Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 2017/1043 K: 2020/915 T: 18.11.2020

Kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir ise de, hâkimin özel hâlleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği para tutarı, adalete uygun olmalıdır. Hâkim manevi tazminatın miktarını tayin ederken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumları da dikkate almalıdır.

Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İzmir 2. Tüketici Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi: Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin 2000 yılından itibaren çocukları ile birlikte … A1 adresinde yaşadıklarını, 2001 yılının ocak ayında meydana gelen ölümlü elektrik çarpması olayından sonra davalı kurumun mahalle muhtarından aldığı listelerle bu bölgede oturan her hane reisine kaçak elektrik prosedürünün uygulandığını, 2002 yılının ekim ayında davalının dava konusu mahalleye elektrik aboneliği vermeye başladığını, müvekkilinin de bu fırsattan yararlanmak için başvurduğunu ve 23.03.2002 tarihinde düzenlenen 0130475-0 sayılı abonelik sözleşmesi ile müvekkilinin evine elektrik bağlandığını, 2002 yılından 2008 yılı sonuna kadar kesintisiz elektrik akışının devam ettiğini, davalı kurum yetkililerinin 20.11.2008 tarihinde müvekkilinin evinin elektriğini kestiğini, müvekkilinin davalıya başvurusunun sonuçsuz kaldığını, bunun üzerine işlemin iptali için İzmir 2. Tüketici Mahkemesinde dava açıldığını, 24.02.2011 tarihli ve 2010/345 E., 2011/131 K. sayılı kararı ile davalı Kurum işleminin iptal edildiğini, bu kararın Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiğini ve 2011 yılının nisan ayında elektriğin tekrar bağlandığını, elektrik kesme işleminin 2,5 yıl sürdüğünü ve bu süre zarfında müvekkili ile çocuklarının fazlasıyla mağdur olduğunu, evde hiçbir elektrik cihazının çalışmaması nedeniyle yaşam kalitelerinin kalmadığını, çocuklardan … ve …’un olay tarihinde ilkokulda okuduğunu, …’nin ise bu elektriksiz ortamda okula başladığını, bu durumun çocukların okul hayatını ve psikolojisini olumsuz etkilediğini ileri sürerek, haksız ve hukuku aykırı elektrik kesme işlemi nedeniyle, çocuklardan … ve …’un her biri için 5.000TL, … için 4.000TL, … için 15.000TL olmak üzere toplam 29.000TL manevi tazminatın haksız kesinti tarihi olan 20.11.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabı: Davalı vekili cevap dilekçesinde; davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini, görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemeleri olduğunu, bu sebeple davanın görev yönünden de reddi gerektiğini, kaçak elektrik kullanmayı âdet edinmiş davacı eşinin, yasanın boşluğundan faydalanmak suretiyle eşi adına abonelik tesis ettiğini ve elektrik kullanmaya devam ettiğini, oysa ki abonman sözleşmesinin 4. maddesinde, “Kendi adına kayıtlı veya kullanıcısı olduğu herhangi bir abonelikteki borcundan dolayı, kendi adına kayıtlı veya kullanıcısı olduğu diğer abonelerdeki elektriği kesilir” şeklinde hüküm bulunduğunu, bu hüküm nedeniyle elektrik kesme işleminin hukuka aykırı olmadığını, olayda asıl zarar görenin müvekkili kurum olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararı: İzmir 2. Tüketici Mahkemesinin 21.01.2014 tarihli ve 2012/781 E., 2014/24 K. sayılı kararı ile; davacı …’ın abone olmasına rağmen eşinin kaçak elektrik kullandığına ilişkin tespit tutanaklarına istinaden elektriğin kesildiği, …’ın imzaladığı Abonman Sözleşmesinin 4. maddesinde “Abonenin kendi adına kayıtlı veya kullanıcısı olduğu herhangi bir abonelikteki borcundan dolayı, kendi adına kayıtlı veya kullanıcısı olduğu diğer abonelerdeki elektriği kesilebilir” hükmüne dayanılarak kesme işleminin yapıldığı, ancak davacının eşi …’ın abone olmadığı, kullanıcısı olduğu başka bir abonelikten borcu bulunmadığı, sözleşmenin 4. maddesi uyarınca …’ın aboneliğine ilişkin elektrik kesme işlemi yapılamayacağı, davalı kurumun elektrik kesme işleminde kusurlu olduğu, bu durumun İzmir 2. Tüketici Mahkemesinin 2010/345 E. ve 2011/131 K. sayılı kararıyla kesin delil olarak belirlendiği, davacı … ile çocukları …, … ve …’ın elektriğin kesilmesinden dolayı zor durumda kaldıkları, kişilik hakları yönünden manevi zarara uğradıkları, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 49. maddesine göre kişilik hakları haksız saldırıya uğrayan kimsenin manevi tazminat isteyebileceği, aynı kanunun 98. maddesi uyarınca sözleşmeye aykırılık hâlinde 818 sayılı BK’nın 49. maddesinin uygulanabileceği, kişilik haklarının Anayasa ile güvence altına alınmış olduğu, elektrik kesintisinden dolayı davacılardan …, … ve …’ın eğitimlerinin aksadığı ve davacıların sağlıklı beslenemedikleri, evde bulunan elektrikli ev aletlerini kullanamadıkları, yaşam standartlarında olumsuzluklar oluştuğu, 30.11.2008 tarihinden 01.04.2011 tarihine kadar elektriğin verilmediği, davacıların yaşadıkları sıkıntı, olayın oluşturduğu elem ve acının derecesi, olayın oluş şekli, süresi, tarafların ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınarak açılan davanın kısmen kabulü ile davacı … için 3.000TL, … için 3.000TL, … için 2.000TL, davacı … için 5.000TL olmak üzere toplam 13.000TL manevi tazminatın 30.11.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacılara verilmesine karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı: İzmir 2. Tüketici Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 03.11.2014 tarihli ve 2014/6924 E., 2014/14217 K. sayılı kararı ile; “…Dava, davacı …’ın eşi ve diğer davacıların babası olan dava dışı …’ın kaçak elektrik kullandığı iddiasıyla davacı …’ın abone olduğu elektriğin kesilmesi nedeniyle manevi tazminat istemine ilişkindir.

