Davacı Kurum, davalının eşine yapılan ödemelerin yersiz olduğu ve bu ödemelerden davalının da sorumlu olduğu gerekçesiyle zararın tahsilini haksız fiil hükümlerine göre sigortalı dışında üçüncü kişiden talep etmektedir. Bu hâliyle haksız fiil hükümlerinden kaynaklanan eldeki davada kanunlarda aksine bir düzenleme de bulunmadığından davanın iş mahkemesinde değil genel mahkemede görülmesi gerekmektedir.
Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Adana 2. İş. Mahkemesince davanın reddine dair verilen 18.05.2012 tarih ve 2012/346 E., 2012/326 K. sayılı kararın, davacı vekili tarafından temyizi üzerine Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 29.04.2014 tarih ve 2013/12303 E., 2014/9655 K. sayılı kararı ile;
“…Dava, itirazın iptali ile icra inkar tazminatının davalıdan tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece ilamında belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir.
1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda; yazılı, sözlü, basit ve seri olmak üzere dört yargılama usulü düzenlenmiş iken 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda yazılı ve basit yargılama usulleri düzenlenmiştir.
Bir davada hangi yargılama usulünün uygulanacağı uyuşmazlığın niteliği veya davanın görüleceği mahkemeye göre belirlenmektedir. Bu bağlamda; 5510 sayılı Kanunun 101’inci maddesinde, anılan Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili çıkan uyuşmazlıkların çözümlenmesinde İş Mahkemelerinin görevli olduğu belirtilmiş, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7’nci maddesinde ise, İş Mahkemelerinde sözlü yargılama usulünün uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447’nci maddesindeki diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hallerde bu Kanunu’nun basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerinin uygulanacağına ilişkin hüküm karşısında; artık, iş mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanması gerekecektir.
Yazılı yargılama usulü 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda ayrıntılı olarak düzenlenmiş, basit yargılama usulü ise temel özellikleriyle kaleme alınmış, 322/1’inci maddesinde basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hâllerde, yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanacağı belirtilmiştir. (Hakan Pekcanıtez, Oğuz Atalay, Muhammet Özekeş, Medeni Usul Hukuku, 12. Baskı, Ankara 2011, s.586).
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 320’nci maddesinin birinci fıkrasında “mümkün olan hallerde” mahkemenin tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verebileceği öngörülmüş, ancak “mümkün olan haller”in neler olduğu madde metninde sayılmamıştır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hukuki Dinlenilme” başlıklı 27’nci maddesi, T.C. Anayasası’nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36’ncı maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkına ilişkin 6’ncı maddesi nazara alındığında “bir dava hakkında karar verilirken duruşma yapılması esastır.” Gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ve gerekse Yargıtay ve doktrinin kabulü de bu yöndedir. Duruşma yapılmasında amaç, tarafların iddia ve savunmalarını yazılı beyanlar dışında bir kez de sözlü olarak hâkime aktarmalarına imkan tanıyarak, hâkime de bu iddia ve savunmalarda açık olmayan, tereddüt oluşturan konularda soru sormasını sağlamaktır. Tecrübeler bu uygulamanın uyuşmazlıkların sağlıklı çözümü için büyük önem taşıdığını, taraflar ve hâkimin yüz yüze gelmesinin gerçeğe erişimi kolaylaştırdığını göstermektedir.
Ayrıca, davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
Yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını mahkemenin açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini içeren bu hakkın ve yargılamanın aleniliği ilkelerinin gerçekleşmesinin en önemli aracı duruşma yapılmasıdır.
Duruşma yapılmaksızın dosya üzerinden karar verilmesi ise istisna olup, ancak bu konuda kanuni dayanak bulunması halinde mümkündür. Eş deyişle; ancak hukukun izin verdiği “ihtiyati tedbir, ihtiyati haciz, delil tespiti, İcra ve İflas Kanunu’nun 17 ve 18’inci maddelerinde öngörülen şikâyet davaları” gibi durumlarda dosya üzerinden karar verilebilir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 320/1’inci maddesi hükmünün de bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiği açıktır.
