Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; davacının isteminin sadece vasiyetnamenin iptaline ilişkin olduğu, dava dilekçesinde tasarruf nisabından bahsedilmesinin sebebinin nisabı aşan tasarruf nedeniyle vasiyetnamenin hukuka aykırı olduğunu dile getirmek olduğu böyle olunca yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Taraflar arasındaki “vasiyetnamenin iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Zonguldak 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 05.04.2013 tarihli ve 2011/368 E., 2013/38 K: sayılı karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 17.03.2014 tarihli ve 2013/19634 E., 2014/4038 K: sayılı kararı ile,
“…Davada, 23.10.2011 tarihinde vefat eden muris Osman Orhan Ulusan’ın 05.07.2005 tarihinde Zonguldak 2.Noterliğinin 12561 sayılı düzenleme şeklindeki vasiyetnamesiyle diğer mirasçıların saklı paylarını aştığı ve vasiyetnamenin hukuka ve ahlaka aykırı koşullar içerdiğinden bahisle iptali istenilmiştir.
Davalılar davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, ölüme bağlı tasarrufların iptal sebeplerinin TMK’nun 557.maddesinde düzenlendiği somut olayda iptal koşullarının oluşmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm, süresinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir.
Ancak, davada saklı pay ihlaline yol açan vasiyetnamenin iptaline karar verilmesi, talep edilmiştir. Mahkemece, vasiyetnamenin iptali talebinin reddine karar verilmiş, tenkis talebiyle ilgili hüküm kurulmamıştır.
HUMK:nun 388/son (…nun 297/2) maddesinde; “Hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangibir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer açık ve şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir” denilmektedir.
O halde, davacının tenkis talebiyle ilgili hüküm kurulmamış olması usule aykırıdır…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava vasiyetnamenin saklı pay ihlâline yol açtığı gerekçesiyle iptali istemine ilişkindir.
Davacılar vekili, müvekkillerinin miras bırakanı Osman Orhan Ulusan’ın Zonguldak 2. Noterliğince düzenlenen 05.07.2005 gün ve 12561 yevmiye nolu vasiyetnamesiyle adına kayıtlı olan Terakki Mahallesinde kain 267 ada 58 parsel sayılı taşınmaz ve üzerinde bulunan üç katlı evin davalılar adına tescilini ve ayrıca tüm kira gelirlerinin davalılara ait olacağını vasiyet ettiğini, murisin bu vasiyetinin tasarruf nisabını aşması nedeniyle hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek, anılan vasiyetnamenin iptali ile taşınmazın tüm mirasçılar adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili, vasiyetnamenin kişinin özgür beyanı doğrultusunda hazırlanan bir hukuki işlem olduğunu, müvekkillerin en ufak bir etkisinin bulunmadığını, vasiyetname düzenlenmeden önce fiil ehliyeti bulunduğuna dair miras bırakanın sağlık kurulu raporu aldığını, vasiyetname düzenlenmesine engel hâl görünmediği için noter tarafından vasiyetname düzenlendiğini ve yasanın öngördüğü şekil ve usul şartları taşıdığını, davanın süresinde açılmadığını, davacıların kötü niyetli olduklarını beyanla davanın reddini savunmuştur. Davalılar Eda Özbaba, … ve … davaya cevap vermemiştir.
Yerel mahkemece dava konusu vasiyetnamenin yasal şekillere uygun olarak düzenlendiği, tasarrufun içeriği ile bağlandığı koşulların hukuka veya ahlâka aykırı olmadığı gibi yükleme de içermediği, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 514’üncü maddesi uyarınca miras bırakanın mal varlığının tamamında veya bir kısmının vasiyetnameye konu edilebileceği, sadece saklı payın aşılmış olmasının vasiyetnamenin iptali nedeni olamayacağı, zira TMK’nın 560 ve devamı maddelerinde saklı payın aşılması hâlinde mirasçıların tenkis davası açarak kendilerine tanınan saklı payın korunmasını talep edebileceklerinin hükme bağlandığı; ölüme bağlı tasarrufların iptal sebepleri TMK’nın 557’nci maddesinde düzenlenmiş olup dava konusu vasiyetnamede bu iptal sebeplerinden hiçbirinin bulunmadığı, davacının tasarrufun yapıldığı sırada miras bırakanın fiil ehliyetine sahip olmadığına dair iddiasının bulunmadığı gibi davacı ve davalı tanıklarının da murisin ölmeden son bir yıl içinde akli dengesinin gelip gittiğine dair beyanda bulunmaları karşısında tasarrufun yapıldığı tarihte miras bırakanın tasarruf ehliyetinin var olduğunun kabul edilmesi gerektiği belirtilmek suretiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacılar vekilinin temyizi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 26’ncı maddesi kapsamında mahkemelerin talep sonuçları ile bağlı olup ondan fazlasına karar veremeyecekleri; HMK’nın 119’uncu maddesine göre de davacının talep sonucunu, dayandığı hukuki sebepleri, iddiasının dayandığı tüm vakıalarının özetini dava dilekçesinde belirtmesi gerektiği, somut olayda davacının iddiasının açık ve net olduğu, dava dilekçesinde tenkisten bahsetmediği, talebinin tasarruf nisabının aşılması nedeniyle vasiyetnamenin iptali istemine ilişkin olup bu talebin tenkis istemi olarak değerlendirilemeyeceği, davacının temyiz dilekçesinde de tenkis istemini temyiz konusu etmediği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını davacılar vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davacının vasiyetnamenin iptali istemi yanında tenkis isteminin de bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Bu noktada “vasiyetnamenin iptali” ve “tenkis” davaları hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır.