Somut olayda, dava konusu yere hazine arazisi üzerine imar izni olmaksızın yapılması nedeniyle 2002 yılına kadar elektrik aboneliği verilmediği, 2001 yılında, dava dışı …’ın, 51 numaralı hane bakımından, şebeke tellerine kanca atmak suretiyle kaçak elektrik kullandığı iddiasıyla hakkında kaçak tespit tutanakları düzenlendiği, Muhtarlıkça … isimli kişinin adresinin numarasının 81 olduğunun belirtilmesi üzerine tutanakların iptal edilerek 81 numaralı adres için düzenlendiği, Buca Belediyesi tarafından 7.6.2002 tarihinde evin numarasının 34 olarak belirlendiği, anılan yere elektrik aboneliği verilmeye başlanması üzerine davacı …’ın da oturmakta olduğu 34 numaralı haneye elektrik bağlatmak için başvurduğu, 23.03.2002 tarihinde 0130475-0 sayılı abone numarası ile sözleşme yapıldığı, 20.11.2008 tarihinde eşi …’ın borcu olduğu gerekçesiyle elektriğinin kesildiği, davacı …’ın 24.3.2010 tarihinde menfi tespit ve elektriğin kesilmesi işleminin iptali istemiyle dava açtığı, İzmir 2. Tüketici Mahkemesinin, 2010/345 E., 2011/131 K. sayılı kararıyla, elektrik kesme nedeninin davacının eşi olan …’ın elektrik hırsızlığı olarak belirtildiği, abone olan davacının üçüncü kişi tarafından kullanılan kaçak elektrik kullanımından ve yaptırımlarından sorumlu olmayacağı, davacı ile davalı kurum arasında imzalanan abonelik sözleşmesi bulunduğundan elektriğinin kesilemeyeceği gerekçesi ile elektrik kesme ile ilgili işlemin iptaline ve kesilen elektriğin bağlanmasına karar verildiği ve kararın 13. Hukuk Dairesince 26.10.2011 tarihinde onandığı anlaşılmıştır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde, “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmünü içermektedir. Ayrıca, “hiç kimsenin kendi kusuruna dayanarak hak iddia edemeyeceği” ve “hak arama özgürlüğünün dürüstlük kuralına uygun kullanılma koşuluyla sınırlı olduğu, bir kişinin zarara kendi kusuru ile sebebiyet vermesi halinde zarara o kişinin kendisinin katlanması gerektiği” genel hukuk ilkelerindendir.

