi muvazaasına dayanamayacağı gibi, temlikte bulunan Saadet ve Rabia Uluca bekar ve çocuksuz olmakla birlikte davalının annesi Berin Hasoğlu (Uluca) sağ olduğundan ve işlemin tarafları arasında doğrudan miras bağı bulunmadığından olayda 27.3.1957 gün ve 12/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın uygulanma olanağı da yoktur. Bu durumda tapuda satış olarak yapılan temlike karşı taşınmazın paydaşı olan davacıların önalım hakkını kullanmasında bir usulsüzlük bulunmamaktadır…” gerekçesiyle karar oyçokluğuyla bozulmuştur.

Mahkemenin ilk karardaki gerekçelerini tekrarlayarak önceki kararda direnmesi üzerine hükmü davacılar vekili temyiz etmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca, Özel Daire kararında yer alan gerekçelerle, direnme kararı oyçokluğu ile bozulmuş; davalı vekili karar düzeltme isteminde bulunarak, direnme kararının onanmasını istemiştir.

Maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının içerikleri itibariyle Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, 20.03.1957 tarih 1956/12 E., 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için payını devreden ile devralan arasında mirasçılık ilişkisinin bulunması gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle önalım hakkının niteliğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.

Bilindiği üzere paylı mülkiyette paydaşlar arasında ortak idare ve kullanma durumu sözkonusu olduğundan paydaşların birbirlerini bilmeleri ve tanımaları önem taşımaktadır. Bu ihtiyacın gereği olarak paydaşlar arasına yabancı bir kişinin girişini engellemek, taşınmazın daha küçük parçalara ayrılmasını önleyebilmek, hisselerin mümkün olduğu kadar hissedar elinde toplanmasını temin etmek amacıyla paylı taşınmazlarda hissedarın temlik hakkı sınırlandırılarak kanuni önalım hakkı tanınmıştır.

Önalım hakkı taşınmaz mal mülkiyetinin kanundan doğan takyitlerinden olup 26.12.1951 gün ve 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında yenilik doğuran bir hak olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 20.06.1951 gün 5/13 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ise ön alım hakkının hukuki niteliği “Şufa hakkı, mefşu hissenin üçüncü şahsa satılması ve satışa ıttıladan itibaren bir ay içinde kullanılmış olması gibi muayyen şartlar altında kullanılacak yenilik doğurucu bir haktır ki, şefinin bu hakkı kullandığı yolundaki tek taraflı irade beyanının müşteriye vasıl olmasıyla yeni bir hukuki vaziyet meydana getirilmesine yarar. Bu hakkın kullanılmasıyla şefi yeni bir akit yapmaya hacet kalmaksızın müşteriye halef olur” şeklinde açıklanmaktadır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun Yasal Önalım Hakkı-Önalım Hakkı Sahibi başlıklı 732. maddesinde “paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması halinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler” hükmü öngörülmüştür.

Anılan düzenlemede önalım hakkının açık bir tarifi yapılmamakla birlikte temel prensibin mülkiyet serbestisi ve tasarruf yetkisi olduğu gözetilerek paydaşın temlik hakkı sınırlandırılırken bu sınırlandırma sınırlı tutularak sadece satım akitleri için önalım hakkı getirilmiştir.

Bu husus 20.06.1951 gün ve 5/13 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da benimsenmiş; kararın gerekçesinde, taşınmaz mülkiyetinin takyitlerinden olan kanuni önalım hakkının taşınmazda hisse sahibi bulunan şahsa, diğer bir kimsenin payının üçüncü kişiye satılması halinde o hisse müşteriye neye mal olmuş ise o miktar ile ve belli bir süre içinde satın almak yetkisini veren ayni bir hak olduğu ifade edilmiştir.

Açıkça görüldüğü üzere kanuni önalım hakkından sözedebilmek için paylı mülkiyet hükümlerine tabi bir taşınmazdaki payın üçüncü şahsa satılması gerekmektedir; önalım hakkının konusu pay satışıdır.