Öte yandan; Hukuk Muhakemeleri Kanunu, hukuk yargılama usulüne önemli bir yenilik olarak “ön inceleme” müessesesini getirmiştir. Kanun gerekçesinden “…yargılamanın gecikme sebebi olarak gösterilen, mahkemelerce tam hazırlık yapılmadan tahkikata başlanılmasını” engellemek amacına yönelik olduğu anlaşılan bu müessese ile; tarafların iddia ve savunmalarına ilişkin dilekçelerin verilmesinin ardından, ancak tahkikat aşamasına geçilmeden önce, ama bu aşamaya hazırlık niteliğinde tarafların sulhe teşviki, delillerin toplanması ve sunulması için gerekli işlemlerin yapılması, tarafların anlaştıkları ya da uyuşmadıkları konuların tespiti ve dava şartları ile ilk itirazların değerlendirilerek sonuca bağlanması ön incelemenin kapsamını oluşturmaktadır. Bu nedenle mahkeme ön inceleme için bir gün tespit ederek taraflara tebliğ edecektir.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulduğunda; eldeki davada, ön inceleme ve tahkikata ilişkin duruşma açılmaksızın dosya üzerinde karar verilmiş olması isabetsizdir.
O hâlde, temyiz eden davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkili kurumdan aylık alan Yadigar Güven’in eşinden boşandığı hâlde birlikte yaşadığının tespit edilmesi nedeniyle aylığın kesildiğini, tarafına 10.177,75TL yersiz ödeme yapıldığını, boşandığı hâlde birlikte yaşadığı tespit edilen eşlerin yersiz ödenen aylıklardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu, yersiz ödenen aylıkların tahsili amacıyla icra takibi başlatıldığını, borçlu davalının ise borca haksız ve kötüniyetli olarak itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptali ile %40 oranında icra inkâr tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, yargılamaya katılmamıştır. Mahkemece, davalının eski eşi Yadigar Güven’in, eşinden boşandığı hâlde fiilen birlikte yaşadığı gerekçesiyle SGK’dan aldığı maaşının iptal edildiği, ödenen maaşların tahsili için davalı ve eski eşi Yadigar Güven hakkında icra takibi başlatıldığı, ödemelerin davalıya değil eski eşi Yadigar Güven’e yapıldığı, davalının, eşinin borcundan sorumlu olacağına ilişkin yasal düzenlemenin bulunmadığı, davalı hakkında takip başlatılmasının usulsüz olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 320/1. maddesi uyarınca basit yargılama usulünde duruşma açılmadan karar verilmesinin mümkün olduğu, deliller toplanmış olduğu için duruşma yapılmasının sonucu değiştirmeyeceği durumlarda duruşma açılmadan karar verilebileceği ve bu suretle duruşma açılmadan karar verilerek hem davacının süre kaybetmesi hem de gereksiz masraf yapmasının önlendiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda basit yargılama usulüne tabi olan davada 6100 sayılı HMK’nın 320. maddesi uyarınca, taraflar duruşmaya davet edilmeden dosya üzerinden karar verilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, uyuşmazlığın niteliği dikkate alındığında, görevli mahkemenin İş Mahkemesi mi, yoksa Asliye Hukuk Mahkemesi mi olduğu hususu, ön sorun olarak değerlendirilmiştir.
Ön sorunu oluşturan görev konusunda aşağıdaki açıklamaların yapılmasında fayda bulunmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki genel anlamda bir mahkemenin görevi belirli bir davaya, dava konusunun niteliği veya değerine göre o yerdeki aynı yargı koluna ait ilk derece mahkemelerinden hangisi tarafından bakılabileceğini belirtir.
Bilindiği üzere, ilk derece mahkemeleri genel mahkemeler ve özel mahkemeler olarak ikiye ayrılmışlardır. Hangi davalara özel mahkemelerde, hangi davalara genel mahkemelerde bakılacağı ve genel mahkemelerde bakılacak davalardan hangilerine asliye hukuk mahkemesinde, hangilerine sulh hukuk mahkemesinde bakılacağı hususuna görev, bunu düzenleyen kurallara da görev kuralları denir. Genel mahkeme ile özel mahkeme arasındaki ilişkinin bir görev ilişkisi olduğu ve görevle ilgili kuralların kamu düzenine ilişkin bulunduğu konusunda öğretide ve uygulamada duraksama yoktur.
Genel mahkemelerin bakacakları davalar belirli kişi ve iş gruplarına göre sınırlandırılmamış olup, aksi belirtilmedikçe medeni yargılama hukukuna giren her türlü işe bakmakla görevlidirler. Açık kanun hükmü ile özel mahkemelerde görüleceği belirtilmemiş olan bütün davalar genel mahkemelerin görevine girer (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 2001, Cilt 1, s.164).
Buna karşılık özel mahkemeler, belirli kişiler arasında çıkan veya belirli uyuşmazlıklara bakmakla görevlidir. Diğer bir ifadeyle, özel mahkemeler özel kanunlarla kurulmuş olup özel kanunlarda belirtilen davaları yürütür.