Bu durumda, yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular dikkate alınarak, hakkında kaçak elektrik kullanmaktan tutanaklar tutulan dava dışı …’ın davacı …’ın eşi ve diğer davacıların babası olması, davacıların kaçak elektrik kullanımına konu edilen meskenden ayrı bir yerde yaşadıklarının iddia edilmemesi karşısında, … hakkında, kaçak elektrik tutanaklarına istinaden açılan hukuk ve ceza davalarının akıbeti de araştırılarak hâsıl olacak sonuç dairesinde hüküm kurulması gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı: İzmir 2. Tüketici Mahkemesinin 08.10.2015 tarihli ve 2015/625 E., 2015/1222 K. sayılı kararı ile önceki gerekçeler yanında “…Davacı … ile çocukları …, … ve… iki yıldan fazla elektriksiz kaldıkları için zarar gördükleri iddiasıyla manevi tazminat talep etmektedirler. TMK’nın 24. maddesinde; “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” hükmü ile kişilik haklarına yapılan saldırının unsurları belirtilmiş ve hukuka aykırılığı açıklanmıştır.

Borçlar Kanunu’nun 47. maddesinde; “Hakim, hususi halleri nazara alarak cismani zarara düçar olan kimseye yahut adam öldüğü takdirde ölünün ailesine manevi zarar namiyle adalete muvafık tazminat verilmesine karar verebilir.” 49. maddesinde ise; “Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir. Hakim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır. Hakim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” hükmü ile saldırının yaptırımı düzenlenmiştir. Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler nedeniyle davacıların manevi tazminat isteyebilmeleri için kendilerine karşı yapılan eylemin hukuka aykırı olduğunun kanıtlanması gerekmektedir. Davalı şirketin elektrik kesme eyleminin Mahkememizin 2010/345 E., 2011/131 K. sayılı kararıyla hukuka aykırı olduğu kesinleşmiştir.

Bozma ilamında “4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde; “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” hükmünü içermektedir. Ayrıca, “hiç kimsenin kendi kusuruna dayanarak hak iddia edemeyeceği” ve “hak arama özgürlüğünün dürüstlük kuralına uygun kullanılma koşuluyla sınırlı olduğu, bir kişinin zarara kendi kusuru ile sebebiyet vermesi halinde zarara o kişinin kendisinin katlanması gerektiği”, genel hukuk ilkelerindendir. Bu durumda, yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular dikkate alınarak, hakkında kaçak elektrik kullanmaktan tutanaklar tutulan dava dışı …’ın davacı …’ın eşi ve diğer davacıların babası olması, davacıların kaçak elektrik kullanımına konu edilen meskenden ayrı bir yerde yaşadıklarının iddia edilmemesi karşısında, … hakkında, kaçak elektrik tutanaklarına istinaden açılan hukuk ve ceza davalarının akıbeti de araştırılarak hasıl olacak sonuç dairesinde hüküm kurulması gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmediği” belirtilmiştir.

Anayasa’nın “Temel Hak ve Hürriyetlerin Niteliği” başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu, 17. maddesinde de; herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu düzenleme altına alınmış bulunmaktadır. M.K’nın 2. maddesi gereğince herkes haklarını kullanırken dürüst olmalıdır. Hak devletçe korunan yetkidir. Bir hakkın bireye verilmesinin en temel nedeni bireyin mutluluğudur. Haklar temel amaçlara uygun kullanılmalıdır. Bir hakkın kötüye kullanıldığının en açık ispatı dürüstlük kurallarına aykırı kullanılmasıdır. Hukuk sistemimizde tarafların dürüstlük kurallarına uygun davranması birbirlerinin kişilik ve mal varlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi gerekir.

Öncelikle dava konusu olayda hem yasal-anayasal, hem de Anayasa’mızın Mahkemelerden beklediği adil bir hukuki sonuca ulaşmak bakımından bir kaç önemli noktanın açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. İlk olarak davalı şirket tarafından, davacının eşinin kaçak elektrikten kaynaklı borcu gerekçe gösterilerek bizzat davacıya ait elektrik aboneliği bağlantısı kesilmiştir. İkinci olarak bu kesme işlemi, dayanak yapılan borçtan yaklaşık 7 (yedi) yıl sonrasında gerçekleşmiştir. Üçüncü olarak, bu elektrik kesme işlemi neticesinde davacılar 2 yıldan fazla bir süre elektrik kullanımından mahrum bırakılmıştır. Dosyamızdaki manevi tazminat talebine ilişkin olayın bu her üç somut durum ve hukuki mesele yönünden de ayrı ayrı tartışılması zaruridir.