Gerçek bir satışın konusu olmayan, satım niteliğinde olmayan pay temliklerinde yasal önalım hakkı doğmayacaktır. Önalım hakkının payın satışındaki şartlar dahilinde kullanılması gerektiğinden, payı paradan başka bir karşılıkla iktisap edenlerden, onu, aynı şartlarla yerine getirmek suretiyle temellük etmeye imkan bulunmamaktadır.

Bu kapsamda temlikin hibe şeklinde olması halinde, hibede bir malın bedelsiz olarak üçüncü kişinin mülkiyetine geçirilmesi amaçlandığı ancak satış amaçlanmadığından önalım hakkı kullanılamayacaktır. Zira önalımda, önalım hakkını kullanan kişinin payı satın alana ödemekle yükümlü olduğu bedel hibede mevcut değildir, önalım hakkını kullananın hiçbir bedel ödemeden payın kendisine devrini istemesi mümkün değildir.

Payı satın alan tarafından temlik işleminin satış olarak gösterilmekle birlikte gerçekte hibe olduğu savunmasında bulunulması halinde, diğer bir anlatımla hibe ile temlikin amaçlandığının iddia edildiği hallerde; kural olarak payı temlik alan davalı muvazaalı resmi işlemin tarafı olduğundan ve hiç kimse kendi muvazaasına dayanamayacağından muvazaa iddiasının dinlenmeyeceği açıktır.

Somut uyuşmazlıkta ise davalı gerçekte miras hukukundan kaynaklanan amaçlarla yapılan hibe işleminin görünürde satış işlemi olarak gösterildiği savunmasında bulunarak, 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını iddiasına dayanak yapmıştır.

Uyuşmazlığın çözümünde anılan İçtihatı Birleştirme Kararının kapsamı ve amacı önem taşımakta olup anılan kararın uygulanabilmesi için işlemin tarafları arasında doğrudan mirasçılık ilişkisinin bulunması gerekip gerekmediği hususunun değerlendirilmesi ve çözümü gerekmektedir.

20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının bağlayıcı olan sonuç kısmında “Müşterek mülkün hissedarı, hissesini karı ve kocaya evlada veyahut akrabaya temlik etmesi halinde şeklen satış akdi bulunsa bile hakikatte satıştan gayri miras hukukuna müteferri maksatların veya hibe gibi mülahazaların hakim olduğu ahvalde Medeni Kanunun hakiki satışlarda kabul eylediği şufa hakkının cereyan etmeyeceğine” karar verildiği belirtilmiştir.

Anılan kararın açıklayıcı olan gerekçe kısmında, “miras hukukuna müteallik kaidelere tevkifan veya sair mülahazalarla kendi evladına veya akrabasına satış yapması halinde de şufa cereyan edip etmeyeceği noktasının…mülahaza olunmak icap eder. Bu gibi akrabaya satışta ortada satış akdinin bir unsuru olan bedel zikredilmiş olsa bile bunu mücerret bir satış olarak kabul etmeye imkan yoktur. Çünkü burada mümellikin maksadı malının bedelini almak değil, belki akrabalık münasebeti dolayısıyla onu tesahüp etmek ve yerine geçmektir” açıklamasına yer verilmiştir.

Görüldüğü üzere kararın hem bağlayıcı olan sonuç kısmında ve hem de açıklayıcı olan gerekçe kısmında özel bir hukuki statüyü ifade eden “mirasçı” teriminin tek başına kullanılmasından özenle kaçınılmış ve daha geniş olan “akraba” kavramına da yer verilmiştir. Bu halde, kararın sadece satış tarihi itibariyle doğrudan mirasçı olan kişileri kapsamına aldığının kabulü mümkün değildir.

