1. Anasayfa
  2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 2013/2-473 K: 2014/92 T: 12.2.2014


Dava konusu konut, tarafların Türkiye’de bulundukları sürece ortak yaşam faaliyetlerini sürdürme ve oturma ihtiyacı için kullanıldığına, tarafların Türkiye’de bu amaçla kullandıkları başka bir konutları bulunmadığına göre, Türkiye’de iken kullandıkları tek konut olan dava konusu yerin, aile konutu olarak özgülendiğinin (TMK m. 194) kabulü gerekir.

DAVA: Taraflar arasındaki “aile konutu şerhi konulması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri 2. Aile Mahkemesince davanın reddine dair verilen 03.03.2011 gün ve 2010/478 E., 2011/234 K: sayılı kararın incelenmesi davacı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 13.02.2012 gün ve 2011/8866 E., 2012/2400 K: sayılı ilamı ile;

(… Davacı, mülkiyeti davalı eşine ait olan (3) parselde kayıtlı taşınmazın tapu kaydı üzerine aile konutu şerhi konulmasını istemiştir. İstek Türk Medeni Kanunun 194/3. maddesine dayalıdır. Kayseri 3. Aile Mahkemesinin 2009/961 esas sayılı dosyasında yapılan keşifte, taşınmazın tapu sicilinde “arsa” olarak kayıtlı olmakla birlikte zemininde dubleks bir konutun mevcut olduğu davacı ve ailesinin İsviçre’de çalıştıkları Türk vatandaşı oldukları, yaz tatillerinde Türkiye’ye geldiklerinde bu konutta kaldıkları ve konutun aile konutu olduğu belirlenmiştir. Konutun hak sahibi olan davalı tarafından eşinin rızası hilafına kiraya verilmiş olması, aile konutu olduğu gerçeğini değiştirmez. Şerh, malikin temlik hakkını kısıtlayıcı bir işleve sahiptir (Tapu Sicili Tüzüğü m. 57/d). Kaldı ki konut kiraya verildikten kısa bir süre sonra da kiracı tarafından boşaltılmıştır. Taşınmazın üzerinde eylemli olarak binanın mevcut olduğu belirlendiğine ve bu binanın aile konutu olduğu tespit edildiğine göre, tapuda cinsinin “arsa” olarak gösterilmiş olması, Türk Medeni Kanununun 194/3. maddesi anlamında aile konutu şerhi verilmesine de engel değildir. Bu bakımdan istek çerçevesinde karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR: Dava, TMK: 194/3. maddesi gereğince koca adına kayıtlı taşınmazın tapu kaydı üzerine aile konutu şerhi konulması istemine ilişkindir.

Davacı, ailece yurtdışında yaşadıklarını, davalı eş adına kayıtlı Kayseri ili, Melikgazi ilçesi, Hisarcık Köyü, 97 pafta, 305 ada, 3 parselde bulunan konutu yaz dönemlerinde izne geldiklerinde kullandıklarını, konutun aile konutu olduğu belirterek taşınmaz kaydına aile konutu şerhi konulmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; tarafların İsviçre ‘ de ikamet ettiklerini, dava konusu taşınmazın aile konutu olmadığını savunmuştur.

Mahkemece, tarafların ikamet ettikleri yerin İsviçre olduğu, Türkiye’de, dolayısıyla Kayseri’de ikametlerinin bulunmadığı, dava konusu taşınmazda bulunan meskenin izin dönemlerinde kullanıldığı, sürekli konut olarak kullanılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, önceki kararda direnilmiş; hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık İsviçre’de çalışan tarafların, yaz tatillerinde Türkiye’ye geldiklerinde kaldıkları konutun aile konutu olarak kabul edilip edilemeyeceği, buradan varılacak sonuca göre de, koca adına kayıtlı dava konusu taşınmaz üzerine aile konutu şerhi konulması isteminin kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Somut olayın çözümüne katkıda bulunması açısından, aile konutu ile ilgili kimi kavram ve özelliklerin ortaya konulması ve olayın bu çerçevede değerlendirilmesinin yapılması gerekmektedir.

Aile konutu, Türk Medeni Kanunu (TMK) düzenlemesi içinde değişik maddelerde (m. 240, 254, 279, 652) yer alsa da, konuyla ilgili temel düzenleme m. 194’de yer almıştır. Düzenlemeye göre; eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemeyecek, aile konutunu devredemeyecek veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamayacaktır. Böylece, kural olarak eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlemi yapmaları serbestîsi Türk Medeni Kanunu felsefesi içinde kabul edilmişken (m. 193), aile konutu ile, bu kurala ayrı bir istisna getirilmiş ve aile konutunun devri, konut üzerindeki hakların sınırlandırılması esası kabul edilmiştir. Düzenleme ile malik olmayan eşe, aile konutu ile ilgili tapu kütüğüne şerh verilmesini isteme hakkı tanınmıştır (TMK m. 194/3).