Genel mahkemelerin kuruluşunda olduğu gibi özel mahkemelerin (veya ihtisas mahkemelerinin) kuruluşu da mutlaka ayrı (özel) bir kanun hükmü ile düzenlenir. Özel mahkemelerin kuruluşunun tabii hâkim ilkesine aykırı düşmeyeceği 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 37. maddesinde belirtilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 136. ve 142. maddelerinde mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişleri ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği hükme bağlanmıştır. Mahkemelerin görevi kıyas veya yorum ile genişletilemez ya da değiştirilemez. Kanunda açıklık bulunmayan durumlarda görev genel mahkemelere aittir (5.12.1977 tarih ve 1977/4 E., 1977/4 K. sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı gerekçesinden).
6100 sayılı HMK’nın 1. maddesi uyarınca mahkemelerin görevi kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar kamu düzenine ilişkin olup HMK’nın 114/1-c maddesine göre mahkemenin görevli olması dava şartıdır. HMK’nın 115. maddesine göre ise dava şartlarının mevcut olup olmadığı, taraflarca ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden gözetilir.
Bu nedenle, dava açılırken dayanılan hukuki ve maddi olguların göreve etkili olduğu durumda öncelikle hukuki nitelemenin yapılması ve sonucuna göre mahkemenin görevsiz olduğu kanısına varılırsa dava dilekçesinin usulden reddine karar verilmelidir. Görev nedeniyle reddi kararında görevli mahkemenin hangi mahkeme olduğu belirtilmeli ve dava dosyasının bu görevli mahkemeye gönderilmesine karar verilmelidir (HMK m.20).
İş mahkemelerinin görevi dava tarihinde yürürlükte olan mülga 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesinde belirtilmiş olup;
“İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle (o kanunun değiştirilen ikinci maddesinin Ç, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olarak lüzum görülen yerlerde iş mahkemeleri kurulur.
Bu mahkemeler:
A) (Mülga: 18/10/2012-6356/81 md.)
B) İşçi Sigortaları Kurumu ile sigortalılar veya yerine kaim olan hak sahipleri arasındaki uyuşmazlıklardan doğan itiraz ve davalara da bakarlar” şeklinde düzenlenmiştir.
5521 sayılı mülga İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca işçi sayılan kimselerle (Kanunun değiştirilen 2. maddesinin C, D ve E fıkralarında istisna edilen işlerde çalışanlar hariç) işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanununa dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuki uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde çözümlenecektir. İş mahkemeleri ayrıca, 5018 sayılı Kanunun 4/E fıkrasına göre sendikaların açacakları ve bu sıfatla aleyhine açılacak hukuk davalarına İşçi Sigortaları Kurumu ile Sigortalılar veya yerine kaim olan hak sahipleri arasındaki uyuşmazlıklardan doğan itiraz ve davalara da bakacaklardır. Diğer taraftan özel kanunlardaki özel düzenlemeler nedeniyle 2821 sayılı Sendikalar Kanunu, Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu, 854 sayılı Deniz İş Kanunu, 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunundan doğan uyuşmazlıklar da İş Mahkemelerinde görülecektir.
506 sayılı (mülga) Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 134. maddesinde Kanun’un uygulanmasından doğan uzlaşmazlıkların yetkili iş mahkemelerinde veya bu davalara bakmakla görevli mahkemelerde görüleceği düzenlenmiştir. Ayrıca 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 101. maddesinde de benzer bir düzenlemeye gidilmiş ve Kanun’da aksine hüküm bulunmayan hâllerde, 5510 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıkların iş mahkemelerinde görüleceği belirtilmiştir.
Diğer taraftan 25.10.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5. maddesinde iş mahkemelerinin görevi düzenlenmiş olup;
“İş mahkemeleri;
a) 5953 sayılı Kanuna tabi gazeteciler, 854 sayılı Kanuna tabi gemi adamları, 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanununa veya 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun İkinci Kısmının Altıncı Bölümünde düzenlenen hizmet sözleşmelerine tabi işçiler ile işveren veya işveren vekilleri arasında, iş ilişkisi nedeniyle sözleşmeden veya kanundan doğan her türlü hukuk uyuşmazlıklarına,
b) İdari para cezalarına itirazlar ile 5510 sayılı Kanunun geçici 4′ üncü maddesi kapsamındaki uyuşmazlıklar hariç olmak üzere Sosyal Güvenlik Kurumu veya Türkiye İş Kurumunun taraf olduğu iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklara,
c) Diğer kanunlarda iş mahkemelerinin görevli olduğu belirtilen uyuşmazlıklara, ilişkin dava ve işlere …” şeklinde düzenlenmiştir.