Vasiyet, bir kimsenin (gerçek kişi) bizzat yapacağı ölüme bağlı bir tasarruf olup, amacı bütün mamelekini veya muayyen bir malını gerçek veya tüzel bir şahsa mülkiyetinin devrinin yapılmasıdır.
TMK’nın 557’nci maddesinde vasiyetnamenin iptali sebepleri sınırlı olarak sayılmış olup, bunlar; 1- Ehliyetsizlik, 2- Vasiyetnamenin yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama sonucunda yapılmış olması, 3- Tasarrufun içeriğinin bağlandığı koşullar veya yüklemelerin hukuka veya ahlâka aykırı olması, 4- Tasarrufun kanunda öngörülen şekillere uyulmadan yapılmış olması hâlleridir.
TMK’nın 557’nci maddesinde sayılan sebeplerin bulunması hâlinde vasiyetnamenin iptali gerekir. Bu sebepler dışında kalan durumlara dayanılarak ölüme bağlı tasarrufun iptali istenilemez ise de, koşullarının varlığı durumunda tenkis talebine konu edilebilir (TMK: m. 560-562).
Tenkis, indirme, azaltma veya eksiltme anlamına gelmektedir. TMK’nın 560’ıncı maddesi ve devamı hükümlerinde düzenleme alanı bulan tenkis davası ise, miras bırakanın, saklı payı ihlâl eden sağlar arası veya ölüme bağlı kazandırmalarının, yasal sınıra indirilmesini sağlayan yenilik doğurucu nitelikte bir davadır (Nar, A.: Türk Miras Hukukunda Tenkis, On İki Levha Yayınları, İstanbul 2016, s.14 vd.). Söz konusu hükümden de anlaşılacağı üzere, tenkis davasının konusu, miras bırakanın, saklı paylı mirasçı/mirasçılarının saklı payını ihlal eden ölüme bağlı ve sağlar arası tasarruflarıdır. Esasında kural olarak miras bırakanın ölüme bağlı tasarrufları tenkise tabidir. Zira kural olarak miras bırakan, sağlığında kendi mal varlığı değerleri üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunma özgürlüğüne sahiptir. Her özgürlükte olduğu gibi, burada da miras bırakanın sınırsız bir özgürlüğü yoktur. Bu nedenle TMK’nın 565’inci maddesinde dört bent hâlinde miras bırakanın tenkise tabi sağlar arası tasarrufları belirlenmiştir. Bir diğer anlatımla, miras bırakan sağlığında kendi mal varlığı değerleri üzerinde dilediği gibi tasarrufta bulunabilir. Ancak bu sağlar arası tasarruflar, TMK’nın 565’inci maddesi kapsamındaki tasarruflar kapsamında ise, bu durumda ölüme bağlı tasarruflar gibi tenkise tabi olacaklardır.
