1. Anasayfa
  2. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E: 1992/1-750 K: 1993-56 T: 17-02-1993


Vaziyet etme” işlemleri ve idari yargı kararlar; yalnızca, yasaların yürürlükte kaldıkları dönem için firari ya da kayıp duruma düşüldüğünü tesbit ve açıklayan karar niteliğindedirler. Ancak, eldeki dava yönünden (aynen istirdad davalarında) firari ya da kayıp kişilerden sayılmama ve ilgili yasaların kapsamına girmeme olgusunu tesbit eden idari bir karar getirilmeden tapu iptal ve tescil davasının dinlenilmesi mümkün değildir.

Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Altıncı Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 28.12.1990 gün ve 1990/165-599 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Birinci Hukuk Dairesinin 20.3.1992 gün ve 1827-3695 sayılı ilamı ile; (…Dava yolsuz tescil sebebiyle kaydın iptali ile tescili isteğine ilişkindir. Davacılar, dava konusu 1166 ada 1 parsel sayılı taşınmazın, Kadastroca 6.1.1949 tarihinde miras bırakanları adına tapuya tescil edildiğini, ancak Hazine 1958 yılında alınan idari bir kararla, emvali metruke, mevzuatına göre, davalı Hazine adına sicilin intikal ettirildiğini, oysaki olayda sözü edilen mevzuat hükümlerinin uygulama olanağı bulunmadığından bahisle bu davayı açmışlardır.

Davalı Hazine, davada kesin hüküm bulunduğunu ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

Davacıların, 1975 yılında, yolsuz tescile neden olan idari nitelikteki kararın iptali için Danıştay’a açtıkları dava, süre yönünden red ile sonuçlanmıştır. Bundan sonra davacılar, Sekizinci Asliye Hukuk Mahkemesine yolsuz tescilin iptali için dava açmışlar. Mahkeme, kaydın oluşmasına neden olan idari karar ortadan kaldırılmadıkça davanın dinlenemiyeceği gerekçesi ile davanın reddine karar vermiş, bu karar Birinci Hukuk Dairesince onanarak kesinleşmiştir. Davacılar, aynı taşınmaz hakkında aynı hukuki sebebe dayanarak yine Hazine aleyhine temyize konu davayı açmışlardır.

Açıklanan bu olgulara göre, çekişmeli taşınmazın davacılar değil, Hazineye ait olduğu konusunda bir kesin hükmün varlığından bahsetmek olanağı yoktur. Ancak olayda şu konuda bir kesin hüküm vardır. Şöyle ki; dava konusu taşınmazın kaydının davacılardan ya da miras bırakanlarından alınıp, Hazine üzerine geçirilmesine dair kararın, niteliği geri alınmadığı ya da idari yargıda iptal edilmediği sürece adli yargıda davanın görülemiyeceğine dairdir.

Bu davalardan oluşan kesin hükümden sonra temyize konu davada, idari karar ortada dururken, mahkemenin iptale ilişkin kararının onanması, dairenin önceki kararı ile çelişki doğmasına neden olacak, kesin hüküm kuralı ihlal edilecektir. Esasen 25.11.1936 tarih, 18/30 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararında; “…28 Mayıs ve 1331 numaralı Temlik Kanununun 7. maddesinin tefsirine dair Büyük Millet Meclisinden verilen 2 Haziran 1929 tarih, 146 numaralı kararda; (13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli Kanunlara tevfikan vaziyet olunan veya edilecek olan emvali gayrimenkule Hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ve ashabının ancak 1331 senesi iptidasındaki kıymetli mukayyedeleri üzerinden hakları mahfuz tutulduğu cihetle bu emvalin bilahare ister muhtelif Kanunlar mucubince tahsis ve tefviz edilmiş ister satılmış veya Hazine uhdesinde muhafaza edilmiş olsun 13 Eylül 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli Kanunların tatbiki aleyhine Şürayı Devlet’çe bir hüküm verilmedikçe ashabına aynen iadesine imkanı Kanuni olmadığı gibi; 28 Mayıs 1928 tarihli Kanunun gerek neşrinden evvel ve gerek neşrinden sonra hükmen tahakkuk etmiş veya edecek müstehaklarına da aynen iadesine cevaz verilmeyerek ancak ashabına veya hükmen tahakkuk eden veya edecek olan müstahaklarına bu emvalin 15 Nisan 1341 tarihli Kanuna tevfikan 1331 senesi iptidasındaki kıymeti mukayyedelerinin verilmesi ve bunda da 15 Nisan 1341 tarih ve 622 numaralı Kanun ahkamının nazara alınması maksuttur) denildiğine göre; zikri geçen 1331 ve 15 Nisan 1339 tarihli Kanunlara istinaden Hazinece veziyet olunan gayrimenkullerin sahipleri ve vefat etmişlerse mirasçıları tarafından firar ve tegayyüp etmediklerinden ve binaenaleyh mezkur Kanunların tatbiki lazım gelmediğinden bahisle gayrimenkul mallarının aynen istirdadına dair açılan davanın mahkemelerce kabul ve rüyeti, tefsirin birinci fıkrası medlülünce aynen iadesi dava olunan emval hakkında mezkur Kanunların tatbiki lazım gelmiyeceğine dair Devlet Şürasınca böyle bir karar suduruna mütevakkıf olduğu ve Devlet Şürasınca böyle bir karar verilmemişse emvali mezkurenin aynına taalluk eden bu gibi davaların rüyeti mahkemelerin vazifesi haricinde bulunduğu müttefiküneleyh olup; takarrur eden temyiz içtihatları da bu merkezdedir…” şeklindeki ifadelere yer verilmiş; 1331 ve 1339 sayılı Yasalara dayalı vaziyet etme hallerinde, öncelikli olarak idari yargı yerine gidilmesi öngörülmüştür.