Görevli mahkemenin belirlenebilmesi için öncelikle uyuşmazlığın 5510 sayılı Kanundan mı yoksa haksız eylemden mi kaynaklandığı hususunun açıklanmasında yarar vardır.
5510 sayılı Kanunun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” başlıklı 56. maddesi;
“Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a)Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hâle veya malul duruma getirdiği,
b)Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96’ncı madde hükümlerine göre geri alınır.
Eşinden boşandığı hâlde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96’ncı madde hükümlerine göre geri alınır…” şeklinde düzenlenmiştir.
5510 sayılı Kanunun 96. maddesi ile iyiniyetle veya kötüniyetle gerçekleşmesine bağlı olarak istirdadı mümkün ödeme miktarı belirlenmiştir.
Nihayet önemle belirtilmelidir ki, borç ilişkilerini düzenleyen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda) borç ilişkisinin kaynakları, diğer bir anlatımla borç ilişkisini kuran sebepler sözleşme, haksız fiil ve sebepsiz zenginleşme olmak üzere üç başlık altında düzenlenmiştir.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) “Haksız muamelelerden doğan borçlar” başlıklı 41. maddesi;
“Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.
Ahlaka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur” şeklinde düzenlenmiştir.
6098 sayılı TBK’nın “Haksız Fiillerden Doğan Borç İlişkileri” başlıklı 49. maddesi ise;
“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.
Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” şeklinde düzenlenmiştir.
Haksız fiilden kaynaklanan sorumluluk; bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu davranışı ile diğer bir kimseye verdiği zararın giderilmesini amaçlayan sorumluluk türüdür.
Haksız fiilden kaynaklanan davalarda, eğer özel kanunlarla kurulmuş özel mahkemelerin görevli olacağı kanunda açıkça belirtilmemiş ise o hâlde görevli mahkeme genel mahkemeler olacaktır.
Yukarıdaki bilgiler ışığında somut olay incelendiğinde, davacı Kurum tarafından, ölüm aylığı alan dava dışı Yadigar Güven’in, eşi olan davalıdan ölüm aylığı almak amacıyla boşandığı bu nedenle yapılan yersiz ödemelerden davalının da müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu gerekçesiyle yapılan icra takibine vaki itirazın iptali talep edilmiştir.
Davacı Kurum, davalının eşine yapılan ödemelerin yersiz olduğu ve bu ödemelerden davalının da sorumlu olduğu gerekçesiyle zararın tahsilini haksız fiil hükümlerine göre sigortalı dışında üçüncü kişiden talep etmektedir.
5510 sayılı Kanun’un 56/son ve 96. maddesi, yapılan yersiz ödemelerin hak sahibi sıfatıyla ölüm aylığı almak amacıyla boşanan eşten geri alınmasını düzenlemekte olup, davacı kurum ile davalı arasında sigortalılık ilişkisi bulunmamaktadır. Davalının eski eşi Yadigar Güven ile Kurum arasında sigortalılık ilişkisinin kurulması, davalıya 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi bağlamında herhangi bir sigortalılık statüsü kazandırmamaktadır. 5510 sayılı Kanun’un 101. maddesinde belirtildiği şekilde ve gerek mülga 5521 sayılı Kanun gerekse 7036 sayılı Kanun’un belirttiği şekilde iş mahkemelerinin görev konusuna giren bir ihtilaf bulunmadığından uyuşmazlığın haksız fiile ilişkin hükümlere göre değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu hâliyle haksız fiil hükümlerinden kaynaklanan eldeki davada kanunlarda aksine bir düzenleme de bulunmadığından davanın iş mahkemesinde değil genel mahkemede görülmesi gerekmektedir.
Hâl böyle olunca mahkemece, uyuşmazlığın çözümünde Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davacı Kurum tarafından 5510 sayılı Kanun’un 56. maddesi uyarınca bağlanan ölüm aylığının iadesinin istendiği, 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5. maddesi uyarınca Sosyal Güvenlik Kurumu’nun taraf olduğu iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda görevli mahkemenin İş Mahkemesi olduğu, bu nedenle ön sorunun bulunmadığı görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Açıklanan bu değişik gerekçe ile direnme kararının bozulması gerekmiş; bozma nedenine göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazları inceleme konusu yapılmamıştır.
SONUÇ: Yukarıda belirtilen nedenlerle direnme kararının değişik gerekçe ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma neden ve kapsamına göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 12.03.2019 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.