Miras bırakanın saklı payı ihlal eden bir tek tasarrufu varsa, ihlal edilen saklı pay miktarı bulunur ve bu oranda tenkis yapılır. Ancak tenkise tabi birden fazla kazandırma varsa, tenkiste sırayı düzenleyen TMK’nın 570’inci maddesi hükmü gereğince tenkis yapılacaktır. Buna göre tenkis, saklı pay tamamlanıncaya kadar önce ölüme bağlı tasarruflardan, bu yetmezse, en yeni tarihlisinden en eski tarihlisine doğru geriye gidilmek suretiyle sağlar arası kazandırmalardan yapılır. Ölüme bağlı kazandırmaların aksine, miras bırakanın yaptığı sağlar arası kazandırıcı hukuki işlemler kayıtsız, koşulsuz tenkise tabi tutulmamıştır. Burada işlemin tenkise tabi tutulabilmesi için ön koşul; saklı paya el atma, tasarruf edilebilirlik sınırının aşılmasıdır. Ancak bu da yeterli değildir. Sağlar arası kazandırmaların tenkise tabi tutulabilmesi için saklı paya el atma yanında TMK’nın 565’inci ve 567’nci maddelerinde açıklanan koşulların da gerçekleşmesi gerekmektedir.
Gelinen bu noktada uyuşmazlığın çözümü için taraflarca getirilme, tasarruf ve somutlaştırma yükümlülüğü hakkında HMK ile getirilen düzenlemelerin de incelenmesinde yarar vardır.
Medeni hukuk yargılamasına hâkim olan ilkelerden biri de taleple bağlılık ilkesidir. Bu ilke HMK’nın 26’ncı maddesinde açıkça ifade edilmiştir. Buna göre, hâkim tarafların talepleri ile bağlıdır. Kanunlarda gösterilen sınırlı sayıdaki istisnalar bir kenara bırakılacak olursa talepten fazlasına veya talepten başka bir şeye karar veremez. Fakat hâkimin duruma göre talep sonucundan daha azına karar vermesinin önünde engel yoktur.
Taleple bağlılık ilkesi özü itibariyle hâkimin, tarafların talebiyle bağlı olduğunu ifade eder. Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ilk anlam; tarafın talep etmediği husus hakkında mahkemenin karar veremeyeceğidir. Buna göre tarafın neyi talep edip etmediği ve hâkimin ne hakkında karar verip veremeyeceği dava dilekçesine bakılarak tespit edilir. Bu tespitin konusunu, istenilen hukuki sonuç oluşturur. Bu itibarla hâkimin karar verme sınırı dava dilekçesi ile belirlenmiş olur
Taleple bağlılık ilkesinin taşıdığı ikinci anlam ise tarafın talebinden fazlasına mahkemece karar verilememesidir (HMK: m.26). Taleple bağlılık ilkesine yüklenen bu anlam aynı zamanda 24’üncü maddede ifade edilen “tasarruf ilkesi” ve 25’inci maddesinde yer alan “taraflarca getirilme ilkesi” ile de bağlantılıdır.
Nihayet taleple bağlılık ilkesinin bir diğer anlamı ise hâkimin talep edilenin dışında, farklı bir şeye karar verememesidir. Talep edilenden farklı bir şeye karar verememe, dilekçenin talep sonucu kısmı ile verilen hükmün sonuç kısmının karşılaştırılması suretiyle tespit edilir.
Taraflarca getirilme ilkesine uygun olarak HMK’nın “dava dilekçesinin içeriği” başlıklı 119’uncu maddesinin 1/e bendinde, “Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerinin” gösterilmesi gerektiği düzenlendiği gibi “cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı 129’uncu maddesinin 1/d bendinde de “Davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerinin” bulunması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Görüleceği üzere, davacı dava dilekçesinde talep sonucunu haklı göstermeye yarayan yani davanın temelini oluşturan maddi vakıaları yazmak zorundadır. Aynı ilke uyarınca davalı da cevap dilekçesinde savunmasının dayanağını oluşturan vakıaları bizzat sunmak zorundadır. Böylece davacı iddiasını, davalı da savunmasını somutlaştırmış olacaktır.
Uygulamada somut vakıalara dayanmadan davaların açılıp yürütülmesinin önüne geçmek amacıyla HMK’da yeni bir düzenleme yapılmış ve 194’üncü maddenin birinci fıkrasında “Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.” hükmüne yer verilmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise somutlaştırma yükünün delillerle ilişkisi ortaya konulmuş ve tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmek zorunda oldukları düzenlenmiştir (HMK: m. 119/2).