Herhangi bir kişinin borcundan dolayı doğrudan borçlu bireyin değil de borçlu olan kişinin dışındaki bir şahsın, dava konusu dosyamız çerçevesinde bakıldığında “eş “in ve giderek bir “hane”nin sorumlu tutulması geleneği, Doğu Roma hukukundan gelen bir “kollektif sorumluluk” kurumu ve uygulamasına dayanmaktadır. Bu uygulama, modern yurttaşlık anlayışı ve sorumluluk hukukunun ihlali anlamına gelmektedir. Doğu Roma’da herhangi bir şahsın kendi köyünü terk etmesi neticesinde o kişinin borcundan köy ve bütün köy sakinlerinin sorumlu tutulduğu ve hukuki prosedür ve sorumluluk hukukunun bu şekilde hayata geçirildiği, bireysel mali sorumluluğun “kollektif’ gruba havale edilerek dağıtılması yoluna gidildiği bilinmektedir. Davalı F1 Elektrik AŞ’nin davacının kocasının geçmiş borcundan dolayı davacı olan eş ve çocukları da düşünüldüğünde bir başka anlamıyla “hane”yi sorumlu tutması ve bu sebebe dayanarak elektrik kesintisi yoluna gitmesi, Doğu Roma hukukunun, bu olay nezdinde, sürdürülmekte olduğunun somut ve güncel bir örneğini ortaya koymaktadır. Şu hususu en başından tespit etmek gerekir ki; Davalı tarafın bu uygulaması bireylerin bağımsız varlığı, iradesi ve sorumluluğuna dayanan modern hukuk anlayışı ve uygulamasına aykırıdır.

Ayrıca Yargıtay 3. Hukuk Daire Başkanlığı’nın bozma ilamı, “iyiniyet” kuralının yorumlanması beklentisine dayanmaktadır. Bozma ilamında, kocası ile birlikte yaşayan davacı eşin kocasının kaçak elektrik kullandığından doğrudan haberdar olduğu çıkarımı yapılmış bulunmaktadır. “İyiniyet” kuralı eşlerin bir arada ve birlikte yaşıyor olmasına dayanan zorunlu ve kaçınılmaz bir “ortaklık” veya bir “kollektif” bilinç hali olarak anlaşılmamalıdır. Davacı kadın ve çocukların, aynı evde oturan kocanın yıllar öncesinde kaçak elektrik kullandığı bilgisine sahip olduklarını peşinen kabul etmek iyiniyet kuralının aleyhe yorumlanmasına neden olabilir. Diğer yandan, davalı şirket tarafından, davacının elektrik bağlantısının kesilmesi eylemi eşin elektrik borcunun doğmasından 7 yıl sonra gerçekleşmiştir. Bir defa kesintinin, borcun doğmasından, hem de 7 yıl sonra uygulanmasının, bireyleri ömürleri boyunca mali tehdit altında tutarak hukuki korumadan mahrum bırakacak ölçüde sürekli bir manevi gerilim doğuracağı gerçeğini, olağan hayat koşulları düzeyinde ve hukuki düzeyde kabul etmek gerekir. Bu açıdan da davacıların eş ve babalarının borcundan dolayı 2 yıldan fazla bir süre elektriksiz bırakılması, hem davacı kadın hem de çocuklardan talep edilen “iyiniyet”in onları geri bir yaşam koşullarına mahkum etmemelidir. Dava konusu olayda iyiniyet beklentisinin, borcun doğmasından yedi yıl sonra harekete geçen davalıya yönelik değil de, 7 yıl önce doğan bir borçtan dolayı 2 yıldan fazla elektrik kullanımından mahrum kalan davacılara işletilmemesi gerekir. Oysa hem 7 yıllık borç talep süresi hem de 2 yıldan fazla olan elektrikten mahrum kalma süresi, insan yaşamı düşünüldüğünde keyfiliğe yol açabilir. Bu nedenle davacıların, hukuka aykırı olduğu kesinleşen elektrik kesme işlemi için manevi tazminat istemelerinde hakkın kötüye kullanıldığı ve dürüstlük kurallarına aykırı davrandıkları kabul edilmemiştir.