KARŞI OY
Dosya içeriğine göre davacı kurum, boşandığı eşi ile fiilen birlikte yaşaması nedeni ile yersiz olarak ödenen ölen babasından bağlanan aylıkların tahsili için ölüm aylığı kesilen kadın ile müşterek ve müteselsil sorumluluğu bulunduğu iddia edilen davalı boşanan eşe karşı icra takibi yapılmış, icra takibine davalının itirazı üzerine ise davacı kurum tarafından itirazın iptali istemi ile iş mahkemesine dava açılmıştır.
İş Mahkemesi tarafından, davalının sorumlu olmayacağı gerekçesi ile dosya üzerinden davanın reddine karar verilmiş, kararın temyizi üzerine ise Özel Dairece ön inceleme yapılmadan karar verilmesinin yerinde olmadığı gerekçesi ile bozulmuş, yerel mahkemece duruşma yapılamasına gerek olmadığı gerekçesi ile bozma kararına karşı direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen ve Sosyal Güvenlik Kurumundan anlaşmalı boşanma sonucu yersiz aylık alan kadın ve bu olayda müştereken ve müteselsilin sorumlu olan boşandığı eş hakkında başlatılan icra takibine davalı boşanan eşin itiraz etmesi nedeni ile itirazın iptali davasının iş mahkemesinde görülüp görülmeyeceği ön sorun olarak incelenmiş ve çoğunluk görüşü ile kurum ile davalı itiraz eden boşanan eş arasında sigortalılık ilişkisi bulunmadığı, bu nedenle uyuşmazlığın iş mahkemesinde görülemeyeceği gerekçesi ile yerel mahkemenin kararı bozulmuştur.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 101. Maddesi uyarınca “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür”.
Keza dava tarihinde yürürlükte olan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1/B maddesine göre “İşçi Sigortaları Kurumu ile sigortalılar veya yerine kaim olan hak sahipleri arasındaki uyuşmazlıklardan doğan itiraz ve davalar iş mahkemesinde görülür”. Yargılama sırasında yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 5/b maddesi uyarınca ise “İdari para cezalarına itirazlar ile 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü maddesi kapsamındaki uyuşmazlıklar hariç olmak üzere Sosyal Güvenlik Kurumu veya Türkiye İş Kurumunun taraf olduğu iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklara iş mahkemesinde bakılacağı belirtilmiştir.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 56/son maddesine göre “Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96 ncı madde hükümlerine göre geri alınır”. Maddenin atıf yaptığı yersiz ödemelerin geri alınması başlığı ile düzenlenen 96. Maddeye göre ise “Kurumca işverenlere, sigortalılara, isteğe bağlı sigortalılara gelir veya aylık almakta olanlara ve bunların hak sahiplerine, genel sağlık sigortalılarına ve bunların bakmakla yükümlü olduğu kişilere, fazla veya yersiz olarak yapıldığı tespit edilen bu Kanun kapsamındaki her türlü ödemeler;
- a) Kasıtlı veya kusurlu davranışlarından doğmuşsa, hatalı işlemin tespit tarihinden geriye doğru en fazla on yıllık sürede yapılan ödemeler, bu ödemelerin yapıldığı tarihlerden,
…. itibaren hesaplanacak olan kanunî faizi ile birlikte, ilgililerin Kurumdan alacağı varsa bu alacaklarından mahsup edilir, alacakları yoksa genel hükümlere göre geri alınır.
Somut uyuşmazlıkta kurum 5510 sayılı Kanundan kaynaklanan yersiz bağlanan ve geri alınması gereken kurum alacağını, aylık bağlanan sigortalı eş ile müşterek ve müteselsil sorumlu olduğu belirtilen ancak sigortalılık ilişkisi bulunmayan boşanan eşten tahsilini icra takibi yolu ile istemiştir. Sigortalı olmayan boşanan eş icra takibine itiraz etmiştir. Yukarda belirtilen görev ile ilgili düzenlemelerde açıkça kurumun taraf olduğu ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda iş mahkemesinin görevli olacağı belirtilmiştir. Burada Kurumun taraf olması ve uyuşmazlığın 5510 sayılı Kanundan doğması yeterlidir. Karşı tarafın sigortalı veya üçüncü kişi olmasının önemi bulunmamaktadır. Yersiz ödenen aylıkların tahsili 5510 sayılı Kanunun 56 ve 96. Maddeleri kapsamında istenmektedir. Uyuşmazlığın 5510 sayılı Kanundan doğduğu açıktır. İcra takibine ölüm aylığı bağlanan eş de itiraz etmiş olsa idi görevli mahkeme her halükarda iş mahkemesi olacaktı. Yersiz aylık bağlanan eşin itiraz etmemesi iş mahkemesinin görevini etkilemeyecektir. Açıklanan nedenlerle sayın çoğunluğun görüşüne katılınmamıştır.