Konunun anlaşılması bakımından aile konutunun amacı, önemi, tanımı, kapsam ve unsurlarının/özelliklerinin bilinmesinde yarar bulunmaktadır.

Aile konutu, kaynağını Anayasa m. 41’den alan, ailenin korunmasını amaçlayan düzenlemelerden birisidir. Gerçekten özellikle evlilik birliğinin eşler açısından iyi gitmediği zamanlarda malik olan eşin, diğer eşi cezalandırmak amacıyla, ilk işinin ailenin yaşadığı konutu elden çıkarmak olduğunu tecrübeler göstermektedir. Bu nedenle TMK’nun 194. maddesi ile genel olarak aile, özelde ise malik olmayan eş ve çocuklar korunmak istenmiştir (AYAN, Serkan: Evlilik Birliğinin Korunması, Ankara 2004, s. 71).

Ailenin korunması, birliğin devamı için aile konutu oldukça önemli bir müessesedir. Aile konutunun önemi; ailenin tüm üyelerinin malik olmadıkları halde, konuta zilyet bulunmasında (ACABEY, Beşir: Evlilik Birliğinde Yasal Mal Rejimi, İzmir 1998, s. 62-63) yatmaktadır. Düzenleme ile malik olmayan eşe de aile konutu üzerinde söz hakkı tanınmakta ve bu konut üzerinde malik olan eşin işlemleri için diğer eşin rızası zorunlu hale getirilmektedir. Öyle ki, evlilik birliğinin eşlerden birisinin ölümü nedeniyle sona ermesi halinde dahi aile konutunun, katılma alacağına (TMK m. 240) veya miras hakkına (TMK m. 652) mahsuben sağ kalan eşe özgülenmesi kabul edilmiştir.

Kanunda bir aile konutu tanımı yapılmamıştır. Kanun koyucunun bu davranışının bilinçli olduğu açıktır. Zira, aile konutunun niteliklerinin uygulanmada şekilleneceği, her somut olayın özellikleri ve öznel nitelikleri göz önüne alınarak çözüme gidileceği düşünülmüştür (NEBİOĞLU ÖNER, Şebnem: “Aile Konutunun Özellikleri, Unsurları, Koruma Süresi ve Koruma Nedenleri”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Kasım-Aralık 2011, Sayı 97, s. 121). Öğretide aile konutu ile ilgili olarak; eşlerin birlikte seçtikleri, varsa çocuklar gibi diğer aile üyeleri ile birlikte eylemli olarak yaşadıkları konut (AKINTÜRK, Turgut/ATEŞ KARAMAN, Derya: Türk Medeni Hukuku: Aile Hukuku, C. 2, 15. Bası, İstanbul 2013, s.121); sürekli olarak barınma ihtiyacını karşılayan ve ailenin hayat merkezini oluşturan konut (DOĞAN, Murat: “ Medeni Kanunun Getirdiği Yeni Bir MüessesE: Aile Konutu”, AÜEHFD, C. VI, Sayı 1-4, Y. 2002, s. 286); eşlerin yaşamsal ilişkilerinin, işlerinin ve hayatlarının odak noktası olarak seçtikleri ve eylemli olarak-varsa-çocuklarıyla birlikte yaşadıkları müşterek konut (AYAN, s. 61); eşlerin evlilik birliğinin devamı sırasında, ortak hayatı sürdürmenin gerektirdiği, bir yerde aile olarak birlikte oturma gereksiniminin karşılanmasında kullanılmak üzere seçtikleri, bu suretle aile hayatının merkezi haline getirdikleri, konut niteliği taşıyan yer (DURAL, Mustafa/ÖĞÜZ, Tufan/GÜMÜŞ, Alper: Türk Özel Hukuku C. III: Aile Hukuku, İstanbul 2005, s. 204) şeklinde tanımlamalar yapılmıştır.

Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere, aile konutunun unsurları; aile, konut ve ailenin yaşam faaliyetlerinin yoğunlaştığı yer olarak belirlenebilir (AYAN, s. 63). Bir konutun aile konutu olarak nitelendirilmesi için ailenin ortak kullanımına hizmet etmesi yeterlidir (ACAR, FaruK: Aile Hukukumuzda Aile Konutu Mal Rejimleri ve Eşin Yasal Miras Payı, 3. Bası, Ankara 2012, s. 20).