Davacıların davalının elektrik kesme işlemi nedeniyle zarar gördükleri, sağlıklı beslenemedikleri, evde bulunan elektrikli ev aletlerini kullanamadıkları yaşam standartlarında olumsuzluk oluştuğu, 30.11.2008 tarihinden 01.04.2011 tarihine kadar elektriğin kesik olduğu, davacılardan …, … ve…’nin eğitimlerinin aksadığı ispatlanmıştır. Manevi tazminat konusu bir ülkede ve bir hukuk düzeni içinde insana verilen değerin düzeyini ortaya koyduğu gibi hukukun ve mahkemelerinde insani uygarlık seviyesi ile olan ilişkisi ile de doğrudan alakalıdır.

Davacılar tüketici olup 6502 sayılı TKHK’nın 1. maddesinde belirtilen kanunun amacı da tüketicinin sağlık ve güvenliği ile ekonomik çıkarlarının korunmasıdır. Tüketicinin dahil olduğu hukuki ilişkide, ilişkinin ekonomik ve sosyal bakımdan zayıf taraflarını oluşturduğu açıktır. Hukuka aykırı bir şekilde gerçekleştirilen elektrik kesme eylemi nedeniyle zarar gören davacıların manevi tazminat talep edebilecekleri sonucuna ulaşılmıştır.

Son olarak, Mahkememiz, bir noktanın daha yukarıdaki bilgi ve değerlendirmeler arasına yerleştirilmesi gerektiği kanaatindedir. Elektrik ve su ihtiyacı, Birleşmiş Milletlerce de kabul edildiği üzere asgari yeterlilik değerleri itibariyle temel insan haklarındandır. Bu itibarla elektrik ve su ihtiyacının karşılanmamasının kişilerin kendilerine ait devredilemez haklarının ve manevi dokunulmazlıklarının çiğnenmesi sonucunu doğuracağının kabulünün gerekeceği düşüncesiyle…” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi: Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

UYUŞMAZLIK

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 23.03.2002 tarihinden itibaren elektrik abonesi olan davacı …’ın, elektriğin kesildiği 20.11.2008 tarihine kadar bir borcunun ve kaçak kullanımının bulunmadığı gözetildiğinde, davacı eş ve çocuklarının elektrik kesilmesi nedeniyle kişilik haklarının zedelenip zedelenmediği; hakkında kaçak elektrik kullanmaktan tutanaklar tutulan dava dışı … hakkında, kaçak elektrik tutanaklarına istinaden açılan hukuk ve ceza davalarının akıbeti araştırılarak hâsıl olacak sonuca göre hüküm kurulmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) “Temel Hak ve Hürriyetlerin Niteliği” başlığını taşıyan 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu, 17. maddesinde de; herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu düzenleme altına alınmıştır.

Anayasa’nın 38. maddesinin ilk fıkrasında ise “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz”, üçüncü fıkrasında da, “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” denilerek suçun ve cezanın kanuniliği esası benimsenmiş, yedinci fıkrasında ise ceza sorumluluğunun şahsî olduğu belirtilerek, herkesin kendi eyleminden sorumlu tutulacağı, başkalarının suç oluşturan eylemlerinden dolayı cezalandırılamayacağı kabul edilmiştir.

Ceza sorumluluğunun şahsiliği ceza hukukunun evrensel ilkelerindendir. Cezaların şahsiliğinden amaç, bir kimsenin işlemediği bir fiilden dolayı cezalandırılmamasıdır. Diğer bir anlatımla, bir kimsenin başkasının fiilinden sorumlu tutulmamasıdır. Dolayısıyla bu ilke kusursuz suç ve ceza olmaz ilkesini de kapsamaktadır. Anayasa’nın 38. maddesinin yedinci fıkrası ile ilgili gerekçede de, ‘‘…fıkra, ceza sorumluluğunun ‘şahsî’ olduğu; yani failden gayri kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılamayacağı hükmünü getirmektedir. Bu ilke dahi ceza hukukuna yerleşmiş ve ‘kusura dayanan ceza sorumluluğu’ ilkesine dahil, terki mümkün olmayan bir temel kuraldır.” denilmektedir (Anayasa Mahkemesinin 11.09.2014 tarihli ve 2014/52 E., 2014/139 sayılı kararı).