Öte yandan, anılan karar muvazaa iddiasının mevcudiyeti halinde yol gösterici olarak, bu halde akdin amacının tespitinin zorunlu olduğunu, “müşterinin, bayiin mirasçısı olması” hususunun akdin vasfını tayinde değerlendirilecek bir emare olduğunu belirtmiştir. Temlik işleminin taraflarının birbirlerine akraba olmasının ötesinde “mirasçı” olması hususu akdin amacının satış olup olmadığını tayinde bir emare olarak kabul edilmiş ve “mirasçı” kavramına bu noktada özel olarak yer verilmiştir.

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının, sözleşmede taraf olan kişinin işlemde muvazaa savunmasında bulunamayacağı ve bunu her türlü delille ispat edemeyeceği kuralının istisnası olduğu görülmektedir. Anılan kararın uygulanabilmesi için öncelikle satışın, satış tarihi itibariyle doğrudan mirasçılar arasında yapılması gerekmeyip, temlikin taraflarının akraba olması yeterlidir. Temlikin akrabalar arasında satış şeklinde yapılmış olması halinde ise bu kez İçtihadı Birleştirme Kararının aradığı “hibe veya miras hukukuyla ilgili amacı” nın bulunup bulunmadığı hususunun, diğer bir ifade ile akrabalar arasında yapılan her temlikte somut uyuşmazlığın niteliğine göre temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapılmış olup olmadığının yöntemince ispatı aranmalı ve ispatı halinde temlikle önalım hakkının kullanılmasının mümkün olamayacağı gözetilmelidir.

Somut uyuşmazlıkta, paylı mülkiyete tabi taşınmazda paydaş olan dava dışı Saadet Uluca ile Rabia Uluca’nın paylarını halen sağ olan kız kardeşlerinin oğlu davalı Cumhur Hasoğlu’na satış yoluyla devrettikleri, taşınmazın diğer paydaşı davacılar Eda Uluca ile Esra Uluca’nın süresinde önalım hakkını dava yolu ile kullandıkları anlaşılmaktadır. Davalı, tarafı olduğu temlik işleminin muvazaalı olduğu gerçekte hibe amacı ile işlem yapıldığı ve hibe amacı ile yapılan temliklerde önalım hakkı kullanılamayacağını savunmuştur.

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında, temlik işleminin tarafları arasında teyze-yeğen ilişkisi bulunması ve tarafların akraba olması karşısında Yerel Mahkemenin, “20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için temlik işleminin tarafları arasında akrabalık ilişkisi bulunmasının yeterli olduğu, doğrudan mirasçılık ilişkisinin aranması gerekmediğine” ve somut uyuşmazlık yönünden dosyada mevcut deliller uyarınca “taraflar arasında satış şeklinde yapılan temlik işleminin muvazaalı olduğuna, tarafların gerçek amacının hibe olduğuna ve hibe ile yapılan temlikte önalım hakkının kullanılamayacağına” ilişkin direnme kararı yerindedir. O halde usul ve yasaya uygun direnme kararı onanmalıdır.

Bu nedenle, Hukuk Genel Kurulu’nun bozma kararının kaldırılarak, direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle onanması gerekir.

SONUÇ: Davalı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Hukuk Genel Kurulu’nun 15.12.2010 gün ve 2010/6-572 E., 2010/656 K. sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA; yerel mahkeme direnme hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 29.04.2011 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI Dava önalım hakkı nedeniyle davalıya satılan payların iptal ve tescili istemine ilişkindir.

Somut olayda davacılar, önalım hakkına konu edilen taşınmazın paydaşlarından Saadet ve Rabia Uluca’nın kendilerinden sonra gelen mirasçıları sağ olduğu halde paylarını sağ olan kız kardeşlerinin çocuklarından Cumhur Hasoğlu’na satmaları üzerine önalım hakkı nedeniyle davalıya satılan payların iptali ile adlarına tescilini istemiştir.

Uyuşmazlık, davalının bir kimsenin payını mirasçısına satması halini düzenleyen 27.03.1957 tarih 12/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında bahsedilen akraba kapsamında kalıp kalmadığı noktasındadır.