Aile konutunun tanımlaması içinde, aile konutunun temel unsurlarından birisi eşlerin yaşam faaliyetlerinin yoğunlaştığı yer olarak kabul edilmektedir (DURAL/ÖĞÜZ/GÜMÜŞ, s. 204; NEBİOĞLU ÖNER, s. 121-122; AYAN, s. 66). Nitekim Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü 2002/7 sayılı “4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu” Konulu Genelge’sinde; “aile konutunun, eşlerin bütün yasam faaliyetlerini gerçekleştirdiği ve düzenli yerleşim amacıyla kullandıkları mekânları ifade ettiği” belirtilmiştir.

Konutun aile konutu olma kriterleri, fiziksel niteliğinden çok aile üyelerince yaşam merkezi haline getirilmesi; öznel olarak bu amaca tahsis edilmesi yanında, nesnel olarak da bu niteliğinin üçüncü kişilerce biliniyor olması gerekir (GÜMÜŞ, Mustafa Alper: Türk Medeni Kanunu’nun Getirdiği Yeni Şerhler, Ankara 2003, s. 34; NEBİOĞLU ÖNER, s. 129). Bu noktada taşınmazın eylemli olarak kullanılmasından maksadın, “sürekli ve kesintisiz olarak kullanma” olmadığını ifade etmek gerekir. Nitekim uygulamada, eşlerin eylemli olarak ayrı yaşamaları halinde, aile konutunun bu niteliğinin devam edeceği kabul edilmektedir. Öte yandan, az yukarıda değinildiği üzere, evlilik birliğinin ölümle sona ermesi halinde dahi aile konutunun bu özelliği, “aile konutunun sağ kalan eşe özgülenmesi” (TMK: m. 240, 652) bağlamında önem arzetmektedir.

Yerel Mahkeme’nin gerekçesinde tutunduğu “yerleşim yeri” kavramı açısından, yerleşim yeri ile aile konutu ilişkisi üzerinde de durmak gerekir. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, bu iki müessesenin birbirine karıştırılmaması gerekmektedir. Hiç kuşkusuz aile konutu ile yerleşim yerinin unsurları bakımından çakışan noktalar bulunmakta ise de (NEBİOĞLU ÖNER, s. 134), aynı kavramlar değildirler. Aile konutu denildiğinde, kavram içindeki “konut”un, eşlerin barınma amaçlı kullandıkları, çoğunlukla bir yapı, yani kapalı bir yeri ifade ettiği söylenebilir. Öğretide konut, “eşlerin düzenli olarak yerleşim amacıyla kullandıkları kapalı mekan” olarak tanımlanırken (KILIÇOĞLU, Ahmet M.: Türk Medeni Kanunu’nda Diğer Eşin Rızasına Bağlı Hukuksal İşlemler ve Yasal Alım Hakkı, Ankara 2002, s. 8) tanımlamadaki “yerleşim” ifadesinin, yerleşim yeri değil “barınma” anlamında kullanıldığı açıktır. Yerleşim yeri konusunda ise tanımlama doğrudan Türk Medeni Kanunu tarafından yapılmış olup, buna göre; “yerleşim yeri bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu yerdir” (TMK m. 19/1). Görüldüğü üzere, aile konutunun sürekli olması koşulu bulunmadığı halde (HGK: 28.09.2011, 2011/2-447, 556) yerleşim yerinde “süreklilik” esası kabul edilmiştir. Bu açıdan bakıldığında, aile konutu her zaman yerleşim yeri olmayabilir (ŞIPKA, Şükran: Türk Medeni Kanunu’nda Aile Konutu ile İlgili İşlemlerde Diğer Eşin Rızası (TMK m. 194), İstanbul 2002, s. 68). Esasen zorunlu nedenlerle eşlerden birisinin farklı yerleşim yeri edinmesi halinde (TMK m. 197/1; 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun m. 4/1-b) dahi eşlerden birisinin yerleşim yerinin değişmesine karşın aile konutu değişmemektedir. Eş söyleyişle, yerleşim yeri değişen eş açısından, aile konutunun bu niteliği aynı devam etmektedir. Öte yandan “bir kimsenin aynı zamanda birden çok yerleşim yeri olamayacağı” ilkesi (TMK m. 19/2) kabul edilmişken, aynı sınırlama aile konutu konusunda getirilmemiştir.