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 2. maddesi gereğince herkes haklarını kullanırken dürüst olmalıdır. Hak devletçe korunan yetkidir. Bir hakkın bireye verilmesinin en temel nedeni bireyin mutluluğudur. Haklar temel amaçlara uygun kullanılmalıdır. Bir hakkın kötüye kullanıldığının en açık ispatı dürüstlük kurallarına aykırı kullanılmasıdır. Hukuk sistemimizde tarafların dürüstlük kurallarına uygun davranması birbirlerinin kişilik ve mal varlığı değerlerine zarar vermemek için gerekli özeni göstermesi gerekir.

Önemle vurgulamak gerekir ki, borçlunun ifa etmekle yükümlü olduğu borcunu yerine getirememesi durumunda borca aykırılık meydana gelmektedir. Borca aykırı davranan kişi, bu davranışı ile neden olduğu zararı tazmin etmekle yükümlü olup işbu yükümlülük neticesinde doğan sorumluluğa, borca aykırı davranıştan sorumluluk denilmektedir. Sorumluluk bu anlamıyla tazminat borcunun kaynağıdır (Oğuzman, M.K. / Öz, T.: Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, İstanbul 2006, s. 14).

Borçlar Kanunu’nda borca aykırılıktan doğan sorumluluk nedeniyle manevi tazminat ödeneceğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Akde aykırılık tek başına manevi tazminat gerektirmez ise de, özel hâl ve şartlarda davacının kişilik haklarının zedelenmesi hâlinde haksız fiilin neticelerini doğurmakta ve manevi tazminatı gerektirmektedir. Mülga 818 sayılı BK’nın 98/2. maddesi uyarınca haksız fiillere müteallik hükümler kıyasen akde muhalif hareketlere de uygulanır. Borca aykırı herhangi bir davranışın, alacaklının kişilik haklarının zedelenmesine neden olması mümkündür. Uygulamada borcun zamanında, gereği gibi veya hiç yerine getirilmemesi nedeniyle meydana gelen olaylarda duyulan acı, üzüntü ile borca aykırı davranışta bulunan borçlunun eylemi arasındaki nedensellik bağının nasıl kurulacağını tespit etmek tartışmalıdır. Zira kural olarak bir para borcunun ödenmemesi alacaklının bir kişilik hakkını ihlâl etmemektedir. Ancak bunun neticesinde gelişen olaylar bu hakkı ihlâl edebileceğinden nedensellik bağı burada kurulabilmektedir. Nitekim aynı hususlara Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20.02.2020 tarihli ve 2017/3-960 E., 2020/187 K.; 07.02.2019 tarihli ve 2007/11-1976 E., 2019/81 K. sayılı kararında da değinilmiştir.

Mülga 818 sayılı BK’nın 49. maddesi ile ilgili açıklamalarda bulunmadan önce 4721 sayılı TMK’nın 24. maddesine değinmekte yarar vardır. Bu maddede;

“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.

Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” hükmü yer almaktadır.

Dava konusu haksız elektrik kesintisinin gerçekleştiği ve bu kesintinin devam ettiği tarihe kadar yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı BK’nın “Şahsî Menfaatlerin Haleldar Olması” başlıklı 49. maddesinde ise;

“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.

Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.

Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.

6098 sayılı TBK’nın “Kişilik hakkının zedelenmesi” başlıklı 58. maddesinde de mülga 818 sayılı BK 49. maddedeki düzenlemeye paralel olarak:

“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.

Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” şeklinde düzenleme bulunmaktadır.

4721 sayılı TMK’nın 24. ve mülga 818 sayılı BK’nın 49. (6098 sayılı TBK, m. 58) maddeleri ile koruma altına alınan kişilik hakları, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru, sır alanı, mesleki itibarı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.

Görüldüğü üzere, mülga 818 sayılı BK’nın 49. (6098 sayılı TBK, m. 58) maddesi gereğince kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir.

Burada kural olarak doğrudan doğruya zarar görme koşulu aranmaktadır. Ancak kişilik değerlerinin kapsam ve çerçevesi, yerleşik değer yargılarına ve yaşam deneyimine bağlı olarak belirlenmelidir. Mülga 818 sayılı BK’nın 49. maddesi genel bir düzenleme olup, öngördüğü koşullar gerçekleştiğinde, ruhsal uyum dengesi sarsılanın, kişilik değerlerine saldırı nedeniyle manevi tazminat isteyebilmesi olanağı vardır.