Somut olayda, Hazinece vaziyet edilme durumunun 1950 yıllarından sonra gerçekleştirildiğinin ileri sürülmesine karşın; yukarıda sözü edilen Yasalara dayanılarak idari bir tasarrufa gidildiği dosyadaki belge ve bilgilerden anlaşılmaktadır. Öyle ise, olayın 25.11.1936 tarih, 18/30 sayılı İnançları Birleştirme Kararından soyutlanması da mümkün değildir.

Bu itibarla, vaziyet etme niteliğindeki idari işlemin, idari yargı yerinde iptal edilmeden Adli Yargı yerine açılan davanın dinlenemiyeceği gerekçesiyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. Anılan hususlar karar düzeltme incelemesi sonunda anlaşıldığından, davalı Hazinenin karar düzeltme isteğinin kabulüne ve Dairenin 19.11.1991 tarih, 4158/13278 sayılı onama kararının ortadan kaldırılmasına; İstanbul Altıncı Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 28.12.l990 tarih 165/599 sayılı hükmün açıklanan nedenlerden ötürü bozulmasına…) gerekçesiyle bozularak, dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz eden : Davalı vekili

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Direnme kararı ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, maliklerinin firari ve mütegayyip eşhastan oldukları kabul edilerek çekişmeli taşınmaza 1954 senesinde davalı Hazinece vaziyed edilmesi ve taşınmazın Hazine namına tapuya kaydedilmesi işleminden ötürü, bu işlemin Yasalara uygun düşmediğini ileri süren davacı kişilerin, idari yargı yerinden karar almaksızın aynen istirdada (tapu iptal ve tescile) ilişkin böyle bir davayı adli yargı yerinde açabilip açamıyacakları noktasında toplanmaktadır.

Gerçekten, davalı Hazine tarafından yapılan işlemin dayanağını teşkil eden ve metruk malların Hazineye geçmesini düzenleyen 1331 ve 1339 tarihli Yasaların ve tatbik suretlerini gösteren talimatname hükümlerinin uygulanmasında zaman zaman tereddütlere düşülmüştür. Ne var ki, o tarih itibariyle tefsire yetkili olan TBMM’nin 2 Haziran 1992 tarih, 146 sayılı Tefsir Kararı ile Yasa hükümlerinin uygulanış biçimlerine açıklık getirmiş ve anılan kararda (…1331 ve 1339 tarihli Kanunlara tevfikan vaziyed olunan ve olunacak emvali gayrimenkullerin, Hazine namına kaydedilmiş hükmünde olduğu ve eshabının ancak bunların 1331 senesi iptidasındaki kıymeti muhare ister muhtelif Kanunlar mucibince tahsis, teffiz edilmiş, ister satılmış veya Hazine uhdesinde muhafaza edilmiş olsun 1331 ve 1339 tarihli Kanunların tatbiki aleyhine Şur’ayı Devlet’çe bir hüküm verilmedikçe eshabına aynen iadesine Kanuni imkan olmadığı…) belirtilmiştir. Meclis Tefsir Kararına atıfta bulunan 25.11.1936 tarih ve 18/30 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının sonuç bölümünde de (… 1331 ve 1339 tarihli Kanunlara dayanılarak Hazine’ce vaziyed olunan gayrimenkullerin sahipleri ve vefat etmişlerse mirasçıları tarafından firar ve kayıt duruma düşmediklerinden ve anılan Kanunların kendileri yönünden tatbiki lazım gelmediğinden bahisle açtıkları gayrimenkul malların aynen istirdadına yönelik davanın, Mahkemelerce kabul ve rüyeti ve aynen iadesi, dava olunan emval hakkında sözü edilen Kanunların tatbikinin lazım gelmeyeceğine dair Devlet şürasında bir karar verilmesine bağlıdır. Devlet Şurası’nca böyle bir karar verilmemişse emvali mezkurenin aynına taalluk eden bu gibi davaların rüyeti mahkemelerin vazifeleri haricindedir…) ilkesi vurgulanmıştır