Eldeki olay itibariyle “aile konutunun tekliği” sorunu üzerinde de durmak gerekmektedir. Aile konutunun, eşlerin yaşam faaliyetlerinin yoğunlaştığı yer olması konusu bakımından eylemli olarak sürekli ve kesintisiz oturmanın şart olmadığı kabul edilmekle birlikte, aile konutunun tekliği açısından konu uygulama ve öğretide tartışmalıdır. Aslında kanun koyucu bu tartışmaların yaşanacağını önceden görmüş olmalı ki, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu daha tasarı aşamasında iken, oluşturulan alt komisyon tarafından aile konutunun tekliği prensibinin, maddeye ayrı bir fıkra olarak “aileye ancak bir konut özgülenebilir” şeklinde eklenmesi teklif edilmiştir (KILIÇOĞLU, , s. 14, dipnot 18). Ancak, teklif kabul edilmeyerek, Madde şimdiki hali ile yasalaşmıştır.

Unsurlardan yola çıkarak, kural olarak aile konutunun tekliğinin esas olduğunu söylemek mümkündür. Ne var ki, yine aynı unsurların bulunması şartıyla, aile tarafından birden fazla konutun aile konutu olarak özgülenmesine, eş söyleyişle ailenin birden fazla konutta yaşam faaliyetlerini yoğunlaştırmasına yasal bir engel de bulunmamaktadır (AYAN, s. 68). Gerçekten Yasa’da aile konutu sayı olarak sınırlandırılmamıştır.

Belirtmek gerekir ki, bu gün gelinen noktada ikincil nitelikteki konutlar (yazlık, yayla evi, dağ evi, karavan gibi) aile konutu olarak kabul edilmemekte ise de (AKINTÜRK/ATEŞ KARAMAN, s. 121; DOĞAN, s.286; DURAL/ÖĞÜZ/GÜMÜŞ, s. 205) ikinci konutun -duruma göre- aile konutu olarak nitelendirilmesinin mümkün olduğu kabul edilmektedir. Kimi istisnai hallerle sınırlı tutulan aile konutunun birden fazla olabileceğinin kabulü (ACAR s. 32; ŞIPKA, s. 82; Krş. DURAL/ÖĞÜZ/GÜMÜŞ, s. 205) “ailenin yaşam faaliyetlerinin birden fazla yerde yoğunlaşması” hali ile izah edilmektedir. Bu yoğunlaşma da çeşitli nedenlerle olabilmektedir. Sözgelimi, eşlerin farklı yerlerde çalışmaları, çocukların eğitimi, zorunlu tayinler ve sağlık gibi nedenler birden fazla konutun aile konutu olarak özgülenmesini gerektirebilmektedir (ŞIPKA, s. 79). Bu örnekler bağlamında, yabancı ülkede çalışan ve o ülkede yaşayan Türk ailelerin, yılın belirli bir dönemini Türkiye’de geçirmeleri halinde, Türkiye’ye geldiklerinde kalma amacıyla düzenli olarak kullandıkları bir konutun, aile konutu sayılması gerektiği kabul edilmektedir (ŞIPKA, s. 80). Şu halde, yurt dışında yaşayan bir ailenin, Türkiye’ye geldiğinde kullandığı tek konutu, diğer unsurların da bulunması koşuluyla, aile konutu olarak kabul edilmelidir. Nitekim aynı ilke Hukuk Genel Kurulu’nun 28.09.2011 gün ve 2011/2-447, 556 sayılı kararında da benimsenmiştir.

Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde somut olay irdelendiğinde; dava konusu taşınmaz davalı koca adına kayıtlıdır. Taraflar yurtdışında çalışmakla birlikte, her yıl ailece Türkiye’ye izne gelerek, yine ailece dava konusu konutu kullandıkları konusunda çekişme bulunmamaktadır. Ailenin dava konusu taşınmazı salt bu amaca özgülediği ve kiraya vermediği ya da başka bir amaçla kullanmadığı toplanan delillerden anlaşılmıştır. Dava konusu konut, tarafların Türkiye’de bulundukları sürece ortak yaşam faaliyetlerini sürdürme ve oturma ihtiyacı için kullanıldığına, tarafların Türkiye’de bu amaçla kullandıkları başka bir konutları bulunmadığına göre, Türkiye’de iken kullandıkları tek konut olan dava konusu yerin, aile konutu olarak özgülendiğinin (TMK m. 194) kabulü gerekir.

Açıklanan bu nedenlerle, Yerel Mahkemece, aynı yönlere işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile; direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 1086 sayılı HUMK’nun 440/1.maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12.02.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.