Manevi tazminat isteminin temelinde, haksız eylem yatmaktadır. Bilindiği üzere haksız eylemin unsurları hukuka aykırı fiil, kusur, zarar ve fiil ile zarar arasında illiyet bağının bulunmasıdır.

Öte yandan, kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir ise de, hâkimin özel hâlleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği para tutarı, adalete uygun olmalıdır. Hâkim manevi tazminatın miktarını tayin ederken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumları da dikkate almalıdır.

Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; eldeki davada davacılardan …’ın 23.03.2002 tarihinde elektrik abonesi olduğu, yaklaşık 6,5 yıl abone olarak elektrik kullandığı hâlde eşi …’ın aynı adreste 2001 yılında kaçak elektrik kullanımından dolayı borcu bulunduğu gerekçesiyle 20.11.2008 tarihinde elektriğinin kesildiği tarafların kabulündedir.

Davacılardan …’ın imzaladığı abonelik sözleşmesinin 4. maddesinde “Abonenin kendi adına kayıtlı veya kullanıcısı olduğu herhangi bir abonelikteki borcundan dolayı kendi adına kayıtlı veya kullanıcısı olduğu elektriği kesebilir.” düzenlemesi bulunmakta ise de davacı …’ın böyle bir borcu bulunmadığı gibi, eşi … da elektrik abonesi olmadığından bu madde hükmünün eldeki davada uygulanması mümkün değildir.

Zira, davacı …’ın İzmir 2. Tüketici Mahkemesinde açmış olduğu davada eşi …’ın abone olmaksızın kullandığı kaçak elektrik eylemi nedeniyle davacı abonenin elektriğinin kesilemeyeceğine karar verilmiş; karar Yargıtay 13. Hukuk Dairesince onanmak suretiyle kesinleşmiştir. Buna göre, mahkemece verilen ve kesinleşen karar ile davacı …’ın elektrik aboneliğinde eşi …’ın abone olmaksızın kullandığı kaçak elektrikten kaynaklı borç için …’ın elektriğinin kesilmesinin hukuka aykırı olduğu belirlenmiştir.

Anayasa’nın 38. maddesinin yedinci fıkrasında ceza sorumluluğunun şahsî olduğu belirtilerek, herkesin kendi eyleminden sorumlu tutulacağı, başkalarının suç oluşturan eylemlerinden dolayı cezalandırılamayacağı kabul edilmiştir. O hâlde eldeki davada davacılardan …’ın eşi, diğer davacıların ise babası olan … hakkında açılan hukuk ve ceza davalarının akıbetinin araştırılmasına gerek yoktur.

Davacıların davalı tarafça gerçekleştirilen 20.11.2008 tarihinden 01.04.2011 tarihine kadar süren haksız elektrik kesme işlemi nedeniyle zarar gördükleri, sağlıklı beslenemedikleri, evde bulunan elektrikli ev aletlerini kullanamadıkları, yaşam standartlarında olumsuzluk oluştuğu, davacılardan …, … ve…’nin eğitimleri aksadığı anlaşılmaktadır.

Diğer yandan davalı tarafça gerçekleştirilen haksız elektrik kesintisi, Anayasa’nın 17. maddesinde belirtilen herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu düzenlemesine aykırılık oluşturduğu gibi davacıların sözleşmeye aykırılık (sözleşmenin gereğinin davalı tarafça yerine getirilmemesi) nedeniyle kişilik haklarının da saldırıya uğradığı açıktır.

Hâl böyle olunca, olayın vahameti ile tarafların ekonomik ve sosyal durumlarına göre Yerel Mahkemece davacılar hakkında hükmedilen tazminat miktarları hakkaniyete uygun olup, direnme kararı yerindedir.

Diğer taraftan gerekçeli karar başlığında, dava tarihi 19.10.2012 olduğu hâlde 10.07.2015 olarak gösterilmesine ilişkin yanlışlık, mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde bulunduğundan bozma nedeni yapılmamıştır.

Tüm bu nedenlerle yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekmiştir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle; Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, Aşağıda dökümü yazılı (659,08TL) harcın temyiz edenden alınmasına, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesinin III/1. bendine göre karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 18.11.2020 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.