Bilindiği gibi önalım hakkı taşınmaz mülkiyetinin takyitlerinden olup paylı taşınmazda payı olan şahsa diğer payın üçüncü bir şahsa satılması halinde o pay alıcıya neye mal olmuş ise o miktar ile belli süre içinde öncelikle satın alma yetkisi veren ayni bir haktır. Yasa ile düzenlendiğinden gücünü ve kaynağını doğrudan yasadan alır. Payın satılması ile doğar. Mülkiyet hakkını kısıtlar. Önalım hakkı gerçek satışlar için söz konusudur. Satım sözleşmesi dışındaki temliklerde yani hibe ve trampada önalım hakkı kullanılamaz. Ancak tapudaki işlemin tarafları bir paydaşın önalım hakkını ortadan kaldırabilmek için işlemde muvazaa yapıp satışı hibe, hibeyi satış veya satışı trampa şeklinde gösterebilirler. Bu gibi hallerde satım sözleşmesinin tarafı olan kişinin kendi muvazaasına dayanamayacağı konusunda da hiçbir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

27.03.1957 tarih 12/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ise satım sözleşmesinin tarafı olan kişinin kendi muvazaasına dayanamayacağı kuralının bir istisnası olup, bir kimsenin mirasçısına taşınmazın payını ileride ona bırakacağı malları dikkate alarak temlik etmesi veya hibede bulunması fakat bu işlemi tapuda satış göstermesi durumunu düzenlemektedir. Dairemiz önceleri, önalım hakkı gerçek satışlar için kabul edildiğinden bir paydaşın payını kendisine mirasçı olarak kişiye satması halinde dahi önalım hakkının tanınması görüşündeydi, ancak daha sonra payın müstakbel mirasçıya yapılan pay satışlarında önalım hakkının tanınmayacağı şeklinde tam aksi yönde bir karar verilince içtihadı birleştirme yoluna gidildi. Bu içtihadın çıkartılmasındaki temel amaç bir payın kendisine mirasçı olacak, müstakbel mirasçıya satılması halinde dairemizin iki farklı kararı olması nedeniyle önalım hakkının tanınıp tanınmayacağı meselesini bir sonuca bağlamaktadır. Dairemizin mirasçı olmayan bir akrabaya satış yapılması hakkında verdiği bir karar yoktur. Bu husus İçtihadı Birleştirme Kararının amaç kısmında payın kendisine mirasçı olacak, müstakbel mirasçıya satılmış olması ibareleriyle özellikle vurgulanmıştır. İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçe kısmında önalım hakkının tarifini yapmış, yasa koyucunun önalım hakkını düzenlerken takip ettiği gayenin taşınmazın parçalanmasını önlemek, paydaşlar arasında öteden beri mevcut münasebeti devam ettirerek araya yabancı bir şahsın girmesine mani olmak şeklinde açıklamış, dayandığı esasın paydaşın temlik hakkını bu satım sözleşmesi ile sınırlamak olduğunu belirtmiştir. Bundan sonra miras hukuku ile ilgili amaçlar veya bağışlama gibi düşüncelerle kendi evladına veya akrabasına satış yapması halinde önalım hakkının cereyan edip etmeyeceğini açıkladığı kurallar ve esaslar çerçevesinde düşünmüştür. İçtihadı Birleştirme Kararında irdelenen Federal Mahkeme kararları ve yabancı hukuk alimlerinin ortak düşüncesi müstakbel miras hissesine mahsuben varise yapılan satışlarda önalım hakkının kullanılamayacağıdır. Bu karar ve görüşlerin tümü müstakbel miras hakkından söz etmektedir. İsviçreli şairlerden Wieland, malikin hemşiresinin çocuğu tabirini kullanmışsa da elimizde tam metin olmadığından kardeşin yasal mirasçısının olup olmadığı bu nedenle mi payın yeğene satıldığı anlaşılamamaktadır.