Diğer taraftan, HMK’da iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağının başlangıcı, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçelerinin verilmesine bağlanmıştır. Bu bakımdan cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri, önceki düzenlemeye göre daha önemli hâle gelmiştir. Bu dilekçeler ile taraflar birbirlerinin iddialarını ele alıp çürütmeye veya iddia ve savunmaların haklı bir temele dayanmadığını açıklamaya çalışırlar. Açıktır ki, davacı cevaba cevap dilekçesi ile iddiasını, davalı da ikinci cevap dilekçesi ile savunmasını dilediği gibi değiştirebilir ve genişletebilir. Ancak yazılı yargılama usulünün ilk aşamasını teşkil eden dilekçeler teatisi safhasının tamamlanması ile taraflar iddia ve savunma sebeplerini diğer bir deyişle davanın temelinin oluşturan maddi vakıaları sınırlamış ve teksif etmiş olur (Postacıoğlu İ. E. / Altay S.: Medeni Usul Hukuku Dersleri, İstanbul 2015, s.474).
İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağının kapsamına iddia ve savunma sebebini oluşturan maddi vakıalar da girdiğinden, bu yasağın yargılamanın hangi aşamasında başladığına ilişkin soruya cevap veren HMK’nın 141’inci maddesinde yer alan düzenlemeye de değinmek gerekmektedir. Bu hükme göre taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia ve savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra ise diğer tarafın açık muvafakati ve ıslah dışında iddia ve savunma genişletilemez yahut değiştirilemez (HMK m. 141/1).
Görüldüğü üzere cevaba cevap dilekçesinin verilmesinden sonraki evrede dava ve cevap dilekçelerinde bildirilen maddi vakıaların hem genişletilmesi hem de değiştirilmesi ilke olarak yasaktır. Bu yasağın kapsamına, dava sebebi olarak vakıalar ve talep sonucu dâhildir. Ancak talepten başka bir şeye hüküm verilen hâller ve kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda davayı genişletme veya değiştirme yasağı uygulanmaz (Pekcanıtez H.: Pekcanıtez Usul Medeni Usul Hukuku, C.II, 15. Bası, İstanbul 2017, s.1250; Tanrıver, S.:Medeni Usul Hukuku, C.I, Ankara 2016, s.681,682). Bu yasağın istisnaları yine HMK’nın 141’inci maddesinin son fıkrasında açıklanmış ve karşı tarafın açık muvafakati ya da ıslah suretiyle iddia ve savunmanın genişletilip, değiştirilebileceği kabul edilmiştir.
Dilekçeler teatisinin tamamlanmasından sonra yargılamanın ikinci kesiti olan ön inceleme aşamasına geçilecek, ön inceleme safhasında da öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar incelenecek, uyuşmazlık konuları tam olarak belirlenecek, tarafların delillerinin sunulması ve delillerin toplanması için gereken işlemler yapılacak ve taraflar, üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda sulhe teşvik edilerek, bu hususlar tutanağa geçirilecektir (HMK m.137/1; 140/1). Madde metninde de yer alan “uyuşmazlık konularının tam olarak tespiti” ifadesi, yargılama bakımından büyük bir öneme sahiptir. Çünkü taraflar, yukarıda belirtildiği şekilde gerek 119’uncu maddenin birinci fıkrasının (e) ve (f) bentleri ile 129’uncu maddenin birinci fıkrasının (d) ve (e) bentleri gerekse de 194’üncü madde kapsamında somutlaştırma yüküne uygun olarak iddia ve savunmalarını ileri sürmemişse, hâkimin aydınlatma ödevi çerçevesinde tarafların iddia ve savunmalarını somutlaştırması, delilerle vakıalar arasındaki bağın kurulması, bu noktada soru sorup açık olmayan noktaları aydınlatması gerekir. Bunun ardından hâkim, uyuşmazlık konularını net ve açık şekilde, tam olarak tespit etmelidir (Pekcanıtez, Pekcanıtez Usul, s.1288).
Sözü edilen Kanunun 140’ıncı maddesinin üçüncü fıkrasında ise “Ön inceleme duruşmasının sonunda, tarafların sulh veya arabuluculuk faaliyetinden bir sonuç alıp almadıkları, sonuç alamadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanakla tespit edilir. Bu tutanağın altı, duruşmada hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür” (HMK m. 140/3) denilmektedir. Maddeden anlaşıldığı üzere, ön inceleme aşamasında tutulan tutanak özel bir öneme sahiptir. Zira uyuşmazlık konuları çözümlenmişse bu tutanak bir sulh belgesi olarak kabul edilecek; uyuşmazlık devam edecekse tutanakta yer almayan hususlar tahkikatın konusunu oluşturmayacak, diğer bir ifadeyle hükme esas alınmayacaktır. Tahkikat aşamasında ise tarafların ileri sürdükleri vakıaların doğru olup olmadığı araştırılıp tespit edilerek uyuşmazlık konularının gerçekliği çerçevesinde hüküm oluşturulacaktır (Pekcanıtez, Pekcanıtez Usul, s.1232,1233).
Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında; mahkemece vasiyetnamenin iptali isteminin reddine karar verildiği, dava dilekçesi incelendiğinde dava konusunun “05.07.2005 günlü Zonguldak 2. Noterliğinin 12561 y. Nolu vasiyetmesinin iptali ile vasiyete konu taşınmazın tüm varisler adına tescili istemi”, talep sonucunun “vasiyetnamenin iptaline ve vasiyete konu taşınmazların tüm varisler adına tesciline…” ilişkin olduğu, “açıklamalar” başlıklı paragrafında sadece“..vasiyetnamenin tasarruf nisabını aşmıştır. Hukuka aykırıdır. Bu nedenle iptal edilmelidir.” şeklindeki açıklamalara yer verildiği, ön inceleme duruşmasında ise tenkis istemine ilişkin bir beyanı bulunmadığı ve bir başka ifade ile somutlaştırma yükümlüğünün yerine getirilmediğinin anlaşıldığı, davanın reddine ilişkin ilk kararın temyiz dilekçesinde de ölüme bağlı tasarrufun tenkisini talep ettikleri hâlde bu talepleri hakkında bir karar verilmediğine dair temyiz istemi bulunmamaktadır. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde; davacının isteminin sadece vasiyetnamenin iptaline ilişkin olduğu, dava dilekçesinde tasarruf nisabından bahsedilmesinin sebebinin nisabı aşan tasarruf nedeniyle vasiyetnamenin hukuka aykırı olduğunu dile getirmek olduğu böyle olunca yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davacıların dava dilekçesinde tasarruf nisabının aşılması nedeniyle vasiyetnamenin iptalini talep ettikleri, TMK’da tasarruf nisabının aşılmasının ölüme bağlı tasarrufların iptal sebebi olarak değil de tenkis davası açılarak ya da savunma yoluyla ileri sürülebileceği hususu dikkate alındığında, davacının vasiyetnamenin iptali istemi yanında tenkis talebinin de bulunduğunu kabul eden Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu ve bu sebeple yerel mahkeme kararının bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından kabul edilmemiştir.
Bu nedenle usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin yatırıldığından başka harç alınmasına yer olmadığına, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 20.11.2018 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY Davacı, dava dilekçesinde; murisin vasiyetname ile “tasarruf nisabını aştığını” ileri sürerek bu nedenle vasiyetnamenin iptalini istediğini belirtmiştir. Tasarruf nisabının aşılması TMK 557. maddede belirtilen ölüme bağlı tasarrufların iptali sebebi olmayıp, TMK 560. maddedeki tenkis davasının konusudur. Davacının netice-i talep kısmında iptal ve mirasçılar adına tescil talebinde bulunması, tenkis davası açmadığı anlamına gelmez. Dava dilekçesinde ileri sürülen maddi vakıalara ve talebe göre, davanın hukuki nitelendirilmesi hâkime aittir. HMK 140. maddede uyuşmazlık konularının hâkim tarafından tespit edileceği belirtilmiştir. Hâkimin uyuşmazlığı yanlış değerlendirerek buna göre karar vermesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. Davacının dilekçesinin sonuç-istem kısmında vasiyetnamenin iptalini istediği gerekçesiyle, dilekçede ileri sürdüğü iddia bütünüyle değerlendirilmeden davaya vasiyetnamenin iptali davası olarak bakılması ve iptal koşulları oluşmadığı, ileri sürdüğü tasarruf nisabının aşıldığı iddiasının tenkis davasına konu olabileceği gerekçesiyle davanın reddi doğru olmamıştır. Bu kararı temyiz eden davacı vekili, temyiz dilekçesinde “dosya incelenirken görülebilecek nedenler gereği gerekli irdeleme yapılmamıştır” diyerek de temyiz etmiş olup, davanın yanlış nitelendirilmesi, talep hakkında karar verilmemiş olması temyiz halinde re’sen görülebilecek bozma sebeplerindendir. Direnme kararını temyizinde de tasarruf nisabının aşıldığını, bu talebin dikkate alınmadığını belirtmiş olup, mahkemece davanın tenkis davası olarak görülüp sonuçlandırılması gerekirken, vasiyetnamenin iptali davasına ilişkin yazılı gerekçelerle karar verilmesi doğru olmayıp,bu gerekçelerle bozma görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun onama görüşüne katılmıyoruz.