Hemen belirtilmelidir ki, 1331 ve 1339 sayılı Yasalar, yürürlükten kalkmış olsalar dahi, yürürlükte bulundukları dönemde cereyan eden hadiseler hakkında kendiliğinden hukuki sonuç doğurmuşlar ve kayıp ya da firari duruma düşen kişilerin taşınmaz malları, Yasa hükümleri gereği devlete geçmiştir. Emvali metruke Yasaları yönünden geniş açıklamalar yapan ve yıllarca bu Yasalarla ilgili yargı kararlarına katılan Yargıtay Onursal Başkanlarından Dr. Suad Bertan, ayni Haklar isimli eserinin 1. cildinin 200 ve devamı sayfalarında (…Lozan Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği 6 Ağustos 1340 tarihinden evvel bir kimse, 14 Mayıs 1331 tarihli muvakkat Kanunun 2. maddesi gereğince başka bir yere nakil edilmiş veya 15 Nisan 1339 tarih ve 333 sayılı Kanunun 6. maddesine göre tegayyüp veya müfareket veya firar etmiş durumuna düşmüş ise, böyle bir kimsenin gayrimenkulleri üzerindeki haklar son bulmuştur. 14 Mayıs 1331 tarihli Kanunun 6. maddelerinin Lozan Antlaşmasıyla yürürlükten kalkmış olması, bu Kanunlar yürürlükte iken gayrimenkuller bakımından doğmuş bulunan hukuki durumun değişmesini gerektirmez. Devletçe, 6 Ağustos 1340 tarihinden evvelki dönem için, bir kimseye 14 Mayıs 1331 tarihli Kanunun 2. veya 333 sayılı Kanunun 6. maddesinin uygulanmasının gerektiği bilinmekte ise, bu kimsenin mallarına el konulmasına devam olunur. Yürürlüğe girmesinden evvel cerayan eden olaylar hakkında bir kimseyi firari, mütegayyip ve müfarekat etmiş veya başka yere nakil edilmiş saymağa Türkiye Hükümetinin yetkisi bulunduğunu Lozan Antlaşması kabul etmiştir. Firari, mütegayyip veya başka yere nakil edilmiş bulunan kimselerin gayrimenkullerinin tapuda kayıtlı bulunup bulunmaması, Hazinenin Kanun gereğince hak sahibi olmasında bir değişiklik meydana getirmez…) şeklindeki görüşlere yer vermiştir. Açıklanan görüşler “her olayın tüzel hükümleri, o olayın oluştuğu günde yürürlükte bulunan Yasa hükümlerine bağlıdır” kuralını öngören 22.05.1946 tarih, 26/9 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı ile de uyum halindedir.

Kuşkusuz “vaziyet etme” işlemlerinin ve idari yargı kararlarının taşınmaz malların mülkiyetlerini doğrudan doğruya Hazineye nakledici nitelikleri yoktur. Anılan işlemler ve kararlar yalnızca, Yasaların yürürlükte kaldıkları dönem için firari yada kayıt duruma düşüldüğünü tesbit ve açıklayan işlem ve karar niteliğindedirler. Ancak, eldeki dava yönünden ortaya çıkan uyuşmazlıklarda (aynen istirdad davalarında), firari ya da kayıp kişilerden sayılmama ve ilgili Yasaların kapsamına girmeme olgusunu tesbit ve açıklayan idari bir yargı kararı alınmasının zorunlu bulunduğu göz ardı edilmemelidir. (Bkz. Dr. Bertan, age. 214-215) Nitekim, değinilen türdeki davalar nedeniyle verilen hüküm ve kararları temyizen inceleyen Yargıtay Birinci Hukuk Dairesi uygulamalarında bu hususun yerine getirilmesi (idari yargı kararı alınması) ilkesini özenle korumuştur (1.H.D.nin 21.4.1941 T., 3325/1006; 16.6.1950 T., 522/2785; 22.5.1953 T. 4093/1816; 24.1.1954 T., 1221/647 sayılı kararlar için bkz. Senai Olgaç, Türk Kanunu Medenisi, 1957, Cİlt: 2, sayfa 934 vd.) Esasen, konusu, tarafları ve sebebi aynı olan önceki dava (… İdari yargı yerinden olumlu bir karar getirilmeden tapu iptali ve tescil davasının dinlenebilmesi mümkün görülememiştir…) gerekçesi ile reddedilmiş ve redde ilişkin İstanbul Sekizinci Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 20.12.1984 tarih, 285/631 sayılı kararı temyiz incelemesinden geçerek kesinleşmiştir. Yakın tarihlerde yüce kurulda görüşülen tamamen benzeri nitelikteki emsali bir olayda, idari yargı kararı alındıktan sonra tapu iptal ve tescil davası açıldığı için, o davaya dinlenebilme olanağı sağlanmıştır (HGK.nun 23.9.1992 gün ve 1992/1-348 E: 1992/533 sayılı kararı).

O halde Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve Yasaya aykırıdır. Bu itibarla direnme kararı bozulmalıdır.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince (bozulmasına), 17.2.1993 gününde oyçokluğu ile karar verildi.