Uyuşmazlığa konu edilen İçtihadı Birleştirme Kararları birçok Türk Hukuk Profesörleri tarafından da inceleme ve araştırma konusu yapılmıştır. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi profesörlerinden F. Necmettin Feyzioğlu’nun doçentlik tezi şufa hakkı isimli eserinde konu müstakbel mirasın önceden verilmesi vs. gibi miras hukukuna müteferri maksatların hakim olduğu temlikler başlığı altında 260-272. sahifelerde detayları ile incelenmiştir. Prof. Şükran Tamam Şıpka, Prof. Fikret Arık, Tahir Sebük’ün de görüşlerine göre bu temlik çeşidi miras hissesinin peşinen verilmesi amacını taşır. Bu nedenle miras yolu ile intikal hükümlerine tabi olması gerekir. Akraba kavramını miras hukuku anlamında mirasçılık sıfatını taşıyan akrabalar olarak anlamak gerekir. Çünkü mirasçı sıfatını taşımayan diğer akrabalara yapılan satışta miras endişesi yaşanmaz. Miras hukuku ancak mirasçı olan akrabayı ilgilendirir. Her akraba mirasçı olmayabilir. Bu görüşlerden yola çıkılacak olursa İçtihadı Birleştirme Kararı’ndaki bu düzenleme önalım hakkının engellenmesi ve kanunun dolanılması açısından en elverişli zemini hazırlamaktadır. Akraba kavramının gereksiz yere genişletilmesi, uzaktan yakından herkesin akraba olduğunu ileri sürmesine ve tarafı olduğu satış işleminin muvazaalı olduğunu savunması yol açar, önalım hakkı kullanılamaz bir hale getirebilir.

Sonuç olarak, davalı paylı mülkiyete tabi taşınmazda pay satın almıştır. Davacılarda aynı taşınmazda paydaş olup, yasanın kendilerine sağladığı önalım (öncelikle alma) hakkını kullanarak davalının satın aldığı payların iptalini istemişlerdir. Davacıların satış işlemi ile doğmuş olan önalım hakları bu çeşit bir savunmaya itibar edilerek ortadan kaldırılamaz. Satış tarihi itibariyle satıcı teyzelerin davalı yeğenlerinden önce gelen mirasçısı sağ olup davalı, hiçbir şekilde teyzelerine mirasçı olamaz. Bu nedenle İçtihadı Birleştirme Kararı’nda bahsedilen akraba kapsamı dışında kalacak, 3. kişi durumuna düştüğünden de hibe savunmasında bulunamayacaktır. Dairemizin tapudaki satış işleminin tarafları arasında doğrudan miras payı bulunmadığından önalım hakkının tanınması gerektiği yolundaki çoğunluk bozma kararı ve Hukuk Genel Kurulu’nun direnme kararının bozulmasına ilişkin oyçokluğu ile verdiği kararı doğru ve isabetlidir.

Dairemiz ve Hukuk Genel Kurulu 27.03.1957 tarih 12/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’na aykırı bir karar vermemiştir. Sadece İçtihadı Birleştirme Kararı’nda sözü edilen akraba sözcüğüne gerekçeleriyle birlikte açıklamalar getirilmiş, akrabadan amaçlananın mirasçı durumunda olan akraba olduğu belirtilmiştir. Hukuk Genel Kurulu’nca da akrabalık kavramı tartışılmış, yukarıda ayrıntılarıyla açıkladığımız savunma ve gerekçelerimiz benimsenerek direnme kararı oyçokluğu ile bozulmuştur.

Mahkemenin daha önce tartışılan direnme gerekçeleri, karar düzeltme nedeni olarak tekrar ileri sürülmüştür. Olayda HUMK’nun 440/1. maddesinde dört madde olarak gösterilen karar düzeltme nedenleri bulunmamaktadır. Hukuk Genel Kurulu’nun kararından dönmesini gerektiren hiçbir neden yoktur. Açıkladığım tüm bu nedenlerle sayın çoğunluğun karar düzeltme isteminin kabulüne ilişkin kararına katılmıyor, karar düzeltme isteminin reddine karar verilmesi gerektiğini düşünüyorum.